Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yükselen kadın ve LGBTİ+ hareketine ilişkin değerlendirmelerde bulanan Maoist Komünist Parti (MKP) temsilci ve Kadınlar Birleşik Devrim Hareketi (KBDH) Konsey Üyesi Eylem Hasret, “Erkek egemen sistemlerin, Kadın ve LGBTİ+ düşmanlıkları her politika ve uygulamalarında bir kez daha tüm çıplaklığıyla açığa çıkıyor. Kadınlar ve LGBTİ+ lar , büyük mücadeleler sonucu ve bedel ödeyerek kazandıkları halklarını yine mücadele ve bedel ödeyerek savunuyorlar” ifadelerini kullandı.

Hasret, İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline de değinerek, “İstanbul Sözleşmesinin iptali ve kadın kurumlarının hedef alınıp kadın siyasetçilerin tutuklanması, faşist iktidarın kadın ve LGBTİ+ düşmanı karekterini bir kez daha tescillemiştir. Ayrıca gelişen mücadele karşısında kendi sonunu görmüş olacak ki, iktidar ömrünü uzatmanın hesaplarına girişip pervasızlaşmıştır. Lakin büyüyen öfke çoktan taşmış, faşist iktidar için son görünmüştür.” değerlendirmesinde bulundu.

MKP Temsilcisi ve KBDH Konsey Üyesi Eylem Hasret’in HBDH resmi sitesinde yer alan röportajını öneminden kaynaklı sizlerle paylaşıyoruz.

Kadınlar gerçek özgürlüğe ve kurtuluşa da bu birlik sayesinde ulaşacaklardır”

-Tüm dünyada askeri-politik gelişmeler yaşanıyor. Kadınlar ve LGBTİ+lar bu gelişmelerden direkt olarak etkileniyor. Bununla birlikte yükselen bir kadın ve LGBTİ+ hareketi de var. Hemen hemen bütün eylemlerin en önünde yer alıyorlar. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biliyorsunuz ki son bir iki yıl içinde tüm dünya hakları koronavirüs ile mücadele yürütüyor. Özellikle bu salgının dünyanın en yoksullarını, en ‘alt tabakalarını’ vurduğu sık sık tartışılan bir mesele haline geldi. Büyük bir sağlık sorunu ve bununla beraber ciddi bir ekonomik yoksulluk söz konusu. Pandemi ise şimdi için en can alıcı sorun haline gelmiş bulunmakta.

Pandemi koşullarına rağmen emperyalist-kapitalist sistem para ve kar sahalarına yeni yatırım alanları eklemeyi ihmal etmiyor. Son dönemin önemli belirlemeleri arasında olan ‘krizi fırsata çevirme’ hali, tümüyle ezilenlerin dışında olduğu bir gerçek olup, şu koşullarda en iyi sağlık imkanlarına sahip ülkelerde bile ezilenler doğru dürüst sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor. Aslında bırakalım sağlık hakkından yararlanmayı, sistem sadece bir çarkını (diyelim ki fabrikalarını) bile döndürebilmek için yüz binlerce insanın yaşam hakkını ellerinden alıyor. Pandemi bu anlamıyla sistemsel bir deşifrasyonun da görünür olmasını sağlıyor. Emperyalist gerici sistem pandemi süreciyle birlikte daha görünür olan krizine çözümler üretmek için saldırganlıklarını ve şiddetini daha da artırmaktadır.

Bu saldırganlığın hedefi durumundaki başta kadınlar olmak üzere, dünya ezilen ve emekçi halkları doğaldır ki isyan bayraklarını yükseltmektedir. Her dönem olduğu gibi bu dönemde erkek egemen sistemin en yoğun baskı ve sömürüsü kadınlar ve LGBTİ+lara yönelik olduğundan yine doğaldır ki kadınlar ve  LGBTİ+lar yükselen mücadelelerin en önünde saf tutuyorlar. Sistem en çok da ötekileştirilen kadınlar ve LGBTİ+ların gözünde teşhir olmuş durumda. Erkek egemen sistemlerin, Kadın ve LGBTİ+ düşmanlıkları her politika ve uygulamalarında bir kez daha tüm çıplaklığıyla açığa çıkıyor. Kadınlar ve LGBTİ+ lar , büyük mücadeleler sonucu ve bedel ödeyerek kazandıkları halklarını yine mücadele ve bedel ödeyerek savunuyorlar bu süreçte, yalnız kazandıkları haklarını savunmakla da kalmayıp kendisini sömüren, ezen ve yaşam hakkını elinden alan bu sistemi yıkmayı hedeflediklerini de beyan ediyor ve isyanlarıyla pratikleştiriyorlar bu beyanlarını.

-Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da İstanbul Sözleşmesinin iptali, başta Kürt kadın kurumları olmak üzere kurumların kapatılması, bu kurumların aktivistlerinin tutuklanması gibi gelişmeler yaşanıyor. Bu sürece dair neler söylemek istersiniz?

Saldırıların tümü için tek bir cümle kurmak yeterlidir diye düşünüyorum, ’’beka’’ meselesi. Keza kadınlara ve LGBTİ+lara yönelik saldırılar da bu amaç çerçevesinde kuruluyor.  Yapısı gereği erkek egemen olan, cinsiyetçi olan bu sistemden kadınların ya da LGBTİ+ların haklarını korumasını beklemek şöyle dursun, kadınların geleneksel rollerden kopmasının, LGBTİ+ları tanımasının kendi gelecekleri açısından sakıncalarının farkındalar. Çünkü erkek egemenliğinin yarattığı cinsiyetçilik, onları tam da bu ‘beka’ dedikleri amaca yakınlaştırıyor. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinin ‘dincilere ve tarikatlara’ verilmiş bir armağan olarak görmenin ötesinde, toplumsal rollerin (erkeğin iktidar, kadının öteki olduğu) kendileri gibi partileri nasıl ayakta tuttuklarını bilmektedirler. Dinciler ve tarikatlar olmasa da faşist rejim kadınlara ve kadın haklarına saldırılarda bulunacaktı. Onlar için sokağa çıkan kadın, üreten kadın hatta kendi yaşamını savunan, öz savunma yapan kadın da tehlikeli kadındır. Aile ve fıtrat gereği erkek üstünlüğü korunmak zorundaydı, çünkü kendi cinsiyetçi rejimlerinin devamı ancak bu şekilde sağlanabilirdi. Kısacası oy kapısı olarak gördükleri şey tek başına bir kısım muhafazakar ve tarikatçılar değil, erkek egemenlikli cinsiyetçi çoğunluklardı aslında.

Bu nedenle LGBTİ+lar da kendi cinsel kimliklerini sakladıkları sürece, görünmedikleri, kaçtıkları sürece hedef ıskalasında yer almayacaklardı. Çünkü onlar toplumun iki ‘temel’ cinsiyetini ‘’sapkınlığa’’ sürükleyebilecek en tehlikeli topluluktu. Ailenin değerlerini zedeleyecek, dolayısıyla da cinsiyetçi rejimi doğrudan yıpratacakları için adları bile anılmamalı, dernekleri kapatılmalı, bayrakları yasaklanmalıydı. Halbuki o kadar çoktular ki, bayrakları yasaklansa da gökte yağmur sonraları koca bir bayrak olup açacaklardı. Her eylemde yerlerini alacak, tüm tehditlere rağmen cinsel kimliklerini savunmaktan geri durmayacaklardı.

Kadınlar da Türkiye-Kuzey Kürdistanın dört bir yanında yaşamak adına, erkek devlet şiddetine boyun eğmemek adına, daha güzel daha özgür bir gelecek yaratmak adına sokaklara çıkmaktan ve daha ilerisi polisle çatışmaktan geri durmayacaklardı.

Şimdi için söylenebilecek en anlamlı şey ise, artık kadınlar da LGBTİ+lar da sistemin cinsiyetçi saldırılarından doğrudan paylarını aldıkları için, sistemin çürümüşlüğünden medet ummak yerine birbirine yaslanmanın, birbirinden güç almanın manasını daha iyi biliyor ve bu durumu artık daha esaslı okuyabiliyorlar.

Sonuç olarak, İstanbul Sözleşmesinin iptali ve kadın kurumlarının hedef alınıp kadın siyasetçilerin tutuklanması, faşist iktidarın kadın ve LGBTİ+ düşmanı karekterini bir kez daha tescillemiştir. Ayrıca gelişen mücadele karşısında kendi sonunu görmüş olacak ki, iktidar ömrünü uzatmanın hesaplarına girişip pervasızlaşmıştır. Lakin büyüyen öfke çoktan taşmış, faşist iktidar için son görünmüştür.

-Bileşeni olduğunuz KBDH bir hamle başlattı. Kadınların birlikte mücadele ile özgürlüğü kazanacağını vurguluyor ve askeri eylemlikler gerçekleştiriyor. Kadınların birliği faşizm karşısında nasıl bir anlam ifade ediyor?

Genel olarak, faşizm ve gerici sınıf iktidarlarına karşı demokrasi ve devrim mücadelesinde ezilen halkların birliği bir tercih meselesi değil aksine zorunluluktur. Çünkü devrim; milyonların hareketidir. Devrimin zaferi, ancak bu milyonların egemenlere karşı giriştikleri mücadelede ortak çıkar ve hedefler doğrultusunda topyekün seferber olmasıyla sağlanabilir. Ayrıca sistemi değiştirmeyi hedefleyen devrimcilerin, halk kitlelerinin bugün karşı karşıya oldukları acil sorunlara cevap olması gerekmektedir. İşte yukarıda kısaca değindiğimiz nesnel sürecin, yani faşist saldırıların ve gelişen halk direnişlerinin en temel ihtiyacı birlik meselesidir. Süreç ancak faşizme karşı direnişe geçen halk kitlelerinin mücadelelerini ortaklaştırarak tersine dönebilir ve faşizm yenilebilinir. Kadınlar ve LGBTİ+lar da, gelişen bu sürecin hem en yoğun saldırılarına maruz kalmaları hem de bu saldırılar karşısında geri adım atmayan isyancı duruşlarıyla sürecin en dinamik rolünü üstlendiler- üstleniyorlar. Tabii kadınların direnişlerine güç katan, en etkili faktör, kadınların birlikte mücadele ediyor olmaları diyebiliriz. Faşizm karşısında kazandıracak olan da bu birliktir. Kadınlar gerçek özgürlüğe ve kurtuluşa da bu birlik sayesinde ulaşacaklardır. Bu nedenle bugünden yarına kadınların birliği ilerletilmeli, bugün için faşizme karşı fiili-meşru mücadele ekseninde, geniş bir anti-faşist kadın hareketi yaratılmalıdır.

-Faşist AKP-MHP rejimine karşı mücadelenin boyutları nasıl olmalıdır? Buna dair neler söylemek istersiniz.

Genel olarak var olan eylemlerin, sistemsel itirazlarının geriye doğru çekilmeler yaşamaması öğretici bir anlam taşımaktadır. Faşist sistem zaten kendini korumak adına tüm ezilenlerin sınırlarını daraltma hedefini her yeni süreçte yeniden yapılandırıyor. Her yeni kısıtlama, her yeni hak gaspı halkı iyice o çemberlerin içinde yok etmek için oluşturuluyor. Dolayısıyla geriye doğru atılmış her adım bir mevzinin de kaybı anlamına geliyor. Ezilenler mevzi kaybettikçe faşizm yaşam koşullarını geliştiriyor ve yerini sağlama alıyor.

Sadece sokağa çıkmak da işe yaramıyor. Aslında bakarsanız bu durum da kendi içinde tehlikeler barındırıyor. Özellikle de protestocu tarzlardan ve sıradanlaşan eylemlerden sakınmak gerektiğini vurgulamak gerekir. Sokağa çıkmanın, yasakları tanımamanın, düşmanın koyduğu sınırları geçmenin önemli bir yanı var; ama bunu kitleselleştirmek en temel hedeflerimiz arasında olmak zorundadır. Mücadeleyi ancak yığınların örgütlü mücadelesine çevirmekle başarı kazanılabileceğini, düşmanın saldırılarını örgütlü bir kitlesellikle geriletilebileceğinin bilincindeyiz.

Örneğin borç batağına batmış milyonlarca işsizi ve esnafı, aç kalma kaygısını güden her bir kimseyi ortaklaştırmak, ortaklıktan doğan hareketi de sistemle mücadelede kullanmak için yeterince sebep var.  Aynı zamanda KOD-29 gibi uygulamalarla ve pandemi bahane edilerek işten atılan işçilerin grevlerine ortak olmak, onları sermayenin saldırıları altında yalnız bırakmamak gibi temel görevler edinmek gerekmektedir.

İstanbul Sözleşmesinin iptaline dair kadınların ve LGBTİ+ların geliştirdiği “bu kararı tanımıyoruz” tavrı da sistemin cinsiyetçi uygulamalarına karşı verilebilecek en keskin cevaplardan biridir. Bu cevabı tüm ezilen cinslere ulaştırmak, yaşam haklarının savunulmasının alternatiflerini geliştirmek gerekmektedir.

Yükselen kararlı militan bir mücadele hattı var, bu duruş mutlaka ilerletilmelidir. Dağlarda ve şehirlerde gelişen silahlı mücadele büyütülmeli ve yükselen kitle eylemlilikleriyle buluşmalıdır. Faşist iktidar yıkılacaktır; ancak bizlerin daha fazla sorumluluklar yüklenip, kitlelerle buluştuğumuz ve devrimci savaşımı kararlıca ilerlettiğimiz vakit bu mümkün olacaktır.

-1 Mayıs öncesi mesajınız nedir?

Başta tüm 1 Mayıs şehitleri şahsında devrim, sosyalizm ve komünizm mücadelemizde şehit düşenlerimizi saygıyla anıyor ve mücadelelerini zaferle taçlandıracağımızın sözünü yeniliyorum.

Devrim ve karşı-devrim arasındaki çelişki ve mücadelenin çok yoğun olduğu bu süreçte her alanda, silahlı-silahsız mücadele biçimleriyle 2021 1 Mayıs’ının da emeğin ve insanlığın kurtuluşu için sosyalizm mücadelesinin daha coşkulu, daha kararlı ve daha militanca yükseltileceğine olan inancımızla, bizlerin de üzerimize düşen sorumlulukları yerine getireceğimizi belirtmek istiyorum. Son olarak da dünya proletaryasının emekçi halklarının 1 Mayıs’ını kutluyor ve 1 Mayıs’a yaklaştığımız şu günlerde, fabrika bantlarında ter döken işçilerden, emeğinin karşılığını alamayan köylülerden, erkek egemenliğine karşı mücadele yürüten kadınlardan ve LGBTİ+lardan, eğitim sistemine karşı mücadele yürüten gençlikten, emeğin mücadelesini yürüten halk gençliğinden, ezilen uluslardan, azınlık inançlardan ve daha sayamadığımız devrimin tüm öznelerinden devrim mücadelesine aktif olarak katılmalarını, kendi geleceklerini inşada örgütlenerek savaşmaları çağrısında bulunuyoruz.

Önceki İçerikTKP-ML MK üyesi Güzel: “Halk Tava Gelmiş Demir Gibidir, Örsle Çekiç Olmak Bizim Elimizde!”
Sonraki İçerikMKP dava tutsaklarından 1 Mayıs açıklaması: “Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır”