‘Sıfırladın mı oğlum!’

AKP iktidarı, Erdoğan, ailesi ve yakın çevresi yiyicilik, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ve para cenneti yaratarak para içinde yüzüyor. Hatta “gemiciklerle’’ yüzüyor… Ve bu paraların halk kitlelerinin emeğinin gaspıyla, azgın sömürüyle, haracın modern adı olan vergiyle elde edilmesinden daha öteye, alenen yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık zinciri içinde araklandığı bir gerçektir

Devrimci mücadele ve hareketin tüm ajitasyon-propagandası ve hatta eyleminde gerici faşist devletin veya hakim sınıfların siyasi teşhirinin yürütülmesi istisna taşımaz bir özelliktir. Özellikle bu teşhirin somut olgu ve gelişmeler üzerinden yürütülmesi çok daha etkili ve isabetlidir. Siyasi iktidar perspektifiyle hareket eden devrimci yapıların düzenin siyasi teşhirini etkili olarak yapması dolaysız olarak devrimci mücadelesinin gereği ve kopmaz parçasıdır. Devrimci hareketler açısından bu durum tartışma götürmez şekilde yürütülen bir görevken, bu görevin etkili olarak yerine getirilmesi tamamen tartışmalıdır. Oysa düzenin ya da hâkim sınıfların siyasi teşhirinin etkili yapılması kitlelere burjuvazinin gerçek yüzünü göstererek gerici düzenden kopup düzen dışı arayışlara yönelmesini sağlamak ve dolayısıyla devrime katılmalarını sağlamak için son derece önemli devrimci bir eylemdir.

Bugün yaşanan klikler çatışması ve özellikle de AKP-Cemaat ittifakının parçalanıp keskin çatışmaya dönmesi düzenin karakter ve niteliği hakkında fevkalade yeterli bir teşhir malzemesinin deşifre olmasına yol açmıştır.  AKP iktidarı ve Erdoğan ise kendi başına son derece zengin bir rezerv durumundadır. Yani hâkim sınıflar cephesinin içinde bulunduğu durum proleter devrimcilere avantajlar sağlayarak adeta bir fırsat durumu temsil etmektedir. Ancak itiraf etmek gerekir ki, son derece uygun ve pozitif olan bu şartlar devrimci hareket ve proleter devrimciler tarafından yeterince ve doğru değerlendirilmemektedir. Bu da işin negatif yanı…

Bakın, “TC’’ devletinin gerçek yüzünü gösteren anlamda, bu süreçte ortalığa neler saçıldı. Elbette hepsini burada sıralamak mümkün değil, fakat belli başlı birkaç örneği aktarmak gerekli olup yeterlidir de.

Erdoğan ve Cemaatin iktidar dalaşı

Yüksek yargıdan alt yargı organlarına kadar geniş yargı ağının devlette örgütlenen Gülen Cemaati (moda adıyla paralel yapı) tarafından ele geçirilmiş. Aynı zeminde her düzeyde ve tamamen bencil kliksel ya da cemaatsel hesap ve hırslar uğruna mümkün olan en geniş ölçekte hukuksuz dinlemeler gerçekleştirilmiş. Dönemin başbakanı Erdoğan; ‘’Ne istediler de vermedik’’ diyerek itiraflarda bulunurken, devlet içindeki bu ikinci veya gizli örgütlenmenin doğrudan AKP’yle ittifak ve ortaklık içinde gerçekleştirildiği açığa çıkmış oluyordu… Aynı yapı (Cemaat ya da paralel) yargı TİB dışında, polis içinde de ciddi bir ağ oluşturacak şekilde örgütlenerek kadrolaşmış. Belli sayıda milletvekiline sahip olduğu da deşifre olan bilgilerdendir. Bunlarla da yetinmemiş, üniversite ve diğer tüm sınavların soruları bu paralel yapı tarafından çalınarak kendi adamlarının devlet bürokrasisine yerleştirilerek kadrolaşmasını pervasızca yapma amacıyla kullanıldığı Erdoğan’ın itiraflarıyla açığa çıktı. Ki bunların esasta AKP-Gülen Cemaati ittifakıyla ortaklaşa yapıldığı bilinmez bir sır değildir. Askeri aracın yoluna mayın döşeyip patlatarak askerlerin ölümüne neden olup eylemi PKK’nin üstüne yıkarak kirli savaşlarına gerekçe yaratma planları, üst düzey komutanlara suikast düzenlenmesi, orduya kumpas kurulması, halk otobüsüne MİT elemanlarınca Molotofkokteyli atıp genç insanların ölümüne neden olmak ve halka yönelik bu eylemi PKK’nin üstüne yıkarak PKK’yi teşhir etmek… MİT tırlarıyla taşınan silah ve paralar… “Deniz Feneri’’… Ve işte ayakkabı kutularına doldurularak odalara dizilen paralar, milyarlar… Bakan ve bakan çocuklarının ihalelerdeki yolsuzlukları, Erdoğan ve oğlu Bilal’in sıfırlamaya çalıştığı milyarlar… Rıza Sarraf’ın altın kaçakçılığı ve bakanlara verilen rüşvet ve yedi yüz bin liralık saat… Bu skandal sonrasında bakanlıktan istifa etmek zorunda kalan ama vekillikleri süren eski bakanların AKP iktidarı tarafından ‘aklanması’…

Evet elimizden geldiğince özet ve kısa tutmaya çalıştığımız bu kirlilikler hâkim sınıflar devleti ve düzenlerinin deşifre olan yüzünün bir kısmı olmakla birlikte, açığa çıkan bu kirlilikler devletin gerçekliğinin sadece görünen bir kısmıdır… Ancak bu kadarı bile devlet ve hakim sınıfların siyasi teşhirinin yapılması için yeterlidir. Tekrar etmekte fayda var ki, bu zengin materyale karşın devrimci hareket buradan etkili bir teşhir yürütüp, bu elverişli olanağı doğru kullanamamaktadır.

Etkili bir siyasi teşhir için etkili argümanların seçilmesi ve çarpıcı olan gerçeklerin gündemleştirilmesi şarttır. Ama bu teşhir faaliyetinin sistemli bir çalışma olarak yürütülmesi de bir o kadar şarttır. Kısacası alelade bir şekilde bir şeyler dillendirip geçip gitmek gerçek anlamda teşhire yol açmaz, etkili olmaz ve etki de yaratmaz. Ama uzun süre ve sistemli bir şekilde çarpıcı ‘skandal’ ya da yaşananların kullanılmasıyla kitlelerde doğru bir yargı yaratılabilir, hâkim sınıfların gerçek niteliği anlatılmış olabilir.

Örneğin, dönemin başbakanı Erdoğan durum basına düşünce panikliyor ve kriptolu telefonuyla(tabi kriptolu telefonun dinlendiğini henüz bilmemektedir!) oğlu Bilal’i arayarak “Sıfırladın mı oğlum?’’ diye soruyor. Bilal de “neyi baba’’ diye soruyor. Ve bu sohbet daha önce aile çevresine dağıtarak paraları ortadan kaldırma şeklinde Bilal’e Erdoğan tarafından verilen görevin yerine getirilmesi üzerine devam ediyor. Buna ister montaj, ister şantaj ve isterse komplo-darbe denilsin ama bir gerçek var ki AKP iktidarı, Erdoğan, ailesi ve yakın çevresi yiyicilik, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ve para cenneti yaratarak para içinde yüzüyor. Hatta ‘’gemiciklerle’’ yüzüyor… Ve bu paraların da halk kitlelerin emeğinin gaspıyla, azgın sömürüyle, haracın modern adı olan vergiyle elde edilmesinden daha öteye, alenen yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık zinciri içinde araklandığı bir gerçektir.

Sorun şu; demokratik alan mücadelesinde bu teşhirin gerektiği gibi önemsenerek yürütülmediği açık. O halde bu eksikliği gidererek derhal hâkim sınıfların-AKP iktidarının siyasi teşhirini gerçekleştirmek ertelenemez bir görevdir. Dahası bu teşhirin her vesileyle yürütülmesi, ta ki gündemleştirilene kadar ısrarla aynı ajitasyon-propagandanın yaygın olarak yürütülmesi gerekmektedir. Bu teşhir çalışmasında “Sıfırladın mı oğlum?’’ sözü adeta bir slogan haline getirilerek, tüm yürüyüş ve protestolara taşınmalıdır. Hatta duvar yazıları özellikle bu “sloganla’’ doldurulmalıdır. Zira bu “slogan’’-söz bir hırsızlığı somut olarak ifade eden bir sözdür. Herkes onun ne demek olduğunu yakından bilecek, hatırlayacaktır. “Sıfırladın mı oğlum?’’ sözünü mümkün olan herkesin okuyup duyacağı biçimde en geniş şekilde kullanıma sokmakla birlikte, sosyal medyada fenomen haline getirmek önemli bir çalışma olacaktır.

AKP iktidarını korumak için her şeyi yapıyor

Bizzat AKP iktidarında bakanlık yapmış birinin, daha açıkçası AKP iktidarının eski içişleri bakanı İdris Naim Şahin’in bakanlığı döneminde konumu gereği bilgisine açık olan bir skandalı açıklaması, AKP iktidarına keskin bir kılıç gibi inmesi gereken bir silah gibidir. Neydi İ. N. Şahin’in açıklaması: “2009 yılında İETT otobüsüne atılarak Serap Eser adlı lise öğrencisi genç kızın otobüste yanarak ölmesine sebep olan molotofkokteyli MİT elemanı attı.’’Evet bu açıklama bilgisi AKP iktidarı ve burjuva devlet geleneğinin gerçek yüzünü sergilemekteydi. Burjuva gerici sınıflarda iktidar olma, hükmetme ve nüfuz sahibi olma gibi konularda her yolun mubah olduğu ve hiçbir kuralın olmadığı, aynı zamanda ahlaki değerlerin sıfır olup değerler adına her şeyin para ve çıkar olduğu gerçeği bu skandalla bir kez daha doğrulanmış oluyor. Belli bir politikanın uygulanmasının gerekli şartlarını yaratmak için kendi sivil vatandaşlarını katledip PKK’nin üstüne atarak bir taşla iki kuş vurmaya çalışan hâkim sınıflardan (somutta AKP iktidarından) her şey beklenir ve bu onun gerici karakterinin yansımasıdır. Dikkat edip bir kez daha altı kalın olarak çizilmeye değerdir ki; AKP iktidarı MİT vasıtasıyla (ya da PKK’ye sızdırdığı MİT elemanları vasıtasıyla) bir halk otobüsüne insanları yakarak öldürmek üzere Molotofkokteyli atıyor. Ne yazık ki, istediği gibi de insan öldürüyor! Bundaki amaç, kamuoyunu belli bir doğrultuda yönlendirmek ve yönetmek, hazırlanan bu kamuoyuyla birlikte bu tür eylemlerin kitlelerde yarattığı etkiyle gündeme gelip hasıl olan şartlarların olgunlaştırılmasıyla belli politika veya saldırıların gerçekleştirilmesinin zeminini yaratma,(tıpkı dışişleri toplantısında, Suriye’yle çatışma-savaş çıkarmanın zeminini yaratmak için, “gerekirse Suriye tarafına geçip iki roket ‘Türkiye’ tarafına sallatırız’’ konuşmasında olduğu gibi…) ve Kürtlere veya PKK’ye karşı Türk toplumunda kin ve nefret duyguları yaratmak, dolayısıyla PKK’yi teşhir etmek amaçlanmaktadır. Evet bunlar için AKP iktidarı, gencecik bir kızı-kadını alçakça katletmekte tereddüt etmemektedir…

Olağan koşullarda bu skandalın açığa çıkmasıyla birlikte bakandan başbakana ve dolayısıyla hükümete kadar genişleyen bir istifayı gündeme getirirdi. Ama AKP iktidarı bundan önceki katliam ve komplolarındaki gibi bu durumda da tınmadı. Gariptir ki, devrimci hareket ve halk kitleleri de henüz bir protesto, pratik-eylemsel bir tavır ortaya koymuş değildir.Nitekim MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın savcılık tarafından ifadeye çağırılması dabu ve benzeri MİT vukuatlarından dolayıydı…

AKP iktidarına karşı ortak mücadele örülmeli

Skandal üzerine sayfalar dolusu yazıp konuşmayı gerektirmeyecek kadar yalın, yorum gerektirmeyecek kadar çıplak ve ürpertici ama bir o kadar da gerici faşist sınıfların gerçek niteliğini deşifre eden bir olaydır. Dolayısıyla vahamet derecesinde olup infial uyandırması gereken bu sınıfsal gerçeğin AKP iktidarına karşı kullanılabilecek güçlü bir silah olduğu söylenebilir. Mevcut durumda AKP’nin en zayıf halkası tam da bu faşist ve komplocu icraattır. Devrimci hareketin, gerçeklerin açığa çıkması ve katledilen kadının hesabının sorulması argümanlarıyla pratik protestolar geliştirmesi gerekli olduğu kadar, yerinde olacaktır. Bu protestoların daha geniş kitlelerden destek bulacağı da açıktır.

Aynı biçimde istifa eden ya da ettirilen dört bakanın aklanması esasta “Paralel yapının darbe girişimidir’’ yalan manevrasıyla sağlandı. Bu bakanların (çocuklarıyla birlikte) rüşvet almadığı, yolsuzluk ve hırsızlık yapmadığı söylenemedi. İlgili kara yüzleri aklarken, “bunlar temizdir’’ diyerek ve buna inanarak aklamadı. Bilakis inanmadı ve sadece “darbe’’ argümanıyla aklanması mecliste garanti altına alındı. Bu tavır esas olarak bakanların rüşvet ve yolsuzluk batağında olduğunu zımnen kabul edip deklare etmektir. Çünkü bakanlar rüşvet almamıştır, yolsuzluk yapmamıştır, hırsız değiller diye itiraz edip aklama yoluna bu tavırla gidilmiyor. Tersine, ‘’darbe’’ gerekçesi kullanılıyor. Yani, AKP bunlar rüşvet, hırsızlık ve yolsuzluğa bulaşmış ama iktidara karşı bir darbe girişimi olduğu için bu bakanları aklıyoruz demektedir. AKP dört bakanı aklayarak, kendisinin de rüşvet ve yolsuzluk batağında olduğunu tasdik etmiş oldu. (Bir bakanın AKP’yle ilgili bilgiler ortalığa saçılır sözü manidardır elbet…) Kısacası, “Sıfırladın mı oğlum?’’ yazısının ya da sloganının yanında dört bakanın aklanmasına da göndermede bulunabilinir. “Sıfırladın mı Oğlum?’’ sloganına cevaben, ‘’Oğlum bak git!’’ sloganı eklenmelidir. Bazen yalnızca bir söz çok şeyden daha etkili olabilir…

Demokratik devrimci çalışmaların yürütülmesinde yukarıda özetlediğimiz materyal zemini elverişli şartlar sunmaktadır. Devrimcilerin yoğunlaşması gereken zemin budur. Ancak ne yazık ki, genel olarak devrimci harekette birbiriyle uğraşma, içte didişme hastalığı mevcuttur. Bu hastalık kimi durumlarda bir vaka niteliğinde seyretmektedir.

Bazı densizler gerici faşist devlet ve hâkim sınıflarla uğraşma yerine devrimciler ve komünistlerle uğraşmayı esas işleri olarak görüp, bunu meslek edinmiştir. Bu gereksizler ciddiye alınmamalı ancak gittikleri kitle ilişkilerinde yürüttüğü gerici propagandalar bu kitlelerin yanında çürütülerek yanıtlanmalıdır. Devrimcilerin teşhir edilip karalanmasıyla devrimci çalışma yürütülmüş olamaz gerçeği kitlelerin içerisinde yüzlerine vurulmalıdır. En önemlisi de ajitasyon-propaganda yapıp örgütlenecekleri zeminin hakim sınıfların kokuşmuş devleti ve siyasi düzenleri olduğu salık verilerek, devrimcilerin karalanması, hakaretlere ve ağır ithamlara maruz bırakılmasıyla devrimci olunamayacağı ve devrimcilik yapılamayacağı anlatılmalıdır. Özellikle bazı gelişmeler devrimci güçlerin birleşme ve ortak hareket etmelerini şartlarken, böylesi zeminde devrimciler arası sorunları kaşıyarak ve devrimcilere her türlü ağır hakaretle saldırarak siyaset yapmaya çalışmak ahmakların işi olabilir, gerçek devrimcilerin değil…

Evet her şeye karşın rağmen bizler gerici faşist hâkim sınıfları ve devletlerini hedefimize koyarak siyasi teşhirine yoğunlaşmalı, özellikle bugünkü şartlarda bütün demokratik alan çalışmalarımızda bu teşhiri somut olay ve toplumun bilgisi dahilinde olan sembolik kavramlar üzerinden yürütmeliyiz.  Bizleri ileri taşıyacak olan devrimci çizgi ve devrimci çalışmalardır.

 

 

 

 

 

Önceki İçerikKOBANÊ’DE TERS KÖŞE OLAN AKP
Sonraki İçerikAKP DEPREMİN EŞİĞİNDEDİR!