Maoist Komünist Parti (MKP) dava tutsakları 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne ilişkin açıklama yaptı. Yapılan açıklamada, “Afganistan’daki kadınların yaşadıkları çarpıcı ve yakıcı ölçekte devasa bir şiddettir. Ve orada direnen kadınların mücadelesini selamlayarak bu yıl ki mücadele gününü onların mücadelesine atfetmek anlamı olacaktır”

Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nün çağrısı Afganistanlı kadınların yaşadığı zulme karşı tüm devrimci kadınlara mücadele çağrısıdır belirtilen açıklamada, “Afganistan’daki kadınların yaşadıkları çarpıcı ve yakıcı ölçekte devasa bir şiddettir. Ve orada direnen kadınların mücadelesini selamlayarak bu yıl ki mücadele gününü onların mücadelesine atfetmek anlamı olacaktır” ifadelerine yer verildi.

Ataerkil-kapitalist sistemin ezme ve sömürü politikaları katmerlenerek devam ettiğini belirtilen açıklamada, “Ezilenlerin cinsel-ulusal-sınıftan sömürüye karşı direniş mücadeleleri de yaygınlaşarak devam ediyor, büyüyor. Tarihselliği bağlamında kaynağını bin yıllar öncesinden alan ancak günümüz koşullarında her geçen gün daha da görünür hale gelen cinsel sömürü karşısında bilhassa kadınların refleksleri bugün çok daha güçlü ve daha da güçlenecek. Cinsel sömürü üzerinden de koltuğunu sağlamlaştıran ve palazlanan erkek egemen-kapitalist sistemin artık daha coşkulu ve güçlü bir birleşik kadın mücadelesi ile karşılaştığı aşikardır. Ataerkil sistemin kadın cinsi üzerindeki sömürü politikaları kapitalizmin derinleşen krizi ile de birleşerek daha da boyutlanırken, bu sömürü politikalarına karşılık kadınların bilinç düzeyi geliştirdiği farkındalığı ve itirazları önemli bir olgudur” ifadelerini kullandı.

Yapılan açıklamanın tamamı şöyle;

“Bugün kadın katliamlarının, tecavüzün, tacizin, her türlü şiddet olaylarının temelindeki erkek egemen sistem gerçekliğini gören ve bunu ifşa eden, bunlara karşı “suskunluğunu” bir kenara bırakan cins bilincinin farkındalığıyla hareket eden Mirabel kardeşlere atıfla milyonlarca kelebeğin olduğu su götürmez bir realitedir. Bu Realiteyi yok sayanlar dün olduğu gibi bugün de karşımızdadırlar.

Uzun erimli olacak bu ‘karşı’laşmadan hareketle: Kadın bedenini-cinselliğini yandaş medya, reklam pazarları, seks endüstrisi şirketleri aracılığıyla metalaştıran, yaygınlaştıran ve bunun üzerinden ciddi sermayeler elde eden hempalar. Tacizi, tecavüzü, şiddet ve istismarı teşvik edici onayan politikalar üreten tecavüzcünün sırtını sıvazlayan, onu kollayan ‘ceza’ yerine onlara ödül yağdıran ve şiddetin her türlüsü karşısında “özsavunmasını” gerçekleştiren, sesini yükselten kadını yargılayan hempalar. ‘Annelik’in, ‘aile’nin kutsallığından! dem vurup Cumartesi Anneleri’ni yerlerde sürükleyen coplayan hempalar. Bin yılların mücadeleleri ile kazanılan kadın özgürleşmesine katkılar sunan İstanbul Sözleşmesi’ni apar topar kaldıran, yok sayan, kürtajı yasaklayan, hapishaneleri binlerce kadın ile dolduran, kadınların sesini, kahkahalarını, direncini boğmaya çalışan, namus bekçiliği yapan hempalar.

 Dememiz o ki “asil ruhlarınız ırkçıdır” (Sartre), tecavüzcüdür. Hiçbir süslü lafınız, takım elbiseleriniz, “örnek” davranışlarınız, boyun bağınız! artık bu gerçekliğin üzerini örtememektedir. Artık karşınızda ne kul-köle olan, kaderine boyun eğen, insanlık dışı davranışlarınızı sus-pus dinleyen, ölümden korkan bir kadın var; ne de kadın cinsi üzerindeki sömürü politikalarını üreten ataerkil-kapitalist sistem gerçekliğine gözünü ve bilincini kapatan bir kadın profili var. Çünkü artık kendi iradesine güvenen, yaşamak isteyen ve bunun için mücadele eden bir kadın profili var.

Sayfamızdan Vuruşanlar Kazansın Diye Ötelere Uzanmalı Şimdi, Sesimiz ve Ellerimiz!

Yukarıda çizdiğimiz tablo yalnızca Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasına özgü değil. Burjuva demokrasilerinin hüküm sürdürdüğü ülkelerden Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkelerine kadar pek çok ülkede kadının her türlü ezilme, baskılanma ve sömürülmesi günceldir. Tüm ortak acı ve zorluklarımızın yanında tüm dünyanın seyirciliğinde dehşet verici sistematik bir barbarlığı koskoca bir coğrafyanın bir bütün kadınları yaşamaktadır.

Emperyalistlerin çıkar dalaşları ve yeniden dengelenme inşası projeleri sebebiyle Afganistan’da yaşayan kadınlar radikal İslamcı Taliban organizasyonu ile karşı karşıya kaldılar. Bu bir İlk değildi, 90’larda ve 2000’lerin başında Taliban’ın zulmünü fazlasıyla deneyimlemişti kadınlar. Burkalara hapsedilmek ya da göç yollarına düşmek dışında bir alternatifleri olamamıştı. Bugün de durum çok farklı değildir. Taliban’ın yönetimi ele geçirmesi ile beraber, ilk hamleler sanata, gazetecilere ve tabi ki temel hedef olarak kadınlara yönelik gerçekleşti. Kadınlar çalışma, eğitim ve sosyal yaşamdan soyutlanıp evlere hapsedildi. Dünya kamuoyuna kendi yönetimlerini diplomatik seyirde sınayan bu organizasyon kadınlara yönelik aldatıcı ılımlı mesajlar verse de somut pratikte gerçekler evlere hapsedilen, tek başına sokağa çıkamayan, örtünmek zorunda olan kadınlar. Ne var ki; Taliban’a karşı henüz çok yaygınlaşamasa da önemli kadın mücadelelerine tanıklık ediyoruz. Var olan haklarına yapılan saldırıların karşısına korkusuzca dikilen kadınları görüyoruz. Bütün bu atmosferin bir yanını da hızla artan yoksulluğun geldiği aşama olduğunu da unutmamalıyız. Öyle ki insanlar yoksulluktan çocuklarını para karşılığında zenginlere veriyorlar. Afganistanlı kadınların mücadeleleri, Taliban’ın yönetimi ele geçirdiği ilk haftalarda daha fazla yankı bulmuştu dünya kamuoyunda. Ancak kanıksamanın lanetiyle zamanla cılızlaştı. Bilhassa kadınların inatçı mücadeleleri, dayanışma gücü cılızlaşabilir miydi? Başka bir olay olgu olsaydı eğer? Dünyanın her yerinden kadın hareketleri olarak Afganistan’daki kadınların sesini duyuyor muyuz yeterince? Afganistan’daki kadınların yaşadığı zulmü görüp kavramada, laisizmin ve aydınlanmacı anlayışların devrimci zihniyete düşürdüğü tortulardan tam anlamıyla arınmak elzemdir. Bu formattaki ilgi, yüzeysel, geçici, üstenci ve aslında kökeninde yok sayıcıdır. Kanıksanmalardan kurtaramamıştır zihniyetini. Özgürleştirici değil, entegre edici entegrasyona bağlı alternatiflerden yola çıkılan her tartışma kadınların birlikte mücadelesi açısından zayıflatıcıdır.

Tüm bu güncel gelişmeler biz devrimci kadınların omuzlarına ağır sorumluluklar yüklemektedir. Bu gündem üzerinden bir kez daha görüyoruz ki özgürleştirici alternatif burjuva demokrasilerinden ve onların havarilerinden değil, komünizm için mücadeleyi seçmekten ancak geçer. Mevcut sistem içerisinde farklı noktalarda farklı bir çelişki ya da çelişkilerden kaynaklı krizler patlak vermiştir. Tüm bunlar sistemin krizidir, esasen Afganistan’daki kadınların da bizim de çelişkilerimiz çeşitli kırıntı haklarla değil, kökten değişecek-çözülecek sistemin sorunu ile ancak nihai sonuca kavuşabilir. Nihai kurtuluşumuzu ellerimize alamadığımız sürece herhangi bir iyileştirme bizler için güne uygun yeni bir elbise değil, yamalı bir çaput olmaktan öteye gidemeyecektir. Kuşkusuz ki, biz kadınlar meşru mücadelemizin gücünü dayanışma ile örülen devrimci mücadelemizden almaktayız.

Burada erkek egemen sistem ve onun zihniyetine karşı çok yönlü mücadele önemliyken bu mücadelenin her alanında ve her coğrafyasında örülebilmesi de ayrıca önem arz etmektedir. Bu sebeple de Latin Amerika’dan Afrika’ya Afganistan’a, Türkiye-Kuzey Kürdistan’a kadar yaygınlaşan kadın mücadelelerini demokratik hak kazanımlarını ötelemeden, ancak kadının kurtuluşu açısından uzun verimli stratejik hamlelerimiz, birlikte mücadele ve dayanışma pratiklerimiz önemlidir.

Sistematikliği ve kapsamı bakımından tüm kadınlığı ve de (insanlığı) ilgilendiren Afganistan’daki kadınların yaşadıkları çarpıcı ve yakıcı ölçekte devasa bir şiddettir. Ve orada direnen kadınların mücadelesini selamlayarak bu yıl ki mücadele gününü onların mücadelesine atfetmek anlamı olacaktır.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nün çağrısı Afganistanlı kadınların yaşadığı zulme karşı tüm devrimci kadınlara mücadele çağrısıdır.”

Önceki İçerikSorunsuz Hiçbir kolektif ve Birlik Yoktur
Sonraki İçerikHalkın Günlüğü gazetesinin 13. sayısı çıktı