Kongre Kararlarını kavrayalım kavratalım (9)

‘Tüm uluslar için tam hak eşitliği, bütün ulusların kendi kaderini etme hakkı, tüm uluslardan işçi ve emekçilerin birliği’ şiarıyla devrim, sosyalizm ve komünizm bayrağını dalgalandırıyoruz

Maoist Komünist Partisi 3. Kongresi’ nin önemli ve temel konularından biri de ulusal sorun ve bu bağlamda güncel durumdaki Kürt ulusal sorunu üzerine alınan kararlar ve ulaşılan seviyedir.

Kürt ulusal sorunu, somut ve güncel gelişmelerde oldukça öne çıkan ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da olduğu gibi Ortadoğu’da da ciddi düzeyde gündemi işgal eden özellikleriyle objektif olarak uluslararası bir sorun olarak da aktüalitesini korumaktadır. Ancak Kürt Ulusal Hareketi’nin bağımsızlık ufkundan geri düşerek ideolojik politik yönelimi açısından kırılgan teorik ve pratik gelişmeler içerisine girdiği olumsuz bir durum yaşanmaktadır. Zira Kürt ulusal sorunu, öz olarak bir Kürdistan sorunudur da. Bu arada hemen ekleyelim ki Kürdistan sorunu, Güney Kürdistan özerk yönetimi ve daha da yakın zamanda Batı Kürdistan’da Rojava’daki özerk yönetim olarak somut ve güncel geleşimeler gerçekliğiyle bizzat emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğratılan Kürdistan sorununda Birleşik Demokratik Kürdistan ya da Birleşik Sosyalist Kürdistan şiarına önemli bir zemin bulmuş durumdadır. Günceldeki bütün somut gelişmelerin açık ifadesi olarak dinamik bir Kürdistan ve Kürt ulusu realitesinin program ve yönelimimize de dinamik bir içerik vereceğidir.

Ulusal sorun, sömürge sorunu ve sosyalist devrim

“Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı”nın ayrı bir devlet kurma hakkı bağlamında kendi öz iradesiyle bağımsız devletini kurma hakkı olarak Kürdistan devletini kurma hedefi taşımayan bir Kürt Ulusal Hareketi’nin önemli bir sapma ve kırılganlık gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Bu durum güncelde aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketi’nin birleşik bir Kürdistan şiarını savunmama hususunda da kendini göstermektedir. Nitekim bugün Kürdistan sorununu ele alıp değerlendirirken tarihçesinden bağımsız bir değerlendirmede bulunmak hatalı olacaktır. Bu bakımdan tarihçesine kısaca bir göz atacak olursak.

Emperyalist kapitalist sistem Skeys- Picot Antlaşması’yla, 1917’de dönemin Ortadoğu halkları ve ulusları üzerine bir tanzim ve bölüşüm konseptini hayata geçirdi. Emperyalistler Ortadoğu’da giriştiği bu projeyle bağımlı kukla iktidarlar yaratmış ve aynı zamanda ulusal toplulukları da suni bir biçimde bölerek bağımlı devletler inşa etmiştir. Ulus devlet eksenli bağımlı devletlerin oluşmasına ön ayak olan emperyalizm, ezilen ulus ve azınlık milliyetleri de bu eksende öngördüğü şekilde bu ulus devletlerin insafına bırakarak tarihi haksızlıkları ve ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkını’ gasp ederek ya yok saymasına önayak olmuş ya da hakim ulus ya da azınlık iktidarların diğer ulus ve azınlıkların boğazlamasına sessiz kalarak inkar, imha ve asimilasyon politikalarına güçlü olanaklar sunmuştur. Ulus devlet kapsamında emperyalizme bağımlı devletlerin işlerlik kazanmasıyla bu durumdan en fazla etkilenerek tüm vahşiliğiyle son derece demokratik ve meşru iradesi ayaklar altına alınıp çoraklaştırılan Kürdistan coğrafyası ve tabii ki Kürt ulusu olmuştur. Feodalizm döneminde Kürdistan coğrafyası, Osmanlı ve İran arasında Kasr-ı Şirin Antlaşması’yla ikiye bölünmüş, emperyalist kapitalizmin sermaye ihracı sürecindeki 1900’lerin ilk çeyreğinde yani 1923 Lozan Antlaşması’yla bizzat emperyalistler tarafından onaylanarak yürürlüğe konularak dörde bölünürken, daha da parçalı hale getirilmiştir. Kürt ulusu bu parçalanmışlık kapsamında aynı zamanda yaşadığı her bir parçada ve coğrafyada baskıya ve katliama uğratılarak kültürel soykırıma ve asimilasyonlara tabi tutuldu. Kürt ulusuna mensup olmanın karşılığı olarak fiziki ve kültürel olarak soykırıma ve asimilasyonlara uğramanın gerekçesi haline getirildi. Kürt ulusu, emperyalist efendilerinin de rızasıyla her dört parçadaki işbirlikçi devletler tarafından birbirleriyle yarışacak derecede sonu gelmez ırkçı- faşist bir milli zulme tabi tutulmuştur.

İnkar ve imhaya dayalı tekçiliğin asimilasyonlar ve bağımsızlık hakkının gasp edilerek yok sayılmasıyla iradesi çiğnenen Kürdistan ve Kürt ulusal sorunu, tüm bu tarihsel haksızlığın da bertaraf edilerek bütün uluslar için tam hak eşitliği temelinde bir perspsektifle sorun giderilebilir. Kürdistan devlet yapısı bir hak olarak tanınmadıkça Kürt ulusal sorununun hiçbir çözümü, gerçek anlamda tam bir demokratik çözüm olmayacaktır. Kürdistan’ın ayrı bir devlet hakkının kullanılması bağlamında bağımsızlık talebinden uzaklaşma, ulusal sorunun ciddi düzeyde ufkunun daraltılarak geri ve oldukça olumsuz hatta girildiğini gösterirken, eşit olmayan ve ezen egemen ulusun ayrıcalıklı halinin devamına ilişkin ikna olma durumunu da açığa çıkarmaktadır.

Halklar arasındaki ekonomik ve kültürel eşitsizlik

Çok kutuplu emperyalist dünya konjonktüründe, uluslararası sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak ezilen ulus ve azınlık milliyetler de yeni bir tanzim sürecine dahil edilmek istenmektedir. Ulusal bağımsızlık anlamında sürekli sorunlu bir özelliği olan Kürdistan sorunu, salt Kürt ulusunun ulusal isyanlarına indirgenerek silikleştirilemez. Uluslararası bir sorun haline de gelen Kürt ulusal sorunu, çok kutuplu emperyalist bloklar arası çelişkilerin belirginleşmesine paralel olarak da Kürt ulusal sorunuyla ilgili, kendi çıkarları temelinde bir süreci devreye sokmayı ihtiyaç olarak görmüşlerdir. Bu olgu 1900’lerin son on yılından itibaren bugünlere kadar derinliği daha da artarak devam etmektedir. Kürt ulusal sorununa yönelik de bugün yaşanan gelişmeler uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak yeni biçim verme düzleminde devam etmektedir. Irak işgalinde yaşanan durum kapsamında Kürt feodal ve burjuva sınıfı eksenli Güney Kürdistan gerçekliği bu olguyu da içermekteydi. Aynı şekilde Suriye’de yaşanan gelişmeler ve dizayn edilmekte belirli zorluklar ve sınırlılıklar içeren Kürt ulusunun buna benzer bir statü oluşturma yöneliminde Rojava özerk yönetimi de bu duruma işarettir. Ve Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki somut gelişmeler de aynı şekilde bu olgunun aktif ve güncel olduğunu göstermektedir. Suriye özgülünde emnperyalist çıkar çelişkileri ve nüfuz etme savaşı, ezilen ulus, azınlıklar ve inançlara yönelik baskı ve burjuva- feodal çizgilerin kitlelere etkide bulunduğu oranında tırmanan gerçek anlamda bir çözüm olmayan çözümsüzlük savaşının gelişme içerisinde olduğunu göstermektedir. Batı Kürdistan’da Rojava özerk yönetimi belirli avantajları içerse de buna karşın emperyalist hegamonya eksenli yerli işbirlikçilerin ve özellikle de TC’nin girmiş olduğu inkar ve ezerek statüsüzleştirme girişimleri önemli kırılmalar yaşasa da sürmektedir. Çok kutuplu emperyalist blokların Suriye özgülünde hakimiyet tesisi ve istikrarsızlıklar, sürecin gelişmelerini avantajlar ve dezavantajlar ikileminde özellikler göstererek ilerlemesine yol açmaktadır. Batı Kürdistan’daki Rojava özerk yönetimi önderliğini elinde bulunduran PYD’nin Cenevre Konferansı sürecine dahil edilmemesi gerçekliğini de bu düzlemde görmek gerekmektedir. Cenevre süreci nasıl bir Suriye, nasıl bir bağımlılık ve diyazn olarak tasarlanan sürecin tesisinin bir parçası olarak ele alınmaktadır. Emperyalist dünya sistemine bağımlılık ilişkisi temelinde Kürt ulusal bütünlüğü stratejisinin bir parçası olarak Güney Kürdistan feodal- burjuva iktidarı, uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına ve bu yönelimine tamamen oturmuş bir Batı Kürdistan ilişkileri yaratmak için de işlev görmektedir. Bu temelde Kürt Konferansının bir türlü yapılamaması da bu yönelimin bir türlü yeterince etkin hale getirilemediğine işarettir. Hakimiyet ve kontrol için gerekli gelişmeler olunca emperyalistler için bu olgu aksi yönde güçlendirici olur. Bugün tam ya da esas olarak bu halkaya girildiğini söyleyemeyiz. Türk devleti ve emperyalist güçlerin Rojava gerçekliğini ele alışları, ulusal sorunun çözüm niteliklerini de ortaya koymaktadır. Bağımlılık ilişkisinin kesinlikle perçinlenmesini şart koşmaktadırlar. Bu anlamda müzakerelerinde tasfiye planı olduğu ve hizaya getirme emelinin bir parçası olarak ele alındığı söylenebilir. Kürt ulusu içerisinde PKK’nin etkinliğini kırmak için her yolu denemektedirler. Egemen tekelci burjuvazi tarafından sağlanan bir durum yaratılmak istenmektedir. Gelişen dengeler TC’ nin kısa sürede bu sonuca ulaşmasını çok mümkün kılmamakla birlikte, Kürt şehirli orta burjuva sınıfın bu süreçte daha aktifleştirilip belirli siyasal oluşumların ortaya çıkması kaçınılmaz görülmektedir. Ancak güçlü ve etkili bir bölünme için daha erken bir süreç olduğunu söyleyebiliriz.

TC’nin dolaysız ve açıktan ilhakçılığı ve de biçim değişikliği

PKK’nin etkinliğini tesis etme uğraşı 2013’ün 21 Mart’ın da Öcalan’ın İslam kardeşliği ve hukuka gönderme yapması, akabinde İslam Konferansının gerçekleştirilmesi istemi, devletin yönelimine karşı tersten bir politik süreci örerek İslami dini referansın ulusal sorunu zayıflatmasının önüne geçerek bu güçlerin politik aktörlerini ulusal soruna yoğunlaştırmak ve iradelerini tanıyıp alan açmaktır. Kuzey Kürdistan’da hakim ulus burjuvazisi, Kürdistan sorununa ilişkin tarihi inkar anlayışına devam etmektedir. Kürt’ün, ulusal hakları gasp edilip, tasarruf altına alındığı gerçekliği orta yerde dururken ve Kürt’ün nerde bir kalkışması varsa hemen onu boğma ve güdümüne alma yönelimi devam ettiği süreçte, “çözüm süreci” adı altına Kürt Ulusal Hareketi’ni tasfiye etme, Kürt ulusunun ulusal haklarını kuşa çevirme konsepti yürütmektedir. Bu konseptle Kürt ulusunun demokratik haklarının ve ulus olma haklarının, en alt düzeyde inkarın başka versiyonları biçiminde sürdürülmesi olarak anlaşılmak durumundadır. Bunun adı tasfiye ve ulusal demokratik haklar üzerinde tasarruf hakkı kullanılarak sınır ve standartlarını yeniden düzenleme olarak çözümsüzlük anlamına gelmektedir. Kürt’ün tarihsel olarak en köleci dayatmalar içerisinde yaşamaya zorlanmasını ortadan kaldırmamaktadır. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasındaki burjuvazi, Kürt ulusal sorununun çözümü olarak inkarın biçimi değişikliğe evrilerek devam ettirilmesi yönelimindedir. Haliyle bir eşitlerin çözüm projesi bağlamına değil, burjuva milliyetçi olmakla birlikte çözüm noktalarında burjuva çözümün en dip ve basit başlıklarıyla yaşanmaktadır. Sadece bu köleci dayatmanın dünyanın gelişim ilişkileri içerisinde kabuk değiştirmiş kıstasları minvalinde ele alınmasıdır. Kürt’e reva görülen Kürt’ün uğrana binlerce yıkımı göze aldığı en demokratik hakları değil, Türk egemen sınıflarının ulusal topluluklara reva gördüğü ulusal inkârcılığıdır.

Tarihsel bağlamda Kürt ulusunun varlığının reddinden, devrimci mücadele yoluyla varlığının kabul edilmesi durumuna gelinmiş olması, yüzlerce katliam ve direnişlerin ürünüdür. Bu düzlemde kabulün ileri bir adım olduğu sulandırılan bir saptırma olarak ulusal değer ve hakların kırıntılara rıza gösterilmesi, hangi şart altında olursa ve ifade edilirse edilsin en açık deyimle inceltilmiş şovenizmdir. Vurgulamak isteriz ki, böylesine şoven bir tutum, milli zulmün devam etmesinin nesnel şartlarını ve dayanaklarını örme anlamına gelmektedir.

Bu kapsamda “çözüm projesinin” geleceği yeni bir inkara varmaktır. İnkarın tümden ortadan kalkmasını sağlamadığı gibi içerik olarak da yeni bir durakta yeniden yorumlanarak ve gerçekliğin özünün aşındırılarak manipüle edilmesi ve ezen ulus şövenizmine hizmet temelinde tekçiliğin yeniden üretimidir.

Kürt Ulusal Hareketi’nde gelişen silahlı reformist yönelim “çözüm projesinin” bu yanına ilişkin farkında ve ön görülen anlaşma kıstasları bir statü temelinde belirli haklar elde etmeye yönelikte olsa da, statünün niteliği ve ulusal sorunun köklü çözümüne götürecek perspektiften oldukça uzaktır. Türkiye- Kuzey Kürdistan özgülünde Türk hakim sınıfları statüsüz yaşamı dayatırken, silahlı reformist Kürt Ulusal Hareketi olarak PKK ise statü yaratma yönelimi ve pratiği içerisindedir.

Kürt ulusu, tarihten beri statüsüz yaşayan uluslardandır ve bu durum gerçektir. Kuşkusuz köle biçiminde yaşamı dayatmaktan belirli statüyle kopmak olumlu bir gelişmeyi ifade etmektedir. Aynı şekilde Maoist Komünist Parti olarak, diplomasi ve burjuvaziyle görüşmeler siyasetine de karşı gelinmemektedir. Aksine diplomasinin, temel hakları yemesine ve tek tek görüşmeler yerine, görüşmeler siyasetinin ana halka olarak görülerek uygulamaya geçilmesine ve Kürt ulusunun son derece demokratik ve meşru talepleri ve haklarının masada müzakare edilmesine karşıdır. Çok açık ki Türk hakim sınıflarının statüsüzlük dayatmalarına karşın, niteliği zayıf bir ulusal statü talebi düzeyine geri çekilmek, ulusal sorunun gerçek çözümü noktasında yanlış bilinç ve zihniyetin oluşmasına ve çeşitli manipülasyonlara yol açmaktadır. Temel hak eşitliği ilkesinden uzaklaşmak ne denirse densin proje ve uygulama olarak Kürt ulusal sorununun çözümünde eklektik oportünizmin ve şövenizmin süregitmesine yarayan bir yana sahiptir. PKK’nin girdiği yönelim, esasında takındığı tutum, dönem dönem yanılsamaları güçlendirerek egemen sınıfın niteliğinin kitleler tarafından doğru anlaşılmasını çarpıklaştırmaktadır. Bu kapsamda PKK’nin mevcut yürüttüğü silahlı mücadele de statünün bu geri biçiminin icra edilmesi için devrededir. Silahlı reformist yönelimi eleştirmekle birlikte ortaya çıkan doğru bir gerçek ise Türk hakim sınıflarının milli zulmü ve inkarını kırmada silahlı mücadelenin nasıl temel bir turnusol görevi gördüğü gerçekliğidir. Zaten başından beri Türk hakim sınıfları, PKK’nin silahlardan arındırılıp “eve dönüş” projesinin ana hedef olarak tasfiye planının temel bir halkası olarak telakki etmektedir. Bu perspektifle tasfiye süreci olarak “çözüm süreci” konseptiyle silahların etkinliğinin ortadan kaldırılarak adımların atılacağı yanılsamasına sokulmak istenmektedir. PKK ise haklı olarak belirli statünün kabulünde silahsızlanmanın en son aşama olduğunu dile getirmektedir. Fakat bu duruma karşın, reforma sıkıştırılmış bir ulusal talep için mücadele ufku, siyasal perspektif ve uygulama düzlemi ihtiyacı olarak oldukça yetersiz ve geri bir durumdur.    

Ulusal sorunda proleter siyasetin temel ilkeleri

Bir burjuva iktidarı olarak TC faşist karakteri içerisinde sürmekte olan bu zulüm türlerinde belirli hafiflemeler bu iktidarı demokratik kılmaz-kılamaz. Mevcut toplumsal yaşamda sınıfsal kategoriler üzerinden yükselen devlet gerçeği ve bunun egemen sınıf çıkarları biçiminde içerik ve biçim özellikleri, bu alanda kısmi biçim değiştirirken, yeni inkar çizgisine gelmesi onu demokratik kılmaz. Demokrasi ezilen sınıf ve ulus, milliyetler, inançlar bağlamında genel sorun olarak devam eder. Bu bağlamda halkların çıkarına bir sürecin oluşması, egemen komprador tekelci burjuva sınıfın iktidardan devrim yoluyla indirilmesini şart koşmaktadır. Demokrasi sorunu bu coğrafyada tek bir kesime indirgenemez ve onun üzerinden tanımlanamaz. Reformlar için mücadele edilmesiyle köklü devrimsel sürece bağlı reformlar için mücadele edilerek devrimci sıçrama sürecinin rehberliğinde mücadele yürütülmesi ayrı ve farklıdır. Düzen sınırlarında durmak dünya devrimi ve dünya ezilen halkları ve uluslarının kurtuluş sürecine karşı uygun olamayan, aynı zamanda kapitalist restorasyonun kuvvetlenmesini, ağırlıklarını çözerek yeni pervasız yönelimlere girişmesine hizmet eder.

Proleter dünya devriminin bir parçası olmak, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da iktidar gücü olan emperyalizme yarı- sömürge temelinde bağımlı komprador tekelci kapitalizmi devirmekle cevap bulabilir. Bunun dışında yürütülen reformist mücadele, burjuvazinin yeni şartlarda nefes almasını kolaylaştırıp sömürü yürüyüşünde yeni biçimler edinilerek konu özgülünde tekçiliğin ve eşitsiz koşulların devam etmesi anlamına gelmektedir. Bu kapsamda PKK’nin toplumsal proje olarak telakki ettiğinin, reformizm ve halihazırdaki silahlı biçiminden dolayı da silahlı reformist hareket olarak tanımlamanın doğru ve bilimsel olduğu gerçekliğidir. 

Dünya genelinde uzak ve yakın tarihsel süreçler incelendiğinde emperyalistlerin çözüm adına ulusal sorunları çözümsüzlüklere ittiği inkar ve imhaya sürükleyerek çeşitli argümanlarla yine çözüm adına eşit olmayan koşulların dayatılarak hegemonyalarını sürdürdüklerini rahatlıkla görebilir ve anlayabiliriz. PKK’li dostlarımızın da bu tarihsel süreçten doğru sonuçlar çıkarması gerekmektedir.

Sermayenin uluslararası karakterinin bölge ve ülkelerde daha yoğun olarak işlerlik kazanması milli olguda değişimlere sebebiyet verip bağımlık ölçütlerinde var olma düzlemini derinleştirmiştir. Milli burjuvazi olarak telaffuz edilen sermayedar kesimi orta burjuva biçiminde sermayenin uluslararası gücünün uzantısı olmuş bağımsızlık duruşunu kaybetmiş eklemlenerek var olma yönelimine girmiştir. Bu realite devlet kuramamış ulusların ulusal hareketlerine sirayet ederek onları burjuva reformist eksene çekip silahlı ve silahsız burjuva hareketler olarak biçimlenmiştir. Bu nesnel duruma karşın, ulusal demokratik hakları desteklemek ve savunmak noktasının da geri tutum takınılamaz. bizzat emperyalizmin kumandasında olmayan devrimci komünistlerle ilişkilerinde demokratik tutumlarını sürdüren ve devrimci komünistlerin ajitasyon ve propagandalarıyla örgütlenme faaliyetlerine engel olmayan ulusal hareketlerle ortak birlikler ve taktik eylemlerin oluşturulmasında engel bulunmamaktadır.

Maoist hareket ulusal sorunu ve uygulanan mili zulmü doğru tespit eden bir teorik çerçeveye sahiptir. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın ulusal soruna ilişkin belirlemeleri Türkiye- Kuzey Kürdistan açısından en ileri kavrayışı temsil etmektedir. Ulusal soruna ilişkin sosyalist çözüm yönelimi olarak geniş bölgesel özerlik ve yerel kendi kendini yönetim projesi, burjuva medeniyetçi-cumhuriyetçi paradigmadan en ileri kopuşu ifade etmektedir. Maoist Komünist Partisi, bölgesel özerklik ve kendi kendini yönetim anlayışı,ekonomik, sosyal ve nüfus bileşeninin sonucu olarak geniş bölgesel özerlik, yine bunların içerisinde yerel kendi kendini yöneten ve bura halkının öz yönetim araçları meclislerini savunmaktadır. Bu anlamda ulusal ve azınlık milliyetler sorununda demokratik çözümün ileri bir mevzisi durumundadır.

Elbette PKK’nin Kürt ulusal haklarında ortaya sürdüğü talepleri biz de sahiplenip desteklemekteyiz. Ancak PKK’nin çözüm projesi olarak ortaya sürdüğü demokratik özerlik projesine karşı olmamakla birlikte, ulusal sorunun çözümü noktasında çok açık ifade edelim ki oldukça yetersiz görüyoruz. Bu haklı talepleri desteklemenin ötesine giderek Maoist hareket olarak doğru çözüm projemize ve teorik yönelimimize bağlı olarak, Kürt ulusal kurtuluş sorununa ilişkin kendi yönelimimizi esas olarak pratikte örgütleme sorunu önümüzde ertelenemez bir görev olarak durmaktadır.

MKP 3. Kongresi, ulusal soruna ilişkin de somut bir yönelime girerek özel ve özgün programın yaratılmasını karar altına almıştır. Bu anlamda genel sosyalist programımız çerçevesinde ulusal soruna ilişkin özel bir programımız olacaktır. Partimiz Kürt ulusal sorunu ekseninde pratik faaliyetini bu özel program çerçevesinde sürdürecektir. Bu çerçevede MKP 1. ve 2. Kongrelerinden sonra teorik ilerleyişte 3. Kongre genel teorik doğrunun ifadesi anlamında teorinin izahına uygun olarak ayaklarını yere oturtmuştur. Bu perspektiften hareketle özel ve özgün programlar MKP’nin daha güçlü anlamda ulusal sorunun bütün burjuva çözüm yönelimlerine karşı sosyalist çözüm bayrağını daha güçlü olarak kaldırmaktadır.

 

 

    

Önceki İçerikOrtadoğu girdabında Irak sancısı ve IŞİD gerçeği!
Sonraki İçerikKADININ MÜCADELESİ KURTULUŞUNA UZANACAKTIR!