En genel karakterleriyle demokratik nitelik taşıyan, bu niteliklerine uygun olarak sınıf hareketi cephesinin açık(yasal) alan demokratik mücadele zemininde konumlanan, açık ki, konumlandıkları demokratik mücadele yelpazesinden aldıkları nitelikleri bağlamında siyasi iktidar mücadelesinin temel kurum ve esas organları olmayan ama üstlendikleri demokratik mücadele cephesi görevleriyle siyasi iktidar mücadelesine hizmet ederek onun sınırlı ihtiyaçlarını karşılayan ve her biri birer politik özne olan yedi siyasi parti ve kurum, tarifli mücadelenin genel talebi olan ittifak ihtiyacı üzerine yürüttükleri tartışma sürecinden sonra, Haliç Kongre Merkezi’nde düzenledikleri halk buluşması etkinliğiyle Emek ve Özgürlük İttifakı’nın (EÖİ) kuruluşunu deklere ettiler.

Hemen her gelişme karşısında olduğu gibi, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kuruluş duyurusu da haklı olarak kamuoyunda ilgi bulup olumlu ve olumsuz tepkiler aldı. Bütün gelişme ve hareket sürecinin istisnasız olarak tanıştığı ilk reaksiyon eleştiridir. Dinamik silah olan eleştiri, negatif ve pozitif olmak üzere iki tepki biçiminde cereyan eder. Olgusal siyasi muhtevasıyla Emek ve Özgürlük İttifakı da iki yönlü tepki veya eleştiriden muaf kalmadı.

Erdoğan’ın saldırısına yansıdığı gibi, burjuvazinin rahatsızlığını eleştiri dışında telakki ederek bu tartışmamızın dışında tutuyor, aslen demokratik-devrimci cepheden gelen eleştirileri eleştiri olarak konu alıyoruz…

Eleştirel tepkilerin geldiği yerlerden biri de beklendiği gibi, Yeni Demokrasi kulvarı oldu. Hiç kuşkusuz ki, ittifakın genel politik cenahta yarattığı olumlu etki, Yeni Demokrasi mecrasında klasikleşen mekanikle ters orantılı yankılandı. Burada eleştiri tek yanlı olarak işliyordu; sadece olumsuzlama ve karşı çıkma tavrı biçiminde telakki ediliyordu. “İttifaklar Çözüm Olmayacak, Zafer Protokol Koltuklarından Çıkmayacak!” başlığı altında, ittifakın genel eleştirisi ve özelde de Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) ile ilgili eleştiri yürütüldü.

Yeni Demokrasi’nin (Y.D) yazısında, çoğu kez neyin niçin eleştirildiği muğlak kaldı ve eleştirilen fiilin-fikrin yerine neyin önerildiği, eleştiride amacın ya da varılmak istenen hedefin somut olarak ne olduğu anlaşılmadı. Reformist değerlendirmesi ve döngüsünün etrafından öteye geçilmedi esasta. Net olan şuydu; ittifaklara aykırılıkla bir karşı çıkış vardı ama çözüm adına verilmiş bir yanıt, ileri sürülmüş bir perspektif yoktu. Sadece yadsıma, yine yadsıma ve yine yadsıma vardı.

Y.D’den gelen seslerin ekseri olarak aykırı tonda yükselmesinin elbette nedenleri vardır: Parti anlayışı/algısı ve bu kavrayışın bir izdüşümü olarak örgütsel çizgide pratikleşen ben-merkezci sol-sekter siyaset tarzı ile dar dogmatik ideolojik-siyasi görüş açısının yol açtığı politik çizgi sorunu temel neden iken, “biricik” olma imtiyazını elden bırakmayarak, bunu adeta “doğuştan” gelen kendilerine has bir özellik olarak telakki edip (bir parça da siyasi kibirle) kimseyle paylaşmama lüksü, özelde de birlik ve ittifaklar anlayışını daraltan sistematik ezbere dayalı tutuculuk ve elbette onlarca yıl önce yaşanıp travmaya dönüşen “darbe” korkusu bu nedenlerden bazıları olarak sayılabilir. Emek ve Özgürlük İttifakı’na yaklaşımda da görüldüğü üzere, birlik ve biçimlerine dönük pratik siyasette kendileriyle başkaları arasına koydukları geniş açılı mesafe ancak böyle açıklanabilir ki, kısmen subjektif yorumlama payımızı varsaysak da katı statik anlayış ve sol-sekter siyaset tarzının örgütsel çizgi olarak Y.D’de egemen olduğunu söyleyebiliriz.

Y.D’nin Emek ve Özgürlük İttifakı ve “parantez hak eden” SMF’ye dönük eleştirisi için genel olarak şunu söylemek mümkün. Olguya dayanmama eksikliği belirgin biçimde öne çıkan eleştiri, tipik olarak subjektif ve birçok açıdan yapay zorlama üzerine kuruluydu. Örneğin, İttifakın “Kürt sorunu, inanç ayrımcılığı, emeğin özgürlüğü, cinsiyet eşitliği, doğanın talanı” gibi demokratik siyaset ve zeminde saptadığı hedefler ve çözüm taleplerine dönük esasta bir şey söylememiş, imalar dışında bunlar üzerine somut bir eleştiri yürütmemiştir. Tıpkı, olgudan yola çıkmayan, “… çözüm olmayacak, … zafer çıkmayacak” iddialarını somut kanıtlara dayandıramadıkları gibi. Eleştirinin dayandığı elle tutulur tek olgu ittifak bileşenleriydi. Lakin bunda da ilgili bileşenler adına konuşup kendi yorumuyla hareket ederken, bir kez daha somut olgulardan koparak subjektivizmini derinleştiriyor, “reformist” eleştirisinin kurgusu veya dayanağını tartışılır kılarak zayıflıyordu.

Eleştirilerimizi, Y.D’nin ittifak-lara dönük genel değerlendirmeleri ve özelde de SMF’ye dönük eleştirileri bağlamında olmak üzere, iki kategoride ele alacağız…

İttifak (lar)a dönük genel değerlendirmesi veya eleştirisi üzerine

Y.D’nin reformist tespitinde odaklanan eleştirisi, objektif gerçek tarafından elinden alınmış olmakla, elinde patlamış olan bir eleştiridir. Nasıl?

Öncelikle, anlayış bütünlüğü içinde belli bir anlayışı ortaya koyup Y.D’nin yaklaşımındaki sorunlu yanları görmek için, reformistlik-devrimcilik ikilemindeki tartışmaya açıklık getirmek gerekir. Bu bağlamda, devrimciliğin karşılığı nedir, tanımı nasıl yapılır ya da yapılabilir? Buna açıklık getirmeye çalışalım.

Devrimcilik, objektif ve subjektif/sınıfsal ve ideolojik-siyasi olmak üzere iki zaviyeden tespit edilip iki (ve sonra komünist devrimcilik olmak üzere üç) nitelikte tarif edilebilir.

1. Sınıfsal tanımını genel-geçer kabulle şöyle yapmak mümkün; gerici egemen sınıflar veya komprador tekelci sınıf ve emperyalist sermayenin temsil ettiği büyük egemen sermaye tarafından baskı altında tutularak ezilip sömürülen ve çıkarı devrimde olan ve bu çıkarı devam ettiği sürece devrimden yana olan milli burjuvazinin sol kanadı dahil, bütün halk sınıf katmanlarından kesimler objektif olarak devrimcidir. Sınıf kökeni itibariyle devrimcidirler. Devrimciliğin niteliği objektif ve sınıfsal köken orijinlidir. (Tam da bundandır ki, milli burjuvazinin sol kanadı devrimci görülmektedir! Mevcut ittifak bileşenlerinin devrimci değil, reformist görülmesi ise burada bir izah beklemektedir.)

2. Devrimciliğin ikinci tanımı ise, bilinç unsuruna dayanan subjektif olarak devrimci olma, yani ideolojik-politik tutum ve sınıf bilinçli tavır olarak devrimci olma niteliğinde karşılık bulur. Burada sınıfsal köken veya objektif devrimcilik bir üst niteliğe ulaşmış, bu zeminde ideolojik-siyasi çehre edinmiştir. Bu devrimcilik niteliğinde; birinci (objektif-kendiliğinden) nitelikten farklı olarak, ideolojik-teorik-siyasi-örgütsel ve felsefi angajmanlarda vücut bularak bilimsel ölçülere dayanan ve bilinçli irade olarak değiştirme eylemine giren, bu tercihle devrimin teori-pratiğine oturan ileri nitelik vardır.

Değiştirme eyleminin teori-pratiği zemininde bilinç, irade ve sınıf tavrı ekseninde bilimsel karakter edinen subjektif devrimcilik niteliği de kendi içinde, ideolojik ve siyasi/politik olarak esasta iki niteliğe ayrılır. (Ki, siyasi devrimcilik niteliğinden ayrılan politik devrimcilik niteliğine de özel bir yer ayırmak gerekir…) İdeolojik-siyasi devrimcilik niteliğinde, devrimciliğin en ileri niteliği olan komünist devrimcilik biçimi üçüncü nitelik olarak gündeme gelir.

3– İdeolojik ve siyasi devrimcilik. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi bu nitelik de iki kategoriye ayrılır.

a- Siyasi nitelikteki devrimciliğin normları; gerici sınıf iktidarına karşı mücadele ederek devrimci sınıfların iktidarını kurmak isteyen, dolayısıyla siyasi iktidar mücadelesi verip gerici sınıfları-iktidarlarını devrimci zor-şiddetle yıkmayı esas alan, bu bağlamda genel olarak devrim amacı ve hedefi olan, buna bağlı olarak belli bir teorisi ve devrimi gerçekleştirmeye dönük pratiği olan ve elbette devrim isteyerek bu uğurda kesin ve somut bir mücadeleye giren, savaşım veren veya savaşan devrimcilik biçimi şeklinde ifade edilebilir. Bu devrimcilik niteliği, devrimi, yaşadığı ulus veya devlet sınırları içinde, bura hakim sınıflarına, bu sınıfların iktidarı veya sistemine karşı mücadele ederek “ulusal-ülke” devrimini gerçekleştirme biçiminde öngörüp, kendisini bu devrimle sınırlar. Siyasi, örgütsel, askeri olarak devrimci olan bu devrimcilik, temel zaaf olarak, lokal devrime hapsolup evrensel devrim perspektifi taşımaz.

Burada politik devrimciliğe parantez açarsak;

Politik devrimcilik: Başlı başına farklı bir kulvar olup ideolojik-siyasi bakımdan devrimci olmadığı halde, küçük burjuva ve/veya orta burjuva sınıfsal kökeni ve çeşitli politik süreçlerde görece “devrimci” rol oynaması nedeniyle, evet bu kadarıyla ve bu düzeyde “devrimci” olabilen, bizlerin politik devrimcilik olarak tarif ettiğimiz nitelik; esasta ve özünde yasalcılık, parlamentarizm, düzen içi, reformist vb. karakterde olup “devrim” tasavvurunu burjuvaziyle barış içinde öngördüğü hayalle biçimlendiren, bu zeminde ideolojik-siyasi niteliği burjuva olup ideolojik-siyasi devrimcilikten keskin olarak ayrılan, fakat bu niteliğine rağmen belli politik konjonktürde, politik gündem ve tutumda ya da belli şartlarda biçimlenen politik çelişki ve mücadelelerde görece “devrimci” rol oynayan, belli şartlarda devrimci sınıf güçleriyle ilişki ve ittifaka yanaşan, iktidara gelmediği sürece devrimin siyasi düşmanı olmayan ancak ideolojik olarak devrim düşmanı olan, aynı zamanda siyasi olarak egemen sınıflar ve büyük burjuvazi cephesinde yer almayıp sınıfsal ya da politik olarak sınıf hareketi cephesinde yer alan politik yapılar ya da kesimlerdir. Reformist de olsa, bunların demokratik alan veya nitelikteki muhtelif herhangi bir eylemi, protestosu, açıklaması vb. vs. pek tabii ki, devrime hizmet eder, etmektedir. Bir parçada, bir kesitte ve bir şartta da olsa devrime hizmet ettikleri, o politik çatışma ve gündemde devrimci rol oynadıkları, dolayısıyla ilgili özgülde politik olarak devrimci oldukları-bu rolü oynadıkları inkâr edilemez. Egeme sınıflara vurdukları her darbe, verdikleri her zarar, yürüttükleri her teşhir objektif olarak devrimcidir, devrime hizmet eder. (Y.D’nin bu gerçeğe gözlerini kapatması ne gerçeği, ne de olguyu değiştirmez.)

b- İdeolojik nitelikteki devrimciliğin ayrımı: Bu devrimcilik niteliği ideolojik-siyasi-askeri nitelikte tam ve bir bütündür. Siyasi devrimcilik niteliğinden farklı olarak ve onun siyasi boyutunu evrensel ideoloji-teori bilimiyle en ileri düzeyde temsil ederek, bilimsel sosyalizm teorisi ve MLM ideoloji bilimi kılavuzluğunda komünist teorinin evrensel ilkeleri ışığında dünya devrimi perspektifiyle hareket eder. Devrim perspektifini tek ülke devrimiyle sınırlamaz, somut ülke devrimini dünya devriminin bir parçası-halkası olarak ele alır ve bu perspektifle zincirin zayıf halkalarında gerçekleştirilen devrimlerle dünya devrimini amaçlar. Parça devrimini enternasyonalist görevin somut biçimi olarak addeder, evrensel devrim bilinci ve amacıyla hareket eder. Ufku ulusal-lokal devrimle sınırlı değil, onu aşarak nihai amaç olarak dünya devrimini hedefler. İşte dünya devrimi doğrultusunda karşılık bulan bu nihai amaç yürüyüşü komünist devrimci nitelik olarak, siyasi devrimcilik dediğimiz niteliği aşar.

Özetlersek;

1-Sınıf kökeni, baskı-sömürüye maruz kalma ve çıkarı devrimde olma özelliklerini barındırma nedeniyle edinilen objektif-kendiliğinden devrimcilik.

2- Aynı özellikleri taşımakla birlikte, bilinçli sınıf tavrı temelinde gerici sınıf iktidarını yıkıp yerine devrimci sınıf iktidarını kurmak üzere değiştirme eyleminin teori-pratiğine giren bilinçli-iradi müdahale anlamında subjektif devrimcilik niteliği; (ve bunlardan birincisinin-birinci şıktaki devrimci niteliğe denk gelen, dolayısıyla sınıfsal köken ve politik olarak devrimci sınıf hareketi içinde olan veya oradan çıkan, bu manada siyasi olarak düşman ya da karşı-devrimci olmayıp ideolojik olarak düşman olan ama ikinci özellik veya şıktaki devrimci nitelikle temelden ayrışan, dahası devrim tasavvurunu reformsal ilerlemelerle ve burjuvaziyle barış içinde öngören, bu mücadele tarzıyla ve birikimleriyle köklü-devrimsel değişim sağlamaya oturtan burjuva hayalden ibaret olan, taktik-politik mücadelelerde devrimci rol de oynayabilen nitelik olarak politik devrimcilik),

3- Birinci ve ikinci devrimcilik niteliklerini barındırmakla birlikte, onları MLM ideolojik bilimi ve komünizmin evrensel ilkeleriyle dünya devrimi perspektifi taşıyan komünist devrimcilik niteliği olmak üzere, devrimciliği farklı kategori ve niteliklerde analiz etmek mümkündür.

Özcesi, anlayış zemininde tarif ettiğimiz devrimcilik tanımının analizi açısından, Y.D’nin ittifak bileşenlerine dönük toptancı anlayışla ama hepsini tek-tek değerlendirerek reformistlik etiketi yapıştırıp geçmesi kabadır. Kabadır çünkü, bu bileşeni değerlendirirken hiçbirinde bile devrimci bir özellikten bahsetmemektedir. Yalnızca reformist değerlendirmekle meşgul olmaktadır ki, bu yaklaşım, “hiç mi devrimci nitelik ve devrimci yan yoktur bu bileşende?” sorusunu gerekli kılmıştır. Ki, devrimcilik veya devrimci nitelik üzerine yaptığımız analiz dikkate alındığında, Y.D’nin reformist diyerek işin içinden çıkması pek mümkün değildir. Y.D deki temel sorun, analitik yaklaşımdan uzaklık ve yasal-açık alana özgü olanı devrimci görmeme biçimindeki politik hatadır. Demokratik kurumlardan illegal objenin görevlerini beklemesi de hatta eleştirisini bu karmaşa içinde yürütmesi de hatanın başka bir boyutudur.

Devrimciliğin analitik ele alınışı bağlamında sıraladığımız niteliklerin her birine denk gelen devrimci nitelik vardır ittifak bileşeninde. İttifak bileşenlerinin, ideolojik devrimcilik açısından değerlendirilmesinde, mümkündür ki Y.D isabet yakalamayabilir ve bunu politik önyargısına yorumlayabiliriz. Fakat devrimciliğin diğer nitelikleri açısından ittifak bileşeni içinde hiçbir isabet yakalamaması önyargıyla açıklanamayacak kadar kaba bir hatadır. Bilinçli kasıttır. Evet ittifak bileşenlerinin esası yukarıdaki komünist devrimcilik niteliği bakımından tartışılmaya muhtaçtır. Ama devrimciliğin diğer nitelikleri açısından fevkalade devrimcidirler. Bu bileşenler biçimsel formları bakımından reformist biçimler de olsa; sınıf kökenleri, hizmet ettikleri siyasi kulvar ve aidiyet bağlılığının ötesinde politik olarak mirasını taşıdıkları ideolojik-siyasi-örgütsel yelpaze, politik mücadelede oynadıkları rol, demokratik nitelikleri ve bütün bunlarda üstlendikleri rol ve tabi oldukları politik eylem perspektifi ve doğrultusu bakımından hemen hepsi ya devrimcidir ya da devrimci rol oynamaktadır. O halde Y.D’nin yaklaşımı sakat, anlayışı sorunlu, değerlendirmesi ise problemlidir.

Devrimcilik algısı ve tarifi sorunlu olan Y.D’nin, tartışmanın diğer ayağı olan reformistlik eleştirisi ya da değerlendirmesi de sağlıklı olmayıp tartışma götürür durumdadır. Bu bağlamda reformistlik meselesine de göz atmak yararla şarttır.

İlgili ittifak bileşenlerine devrimci nitelikleri kapsamında atfettiğimiz tüm devrimci yanlarına karşın, bu bileşenlerin burjuva anayasal “izin” zemine dayanan kurumsal meşruluk, kurumsal nitelik ve bu çerçevede üstlendikleri ya da yürüttükleri ve önüne koydukları mücadele ve görev biçimleri esası, temsiliyet düzeyleri, hedefleri, devrimin asli araçları karşısındaki tali biçimler olma gerçeklikleri, devrim karşısındaki fonksiyon ve işlevlerinin sınırlılığı, objektif gerçekte demokratik mücadeleyle sınırlı olup devrim karşısında tayin edici stratejik rol almamaları vb. vs. bakımından (ama yalnızca yasal-demokratik zeminde olmalarından ve salt bundan ötürü değil), bunların birer reformist biçime tekabül ettikleri ya da biçimde reformist çerçevede oldukları bir gerçektir.

Programlarında ortaya koydukları hedefleri (bu hedefler ne olursa olsun), bu hedeflere varmak için öngördükleri mücadele ve örgütlenme biçimleri, bu biçimlere dair esasları, en önemlisi de devrim tasavvuru ve bu tasavvurun devrimci zor-şiddete dayanıp dayanmaması, esasta bu orijinleri ilgili kurumların siyasi niteliklerini belirler. Reformistlik değerlendirmesi ancak bu zemin üzerinden yükseltilebilir. Lakin Y.D, bu zaviyeden mütalaa etme yerine, salt yasal alanda/yasal kurumlar olmalarından hareket etmektedir. Y.D, yaptığı eleştiri ve değerlendirmelerde, analizden yoksun, toptancı, isabetsiz, önyargının eseri olan tek yanlı yüzeysel yaklaşımla birlikte, dogmatik siyaset tarzı, bir o kadar da örgütsel saiklerle somut gerçekleri atlaması nedeniyle yanlışa sapmaktadır. Aksi halde ilgili kurum ve yapılar zaten, şartlı ya da belli bir nitelikte devrimci olmalarına karşın, demokratik meşru kurum gerçekliklerine uygun olarak, demokratik mücadele ve görevler temelinde reformlarla sınırlı olup, devrime bağlı görevler yürütmelerine karşın doğrudan devrimi görev almadıkları ve devrim amacını karşılayan biçimler olmadıkları vb. için, son tahlilde birer reformist öznelerdir.

Bunlar hangi bağlamda ve hangi manada birer reformist biçim arz ederler?

Kamuoyuna açık kurumsal politik isimleriyle ilan edilmiş olan ittifak bileşenlerinin istisnasız olarak hepsi, mevcut faşist anayasa iznine tabi yasal hüviyette ve burjuva yasal meşruluk çerçevesinde kurulmuş, demokratik nitelik taşıyan, bu niteliklerine uygun olarak demokratik mücadele ve görevler yürüten siyasi parti ve kurumlardır. En ileri niteliklerinde bile, devrimin temel organ ve araçlarını temsil etme vasfında olmayıp, devrimi bizzat ödev almaz, esas görevlerini üstlenmezler. Her birinin programı, benimsediği mücadele ve örgütlenme biçimleri, önüne koydukları görevler ve bu görevlerin yürütülme esasları, devrimin zor ilkesi ve mücadele ve örgütlenmenin bu ilkeye göre biçimlenmesi bakımından nitelikleri alenidir. Eylemlerinin ve politik-demokratik mücadelelerinin içeriği isterse militan tarzda olsun ve isterse de devrimci teori ve ideolojiyi benimseyip savunuyor olsunlar, yine de siyasi iktidar mücadelesi ve bunun esas görev ve biçimlerini temsil etmeyerek siyasi devrimcilik taşımaz, böyle bir iddiaları olmadığı gibi siyasi bakımdan devrimci olmaz-olamazlar.

Farklı tarihsel dayanak ve yaslandıkları ideolojik-politik damar itibarıyla ayrı örgütsel kimlikleri temsil eden bu bileşenlerin (en azından bir kısmı için kesin olan) aralarındaki temel ve keskin ayrışım çizgilerine rağmen ittifakta örtüşmelerinin objektif-subjektif zemini, esasta ortak sınıf çıkarları kaygısıyla sınıf düşmanlarına karşı somut politik mücadele görevlerinde buluşmaları ve demokratik mücadele siyaseti ve normlarındaki şartlı kesişmeleridir. Bu ne demektir ne anlama gelir?

Özgünlük taşıyan ve/veya özgün unsurlar barındıran yapısıyla tek-tek kurumlardan teşekkül olan bu bileşen; dayandığı tarihsel mirastan sınıfsal kökenlerine, politik eylem çizgilerinden ideolojik gıda ve siyasi dokularına, oradan teorik arka plan ve felsefi dünya görüşlerine kadar, feyiz alıp beslendikleri ve hizmet ettikleri siyasi mücadele geleneğinden bağımsız olmak kaydıyla; eylemlerinin içeriği ve devrimin ilkeleri bağlamında esas aldıkları mücadele ve örgütlenme biçimleri başta ve belirleyen esas olmak üzere, yasal/açık alan demokratik mücadele tarzına ait araçlar olma ve buna uygun kullandıkları mücadele yöntemleri vb. zeminindeki genel nitelik ve araçsallıkları-örgütsellikleri itibarıyla birer reformist biçim ya da biçimde reformist kurumlar olduğu aşikardır.

O halde, devrimle bağdaşan siyasi devrimcilik niteliği bunlara atfedilemez, devrim ve devrimin asli görevleri bunlara devredilemez. Araçsal biçim ve nitelikleri bu olmakla birlikte, varlıkları burjuva anayasal zemine dayanan ve faşist iktidarların yasaklayıp kapatma ya da kapatmama kararlarına (bu anlamda) tabi olan ilgili politik kurumlar, tanınmış yasal haklar ya da kazanılmış demokratik haklar çerçevesinin sınırlarını zorlayıp geliştirme-ilerletme perspektifiyle de hareket etmiş olsa, bu kurumların fiilen vazife alıp yürüttükleri çalışmaları esasta yasal demokratik alan görevleriyle sınırlı olup, devrim ilke ve normlarında biçimlenen mücadele esasları anlamıyla ve son tahlilde reformist muhtevaya sahiptir.

Gerçek bu olduğu halde, Y.D’nin bu gerçeği yok sayarak ve devrimci niteliklerini de inkar ederek, yeniden reformist keşfe çıkıp onu kanıtlamaya çalışması (ve fakat reformist değerlendirme ölçülerinde de yere sağlam basmayan reformist belirlemeleri) yeni bir buluş değil ama bu kurumlara siyasi devrimcilik atfetme bilinci bakımından yeni bir buluştur. Ne beklemekte ne istemektedir bu yasal alan demokratik mücadele kurumlarından? Devrim gerçekleştirmelerini mi? Devrimin “biricik” aracını devre dışı bırakarak ve onun yerini alarak mı?… Unutmamak gerekir ki, her kurumsal yapı konumlandığı mevzi ve üstlendiği rol ya da göreve uygun olarak mücadele verir ve bu pozisyonuna uygun dil ve argümanlar kullanır. Demokratik kurumların mücadelesi, görevleri ve izleyeceği biçimler belli, ideolojik-siyasi karakterde devrimci olan kurumun mücadelesi, görevleri ve izleyeceği yol-yöntemler bellidir. Demokratik kurumu, devrimci kurum ölçüleriyle eleştirmek ya büyük bir yanılgıdır ya da eleştiri heyecanına kapılarak sapla-samanı karıştırmaktır.

Bu kurumlar, illegal ya da silahlı temele dayanmadıkları gibi, siyasi iktidar mücadelesinde merkezi halka/görev karşısındaki yetkisiz vasıflarıyla tali ve legal (veya yarı-legal) biçimleri temsil etmeleri başta olmak üzere, devrim perspektifli mücadele ve örgütlenme esaslarındaki ehliyetsizlikleri açısından edindikleri genel nitelikleri, bu dolayımla siyasi hedef ve görev çerçevesinde üstlendikleri rol, mücadele biçimleri vb. gereği, doğrudan ya da siyasi bakımdan devrimci değildirler. Devrimi, sosyalizmi, hatta komünizmi savunup propaganda eder, dolaylı görevlerini yürütüp pratik çalışmalara girerler ama bizzat devrimi gerçekleştirme ya da sosyalizmi kurmanın esas öznesi olmaz-olamazlar; bu eylemin yedekleri ve parçaları olarak işlev görürler. Onlar devrime nefes veren birer soluk borusudurlar.

İşte, Y.D’nin reformist tespiti ve değerlendirmesiyle diline pelesenk ettiği, saklı olmayan bu gerçekliktir. Y.D’nin sıkı sıkıya eline alıp diline doladığı reformist eleştirisi kendiliğinden boşa düşüp objektif olarak elinden alınmış bir eleştiridir. İlgili ittifak ve bileşenleri genel niteliklerine uygun olarak politik mücadelede yer almakta, buna uygun siyaset izlemekte, örgütlenmelere gitmektedirler. Bunda anlaşılmayacak ne var? Şayet yok ise, Y.D neyle dövüşmekte ya da hangi siyaset tarzı ve anlayışı motive etmeye çalışmaktadır? SMF’ye veya muhtelif herhangi bir yapıya reformist demek Y.D’ye imtiyaz sağlayarak devrimci puan mı katacak? Y.D yapay gündemler yaratıp siyaset yapacağına, demokratik veya devrimci mücadele çalışmasına dönük siyaset üretirse, yani dar döngüden çıkıp siyasetin yeteneklerini mücadelenin hizmetine sokarsa isabetli davranmış olur.

“Çözüm olmayacak, zafer çıkmayacak” şeklindeki tespit ve eleştirisi “reformist” damga vurma “yeteneğinden” feyiz almaktadır. Lakin “çözüm olmayacak, zafer çıkmayacak” diyerek, reformist olarak değerlendirdiği ittifak (lar)a ya da reformist örgütlenme biçim (ler)ine abartılı ödevler atfederek, objektif olarak onlardan zafer-çözüm gibi büyük beklentilere düşmüş, sol eleştiriden sağa savrulmuştur.

Yukarıdaki ifadelerden hareketle, genel anlayış olarak belirtmekte fayda var ki, devrimcilik silahlı örgütlenme ve mücadele şartına indirgenemez. Silahlı reformist hareketler gerçeği düşünüldüğünde, her silahlı mücadelenin devrimci olmaya yetmediği görülür. Silahlı mücadele devrim mücadelesinin stratejik biçimlerindendir. Ama her silahlı mücadele bu önem ve niteliği ifade etmez. Silahlı mücadele ve illegal örgütlenme devrimin kaçınılmazı ve ilkesidir. Buna başvurmayan bir hareketin devrimi başarma iddiası hoş bir rüyadan öteye geçmez. Devrim zora ve eş anlamda, şiddete dayanır, onunla gerçekleşir-gerçekleştirilebilir. Ama bu zor ’un, bilimsel sosyalizm teorisi veya komünist ilkeler tarafından aydınlatılması, bizzat onun kılavuzluğunda belirlenmiş olan amaca göre nitelik edinmesi şarttır.

Dolayısıyla, devrim için ilke olan, şart olan ezen/egemen sınıf şiddetine karşı ezilen sınıfın şiddetidir. Kör şiddet değil. Zor, devrimin dayanacağı temel biçimdir. Bu biçimin kullanılması ise şartlara bağlı olarak biçimlenip zamanlanır. Kimi ülkelerde silahlı biçim devrimin başından itibaren geçerliyken, kimi ülkelerde ise iktidarın alınmasının arifesinde ya da belli bir aşamasından sonra başvurulup kullanılır vb. Y.D, silahlı yapıyı devrimciliğin ölçüsü olarak ele aldığı gibi, reformistliği de yasal zemin olarak anlamaktadır ki, reformist dediği ittifaktan, ne olduğunu somut olarak açıklamadığı veya neyin çözümü ve zaferinden söz ettiğini açıklamayıp belirsiz bıraktığı ama açık ki devrimci mücadele adına bir çözüm ve zafer bekleyerek soldan sağa savrulmaktadır.

İttifakın anlamı ya da anlaşılması gereken politik muhtevası

Demokratik normlar ekseninde kurulup demokratik ittifak niteliği taşıyan Emek ve Özgürlük İttifakı; burjuvazi tarafından halk kitlelerine, ya “Millet İttifakı” ya “Cumhur İttifakı” şeklinde sunulan ve kapısı her durumda komprador tekelci sınıf kliklerine çıkan münasebetiyle esasta tek tercih olan bu egemen gerici burjuva faşist manipülasyon karşısında, halklarımıza karşı siyasi sorumluluk bilinci ve dağınık mücadele dinamiklerini birleştirme pratiği ve siyasetinin yetkin kabiliyetiyle sınıf ve halklar cephesinden örülerek burjuvaziye karşı politik mücadele zemininde yükseltilen bir alternatif olmanın yanı sıra, en genel muhtevasıyla halk kitlelerinin burjuvaziye mahkum olmadığını ilanen bunu somut kurumsal araç üzerinden adres gösteren ve taşıdığı tutarlı demokratik mücadele ruhuyla demokratik kamuoyunda yankı uyandırıp halk kitlelerine moral veren önemli bir gelişme ve yetkin bir siyaset örneği olarak anlamlıdır.

Dikkat çekmek isteriz; Emek ve Özgürlük İttifakı, komprador tekelci burjuva klik ittifaklarına karşı, alternatif demokratik bir ittifak niteliğinde halklarımızın mücadelesi lehine kuruldu, demokratik-devrimci-sosyalist halk güçleri ve bunların sınıf mücadelelerine karşı değil! İşte mütevazı çerçevedeki bu özeti bakımından Emek ve Özgürlük İttifakı’nın politik astarı budur! Buna kimin hangi temsil adına, hangi tavır ve tasavvurla, hangi mevziden karşı çıktığı, tamamen karşı çıkanın sorunu olup anlaşılmaya muhtaçtır.

Demokratik muhteva niteliğine rağmen, Emek ve Özgürlük İttifakı eleştiriye kapalı olmadığı gibi, dokunulmaz ve değiş(tirile)mez değerde bir bulunmaz değildir. Ta ki, daha ideal ve demokratik ve devrimci bir ittifak alternatifi bulunana, kurulana dek. Alternatifini somut olarak önermeden ya da bulmadan, aktüel olana karşı çıkmak sadece yıkma bilinci taşıyıp yapma bilincine sahip olmamaktır. Bu, kötüden bahsedip iyi olandan söz etmemek, yıkmaktan bahsedip yapmaktan bahsetmemektir. Bilimsel yıkıcılık, yıktığının yerine yenisini inşa etme perspektifiyle tamdır. Ateşli silah bulunana kadar, ok ve kılıcın silah olarak kullanılması geçerliydi. Kullanılması mümkün olan silah biçiminin kullanılmasına karşı çıkanlar, ya fiilen hiç silah kullanmamayı salık vermektedir ya da kullanılmayı salık verdiği yeni silahını kullanmak durumundadırlar. Y.D, ittifakları eleştiriyor ama ne savunup öneriyor? Buna yanıt yok, varsa yine ittifaktır ama buyurduğu bir ittifak da yoktur. Özcesi, daha keskin, daha yetkin ve daha tesirli silahı olan varsa önden buyursun; takip edelim! Buyurmazsa boşluğa konuşmuş olmaktan ileri gitmez.

İyice anlaşılsın; Emek ve Özgürlük İttifakı eleştirilmeyecek kusursuzlukta dört başı mamur bir silah, fetişleştirilecek “kutsallıkta” üstün bir makine ya da faşist yıldırımları önleyecek mutlak bir paratoner asla değildir. Bilakis, zayıf ve güçlü yanları vardır; her bakımdan bir çözüm mekanizması olduğu ve zaferin garantörü olduğu iddiasında da değildir! Devrim akımını sürükleyen başat mücadele mevziisi olmadığı gibi, her derde deva bir örgüt, su sızdırmaz geçirimsiz bir kalkan da değildir; mükemmel hiç değil. Fakat küçümsenerek reddedilecek, ötelenip anlamsız görülerek hiçleştirilecek bir gelişme ve işlevsiz boş bir irade de değildir. Aksine, sınıf hareketinin demokratik mücadele cephesinde, bu mücadeleyi nüfuzu oranında karşılayan ve kurumsal bileşenleri düzeyinde omuzlayan, buradaki boşluğu doldurmayı görev edinerek rol oynayan, devrimci kitlelerin örgütlü gücü ve mücadelesindeki dinamiği daha güçlü açığa çıkarmaya çalışan, burjuva faşist cephenin karşısına halklarımızın demokratik-devrimci kuvvetini çıkaran, tamamen gerekli ve doğru bir adım, işlevli bir araç, devrimci bir ihtiyaçtır. En ileri işlevi ve içeriğiyle, devrimci savunmanın demokratik mücadele alanında kullanılan bir itirazı, bir kalkanıdır; komprador tekelci burjuvaziye karşıdır.

Buna karşın, dar grup çıkarı ve kaygısı, devrim kaygısı ve çıkarı karşısında ağır basan Y.D gibi kimi özgün anlayışların, bu ihtiyacı görmesi veya demokratik gelişmeleri mütalaa ederek mücadele ittifakları karşısında doğru orantılı pozisyon alması oldukça sorunlu, zordur. Yeni Demokrasi’nin eleştiri tavrında cereyan eden bu durum, katıksız bir siyasi kabızlık ve yüzeysel dar dogmatik bir vakadır.

İttifaklar eleştirisi üzerinden genelden özele/özelden genele Y.D’nin eleştirisi

Motivasyonunu karşıtlık siyaseti üzerinden sağlamaya çalışanlar ne kadar devrimci laf ederlerse etsinler, tam manada ve gerçek devrimci bir motivasyon sağlayamazlar. Birlik ile ayrılık bir aradadır; doğruyla yanlış aynı zemin üzerinde vardır. Her önerme karşıtıyla anlamlı ve tamdır. Bunlardan birinden bahseden, diğerinden de bahsetmek zorundadır. Etmezse gerçeği ifade edemez, doğru konuşamaz. Konuşulacak bir pratik ya da konuşulabilecek bir iş yapmayanlar pek tabi ki, hep başkalarını eleştirir, başkalarının yaptığı işleri konuşurlar. Ve kendileri dışında gelişen hiçbir şeyi taktir etmedikleri gibi, demokratik mücadele alanındaki gelişme ve bu mücadele adına sağlanan kazanımları keskin devrimcilik bandında kıyaslayıp buradan kendilerine eleştiri alanı açarlar. Y.D’nin durumu buna benzerdir.

Y.D daha ideal bir ittifak kurmuş mudur? Hayır! İttifak dışında başka bir yönelim mi pratikleştirmiştir? Hayır! “Silahlı-illegal” yapıya dayalı bir mücadele cephesi mi açıp yürütmektedir? Cılız çabaları saymazsak hayır! Ama ne yapmıştır veya yapmaktadır? Yapılan işleri ve elde edilen kazanımları eleştirmek ama eleştirdiği şeyin yerine bir biçim ve somut bir pratik ya da kazanım koymamak! İş yapmadan eleştirmekle meşgul olmak; işte Y.D’nin mevcut süreç karşısındaki objektif duruş ve durumu budur. Emek ve Özgürlük İttifakı ve özellikle de yerel yönetimler karşısında sergiledikleri tutum tipik olarak böyledir. SMF eleştirisi ise adeta bir saplantıdır. Ve bu muhataba özgü başka bir vakadır.

Y.D’nin vakai bir durumu da paradoksal ya da paradoksa denk gelen genel tavrında ortaya çıkmaktadır. Demokratik, devrimci ve komünist hareketin istisnalar hariç tümü, tamamen devrimci kaygı, ihtiyaç ve bilince dayanan nesnel doğrulukla, sınıf ve halk güçleri arasında ortak çalışma, güç-eylem birlikleri ve ittifaklar yapmayı benimseyip kabul etmiş olup bu kültürü geliştirirken, istisnalardan biri olarak Y.D, katı kabuklarına hapsolarak bu yelpazenin dışında durmakta ısrar etmektedir. Bu kültürü geliştirip ona uygun davrananlar, faşist baskılarla oluşturulan kocaman sessizlik içinde ve halkların üstüne serilen koyu karanlık içinde şu veya bu alanda, şu veya bu biçimde, şu veya bu ölçüde bir irade ortaya koyup, belli gelişmelere imza atarken ve demokratik-devrimci mücadele adına bir duruş sergileyerek belli bir güç oluşturup bir alan/bir yer tutarken, Y.D olarak siz, neredeyse yalnızca siz; eleştiri adına bütün bunlara burun büküp üstten bakmakla yetiniyor ve politik trafikte ters yönden gelmeyi bir üstünlük yada ayrıcalığınız olarak telakki ediyorsunuz. “Anlamlı yalnızlık” da dense, genel kabul gören doğrular karşısında bu tavrın düşük çaplı paradoksal bir durum çağrıştırdığı söylenebilir.

Bu çoğunluk ya da ekseriyetin ittifaklar adına doğru yaptığı ya da doğru söylediği hiçbir şey yok mudur? Ortaya koydukları irade ve duruşun hiçbir pozitif yanı yok mudur? Kısmen de olsa, şartlı da olsa, bu yelpazenin ortaya koyduğu çabanın devrim doğrultusunda bir ilerleme özelliği ya da demokratik mücadele ve kazanımları büyütme gibi bir değeri, bir katkısı yok mudur? Destekleyip pozitif görülecek bir yan, bir özellik yok mudur? Kuşkusuz ki, vardır; size göre olmasa da size rağmen vardır! İttifak bileşeninde reformistlerin olması, hatta bileşenin biçimde reformist olması bu gerçeği değiştirir mi? Değiştirmez! Ne ki, reformist sözünün geçtiği yerde, toptan retçiliği siyaset; “biricik” siyaset saymaktasınız.

Genel meselede biçimlenen pratik anlayış, yaklaşım ve edanız şu ki, bu çoğunluk ya da muhtelif muhatap yelpaze hepten yanlış, siz ise, tek ve en doğrusunuz! Bu, “ilahi güç” tarafından yanlış yapmaları üzere çoğunluğa verilmiş bir ceza, sizlere verilmiş bir ödün-ayrıcalık hali olarak izah edilebilir ancak. Tanınmış-tanınmamış tüm komünistler hatalar yaptı, bundan sakınamadı. Aynı komünistler kitlelerden öğrenmeyi önemseyip ilke edindi. Lakin söz size gelince, “biz ‘biricik’ komünistleriz, doğruyuz-iyiyiz-hatasızız, kimseden öğrenmeyiz” sesi yükselmektedir. Ki, hatalara kapalı ve korunaklı bu politik formatınız başta olmak üzere, izlediğiniz siyaset ve yol-yönteminizle ne tarihteki ne de günümüzdeki diğer komünistlerle örtüşmüyor, bilakis ayrışıyorsunuz. Samimiyetle söyleyelim ki, somut tartışma ve eleştiriden öteye geçerek, genelleme yapan eleştirilerilerimizin can sıkıcı biçim olduğunu, bizzat rahatsızlığını hissediyoruz. Ne ki, yaklaşımlarınız karşısında kendimizi genellemeler yapmaktan uzak tutamıyoruz.

Devrim ve demokratik mücadele boyunca ittifaklar hep olacaktır.

Evet, “biricik” olma imtiyazına sahip olma edası ve iddiasıyla menzil alıyorsunuz. Bundan da doğan hakla ve paylaştığınız devrimci hukuk sorumluluğuyla Emek ve Özgürlük İttifakı’nı baktığınız yerden eleştiriyorsunuz. Eleştiri bahşedilen lütuf değil bir haktır, pek tabi ki sizin de özgür iradenize bağlı kullanacağınız bir hak ve hakkınızdır; bunda bir sorun yok. Ne var ki, eleştirinin içeriği, amacı ve dayandığı metot onun gerçek kuvvetini oluşturur ya da gösterir. Önemlidir; doğru-yanlış münakaşasına oturan eleştiri, muhataplarını güçlendiren dinamik olma özelliğiyle politik yaşamda özellikle önemlidir. Ancak sizlerin eleştirileri, bahis konusu eleştiri metodundan farklı biçimlenmektedir. Dışa dönük eleştiride olduğu gibi, içe dönük eleştiri tutumunda da objektif ve yapıcı değil, subjektif ve hatalı davranmaktasınız. Mesela, içinizde birlik fikrini savunan veya muhtemelen birlik fikrinde ısrar edenleri kamuoyuna açık biçimde dağıtıcı-bölücü olarak damgalamaktan sakınmamaktasınız. Mesela, ideolojik-politik çizgisi reformist olan ama demokratik nitelik taşıyıp sınıf hareketi cephesinde yer alan politik güçlerle demokratik mücadele kapsamında yapılan ittifak (lar)ı pratik olarak reddetmektesiniz. Halbuki, daha önce reformist HDP’nin ve “kıdemli reformist” dediğiniz EMEP’in de içinde olduğu ve sonraları bu ittifakın CHP ile açık-gizli anlaşma ve ittifak ilişkisine girdiği açığa çıktıktan sonra sizlerin kopma tavrına girdiğiniz bir ittifak deneyimi de olmuştu!

Y.D, eleştirdiği ittifakın bileşenlerini tek-tek ele alarak ve hatta ittifak tartışmalarının verili aşamalarında süreçten çekilenleri de değerlendiren anlatım kurgusuyla, mevcut ittifakın niteliği hakkındaki fikrini pekiştiriyor. Ve ittifakın politik içeriği hakkında pek az söz ediyor. Biçime ya da örgütsel şemaya bakarak içeriği veya niteliği reformist olarak değerlendiriyor. Kimi kıdemli, kimi kıdemsiz reformist olan ve kimi de amatör olan mevcut toplamın oluşturduğu ittifakın reformist olduğuna karar veriyor. Verirken de etkinlikten izlenimlerini vereceğini söyleyerek buradaki verilere göre bu niteliğin yansıyacağını ekliyor. Ama dediği gibi, yazı boyunca etkinlikten izlenimlerini (EMEP sözcüsünün sözleri dışında) aktarmıyor. Zira bu izleniminde yeterli kanıt bulamıyor. Dolayısıyla da bileşenlerin niteliğini tespit ederek ittifakın niteliğini saptıyor. İttifakın kuruluş deklarasyonunda açıklanan politik içerik, hedef ve konulara dair ciddi bir eleştiri ortaya koyamadığı veya koyamayacağı için ittifakın niteliğini bileşenleri üzerinden tanımlamaya gidiyor kanaatindeyiz. Gidebilir, eleştirebilir ve reformist de değerlendirebilir. Fakat ittifakı olumsuzlayarak reddetmesi için, ittifakın politik içeriği ve dayanaklarını çürütmesi gerekir ki, bunda esasta bir şey söyleyemediği açıktır. Dolayısıyla ittifakı reddetme veya ittifaka karşı olumsuz değerlendirmede bulunma tavrı, gerekli desteği bulmayarak cılız kalıyor.

Kendi geçmiş tecrübelerimizden de biliyoruz; dar düşünüş tarzı veya sol-sekter siyasetin bir klasiğidir ki, “orada reformistler var, biz o platformda olmayız” diyerek, bu gerekçeyle demokratik güç ya da sınıf hareketi politik güçlerinin olduğu platformlar terk ediliyor, bu platformlar reformist dedikleri güçlere emanet ediliyor. Kendini menetme tavrı, komünistlik adına da yapılsa yanlıştır. Ve elbette bunun kadar, reformistleri de bu platformlardan menetmek gibi ilkesel bir tutum da hatalıdır. Tecrit yaptırımını kendi kendimize uygulamamız ise, başlı başına sorunlu bir bilince delalettir.

Sebep ne olursa olsun, son tahlilde, MLM’lerin en gerici kurumlarda bile örgütlenme perspektifi başta olmak üzere, reformlar uğruna mücadele etme anlayışı ve bunlara uygun siyaset izleme doğrusu rafa kaldırılıyor. İzlenen sol-sekter siyasetle kendisini kitlelerden tecrit etmenin yanı sıra, demokratik mücadele hattından da kopan pratikle daha da marjinalleşme yolu izleniyor. Bugün Y.D’nin durumu tam da budur. Marjinalleşme genel problem olarak değerlendirilse de Y.D kendi siyasetiyle kendi marjinalleşme sürecini besleyen özelliğiyle öne çıkıp dikkat çekiyor. Örneğin, devrimci hareketin ezici çoğunluğuyla sorunlu olan ilişkileri, esasta kendi siyasetinin eseridir. Bu halin Y.D’de bir daralma ve tepkiselliğe yol açtığı, agresif tutumla bir uyumsuzluk yarattığı izlenmektedir. Y.D, “uysal” olmama adına da olsa, agresif olmayı yeğ tutup sekterizmi uyguladığını görmek durumundadır. Görmesi elzemdir; zira bu zeminde kaba tavırların gündeme geldiği bilinmektedir. Paranteze alalım ki, “kişisel sorundur”, “taraftar yapmış” vb. vs. diyerek üzerinden atmaya çalıştığı ilgili kaba davranış ve pratiklerin aslında sekterizm ile biçimlenen örgütsel çizgiden beslendiği artık görülmek durumundadır. Parantezi kapatarak yeniden esas konumuz olan ittifak sorununa devam edelim.

İttifak bileşenlerinin esasta reformist olması, ittifakın işlevi ve önüne koyduğu görevler bakımından ne gibi bir sorun yaratmaktadır? İttifak, deklere edildiği üzere, ilgili mesele ve görevlere dönük demokratik mücadele içeriğine bağlı bir ortaklaşmayı kapsıyor, öngörüyor ve bu zeminde bir mücadele aracı ya da biçimi olarak kuruluyor. Bileşenlerin reformist veya olmamasının dışında, ittifakın içeriğine, saptadığı görev ve çalışmalara, belirlediği hedef ve mücadele konularına vb. vs. ne gibi bir eleştirisi vardır Y.D’nin. Eleştiri yazılarında bu içeriğe dair kayda değer bir şeyin olmadığı görülmektedir. Mesela, reformist değerlendirmesinden başka bu ittifakta yer almamasının ne gibi nedenleri, haklı gerekçeleri vardır. Reformistlerle aynı zeminde bulunmamak meseleyi açıklamaya yetmez, tersine hatayı gösterir. Politik mücadele konularında reformistlerle örtüşen mücadeleler geliştirmek ve hatta demokratik nitelik taşıyan bu güçleri mücadele zeminine çekmek tamamen devrimin mantığına uygundur. Devrimi, devrimci araç ve güçlerle örgütleyip yürütelim ama politik demokratik mücadeleleri de bura güçleriyle yürütüp geliştirelim; bunda sorunlu bir yan yoktur. Aksi anlayış salt sınıfçı ve sınıf indirgemeci mantıkla daraltmaktan başka işlev görmez.

İttifakın seçim endeksli olup olmaması gibi bir tartışma ise, esasta büyük bir anlam taşımamaktadır. Seçim ittifakı olsa bile bunda yadırganacak bir şey yoktur. Pekâlâ salt seçimlere dönük ittifak da yapılabilir. Buna karşın, bileşenler ittifakın seçimlerle sınırlı olmadığını özellikle söylemektedirler. Ki, ittifakların uzun soluklu ele alınması gibi, somut meseleler, belli süreçler ve buradaki görevlerle sınırlı ele alınması son derece olağandır ve hatta bu daha objektiftir. Bizler siyaseten uzun vadeli ittifakları benimsemekle birlikte, somut herhangi bir ittifakın tamamen kısa ömürlü olacağı-olabileceğini de öngörmekteyiz. İttifakın demokratik şartları ve ittifakın konu aldığı süreç ve çelişkiler ya da genel durum değiştiğinde ittifakların bozulması tamamen mümkünüdür. İttifak anlayışımız stratejik ama her somut ittifak ise stratejik değil, somut şartlara göre belirlenecek bir taktik, somut bir meseledir. İttifak siyaseti doğru, ama somut her ittifakı sonsuz bir süreç olarak görmek yanlıştır. Dolayısıyla eleştirilecekse, öncelikle ittifakın ihtiyaç olup olmadığı ve ittifakın içeriği eleştirilmelidir.

Devrime kadar farklı biçim ve muhtevada bir dizi ittifak sürecinden geçilecek, ittifaklar yapılacaktır. Bunlar devrimin ve genel mücadelenin ihtiyacı olup, verili ihtiyaçlar zemininde geçici olabileceği gibi, bazıları daha uzun ömürlü olup devrimin temel silahlarına dönüşebilecek zeminde biçimlenebilirler. Devrim boyunca yalnızca komünist birlikler değil, devrimci ve demokratik ittifaklar da gerekli olup kurulacaktır. Kimi ittifaklar göreli-geçici olarak taktik değerde gelişirken, kimileri doğrudan (ve genel olarak ittifak politikası) devrimin silahlarının tesisine varan bir önem arz eder. Demokratik, devrimci sınıf ve halk güçlerini birleştirmek ve onlara önderlik yapmanın bir yolu da buradan geçer. Bunlardan sakınmak uç noktada devrime sırt dönmekle eşdeğerdir.

Y.D, temelsiz ve boş sözlerle eleştirinin yapıcı menziline ulaşmaz!

Y.D, ittifak bileşenlerinin, ittifakın seçim ittifakı olmadığı beyanına itibar etmeyerek ve açıkladıkları ittifak yapma nedenlerine dönük açıklamaları muteber görmeyip, ilgili “yapıyı ittifakta birleştiren faşist diktatörlüğün kendisiydi” diyerek ve “yok olup gidecekleri korkusu birçok yapıyı sarmış” iddiasında bulunarak onlar adına konuşup karar vermekte beis görmüyor. Bunların bir kısmını analiz ve yorumlama hakkına da saysak, ittifak güçlerini kasten, “ittifak yapmalarının nedeni yok olup gidecekleri korkusu” mealinde yaptığı iddiacı açıklama safsatadan ibarettir. Kafadaki subjektif kurgunun gerçekmiş gibi uçuk, ölçülemez ve ispatlanamaz savlarla ileri sürülmesi, bir o kadar da mesnetten yoksun bir iddiacılık örneği sergilenmesi tam bir safsata eseridir. Son derece subjektif olan bu iddiacılık özrü taşıyan bu iddia nasıl kanıtlanabilir ki, Y.D bunu sorumsuzca ileri sürebiliyor. Başkaları hakkında konuşma hakkını kendisinde bulan Y.D, SMF adına da konuşup yanıt veriyor. Bu rahatlıkla sergilenen bu tavır son derece iddialı ve afaki olmakla birlikte, siyasi değeri noksan hayali bir icat olup kanıtlanamaz düzeyde keskin iddiacı olmakla da maluldür. Yani fiilin öznesi olarak muhatap, “ben ittifakı demokratik-devrimci güçlerin direncini araçta olguya döküp burjuvazinin karşısına bir mücadele dinamiği çıkarmak ve dikmek için yapıyorum” denmesine karşın, diğer muhatap (Y.D), “hayır sen onun için değil, tasfiyeciliğinle yok olup gitmekten korktuğun için yapıyorsun” diyerek kuru cinsinden iddiacı tutumla tartışmanın önüne aşılmaz bir bent koyuyor. Ya da “SMF şunu diyecektir” diye kurgu oluşturup ona göre eleştiri yürüterek ve SMF adına konuşarak tüm söz hakkını kendisinde topluyor, başka söz dinlemeye ihtiyaç duymuyor. Demokratik ve devrimci parti ve kurumların iradesine saygı göstermek bir nezaket değil, politik olgunluk, devrimci tavır ve düzeyli sorumluluk gereğidir. Bu bakımdan Y.D’nin ilgili politik kurum ve partilerin adına konuşarak iradesine özen göstermeyip kabalaştığını söylemek yanlış olmaz. Dahası, Y.D’nin bu iddiasının bilimsel zemin ve ölçüler zaviyesinden kanıtlanmaya muhtaç olduğu ama asla kanıtlayamayacağı da aşikardır. Ki, iddia edildiği gibi, “yok olma korkusundan” da olsa, ittifak yapmak devrimin menfaatine uygun bir adım, devrimci bir gelişmedir. Gerçek buyken, safsata yapmanın manası nedir, ne yapılmış olur ya da kazanılmış olur bu tarzla.

Bu tutumu da vakadan sayarak geçersek; Y.D’nin iddiasına göre ilgili yapıyı ittifakta birleştiren “faşist diktatörlüğün kendisidir.” (Böyle derken, “bizzat değil, dolaylı olarak” deme gereği de duymuyor ya… Kastını bildiğimiz için ifade etmemesini es geçiyoruz…) Söylediğinizin doğru olduğunu varsayarsak, peki bu durumda ittifakın somut bir gerçeklik ve devrimci ihtiyaç üzerine oturduğu açığa çıkmıyor mu? Öyle ya, faşist diktatörlüğün baskılarının sonucu da olsa, hatta devrimci hareketi tasfiyenin eşiğine getirip kötürüm hale getirdiği ve ilgili devrimci hareketin “yok olup gitme korkusunun” ürünü de olsa, faşist diktatörlük karşısında ve bizzat ona karşı ittifak yaptıkları anlamına gelmez mi ve bu ittifak için yeteri kadar anlamlı değil midir?

İddia edildiği gibi, bu güçlerin tasfiyeci durumları karşısında veya yok olup gitme korkusu karşısında zorunlu kaldıklarını doğru bir değerlendirme saysak da buna rağmen bu güçler son tahlilde negatif süreci veya süreçlerini tersine çevirmek için ittifaka başvurmuş oluyor/olurlar; peki bu neden yanlış olsun ve neden eleştirilsin? Dahası bu subjektif tespite dayanarak ve bu gerekçeyle ve bunun üzerinden ittifakı olumsuzlayıp eleştirmenin mantığı ve tutarlı bir tarafı var mıdır? Diyelim ki, faşist diktatörlüğün azgın baskıları bu yapıları ittifak yapmaya zorladı-itti ve diyelim ki, bu yapılar yok olup gitme korkusuyla ittifak yapmaya girişti. Bu durum ittifakı lekeler mi veya salt bu nedenle eleştirilmesini gerektirir mi? Siyasi gelişmeleri ve konjonktürü değerlendirerek siyaset belirlemenin ve buna göre örgütlü irade ortaya koymanın neresi yanlıştır? Değilse, Y.D neden bu anlamsız ve subjektif tespitler yapmaya gerek duymakta, bunları tartışma konusu yapmaktadır? Bununla safsata yapmış olmuyor mu, olmaktan ileri bir şey yapmış oluyor mu?

Y.D’nin ilgili safsata ve iddiası, fiilen, adı geçen parti ve kurumların bir iradeye, politik bilince, demokratik-devrimci ihtiyaca dayalı bir çabaya sahip olmadıkları ve adeta faşist koşullara teslim olup basit figürlere dönüştüğü anlamına gelmektedir; “faşizmin ittifakı koşulladığı ve yok olup gitme korkusundan ittifak yaptıkları” mealinde sarf etmiş olduğu sözleriyle aslen bunu söylemektedir. Ne ki, bu yaklaşım inkârcı olmanın ötesinde, gerçeğe gözlerini kapayan ve verilen emek ve çabaları görmeyen, bu çaba ve iradelere saygı duymayan bir yaklaşımdır.

Y.D’nin, faşizm koşulları ve yok olup gitme korkusunun ürünü olarak ittifakların kurulduğu şeklindeki iddialarının tersine; ittifak siyaseti ve iradesi özellikle SMF ve birçok yapı için yeni değil, ezeli olan bir siyasettir. Öte taraftan onlarca yıl önce gerçekleştirilen devrimci güç birlikleri ve ittifaklar mevcuttur. HBDH bile önemli bir geçmişe sahiptir. Y.D’nin de içinde yer aldığı ittifaklar olmuştur vb. Kısacası, Y.D’nin; “bunlar yok olup gitme korkusundan dolayı ittifak yaptı-yapıyor” mesnetsiz iddiasının aksine, ilgili hareketler (en azından bazıları) eskiden beri ittifak yapıyorlardı, ittifak politikasını savunuyorlardı, bu konuda sağlam bilinç ve tavra sahip idiler. Bu durumda Y.D’nin tökezlediği ve savruk iddialarının dayanaksız, bir o kadar da çürük olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor, çıkmış oluyor. Y.D, mübalağa etmiş olmuyor mu? Ki, somut ittifak mevcut siyasi koşullarda ihtiyaç olup gerçekleşse de aynı zamanda ve esasta da ezeli olan ittifak politikası ve pratiklerinin bir ürünüdür de. Sanki bugüne kadar hiç ittifaklar yapılmamış, savunulmamış ve ittifak anlayışı hiç yokmuş gibi, bugün yapılan ittifakı farazi safsatalarla gerekçelendirip lanse etmek bir tutarsızlık olarak Y.D’yi inandırıcı olmaktan fersah-fersah uzaklaştırmaktadır…

İdeolojik kırılmanın izdüşümleri ve siyasi sapmalar

Y.D, aşağıda göreceğiniz gibi, mevcut eleştiri yazısında yaptığı kimi siyasi değerlendirme ve tespitlerinde ciddi sapmalara düşüyor.

Y.D’nin ilgili yazısı, “neden ittifak’’ alt başlığı altında, 2023 seçimlerine dönük, kimler olduğunu belirtmeden ama her kimse bu “kimilerinin” muhtelif değerlendirmeleri, beklentileri veya tespitleri hakkında bir özet sunduktan sonra, kendisinin görüşü olarak da, “iktidardaki egemen klik, hiç olmadığı kadar yenilmeye yakın’’ diyor. Mümkündür ki, kast edilen “kimileri” için bu seçimler, “T.C. tarihinin bir kırılma noktası, 20 yıllık karanlıktan aydınlığa çıkma ve egemen klikler arasındaki devir teslim işleminin oylanması” olarak değerlendirilebilir. Bu görüş ve tespitlerden bizlere esas itibarıyla yakın olan fikir, “devir teslim işleminin oylanması” biçimindeki görüştür. Fakat aynı zamanda bu seçimlerin, tek adam sultasıyla pekiştirilip koyulaştırılan tekçi ırkçı-faşist paradigmanın “Türk tipi başkanlık sistemi” de denilen ve tek adam sultası altında din sosuyla tahkim edilip KHK, kayyum, OHAL ve bunun ağır baskı şartlarına has saldırganlığın kitlesel katliamlar pervasızlığıyla yürütüldüğü açık faşizm niteliğinde biçimlenen bu ucube sistemden, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” olarak propaganda edilen eski parlamenter faşist sisteme dönme gibi bir nüansı da barındırmaktadır. Ve elbette Y.D’nin, “iktidarın kaybetmeye en yakın olduğu” minvalindeki değerlendirmesi de paylaştığımız diğer bir tespittir.

Devamla; politika yapmanın iktidarla alakalı olduğunu söyleyerek, küçük-büyük, faşist ya da demokratik birçok yapının bu iktidar mücadelesinde payına düşeni almak istediğini kaydediyor ve ittifaklar politikasının cumhurbaşkanlığı sistemiyle yeniden dizayn edilen faşizmin ittifaklar üzerinden kurumsallaşmasını sağlayan mekanizma üzerinden işlemeye başladığını ileri sürüyor. Burada, faşist güçlerle demokratik güçleri son tahlilde aynı amaç ve kaygılarla hareket ettiklerini, dolayısıyla iktidar mücadelesinde payına düşeni almakla atfettiği güçlere demokratik güçleri de dahil etmesi, en azından iktidardan pay alma paydaşlığı açısından da olsa, son derece uygunsuz bir yakıştırma veya benzetme iken, demokratik dediği güçlerin “iktidardan payına düşeni alma” kaygısıyla hareket ettiklerini ileri sürmesi de bir safsata olup gerçek dışı bir yaftalamadır.

Hiç değilse şundan eminiz ki, bizlerin iktidardan payımıza düşeni alma gibi bir derdimiz yoktur. Ancak komprador tekelci sınıf kliklerinin iktidar dalaşıyla yürüttüğü çatışma ya da aralarındaki çelişkilerden devrim adına yararlanma, bu bağlamda demokratik ve devrimci kazanımları büyüterek mevziler elde etme gibi bir derdimiz elbette vardır. Hepsi bu. Şayet söylenen bu ise, elbette burjuvazinin iç çelişkilerinden yararlanma siyaseti doğru ve Maoist bir taktik olarak benimsediğimizi söyleyebiliriz. Lakin Y.D’nin, “iktidar mücadelesinden payına düşeni alma” biçimindeki ifadesi sadece faşist güçleri değil, demokratik güçleri de kast ediyor ve tam da burada demokratik güçlere dönük küçümseyici bir tarzla sorunu kullanıyor. Zira iktidar mücadelesinden payına düşeni alma sözünü faşist güçleri ayırarak doğrudan onlara söylemiyor hem demokratik ve hem de faşist güçlerin ortak eğilimi olarak ifade ediyor” Dolayısıyla da bizlerin böyle bir eğilim ve kaygıya sahip olmadığı şeklindeki itirazımız karşılık buluyor, anlam kazanıyor.

Aynı başlık altında sözlerini, HDP’nin başını çekerek Türkiyelileşme projesi bağlamında gerçekleştirdiği ittifaka, “Türkiye Devrimci Hareketi’nin üç kurucu çizgisi, THKO, THKP-C ve TKP/ML’nin reformist ve devrimci(?) devamcılarını’’ dahil etti diye sürdürmektedir. HDP’nin Türkiyelileşme amacına uygun ittifak yaptığı eleştirisini doğru kabul etsek bile, önemli olan şey ittifakın demokratik niteliğidir ki, bu da ittifakın demokratik ilke ve normlara göre kurulup kurulmadığı ve aynı zamanda (deklere ettikleriyle alenen ortada olan) hangi görev ve hedefleri önüne koyduğudur. Dolayısıyla, Y.D, EÖİ’nın deklere ettiği görevler içeriğini ve kuruluş gerekçelerini yok sayarak, ittifakı HDP’nin Türkiyelileşme amacına uygun kurulduğunu iddia etmektedir. Yani, ittifaka istediği muhtevayı vererek bir kez daha ittifak adına konuşmuş oluyor.

Yukarıdaki sözlerinde dikkate değer bir konu da reformist ve (devrimciliğinden şüphe duyduğu) devrimci devamcılarını, Türkiye Devrimci Hareketi’nin (TDH) kurucu çizgisinin devamcıları olarak kabul etmesidir. Reformistlik ve devrimcilik tartışmasını üst kısımlarda yeterince ele aldığımız için bir kez daha yorumlamaya gerek duymuyoruz. Fakat, devrimciliğine kuşkuyla da baksa özellikle kast ettiği ilgili kurumu TKP/ML’nin devamcısı olarak değerlendirmesi bizler açısından önemli bir açılımdır. Ki, yasal alan araçlarını kafadan reformist değerlendiren bakış açısı dikkate alındığında, Y.D’nin ilgili kurumun-kurumların devrimciliğine soru işareti koyması, doğruluğu-yanlışlığından ayrı olarak anlaşılır bir durumdur. Evet, devrimciliğinden emin olmasa da ilgili kurumu kurucu çizginin devamcısı olarak kabul etmesi başlı başına bir ilerleme-olumluluktur. Lakin, genel görüşlerinde, Kaypakkaya çizgisini ve hatta MLM’yi terk etmekle, dolayısıyla komünist niteliğini yitirmekle eleştirdiği ilgili kurum-kesim hakkındaki değerlendirmelerine rağmen, somut tartışmada bu kurum-kesimi kurucu çizginin devamcısı olarak kabul etmesi eklektik bir durum ortaya çıkarmaktadır. Zira, ilgili çizgi ve zeminin terk edildiği iddiasıyla birlikte, MLM’den de bir kopuşun yaşandığını ileri sürmek, ilgili kurumun kurucu çizgiyle bağının kalmayıp başkalaştığı anlamına gelir ki, başkalaşıp nitelik değiştirmiş bir kurumun da kurucu çizginin öyle ya da böyle devamcısı olamayacağı açıktır. Birlik konulu tartışmalarda, birlik zemini olmadığı, bunun da nitelik değerlendirmesine bağlı olduğu alenen ortaya koyulmaktadır. Kurucu çizginin devamcısı gören bugünkü görüş, eski ya da diğer görüş ve tezlerdeki görüşle örtüşmemektedir. Bu ayrıntıyı da geçelim.

Aynı yerde başka ne diyor Y.D; “Tasfiye süreci olarak nitelendirdiğimiz, faşist diktatörlüğün ideolojik-politik üstünlüğü ele aldığı (italik bize aittir) bu süreçte, birleşmeyenin yok olup gideceği korkusu birçok yapıyı sarmış durumda.’’

Yazımızın ilgili bölümlerinde “yok olup gitme korkusu’’ spekülasyonuna değinerek, bunun en katıksızından bir safsata olduğunu ifade ettik. Bir kez daha üzerinde durmaya gerek yok. Fakat yukarıda alıntıladığımız cümlelerin satır aralarında kayda değer ayrıntılar var ki, bunlar ihmal edilemez. Ne diyor; “faşist diktatörlüğün ideolojik-politik üstünlüğü ele aldığı bu süreç …”

Faşist diktatörlüğün politik üstünlüğü ele aldığı esas olarak doğru kabul edilebilir. Ne zaman ve kimden ele aldığı bir soru olarak yanıta muhtaç olsa da esas itibarıyla düşman geçici-taktik bir üstünlük inşa ettiği ya da politik üstünlüğü ele geçirmiştir demek özünde yanlış değildir. Ancak Y.D, bunun ilerisinde, faşist diktatörlüğün salt politik değil, ideolojik üstünlüğü de ele aldığını ileri sürmektedir!?! Eğer bir dikkatsizlik değilse, yaptığı bu tespit içinde ideolojik kırılma barındıran politik bir sapmadır. Düşman, politik, örgütsel, askeri, taktiksel vb. vs. üstünlük elde eder-edebilir, bu tamamen mümkün ve bir gerçektir. Ne ki, aynı düşman (faşist diktatörlük) asla ideolojik üstünlük sağlayamaz, kuramaz, ele geçiremez! Şayet ideolojik üstünlüğü ele geçirmesinden bahsedersek, burada sadece tasfiye sürecinden değil, esasta ideolojik bir yenilgiden bahsedilebilir-bahsetmemiz gerekir. Oysa, düşman politik-askeri-örgütsel olarak geçici zaferler kazanabilir, yengiler yaşatabilir. Ama ideolojik yengi ve zafer kazanamaz! Y.D, bu tespitini bazı hareketler şahsında yapmış olsaydı, bu nispeten anlaşılabilirdi. Ancak Y.D genel bir durumdan ve süreçten bahsederek, düşmanın ideolojik üstünlüğü bu süreçte ele geçirdiğini söylemektedir. Politik açıdan kusurlu olan bu tespit, daha derininde ise bir ideolojik kırılmaya işaret etmektedir. İdeolojik yenilgi kabul edilmektedir ki, bu ideolojiye güvensizliğin de objektif bir emaresidir. MLM ideolojisi, her şartta üstündür. Hiçbir şartta bilimsel devrimci büyüsünü yitirmez, kaybetmez.

Hamaset siyaseti

Y.D eleştiri yazısına; “İttifaklar Çözüm Olmayacak, Zafer Protokol Koltuklarından Çıkmayacak!’’ başlığı koymuştur. Bunu okuyan, EÖİ’nin, “çözüm olacak ve zafer çıkacak” dediğini sanacaktır. Oysa, bu başlık Y.D’nin kendince uygun gördüğü uygunsuz, bir o kadar da subjektif ve popülist siyasetinin ürünüdür. Yürüttüğü eleştirinin içeriği ve eleştiri konusu yaptığı meselelerle ilgili tartışma bu başlıkla örtüşmediği halde, bu başlığı koyması hamasetten öte bir değer ve karşılık taşımaz. Burada, eleştiriye muhatap olan ittifakın beyan ve açıklamalarından alakasız olarak keskin sözlere başlığa taşıdığı popülist ve tamamen kurgusal tasarrufu olarak kullandığı başlığın yarattığı manipülatif çağrışımlar hamasi sözlerdir, safsata siyasetinin sürdürülmesidir.

Şayet Emek ve Özgürlük İttifakı veya deklarasyonu, “Zafer Protokol Koltuklarından çıkacak!’’ gibi bir beyanda bulunmuş olsaydı ya da buna denk gelen bir siyaset izleyip pratik bir yönelim çizseydi, Y.D’nin bu başlığı son derece isabetli olurdu; bir karşılığı da olurdu. Ne ki, zafer tartışması ve zaferin nereden çıkacağı sorunu üzerine herhangi bir tartışma ve beyan vb. ortada yok iken, Y.D’nin, sanki Emek ve Özgürlük İttifakı’nda böyle bir görüş, pratik anlayış ve savunu varmış gibi lanse edip başlığına ilgili ifadeleri koyması kasıtlı ve manidardır. Ve bu, ilgili ittifak hakkında algı yaratmaya dönük bir çarpıtma, popülizme yaslanan bir kurnazlık siyasetidir. Y.D’nin buradan kendisine pay çıkarmaya çalışması anlamsız, boş bir çabadır. Aynı zamanda bu başlık popülist siyasetin açık göstergesidir de. Tumturaklı sözcüklerle alımlı başlıklar kullanıp kitlesinin veya devrimci kitlelerin duygularına hitap etmek, Y.D’yi bu karşılıksız başlığa tenezzül etmeye itmiştir; slogancılık ve popülizm zafer kazanmıştır. Eleştiriler ve değerlendirmeler dikkate alındığında, ilgili başlığın yazının içeriğine, eleştirilen olguya ya da bu olgunun ileri sürdüğü görüş ve iradeye yabancı, eklektik olduğu çıplak biçimde görülmektedir. Yazının eleştiri içeriği ayrı, başlık ise daha ayrıdır.

Başlığın ilk cümlesi ise, “İttifaklar Çözüm Olmayacak.” biçimindedir. Muğlak, ucu açık, somut nitelemeden yoksun, soyut ve yoruma açık elastiki bir ifadedir bu. Yazının içinde “Ne için çözüm olmayacak ve ne için çözüm olacak veya ne için çözüm görülüyor” sorusuna yanıt verilip açıklanmalıydı. Örneğin, ittifaklar çözüm olmayacak ama ne için çözüm olmayacak? Bu belirsiz, soru yanıtsız. Eğer mevcut ittifakın siyasi iktidarın alınması için çözüm olmayacağı kast ediliyorsa, bu doğru! Yok eğer demokratik mücadelenin geliştirilmesi ve demokratik kazanımlarla demokratik mevzilerin elde edilmesi vb. için “çözüm olmayacak” deniliyorsa, bu yanlış! Tasfiyeciliğin ve yok olup gitmenin önlenmesi için çözüm değil deniliyorsa, bu da esasta yanlış. Her ittifak geçerli ve ihtiyaç olduğu zeminde bir biçimiyle-görece bir çözüm/bir çözüm biçimidir. Somut çözümleri karşılamayabilir de bu ittifaklar. Ama bu, ittifakların çözüm olmayacağı genellemesinde bulunmayı doğrulamaz. En önemlisi de ittifakın ne için, hangi sorun için çözüm olup olmadığı konusudur. Y.D’nin yazısında ittifakların çözüm olmayacağının birden fazla tarif edilmiş durum vardır. Ve, bu tarif edilmişlerden bir çoğu için ittifaklar bir çözüm biçimi olduğu gerçeğinden/görüşünden hareketle, ve elbette Y.D’nin genel anlayışından çıkarsamalarımızdan da hareketle, Y.D’nin “ittifaklar çözüm olmayacak” tezini, “devrim için çözüm olmayacak” deme olasılığı biçiminde de ele almayı doğru buluyoruz” Ama şimdilik diğer olasılıklar üzerinden tartışmayı devam ettirelim.

Çözüm olup-olmama noktasında Emek ve Özgürlük İttifakı, yegane- “biricik” çözüm merkezi ve gücü olduğunu iddia etmiyor; en geniş demokratik, devrimci sınıf güçlerinin ittifakını öngörmekle birlikte, genişlemeyi hedefliyor, faşist iktidar ve faşist düzen kliklerinin oluşturduğu ittifaklara karşı, sınıf ve halk güçlerinin oluşturduğu ittifakların çözüm olduğunu söylüyor. Yani, burjuva faşist kliklerin ittifakına karşı olan demokratik-devrimci ittifakların çözüm olacağını ileri sürüyor. Burjuva ittifakların çözüm olarak sunulmasına karşı, Emek ve Özgürlük İttifakı demokratik-devrimci ittifakların çözüm olduğunu propaganda ediyor. Bundan daha anlaşılır, daha açık bir söylem olamaz.

Toplumun önüne sürülen iki burjuva faşist ittifak tercihlerinin çözüm olmayıp, mevcut politik mücadele zemininde demokratik-devrimci halk güçlerinin ittifakını çözüm olarak sunuyor! Bunda bir yanlış yoktur. Ama Y.D’nin tartıştığı veya eleştirdiği şey esasta bu değil, doğrudan ittifak anlayışı veya ittifaklar politikasıdır. Buna karşın somut ittifak eleştirisini dikkate alarak bu olasılığı yanıtlamak gerekliydi. Devam edelim…

Yazının başlığında “İttifaklar Çözüm Olmayacak” biçimindeki vurgulu ifade, somut ittifakın eleştirisinden yola koyulsa da esasta genel olarak ittifakların ve dolayısıyla ittifak politikasının çözüm olmayacağı görüşünden hareket ediyor! Yani, sadece somut ittifakın çözüm olmayacağını söylemiyor, esasta eleştirisi bu değil, açık ifadesinde geçtiği gibi genel olarak “ittifakların çözüm olmayacağını, dolayısıyla ittifak siyasetinin çözüm olmayacağını söylüyor! Bundan da anlaşılıyor ki, Y.D meseleyi demokratik mücadeleler zemininden ileriye taşıyarak, tartışmayı siyasi iktidar mücadelesi bakımından ele alıyor, yürütüyor. Ya da meseleyi genel olarak devrim mücadelesi veya devrimci mücadele bakımından mütalaa ediyor! Anlayışının arka planı bu.

Bu bizi nereye götürür? Y.D’nin “İttifaklar Çözüm Olmayacak” sözündeki arka plana veya bu arka planın ne olduğuna götürür ki, Y.D’nin ilgili değerlendirmesinde siyasi sapmaya düştüğü yerlerden biri tam da burasıdır. Zira ittifakların devrim için çözüm olup olmayacağı tartışması ancak Y.D’nin anlayışında ortaya çıkan bir tartışmadır; başkasında değil. Dolayısıyla, Y.D, sanki ilgili yasal ve demokratik kurumlar devrimin temel unsuruymuş algısıyla, ittifakların çözüm olmayacağını vurguluyor. Bu, sol görünümlü sağ sapma halidir.

Daha açıkçası, Y.D, ittifaklar devrimi başarmak, bu manada zaferi kazanmak için çözüm gücü değildir, olamaz bilinciyle hareket ediyor esasta. Somut olarak, “yok olup gitme korkusuna”, “tasfiyecilikten çıkma çabasına”, “devrimci gelişmenin ittifaklarla sağlanmaya çalışılmasına” oturturken “ittifaklar çözüm olmayacak” sözünü, “silahlı-illegal yapılanmayı esas almayan yapı” ifadesiyle doğrudan devrim sorununu devreye koyuyor ve bu bilinçle de ittifaklar çözüm olmayacak diyor. Bu fiilen ittifakların devrim veya devrimci mücadele için çözüm olmadığını söylemek anlamına gelir. İyi ama ittifaklar zaten devrim için çözüm olarak görülmüyor ki.

Doğrudur; ittifaklar devrim mücadelesinin zaferi ya da devrimin kazanılması için tek başına çözüm değildir. Ama ittifaklar, bu çözümde rol oynayan, ona katkı sağlayan ve çözüm gücünü destekleyen, ona hizmet eden izafi örgütlenme ya da mücadele araçları olduğu da su götürmez gerçektir. Ve ama ittifaklar, politik bir çatışmanın başarıya taşınmasında, muhtelif politik bir sürecin yönetilmesinde, göreli örgütsel ve siyasi tıkanıklığın aşılması ya da politik süreç dengelerinin değişiminde ve devrimci gelişmenin şartlarını geliştirip ilerletmekte vb. bir çözüm olabilirler; fevkalade olurlar. “Tasfiyeciliğe”, “eriyip gitmeye”, hatta “yok olup gitme korkusuna” da bir direnç yaratıp rol oynarlar; bir çözüm ya da çözümün bir biçimi olabilirler.

Buna karşın, ideolojik-siyasi-örgütsel nitelikleri, yapısal norm ve şartları, temsiliyet ve içeriklerinin muhtelif biçimlerde olması ve muhtelif görev ya da hedeflerle kurulmaları vb. bakımından ittifakların devrim için çözüm olmayacağı-olmadığı açıktır. Siyasi iktidar perspektifine sahip olan parti-örgütün bu hedefini ittifaklarla başarması ya da siyasi iktidar mücadelesinde ittifakları belirleyici esas, temel mücadele ve örgütlenme biçimi olarak ele alması tasavvur edilemez.

Devrimin üç temel silahı; parti-ordu-cephedir! İttifaklar bu silahların ya da bu silahlar esasına bağlı olarak yürütülen mücadelenin geliştirilmesi ve ihtiyaçları temelinde başvurulup devreye sokulması gereken, faşizme ve/veya faşist baskılara karşı demokratik-devrimci güçlerin ortak kaygı ve çıkar ekseninde birlikte mücadele etmelerine dayanan, verili şart ve süreçlerde belli şart ve tıkanıklıkların aşılması, devrim süreci ve mücadelesine katkı vererek ilerletilmesi için kullanılması gerekip, her somut biçimiyle verili olan taktik değerdeki mücadele kurumlarındandır.

Devrim perspektifi ve ihtiyaçları başta olmak üzere, demokratik mücadele ve kazanımların ilerletilmesine bağlı olarak; devrimci ya da demokratik mücadele ve güçlerinin yaygınlaştırılarak büyütülmesi temelinde, yasal-yasadışı/açık-kapalı/legal-illegal alan ve biçimlerde olmak kaydıyla, demokratik veya doğrudan devrimci nitelikteki mücadele dinamiklerinin ortak paydalarda buluşup politik mücadelelerde birleşik hareketini sağlayan ve her devrim sürecinde pratikleştirilerek uygulanması gereken ve her somut biçiminde birer taktik araçtırlar ittifaklar. Kurumsal mücadelenin bir öğesi, mücadelenin kurumsallaşmasının bir parçası durumundadırlar. Devrimin başından sonuna kadar gündemde olup geçerliliğini koruması bakımından ve devrim mücadelesinin özellikle politik mücadeleler içinde ve silahlı-silahsız zeminde geliştirilerek devrimin gerçekleştirilmesi için, tamda bu devrimci gereksinim ve ilişkisi nedeniyle; bütün bu süreç boyunca benimsenmesi gereken bir siyaset olarak, ittifaklar politikası ya da anlayışı tamamen stratejik bir anlayıştır.

İttifakları veya ittifak anlayışını bu düzlemde ele almayan ve ittifakların devrim için çözüm olmayacağını kerhen söyleyen ya da bu anlayışla eleştirip “ittifaklar çözüm olmayacak” başlığı kullanan ve kullandığı başlıkla da anlayışını ortaya koymuş olan Y.D, yazısının sondan ikinci paragrafında HDP’yi kastederek; “… onu hala ülkenin en büyük demokratik kurumu haline getiren bu birikimi yaratmış silahlı-illegal yapılanmadır. Böyle bir yapılanmayı esas almayan kendini güdük ittifaklarda bulur” diyerek aslında şunu yapıyor; EÖİ’nın bileşenleri “böyle bir yapılanmayı esas almalı” diyor. Oysa kimin neyi esas aldığı da hangi kurumların esas alması gerektiği de sır değildir. Ama demokratik kurumların bunu esas alma gibi bir sorunlarının olmayacağı açıktır. Bunu tersten savunarak devrimi veya kast ettiği çözümü bizzat ittifaklar veya reformist değerlendirdiği kurumlardan bekleyen anlayışa düşüyor. Ki eleştirisi bu zeminde anlam kazanıyor; “dar ittifaklarda bulur” diyerek devrimin stratejik-temel biçimlerinin esas alınmasını şart koşarak objektif olarak meseleyi devrim esasında tartışıyor. Bu beklentidendir ki, ittifaklar çözüm olmayacak diyor. Zira ittifakların, silahlı-illegal mücadele ya da örgütlenmeyi yadsıyarak bir çözüm olacağını söylemektedir. Mevcut ittifak bunun tersini dilendirmemekte, yani devrimi ittifakla yapacağını iddia etmemekte, hatta hiç bahsetmemektedir; en azından kendi adımıza söylersek bizler bahsetmemekteyiz.

SMF eleştirisi üzerine!

Bu bölümde yürütülen eleştiri, kimi noktalarda farklı değerlendirmelere düşerek ikircikli hal yansıtmanın yanı sıra, bazı bakımlardan da açıkça kusurludur.

SMF’ye özel olarak ayrılan eleştiri bölümüne, “utangaç devrimci, amatör, reformist SMF” biçiminde alt başlık açmıştır. Teknik bakımdan taşıdığı kusur, SMF ile geldiği geleneği ya da dayandığı ideolojik-siyasi-örgütsel kulvarı bir bütün ele alıp aynılaştırmakta yatmaktadır. İdeolojik-siyasi arka plan kurumunu eleştirirken SMF’yi, SMF’yi eleştirirken miras aldığı ideolojik-siyasi doku-kurum temsilini eleştirerek hataya düşüyor, bir karmaşa sergiliyor. Oysa, iki ayrı nitelik ve kurumun eleştirisi, bunların niteliğine vb. göre ele alınıp yürütülmelidir. SMF üzerinden komünist hareketi dövmeye çalışmak ne kadar noksan ise, komünist hareket ölçüsüyle SMF’yi dövmek de bir o kadar yaklaşım noksanlığıdır. Kimden neyi bekleyeceğimizi ve kimi ne için eleştirdiğimizi bilmek, ayrıt etmek durumundayız. SMF’nin bahsi geçen komünist hareket ve örgütlenme ile bir bağı yoktur. Silahlı mücadele gibi bir görevi ve çalışması da yoktur. SMF bütün bunların dışında devrimci/demokratik yasal bir kurumdur. Yine, bu tartışmalara dahil etme yeteneği sergileyerek bir vesileyle belediyeyi de bu tartışmalara katması da aynı zemindeki hatadır.

İkircikli yan ise şurada belirmektedir. SMF’nin reformist mi, yoksa devrimci mi olduğu konusunda açık bir bocalama hali vardır. Kullanılan başlıkta da görüldüğü gibi, SMF hem devrimci hem de reformist değerlendirilmektedir. (Yetmez hem utangaç hem amatör ve hem de “uysal Kaypakkayacı”dır SMF…) Sadece başlıkta değil, alttaki satırlarda da SMF’nin devrimci olduğu kabul edilip bu gerçekliğinden söz edilmektedir. “Zira SMF bu başlığı hem hala devrimci bir yapı olarak değerlendirdiğimiz … gerçekliği üzerinden hak ediyor” denmektedir. Ama bu, yine de SMF’nin reformist değerlendirmesinin önünde de engel olamamış, görülmemiştir. Dolayısıyla, SMF hakkında kafanın karışık olduğu söylenebilir.

Yerel yönetim ve SMF eleştirisi kelimenin gerçek manasında ve mantık açısından bir tuhaflık arz eden eleştiri olarak ısrarla gündemleştirilmektedir. Eleştirinin oturduğu mantık ve vardığı yere bakın; “Dersim Belediyesi, ittifakın bürokratik, reformcu bir odağı olması açısından SMF’ye büyük bir güç katıyor ve SMF de bu gücü ‘devrimci yerel yönetimler anlayışı’ ile başlayan serüvenine parlamentarizmi de katarak ilerliyor.’’

Yönetsel açıdankısmen özerk de olsa, son tahlilde içişleri bakanlığına bağlı ya da buranın yönetmenliklerine bağlı bir kurum olan belediyeden/yerel yönetim ne bekleniyor ki, onun bürokratik ve reformcu bir odak olduğu belirtilip bununla ilgileniliyor? Ne olmalıydı, nasıl olmalıydı? Devrimci bir odak mı olmalıydı? Bürokrasiyi hepten ortadan mı kaldırmalıydı? Ve bu mümkün müydü? Bürokrasiyi mümkün olduğunca ve olanaklar çerçevesinde ortadan kaldırıp kapıları halka açarak, belediye önündeki barikatları kaldırarak, gelir-gideri halkın denetimine açarak, halkla birlikte üretim yapıp üretime katılarak vb. uygulamalarına rağmen, zorunlu bürokrasiyi uygulamak zorunda olmasından dolayı mı bürokratik odak unvanıyla ilgileniliyor? Yoksa “komünist belediye’’ söylencesinin bir gerçek ve mümkün olduğuna mı inandınız?

SMF’nin demokratik, devrimci yerel yönetimler anlayışıyla hareket ettiği her bakımdan çıplak gerçektir. Bununla gelişip ilerlediği de. Lakin bu yönetim anlayışı “serüvenine parlamentarizmi de” kattığı iddiasındaki mantıkla başka bir yere varılmıştır. SMF açısından bu tartışmayı yürütmek hem tuhaf hem de mantık hatasıdır.

SMF’nin tamamen açık olan demokratik niteliği, buna bağlı mücadele biçimi ve bu mücadele zemininde en ileri amacı izah edildiğinde, onun iktidar sorununa aday olmadığı, bu bağlamda parlamenter yolla iktidarı alma gibi bir hedefinin olmadığı, dolayısıyla parlamentarizmi benimsediği veya parlamentarizme kaydığı-düştüğü şeklindeki tartışmalar tamamen anlamsız kalır. SMF, demokratik bir kurum olarak demokratik mücadele verir ve bununla demokratik hakların kazanılmasını görev ve hedef alır. Bu mücadelesinde parlamentoyu kullanır ya da parlamentodan yararlanır. Bu zeminin parlamentarizmle eşleştirilmesi, kıyaslanması veya onunla eleştirilmesi mantık bakımından tamamen kusurludur.

Öte taraftan, parlamento (kullanılması) ile parlamentarizmin bir ve aynı şeyler olmadığı, bilakis birinin taktik bir mücadele biçimi-aracı olduğu, diğerinin ise stratejik mücadele biçimi-yöntemi olarak iktidarın alınması algısıyla bir mücadele stratejisine denk düştüğü ve böyle ele alındığı bilinmektedir ki, bu ikisinin karıştırılması ciddi bir hatadır. Parlamentodan yararlanan siyaset ve parlamentoyu taktik bir araç olarak kullanan bir siyasi parti parlamentarizm ile damgalanamaz. Aksi halde bütün komünistleri parlamentarizmi savunmak veya parlamentarist olmakla suçlamak gerekir.

Parlamentarizm, en basit tarifiyle iktidarı parlamenter mücadele yoluyla ele geçirme tasavvuruna dayanır. Parlamentonun araç değil, amaçlaştırılmasından bahsedilir parlamentarizmde. Parlamentarizm, esas biçim olarak ele alınmış bir mücadele stratejisi olarak başlı başına bir argümandır. Parlamentonun kullanılması veya ondan yararlanılması siyaseti ise tamamen taktiktir ve stratejik mücadele değerinde değildir. Bu gerçeklere karşın, Y.D, SMF’nin parlamentarizmi de serüvenine kattığını söyleyerek aslı-astarı olmayan mesnetsiz bir eleştiri yürütmektedir. Bu eleştirisini SMF üzerinden başka hedeflere de atfetmiyor, doğrudan SMF’ye yapıyor. Genel eleştirilerinde anlaşıldığı gibi, sözlerinin devamında, “Devrimci öncüsünü…’’ biçimindeki ifadeleriyle de bu ayrımı pekâlâ yapıyor, yapabiliyor. Yani, SMF adına yürüttüğü eleştiri ve eleştirisinde SMF’ye atfedip yüklediği her şeyi gerçekten de SMF’den bekliyor; SMF’yi başka bir kasıtla kullanmıyor, başka bir muhataba yollamıyor eleştirilerini.

SMF muhataplığıyla yürütülen eleştiri performansı son tahlilde daha açık ifadelerle meramına uzanırken, SMF ile birleştirilen eleştiri zemininde, geçer ayak “devrimci öncüsüne” sataşmayı da ihmal etmiyor. İki muhataplı eleştirel değerlendirmesi şu; “Devrimci öncüsünü ancak, birkaç kişiye ‘savaş ilan etmek’ üzerinden yaptığı açıklamalardan gördüğümüz, örgütsel ayrılığı bile tamamen legal alana dayanan, kurultay üstüne kurultay örgütleyen, Kaypakkayacı geleneğin elit kesimini yaratarak gelenekselleşen SMF, ya ‘öncüsünün’ onu terk etmesiyle başıboş kaldı ya da öncüsünün kendisine dönüşmesiyle legal politik alana yeni bir kavram kazandırmak için tüm hızıyla çalışıyor.”

Bir; Şayet SMF eleştirilecekse ya da eleştiriliyor ise, doğrudan ve doğrudan SMF’yi bağlayan, direk onunla ilgili olup onun inisiyatif ve görev alanına giren, dolayısıyla sorumluluk ve muhataplığı onda olan, onun durumu, siyaseti, edim-eylemleri vb. konu edilmek durumundadır. SMF’yi öncüsüne, öncüsünü SMF’ye boca eden eleştiri tarzı, karmaşa üreterek objektif olmaktan da mahrum kalır. Bu eleştiriyi sataşmayla alan kaydırıp SMF’yi aşan ve onun dışındaki özne üzerinden onu tartaklamaya çalışan yaklaşım, eleştiride isabet sektiren savruk yaklaşımdır. Ama sadece savruk değil, aynı zamanda muhatap ve hedef şaşıran, biçimde de olsa ikiyi bir eden mekanik anlayış ve nüansları dikkate almayıp tekleştiren toptancı tarzdır. Eleştirinin ortaya koyduğu tutum şudur; “ha SMF, ha öncüsü; ne fark eder ikisi de aynıdır.” Özetle; öyle ya da böyle SMF ayrı bir kurumsal muhataplık, öncüsü daha ayrı bir kurumsal muhataplıktır. Her kurum kendine has bir biçimdir, bir olgudur ve eleştirilmeleri de kendi kimlikleri üzerinden yapılmalıdır. SMF’nin, kast edilen öncüsü adına konuşup söz kullanması mümkün olmadığına göre, SMF şahsında yürütülen eleştiriler doğrudan muhatabına yapılmak durumundadır… Örneğin, 11 ilkeyle ilgili SMF nasıl muhatap tutulur, nasıl muhatap olur ve nasıl bir tartışma yürütebilir?

İki; Karmaşa daha büyük aslında. Mesela; “öncüsünü … gördüğümüz” şeklindeki ifade SMF’ye atfendir ama “örgütsel ayrılığı bile tamamen legal alana dayanan” sözü kime atfendir? Devamında kullanılan “kurultay üstüne kurultay örgütleyen” biçimindeki ifadeyegöre, bunun SMF’ye atfen söylendiği anlaşılmaktadır. Eğer bu doğruysa (SMF için söylenmiş ise), söyleyeceğimiz şudur; legal bir kurumun ayrılığının legal olması kadar doğal bir şey olabilir mi? Yok “öncüsü için dedik” deniyorsa; bu durumda “kurultay üstüne kurultay örgütleyen” denilmesi bir bühtan olur. Bühtan etmeyeceğinize göre, “örgütsel ayrılığı bile legal alana dayanan’’ ifadesini SMF için söylediğiniz kanıtlanıyor ki, bu eleştirinin garipten de öte bir şey olduğunu söylemek durumundayız. “Kaypakkayacı geleneğin elit kesimini yaratarak gelenekselleşen SMF,” vurgunuz da sözünüzün SMF şahsına ait olduğunu gösteriyor. Lakin SMF için söylense de bir mübalağa var sözünüzde. Zira SMF, kurultay üstüne kurultay yapmıyor. Kurultay tarihleri bellidir, bilinmektedir. Sanki tüm ve tek işi kurultay yapmakmış gibi, yoğun bir kurultay tarifi yapmak doğru değildir.

Paragraftaki sözlerinizin sonu şöyle bitiyor ya da tamamlanıyor; “… SMF, ya ‘öncüsünün’ onu terk etmesiyle başıboş kaldı ya da öncüsünün kendisine dönüşmesiyle legal politik alana yeni bir kavram kazandırmak için tüm hızıyla çalışıyor” ifade düşüklüğünü bir kenara koyarsak; “SMF, ya ‘öncüsünün’ onu terk etmesiyle başıboş kaldı’’ biçimindeki değerlendirme gereksiz, anlamsız ve boş bir sözdür, üzerinde durmayı gerektirmemektedir. Ancak, cümlenin son bölümünde iddia edilenleri anlamak gerçekten de zor. Tamam, “öncüsünün kendisine dönüşmesiyle” derken, katılsak da katılmasak da bir tespit ya da belirleme yapıldığı savıyla anlaşılabilir, fakat “legal politik alana yeni bir kavram kazandırmak için tüm hızıyla çalışıyor’’ demek nasıl yorumlanabilir ne kastediliyor ne söylenip iddia ediliyor?

Yani, SMF legal politik alana nasıl bir kavram getirmektedir, nasıl bir tezi ve iddiası veya kullandığı kavram var ki, legal politik alana bu kavramı “kazandırmak için tüm hızıyla çalışıyor’’ Bu hız ve çabası nedir, bu kavram nedir, hangisidir? Söylediğiniz ne anlama gelmekte ya da neyi anlatmaktadır; bunu anlamak gerçekten de maharet ister. SMF’nin “öncüsünü’’ legal alana çekerek onu legalleştirmesinden ve/veya legalleştirmek için tüm hızıyla çalıştığından söz ediliyorsa, “öncüsüyle” SMF arasındaki bağın tersten kurulduğu ve “öncüsünün” artçı yapıldığı, SMF’nin ise “öncü” yapıldığı açık bir yanılgıdan bahsedilebilir. Yukarıdaki paragrafta söylenenlerin hepsi aslında bu görüş ya da kanaatten ileri gelmektedir. Bu görüşün safsatadan ibaret olduğu ise açıktır.

Üç; “devrimci öncüsü” eleştirilirken, bu eleştiri SMF üzerinden formüle edilip biçimlendirilmektedir. “Devrimci öncüsünü…’’ diyerek, doğrudan kast edilen bu öncü muhatap alınmıyor, SMF üzerinden alınıyor. Oysa, öncüsüne dair eleştiri alenen öncüsü muhatap alınarak bizzat ona yapılmalıdır. Dolaylı gelmenin anlamı yoktur; SMF’yi “öncüsünden” dolayı yükümlülük altına almaya hiç gerek yoktur.

Bu yolla da olsa, öncüsünü görememekten yakınıyor ve “ancak birkaç kişiye savaş ilan etmek üzerinden yaptığı açıklamalardan gördüğümüz’’ diyor. Öncüsünü karikatürize etmekte başarılı ama küçümseyip rencide etmekte “ipe un sermeyi’’ geçmeyen çabasıyla başarısız, fiilen de inkârcı bir tanıklıktır. Görülmesi “arzulanan” öncüsü eğer samimiyetle görülmek isteniyorsa; öncelikle ve en genel ölçekte sağlamış olduğu örgütlenmelerine, stratejik ve taktik muhtevada yaratılan devrimci, demokratik mevzi ve kazanımlara, vb. bakılmalıdır; sadece açıklamalara değil. Bütün bunları “öncüsünün’’-öncünün çalışmaları ve varlığı dışında telakki eden anlayış, elbette görünür olanı görme yetisi gösteremez. Başka nasıl ve nerede görmek istersiniz ya da görülmemizi istiyorsunuz? Sizin görülüp “öncüsünün’’ görülmediği neler ve nereler vardır?

“Birkaç kişiye savaş ilan etmek” mi? Öncü, devrim programında saptadığı hedef ve görevler bağlamında, siyasi-sınıf düşmanlarına açıktan meydan okuyarak devrimci savaş ilan etmiştir. Bu savaş ilanı, siyasi-sınıf düşmanımızın her türevi ve uzantısı durumundaki bilumum gericilik ve gericilere de açılmış bir savaştır. Siyasi düşmanlara karşı verilen askeri savaşla birlikte, bunun ideolojik-teorik mücadele alanlarında da bir savaş verilmektedir. Düşmana karşı savaş, tek-tek düşman unsurlarına karşı savaşı yadsımaz, bilakis ihtiva eder. O “üç-beş kişi” bu gerici türevlerdendir ve kapsamı siyasi gericilikten ideolojik gericiliğe kadar geniş bir yelpazedir.

Bunlara karşı mücadelemiz bir savaştır. Bu savaş belli durum ve nitelikte siyasi boyut taşıyacağı gibi, belli boyut ve niteliklerde ise ideolojik-teorik mücadele biçiminde karakter edinir. Evet, öncüyü ve gericilikle mücadelesini karikatürize etmek için söz kullananların, en azından Kaypakkaya ve silahlı mücadeleye dönük kirli ve ağır saldırılara, devleti aklayarak devrimci savaşımıza saldıran köhne anlayış ve saldırılarına karşı tutarlı bir mücadele yürütmesi gerekmez mi? Öncü savaş açarken düşmanın sayısına göre değil, düşmanın niteliğine ve saldırılarına göre açar. “Öncüsü’’ üç-beş kişiye savaş açarken, siz kaç kişiye savaş açıyorsunuz-açtınız? Özcesi, farklı niteliklerden gericilere ve saldırılarına karşı açtığımız bu savaşı neden eleştiriyor veya neden küçümseyerek anlamsızlaştırmaya çalışıyorsunuz?

Eleştirilerin devamı şöyle sürüyor;

“… örgütsel ve politik çürüme, … tasfiye süreci ‘Kaypakkayacı reformizm’i çıkarıyor karşımıza. Bizim için İbrahim yoldaşın 11 ilkesini çoktan terk etmiş ve Kaypakkayacılık’la ilişkisini sonlandırmış olsa da devrimci hatta tutunmaya çalıştığından bile şüphe duyduğumuz SMF, …’’

“Örgütsel ve politik çürüme” değerlendirmesi neye göre yapılmaktadır? İster SMF olsun isterse “öncüsü” olsun, örgütsel ve politik güç bakımdan, “çürümenin aksine dinamik bir portre, görülür bir faaliyet ve küçümsenemez bir güç ve performans ortaya koymaktadır. Bu açıdan, Y.D’den katbekat ilerde, katbekat diri-dinamik ve güçlüdür. İdeolojik-teorik açıdan da Y.D’den daha diri ve ileri seviyededir. “Kurultay üstüne kurultay’’ yapmakla eleştirdiği SMF değerlendirmesi ile aynı SMF’ye çürüme yapıştırması kendisini çürütendir. Ülke devrimci, demokratik hareketi ve SMF kurultayındaki katılım ve katılımcıların muhtevası dikkate alındığında, SMF’nin Kaypakkaya kulvarında ve kendi mevziinde ciddiye alındığı, politik bir özne olarak görüldüğü ve bunun da SMF’nin temsil ettiği güç ve dinamizmden kaynaklandığı aşikardır. SMF’nin kurumsal çalışmaları, kazanım ve mevzileri kamuoyunca izlenip bilinendir. Uzatmaya gerek yok, anlamak istemeyene anlatmaya çalışmak nafiledir.

Tasfiye süreci mi? Yanlış hatırlamıyorsak Y.D bunu genel devrimci hareket açısından ve genel bir durum olarak tanımlamaktaydı-tanımlıyor. Dolayısıyla bu tasfiye sürecini SMF’nin çürümesine v.b yorumlaması sorunludur. Dahası, eğer SMF için bu tasfiye süreci bir çürüme vesilesi oluyorsa, aynı tasfiye sürecinin geçerli olduğu kendisi için de çürüme tespitinde bulunmak durumundadır. Çifte standart olmaz. Bir merakımız da, Y.D’nin örgütsel ve politik olarak ne durumda olduğudur! Acaba SMF’den daha iyi, daha diri ve dinamik olduklarını mı tasavvur ediyorlar? “Halep burada değilse, arşın buradadır’’!

SMF eleştirisinin klasik hikayesi tanıdığımız “Kaypakkaya ile ilişkisini kestiler, 11 ilkeyi reddettiler…’’ ritüel ezberinden geliyor. Fazla söze gerek yok, Kaypakkaya ile ilişkimiz Y.D’nin tartabileceği bir ilişki değildir. Bunca çıplaklığına karşın aksini iddia etmek, dogmatizm alametinden ibarettir. 11 ilkeyi reddetmeyen Y.D’nin 11 ilke esasına göre örgütlenip faaliyet yürüttüğü söylenebilir mi? Hangi esaslara uygun pozisyon almaktasınız ve hangi esasları uygulamaktasınız? Yani, bir de kendi durumunuzu 11 ilkeye göre ölçüp biçin ki, ne göreceğinizi görelim. Örgütlenmede, ‘‘kırlık bölgeler esas”, ‘‘silahlı mücadele ve ordu örgütlenmesi esas” vb. bu esaslara göre mevzilenmiş ve bunlara bağlı örgütlenmiş durumda mısınız? Dolayısıyla, 11 ilkeye bağlı mısınız, uyguluyor musunuz? Olmadığını biliyoruz. O halde hamaset yapmanızın gereği var mıdır? Önce kendi durumunuzu ortaya koyun, sonra SMF ile ilgilenin. Sol dogmatik laflara sarılarak “11 ilke”cilik temsil edilemez, Kaypakkaya sömürülemez. Kaypakkaya yoldaşın bilincidir ki, somut koşulların somut tahlili ilkesine bağlı kalın! MLM’nin ruhu budur, bu ruhu terk eden çizgi MLM’yi temsil edemez. Zira, somut koşulların somut tahlilini yapmayanlar ne teoriyi ne siyaseti ne de pratiği geliştiremezler. Devrim ise kuru bir sözden ibaret kalır.

Önceki İçerikHBDH: 105. Yıldönümünde Büyük Ekim Devrimi Kutup Yıldızımız Olmaya Devam Ediyor
Sonraki İçerikTaksim Saldırısı: Önce Sustur Sonra Öldür!