POZİTİVİST AYDINLANMACI ANLAYIŞA KARŞI KÜLTÜREL YENİLENME

Deneyim hazinedir.Tarih,doğa ve insan zamansallığın billurlaşmış ifadesi, toplumsal hafızasıdır. Bu hafızaya sahip olamayanlar günübirlik yaşar ve amprizmden kendini kurtaramaz. Evrenin ve onun bağrında uzun kuluçka sürecinde doğup özelliklerini emen insanlık tarihinde öğrenmesini bilmeliyiz. Ufkumuzu laciverdimsi prizmaya açtığımızda, başı olanın sonunun da olduğunu öğreniriz. Doğan her şeyin tarihin mezarlığında yerini alacağı kesin. Kadir-i mutlak sayılan beyin üretkenliğinin verili aşamada geliştirdiği teorilerin ve ölümsüz atfedilen kimi doğruların tarihin akışında yerle yeksan olduğunu da insanlık tarihinde öğreniyoruz. Her şeyin ikiye bölündüğünü, insan var oldukça da toplumsal formasyonların doğacağını da öğreniyoruz.

Tarihte yer alan sosyalist deneyimlerden, 20. yüzyılın iki devriminden (Ekim ve Çin) özellikle de Büyük Proleter Kültür Devrimi’nden ve yeni dönemin devrim hareketlerinden, deneyim ve pratiklerinden öğrenmesini de bilmeliyiz. Her deneyim teoriye yeni zenginlik ve derinlik katabilir. Tahlil edip, doğru ve yanlışlarını ayıklayarak öğrenmeliyiz.

Deneyimsizlik sınırlılıktır. Lenin’in vecizesiyle, yasa tamamlanmamış, yaklaşık ve ölümsüz değildir. Fizik bilimindeki nitel keşiflerle ve tarihsel- toplumsal gelişmeler minvalinde kendini yadsıyarak ilerler.

Marksist ustalar dönemlerinin fizik biliminin iç çevrimi tarihsel- toplumsal deneyimleriyle sınırlıydı. Biz avantajlıyız onlara nazaran. Neredeyse iki asırlık sosyalizm deneyimine / pratiğine sahibiz. Bu deneyimleri doğru tahlil edip okuyabilirsek tarihsel tecrübeyi sınıf mücadelesinde yakıcı bir silaha dönüştürebiliriz.

Sosyalizmin tarihi, deneyim ve pratiği Mao’nun “kehanet”ini doğruladı. Mao kapitalizmden sosyalizme geçişin ve oradan da komünizme varmanın; birkaç on yılla varılamayacağını, birkaç asırı kapsayacağını vurguluyordu. Geride bıraktığımız asırda tarihin iki büyük devrimine, bu devrimlerin etkisinde onlarca devrime tanık olduk. Parti ve devlet bürokrasisinin rahminde büyüyen yeni burjuvazi devrimleri yuttu. Kapitalist restorasyonlar açık kapitalizme evrildi. Bu aşamada, geride bıraktığımız asrın sosyalist deneyimlerinden, partilerden ve karşı- devrimlerin üzerinden atlayarak yolumuzu açacağımız iddia edilemez. Her aktivist tarihten öğrenmesini bilmelidir.

Sosyalist deneyimler bize göstermiştir ki; sosyalizmin, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasıyla, üretim modernizasyonu, elektrifikasyonu/otomasyonuyla sınırlı olmadığıdır. Marks’a rağmen Marksizm’e sirayet eden, kitleleri, siyaseti ve üst yapıyı dışarıda bırakan tek yanlı Avrupa merkezli üretici güçler teorisinden de kopmalıyız. Bu teorinin eşitlemeci ve sınırlamalı tarih tezinden de kopmalıyız. Bu yaklaşıma göre, kapitalizm öncesi ekonomik ve toplumsal yapıdaki ülkelerin kapitalizmin vahşi çarkından geçmeden sosyalizme geçiş yapamazdı. Mao yoldaş, Marksizm’e sızan Avrupa merkezli Çin’de yoksul köylülerle devrime, sosyalizme yürüyerek devrim için üretici güçlerin gelişim seviyesinin belirleyici olmadığını gösterdi. İbrahim de Mao yoldaşı iyi kavrayıp pratiğinde cisimleştirdi. Burjuva aydınlanmacı “sosyalistler”, burjuvaziden, milli burjuvazi ve proletarya yaratmasını beklerken, önder İbrahim yüzünü halkların özgürlüğüne ve sırtını tarihe dayayarak yeni bir anlayış geliştirip dönemindeki devrimcilerden ayrıldı. Önder İbrahim’e göre de, diyalektik hareket, artış ya da azalış değil, bizzat sıçramaydı. Mao ( ve önder İbrahim’i) yoldaşı sosyo-ekonomik tahlile ve stratejiye indirgeyip güdükleştirenler Mao’daki felsefi-teorik, ekonomi politik ve bilimsel sosyalizm sacayaklarındaki nitelik sıçramasını kavrayamaz. Bu utangaç “Maoistler”, cenahta cüretlice Maoizm’i inkar edemediklerinden alttan alta içini oyup etkisiz kıldırmaya çalışıyor. Bu ayrı bir yazı konusu olduğundan konumuza geri dönersek; sosyalizm/sosyalist teori, tek başına üretim araçlarının sosyalizasyonuna (toplumsal mülkiyet) ve elektirifikasyona indirgenemez. Ana yönü bu olmakla birlikte kitleler/siyaset ve üst yapıda en az birincisi kadar önemli ve tarihin bazı evrelerinde de ana yöndür, olabilir. Sosyalizm kitlelerin dünya görüşünde köklü bir değişiklik yaratmalı, bilinçlerdeki buyurganlık, esaret, yönetme ve yönetilmeye eğilimli gri halkaları parçalamalıdır. Kitlelerin özgürleşmesi, özneleşerek, komün- konsey- Sovyetler yönetimiyle kendi kendini yönetmesi ve toplumsal bilincinin/kültürünün daha ileri seviyede olabilmesi için önündeki maddi ve manevi zorunlulukları ortadan kaldırmalıdır. Halk özgür değilse ve ekonomik- siyasal- sosyal alanlarda kendi kendini yöneterek devleti sönümlendirmiyorsa; dünyanın süper gücü( bu da emperyal mahiyet taşıyor) olmanız, üretim araçlarının en üst seviyede modernize olması, uzaya ha bire mekik göndermenizin ( hatta merdiven dayamanız ya da uzayda fink atmanızın) kıymeti harbiyesi yoktur. Sosyalist deneyimlerde kitleler, siyaset ve üstyapı es geçildiğinden devrimi yapan kitlelerin enerjileri zamanla eridi ve hayal kırıklıklarıyla karşı- devrimi seyretti. Yarattıkları devrime sahip çıkmadı.

Tam da burada MKP 3. Kongresi’nin önemi ortaya çıkıyor. 3. Kongrenin hareketimizde, genel politik program hattı ve strateji değişimiyle ele alıp daraltmak doğru bir yaklaşım olarak kabul edilemez.  Kongre, MLM felsefe-teoride yenilenme kodlarının bakış açısını da sunuyor. Proletarya ve emekçiler devleti de sosyalist retorikte yeni anlayış ve devleti sönümlendirmeyi esas alan yeni tipte bir devlettir. Proletarya Partisi önderliğinde kitlelerin (proletarya ve emekçilerin) Komün, Konsey ve Sovyetlerle kendi iktidarlarını kendi kendini kademe kademe yönetmesinin önünü açarak devleti tarih sahnesinden çekmeyi amaç ediniyor. Bu doğrultuda her devrim, hedef aldığı toplumsal formasyonu bugünden yarına kurumsallaştırarak ilerler. Kitle, demokratik kurumlarımızı, hedeflediğimiz toplumsal formasyonumuzun, yeni tipte devlet anlayışımızın ve sosyalizm paradigmasını esas alarak, kurumları, proletarya ve emekçilerin yaşam ve demokrasi alanı ve yönetimi anlayışıyla ele alıp dizayn etmelidir. Hukukunu ve işleyişini bu eksende oluşturmalıdır. İleride diğer yazılarda bu konuyu açacağımızı beyan ederek; kültürel değişime dair birkaç vurgu yapalım.

Kültürümüzü de demokrasi anlayışımıza uygun biçimde değiştirme yörüngesine sokmalıyız. Saflarımızda yansımasını bulan iktidar kültürü ve diliyle, eril zihniyet ve anlayışla hesaplaşmalıyız. Sıklıkla kimilerimizin diline ve kalemine pelesenk olan; “kalıba dökmek” ,”doktor hasta” ,”belirleyen belirlenen” , ”mahkum etmek”.. vb. gibi ifadeler buyurgan, üstenci, akıl verici, tepeden bakan, kendini otorite görme kültürünün dışa vurumu ve tezahürüdür.

Bizim yoldaşlarımıza ve halka çelikten kalıplar örme, onları kendimize benzetme, fikir ve kültür mühendisliğine soyunma, tepeden bir düşünceyi dikteyle empoze etme anlayışımız, sekter yöntemlerimiz ve kültürümüz yok. Rotamız ve eylemimiz, dünyayı değiştirme eylemimizle kendimizi değiştirme eyleminin devrimci pratikte çakışması ve bu düzemde, devrim mücadelesini yürütürken doğru-yanlış tartışmasını yürütmek karşılıklı olarak diyalektik öğrenme sürecini yaratmak, değişirken ilişkide olduğumuz öznelerin de değişimine yardımcı olmaktır. Fabrika imalatı kalıplar üretmek insan olma gerçeğine terstir. Tek kalıbın olduğu yerde değişim ve gelişim de olmaz. Düşünce ve kültür empoze etmek mi, bilakis, burjuvazinin ideolojik aygıtlarıyla üretip empoze ettiği yanlış bilinci parçalamasını ve düşünce- kültür ve eylemlerinin yaratıcısı olmalarını öneriyor, bu yanlış bilinci ifşa edip kulvar gösteriyoruz.

“Doktor- hasta” ,”belirleyen- belirlenen”… bu kavramların kültürel arka planda burjuvazinin buyurganlık hegemonyası, eğitim tedrisatının müfredatik ezberciliği bulunuyor. Marksist ustaların kimi yazılarında metafor mahiyetiyle tercih edilen bu kavramlar ne yazık ki zamanla özgünlüğünden koparılarak zihniyet/kültür aşamasına taşınmıştır. Kendisini doktor karşısındakini hasta görenler; teşhis ve tedavi kavramlarını kullananların zihin prizmasında şişkin egolarıyla bütünleşmiş burjuvaziden içkin bürokrat dolanıyordur. Hiza ve nizam sevici bu muhteremlerimiz, kendilerini ölümsüz doğrulara sahip mükemmel varlık görmektedirler. Kusura bakılmasın, mükemmeller tamamlanmıştır, yerleri de mezarlık cumhuriyetidir. Yaşayan her birey çelişik birliktir ve asla mükemmel değildir. Kendilerini “uzman”, ”profesör”, ”doktor” belleyenlerin tek fiske darbesiyle dağıldığına çok tanık olduk. Devrime önderlik etme iddiasında olan her yoldaşımız, her kadromuz ve aktivistimiz eksikler ve yanılgılar taşıyabilir. Bunlarla mücadele ederek değişip gelişir.

Mao yoldaşın; “Yaşım altmış, içimdeki aslan ve maymun kavga ediyor hâla” vecizesindeki, her sosyalist bireyde proleter ve burjuva kutupların hep savaşım halinde olduğunu referans alırız.

Karşısındakini teşhise tedaviye muhtaç hasta olarak kabul edenler, kendilerini külyutmaz otorite olarak tayin ettiklerinden, ezen- ezilen ilişkisinin farklı bir versiyonunu üretir. Cemi cümlenin dergahlarına gelip ilim- irfanlarından öğrenmelerini bekler. Hepsi kendilerine “heykeli dikelecek insanım” payesini biçer. Bilmezler ki tüm heykelleri devrimin kasırgasıyla kırıp yıkacağız. Bu zihniyet öğrenmeye, eleştiriye ve özeleştiriye kapalıdır. Aleme verirler talkını kendileri yerler salkımı. “Hastaları” sandalyeye oturtup ders vermeye, yargılamaya bayılırlar. Kendilerini de dokunulmaz fanuslara kapatırlar. Yoldaşlarıyla ve halkla sıcak, samimi ve birbirinden öğrenen ilişkiler kuramazlar. Haramilerin saltanatına yönelirken halka ve bize sirayet eden kültürlerine, anlayışlarına, yöntemlerine de kitle inisiyatifiyle saldıracağız. BDKP’den öğrendiğimiz derslerden birisi de üstyapısal değişimi şimdiden başlatmak ve kitle insiyatifini öne çıkarmaktır. Yoldaşlarımızın iktidar kültürüne, bunun kültürel tezahürü bürokratizme, buyurganlığa, tepeden inmeciliğe, eril kültüre karşı fikirsel/eleştirel mücadele yürütmelerini, bu tarza ve kültüre geçit vermemelerini salık veriyoruz.

 

 

 

Önceki İçerikAVRUPA KAYNIYOR
Sonraki İçerik100. YILINDA ERMENİ SOYKIRIMI VE YOL ÜSTÜNDE KADAVRALAR!