Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki siyasal gelişmeler, sosyo-ekonomik yapı gerçekliğinden muaf olmayarak çok hızlı değişmektedir. Öyle ki, bazen bu sürece önderlik edenler bile sürecin gerisine düşebilmekteler. Bunun en son örneği olarak “demokratik” bir anayasa için, geçen sene 12 Eylül’de herkesi bir tuğla çekmeye çağıran AKP, “yeni” anayasa tartışmalarının başlangıcını yine bir 12 Eylül “kalisiği”yle açtı. Ama manevra kabiliyeti haylice refleks kapmış “New”-CHP, 12 Eylül’ün sözde yargılanmasında, atik davranarak AKP’yi geride bıraktı. Hakim sınıflar, demokrasi pozlarında objektifler için yarıştı. “Tarihi” 12 Eylül davası için, geri sayım başladı. Bir cümle burjuva medya ve neo-liberal cenah önderliğinde kitlenin nabzı, ayara uygun hale getirildi.
Davanın ilk görüşmesine, hakim sınıflardan almış oldukları güçle, sanıklar katılmadı. Avukatlara verilecek sandalye bulunamayınca, hakim ‘sanık sandelyelerine oturun’ önerisinde bulundu. Ankara Adliyesi’nin önü miting alanına döndü. Mizanseni geniş bu hengame, tek bir gerçekliğin unutturulması-hasır altı edilmesi için seferber edilmişti. Ezilenlere karşı sömürü sultasının devamlılığı sürdürmek ve gerici sistemi korumak için mızrağın çuvala sığdırılamasa bile, bir halisünasyon yaratmak geçer akçe olmuştu. Mademki gerici zor, ezilenlere yönelik, bir an dahi olsun göz ardı edilemez o halde var olan değişik gösterilebilinir. Hakim sınıfların AKP eliyle icra ettikleri faşist uygulamalar, “demokratik” çerçevede ele alınabilir. Bunun “başlangıcı” olarak, tarih “sorgulaması” göz kamaştırıcı olarak birinci sırada durur.
Evet, gözü kamaşanlar oldu. Mahkeme önüne bil fiil akın eden reformist cenah ve bir kısmını devrimci cepheden tanıdığımız dostlarımız, farklı sloganlarla da olsa, mahkeme önünde yerlerini aldılar. Bazılarımız, bunda “anormal” bir durum görmeyebilirler. Hatta, ‘12 Eylülcülerin halk tarafından yargılanması için, tek ses tek yürek olmaya gittik’ diye itiraz edenlerimiz de olabilir. Tüm bu temiz niyetlere rağmen, mahkeme önündeki bekleyiş, ezilenleri radikal olarak sistemden koparmaya araç olmamıştır. Zira, hakim sınıfların kendi sınıf dikatörlüklerini tekrardan dizayn etmek ve uluslararası sermayenin değişen dinamiğine uygun olarak tekrardan entegre olmak, mahkeme önlerinde, 12 Eylülcü karşıtı olmakla sınırlılığı dahilinde ele alınamaz. 12 Eylül’ü ve diğer darbe dönemlerini yaratan sistemi ve onların egemenlerini bütünlüklü teşhir ederek mümkün kılınabilir.
Yazımıza örnek vererek devam edelim.
Hakim sınıflar, “yeni” anayasa tartışmaları evvelinde, bir “dava” tertiplemelerinin yegane nedeni, bu sistem de şu ya da bu oranda rahatsız olan ve 12 Eylül cenderesinin ve onun sistematize olmuş devlet aygıtlarının ceberrut gericiliği altında gadre uğrayanların siyasi pusulalarını “reform” kıskacına almalarının ön koşulu olarak gündemleşmekte. İlk başta, 12 Eylül’de darbeyle açık faşizm uygulayan hakim sınıflar, nasıl ‘ülke sağ-sol olarak ikiye bölünmüşse, müdahale şarttı’ argümanlarına sarıldılarsa, bugün açısından izlenen yöntemin aynı olduğunu dile getirmemiz gerekir.
Mahkeme önünde biriken kalabalık, AKP iktidarı sayesinde, ikiye “bölünmüş” olan ülkenin, “birlikteliğini” sağladılar. Bir tarafta “sol”cular diğer tarafta sağcılar, mağduriyetlerini dile getirerek, aynı platformda, “özgürlükler” ve “demokrasi” anlayışı çerçevesinde, yan yana durmanın, durabilmenin “önemine” dikkat çektiler. Bir nevi tarihle “hesaplaşmayı”, mahkeme içerisinde değil ama dışından yapılmasına olanak sağladılar. 12 Eylül darbesinin argümanlarının ülke “huzurunu” tesis etmek olmadığını dile getiren, sağ ve “sol” kanat temsilcileri, objektif olarak AKP kliği önderliğinde sunulan “demokratik” platformun “birleştiriciliğine” hizmette bulundular. Niyetleri ne olursa olsun reformist ve bir kısım devrimci çevreler, egemen sınıfların, “yeni” anayasa tartışmaları öncesinde yaratmak istedikleri “birlik” ortamına zemin sundular. Velhasıl, 12 Eylül’ün yapmak “istediği” ama yapamadığı sorumluluğu, 12 Eylül’ün de “hakkından” gelerek AKP önderliğinde hakim sınıf kliklerinin yaptıklarına, yapabileceklerine ortak oldular.
Bu köşenin genç okurlarının yüzde 95’lik bir çoğunluğu, darbe olduğunda daha doğmamıştı bile. Darbeyle birlikte, devrimci ve komünist hareketi boğma, devrimci dinamikleri dumura uğratma ve ülke siyasetini-ekonomisini emperyalizmin ihtiyacına göre yeniden konumlandırma projesi, halkımızın en yiğit kadın ve erkeklerinden yüzlercesini aldı. Onlarca yıl hapis yatıldı. En demokratik hak dahi, faşizmin azgın saldırılarınca gasp edildi. Ezilen kitleler büyük bir suskunluğa yatırıldı. Darbe, koşulları itibariyle, hakim sınıfların ihtiyacını karşılayabilecek tek başvuru olarak kendisini dayatmaktaydı. Tüm ezilenlerin yaşadığı baskı ve sömürü cenderesi bunun doğal sonucu olarak peydahlandı. Bu gerici atmosfere karşı olmak olumlu bir niyeti barındırmaktadır.
Bunun reddi içerisinde değiliz! Gerek mahkeme içerisinde gerekse mahkeme salonu dışında bekleyen kalabalığın büyük bir çoğunuluğu, istisnasız olarak, altını çizmeye çalıştığımız bu dinamikten beslenmektedir. Ama bu önemli dinamiğe rağmen, darbe karşıtlarının (doğal olarak darbenin yaratmış olduğu terör ortamının) dayanak noktaları, onlarının haklı zeminini zayıflatmakta ve zedeler pozisyona düşürmektedir. AKP eliyle sistemin tekrardan dizaynı için tezgahlanan “yeni” anayasa ve “tarihi” davalarla birlikte, bir kamoyu güveni yaratmak isteyen hakim sınıflardan ve onların yargı sürecinden talep fırtınası yaratmak yerine, tüm “yeni” ve “tarihi” koşulları ortadan kaldıracak, halkın meşru savunması ve yargılamasını bizzat fiiliyatta uygulayacak, halk iktidarı, halk mahkemeleri için kolları sıvamak, bilimsel devrimci ihtiyaçtır. Ne hakim sınıflarının “yargılama” yarışına ne de bu yarış esnasında sağlanan sağ-“sol” “birliğe” vize çıkaran anlayışa, devrimci komünistler tamah etmez! Teorik düzlemde, gericiliğin tümden teşhiri pratik manada ise, onun minderine düşmeden tümden bozgunu vazgeçilmezimiz olmalıdır. ‘12 Eylül’ü halk yargılayacak’ utangaç sloganlarıyla değil, 12 Eylül’ü yaratan üretim ilişkilerini de yargılayacak ve bunun da ötesinde tarihin çöplüğüne yollayacak bir SORGULAMA, Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyası için acil cevaptır. Bu cevabın koordinatlarını genel bir doğru da olsa, temeli işaret ettiği için tekrardan açımlayacağız; Halk Savaşı! Evet! Hesaplaşma ancak böyle gerçekleşebilir. Salt cürretle değil, bilinçte somutlaştırarak yapılması gereken budur!