Kürde bilenen kılıç…

Sadece alınteriyle yaşayan milyonlarca işçi ve emekçinin değil; soyguncu bir hükümet olarak bütün bir ulusun başına mitolojideki ‘Deli Dumrul’ gibi çöken AKP hükümetine ve onun reisine o kadar söz söyledikten sonra, anayasaya aykırı olduğunu bildiği bir yasayı destekleyeceğini söyleyen nevi şahsına münhasır bir politikacı da görmüş olduk!  Demek ki  “bir kerelik” felsefesi sadece tecavüz kutsayıcısı bakan ve hükümetinin felsefesi değilmiş. Bu felsefenin; hükümete sözde muhalefet edermiş gibi rol keserken, tüm hayali, ülkenin soyulma sırasının kendisine geleceği zamanı beklemek olan tüm sistem partilerinin felsefesi olduğunu görmüş olduk. Dolayısıyla iktidar, denetimi ve bilgisi altındaki dini eğitim kurumlarında patlayan yaygın tecavüz dehşeti karşısında,  “Bir kerelik” tecavüzden bir şey olmaz derken ne kadar pişkin ve haysiyetsizdiyse, “anayasaya aykırı olduğu” nu kabul ettiği bir yaşanın çıkması için oy vermek de aynı içerikte, aynı derinlikte haysiyetsizdir.  Birinci saldırının zanlıları hükümet, ikinci saldırının faili de Kemal’dir. CHP’nin başına geldiğinde, bir kişiliğinin olmadığını söylemek istercesine Gandi olmaya özendiyse de bunu başaramadı, çünkü önünde bu ülkede eninde nihayetinde herkesi kendisi olarak ortaya koymaya zorlayan bir gerçek vardır. Bir iki yıldır da, “Benim adım Kemal” çağrıştırması eşliğinde ezberletilmiş “hak hukuk, onurlu toplum, özgür toplum” kavramalarını bir tiyatro repliği tonunda tekrarlayıp duran bu Kemal, ilk adı Mustafa olan Kemal kadar Kürtlerin boynuna inmek üzere bilenmiş bir kılıç olduğunu gizlemeyi ancak buraya kadar başarabildi. Oysa onun hesabı; bilincinde olduğu ve herkesi eninde sonunda kendisi olarak ortaya çıkmaya zorlayan Kürde, ikinci ‘Kemal kılıcını’ indirmeden önce oylarını almaktı.  Her seçimde kendine lakap taktırıp kılık değiştirme uğraşı bundandı. Ne var ki devletin paniğine paralel olarak Kürtlerin kan akışı hızlanıp çığlıkları göğü kaplayınca, onu koltuğa getiren aynı devlet, artık kendin olmak zorundasın dedi.

Ve böylece, sistemin kullandığı şifreli dilin bir cümlesinin daha sırı ayyuka çaktı: Halkın hakkı, canı ve ırzı cehenneme, asıl olan soymaktır;  “Ha gayret” diyen de devlettir!

Biraz geriye saralım; 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonu zamanına… Muhalefet partisi olarak CHP’nin, bir ulusun göz göre göre soyulduğu, milyar dolarların kamyonlarla yerinin değiştirildiği, tepelerin, diyalogların ayan beyan sahiplerini işaret ettiği bu kadar açık bir hükümet suçu varken neden seçmenlerini, kendi haklarına, vergilerine, geleceğine ve üretenlerin biriktirdiği ulusal servetlerine sahip çıkması yönünde sokağa çağırmadığını, şimdiye dek anlamamış olan varsa, işte Kılıçdaroğlu bunun kanıtıdır. Başka herhangi bir ülkede, 17-25 Aralık’ta ortaya çakan yolsuzluk, rüşvet ve soygunun dörtte biri bu açıklıkla ortaya dökülseydi, çoğu ülkede bu hükümet tekmili birden, aynı gün kodeste olurdu. Ama bizde sadece “eleştirmekle” geçiştirildi. Çünkü iktidara gelmeleri halinde tüm sistem partilerin takip ettikleri yol aynı yoldur; halkı ve ülkeyi soymak! Ve bu boyuttaki rüşvet ve yolsuzluk ortaya çıktığında da,  ya bir dış savaş senaryosuyla ya da bir iç tehdit korkusuna bağlanmış “terörizm” aldatmasıyla bir taşla iki kuş vurmaktır. Ancak, AKP bundan fazlasını yaptı. İlkin soygun parasını kuruşuna kadar resmileştirdi. Sonra,  hem devlet cihazını tümüyle ele geçirmek hedefli ideolojik bir polis ve ordu gücü inşa etti, hem de boyun eğmeyenlere savaş açtı… Bugünkü sistem partilerinden CHP ve MHP’nin zaman zaman kavga ediyorlarmış gibi birbirlerine diklenmesi de  ‘Sen yeteri kadar götürdün, artık git de bana sıra gelsin’den ibaret bir dikleşmedir. “TC” devleti denen şiddet ve soygun örgütü, kuruluşundan beri, bir mekanizma olarak kendisini sermayenin çıkarları doğrultusunda çalıştıran hükümet ve partiler ilişkisinde hep böyle sürdürdü.

Şu işe bakın ki, insanlığın görüp göreceği en aşağılık terör örgütü IŞİD’e, halkın vergileriyle üretilen üç bin tıra yakın silah ve mühimmat gönderdiği; rüşvet ve yolsuzluğun batağında debelendiği, ahlak namına paradan başka değer, inanç namına çocuklara tecavüz etmekten başka bir şey öğretmeyen AKP,  sömürüp soymadığı birey, gasp etmediği hak, satılmadık ulusal toprak ve uygulamadığı terör türü bırakmadı.   Kürtlerin evlerini, köylerini, ilçe ve şehirlerini ancak ulusal bir savaşta kullanılacak silahlarla; tank, top ve havanlarla başlarına yıkan, onları kimyasal gazlar ve alev makineleriyle yakan bu hükümetin -ve devletin- zulmüne bir şey demek yerine, kala kala Kürt halkının yaşadığı kıyımı anlatma olanağı bulduğu parlamentodaki temsilcilerine dahi tahammül edememe hali; düşünen ve hisseden her ezilen için büyük bir sentezdir.  Kürtlerin ezilmesi söz konusu olduğunda elbirliği yapan tüm faşist parti ve kliklerin ezilen sınıf ve halklara mesajı gayet açıktır: Ya bu zalim devletin kölesi ve kanlı çarkın hizmetçisi olacaksınız ya da öleceksiniz!

Bu faşist devlet ve onun yönettiği komprador kapitalist soygun düzeniyle sorunu olan her sınıf, topluluk, çevre ve bireyin yapacağı fakat yapmaması halinde köle olarak kalacağı en temel adım; örgütlenmek, birleşmek ve her haklı yol ve araçla savaşmaktır. Zulmün olduğu her yerde başkaldırı sadece bir zorunluluk değil, ortaya çıkarılması için çaba harcanması gereken sosyal bir sorumluluktur da. Diğer yandan, her geçen gün kendini yeniden ve yeniden daha kanlı bir yönetim olarak üreten sistem, ezilenlere karşı tüm klikleriyle birleşik bir direnme tutumu içindeyken, devrimcilerin bu durumu görmezden gelmesi bağışlanamaz bir tutum olur.  Bugün ve bundan sonraki süreç bu kanlı soygun düzeninin altında inleyenleri birlik olmaya ve birlikte davranmaya daha çok zorlayan bir süreç olacaktır. Ezilenlerin kalbindeki acıyı hissedebilen komünistlerin bu yöndeki çabalarını daha derinlere, kitlelerin bağrına taşımaları da hayati bir sorundur.

 

Önceki İçerikHaydar Arğal Dersim’de sonsuzluğa uğurlandı
Sonraki İçerikDemokratik mücadele ve kurumları susturulamaz