ULUCANLAR VAHŞETİNİ UNUTMAMAK….

999’un 26 Eylül’ü zulümün, katliamın bilincimize ve yüreğimize işlendiği bir tarih olarak kaldı ve kalmaya da devam edecek. İyisiyle- kötüsüyle, acısıyla- tatlısıyla sınıf kavgalarının bıraktıkları tarihi iz, geleceğin aydınlatıcı feneri ve yaşanacak olan kavgaların köşe taşları olarak belleklerimizdeki yerlerini koruyacaklardır. Ulucanlarda yaşanan acının, katliamın ve tarihdeki onurlu yerinin hatırlanması geleceğimize sarılışımızdandır. Bırakılan onurlu mirası, bayraklaştırmak arzumuzdandır.
Ankara Ulucanlar Katliamı devrimci tutsaklar açısından elbette ki ne ilk ne de son katliamdı. Demir kapılar arkasına ve beton duvarlar arasına sıkıştırılan tutsakların üzerine uzun namlulu silahlarla, gaz bombalarıyla, yıkım yapacak iş makinalarıyla meydan muharebesine gider gibi gidiyordu devletin askeri, özel timi, polisi ve gardiyanları. 10 devrimci tutsak ateşli silah ve akıl almaz işkencelerle o gece katledilirken onlarca tutsak da çeşitli derecelerde yaralanıyordu.
26 Eylül gecesi pek çok tutsak hamam denen mekana götürülerek orada insanlık dışı akıl almaz işkencelere maruz bırakıldılar. İşkence görmüş bedenlere hançer saplamaktan tutun, el ve bacaklara çivi çakmalara kadar vardırılan işkenceler yapılıyordu halkımızın onurlu evlatlarına. Soner Kahraman ve Cemal Çakmak gibi “öldü” diye bıraktıkları, ancak sonradan yaşadıkları anlaşılan devrimci – komünist tutsaklar vardı Ulucanlar katliamının, vahşetinin sonunda.
Katliama karar veren devlet, operasyonun başına kan içmekte ünlenmiş Ali Öz’ü tayin etmişti. Ali Öz ismi, Hrant Dink cinayetiyle de anılan bir isimdir. Ali Öz, devletten aldığı destekle her nerede göreve gittiyse insanlık dışı tavır ve davranışlarını oralara da taşıdı.
Devletin katliamcı yüzünü gizlemek ve bu faşist devleti halkımıza şirin göstermek adına, tutsakların katledildiği bir mezbaha görünümündeki Ulucanlar zindanları “müzeye” dönüştürülüyordu sonradan. Devlet nasıl ve ne tür bir çaba içinde olursa olsun, bu “müze” katliamların yaşandığı bir zindan “müze”si olarak anılacaktır ve tarihteki yerini böyle koruyacaktır.
Dün olduğu gibi bugün de devrimci tutsaklara karşı devletin saldırıları bütün acımasızlığıyla devam ediyor. Tutsak ailelerinin desteği, tutsakların onurlu direnişi bu faşist saldırıları püskürtmeye tek başlarına yeterli değildir. Devrimci kamuoyunun duyarlılığı, cezaevleri mücadelesinin alanlara taşınması, sınıf kavgasının olmazsa olmazı olarak bilince çıkartılması devrimci bir görev olarak algılanmalıdır. Etten duvarlar ören tutsakların şanlı direnişleri, dışarıdaki mücadele biçimleriyle zenginleştirilmek zorunluluğuyla yüz yüzedir. “Devrimci tutsaklar kavgamızın onurudur” sloganı pratikle bütünleştiği zaman bir anlam ifade edecektir.                     

Önceki İçerikSuriye üzerindeki emperyalist dalaş ve “kontrollü geçiş süreci”
Sonraki İçerikULUSAL SORUNUN TAM ANLAMIYLA ÖĞRENİLMESİ EZEN VE EZİLEN DİLLERİN İÇ DÜNYALARININ DRAMATİK TARİHLERİNİN ÖĞRENİLMESİNDEN GEÇİYOR