‘KÜÇÜK İNSAN’

Maden yaşamının kendine özgü vazgeçilmez yasaları vardır. Bunlara uyulmazsa kaza kaçınılmaz hale gelir. Kömür madenlerinde, kömür çatlakları sürekli olarak metan gazı salgılar. Metan, Tanrı Moloh gibidir, sürekli kurban ister. Kokusuz ve renksiz olduğu için madenciler fark edemez. Eski madenciler, madene girmeden önce, ıslak çuvallarla sarınıp sarmalanmış, babayiğitleri ocağa sokar, metanı yaktırır, sonra ocağa girerlerdi. Yakıcılardan yananlar çok olurdu. Köpek ve kanarya kuşu kullanırlardı. Metanın yoğunlaştığını, kuşun ölümüyle anlarlardı. Ocaklarda metan düzenli bir şekilde dışarı atılmaz ve ocaklara dengeli ve eşit bir şekilde temiz hava pompalanmazsa, küçük bir kıvılcımla grizu patlamasına, patlama da yangına, su baskınına dönüşür. Soma’da gaz kontrol merkezinin ihmali gün gibi açık. 
Türkiye, yer altına ileri teknolojiyi sokmamış henüz. Almanya’da, Essen’e yakın bir yerde, yerin 1200 metre derinliğine indim. Galerilerde yürü yürü git, işçi yok. Dev kömür bantları, kesme ve yükleme makineleri. Her makinede birkaç işçi çalışıyor. Makineler, damar boyunca, pastırma keser gibi damarı kesip şaftlara yüklüyor. Kömür, çıkarma kuyularına nehir gibi akıp gidiyor. Bizde insan ve iman gücüyle çıkarılıyor kömür. Modern makine sistemi olmadığı için karınca katarları gibi akıveriyor yeraltına işçiler. Al sana bir patlama, işin yoksa ölü topla. Normalde, bir işçinin madene sokulmadan önce, en az beş altı ay madencilik eğitiminden geçmesi gerekiyor. Bu yetmez, eğitimin çalışma anında da sürmesi gerekiyor. Eğitimsiz işçinin maden kurallarını ihmal edeceği açıktır. Çalışmak isteyeni deftere yaz, ocağa sok. Olmaz. Bizdeki işçinin, yer altı dünyasında yöneticileri denetleyecek, uyaracak ve de düzenli işçi toplantılarıyla ocaklardaki duruma ilişkin bilgi alıp rapor sunacak sınıf sendikaları yoktur. İşçinin kaderi, maden sahibi ile bir avuç maden bürokratının ellerine terk edilmiş. Bırakalım bunları, bizde kritik ocak noktalarına, tehlike ve felaket anlarında işçinin sığınabileceği, içinde su, yiyecek, oksijen tüpleri, telefon gibi ihtiyaç malzemelerinin bulunduğu, 40-50 kişilik güvenlik evleri kurulmamış. Devletin ve işverenin masraftan kaçındığı gün gibi açıktır. 
Bana öyle geliyor ki Türkiye’de maden işçisi öldüğü zaman hatırlanıyor. Madencinin yaşamı fazla önemsenen bir şey değil bu ülkede. Aydınların, basının ve yayınevlerinin, felaket anları hariç, madencilere ve maden yaşamına uzak durdukları kanısındayım. Behçet Kalaycı, Erol Çatma, İrfan Yalçın başta olmak üzere, Zonguldak’taki işçi yaşamını yazan yazarlardan herhangi birinin bir kitabının, büyük ve ünlü yayınevlerimizden birinde yayınlandığına hiç tanık oldunuz mu? Ben Grizu’yu Metis Yayınevi’ne verdim, “biz köylü kitapları basmayız,” diye okumaya yanaşmadı. Bir arkadaşın ısrarıyla neyse ki okudu, sonuç değişmedi. Daha sonra, İletişim, Can, Everest, İthaki, Sel gibi yayınevlerine başvurduk. Sonuç değişmedi. Red. Bunlardan bazıları hiç okuma tenezzülünde bile bulunmadı. 
İşçiyi anlamak, “küçük insan”ı anlamak zor. Ben anlıyor muyum, emin değilim. Ama davranışı cesur ve büyük olan bir “küçük insan”ı, korkak ve küçük davranışlı bir büyük insana tercih ederim.  

Önceki İçerikKongre Kararlarını kavrayalım kavratalım! (8)
Sonraki İçerikKESK ‘İç Güvenlik Paketine’ karşı alanlara çağırıyor