KÖLELİK VE EFENDİLİK RUHU

68 gençliğine sürekli telkin edilen bir anlayış vardı. “Demirel’e ve Onun İç İşleri Bakanı Faruk Sükan’a bağlı polisle çatışın ama orduyla çatışmayın.” Eylemlerde genellikle bu anlayış uygulandı. “Burayı işgal eden polis gitsin, asker gelsin,” taleplerine çok tanık oldum. 15-16 Haziran büyük işçi hareketi anında Dev-Genç, “Ordu işçi el ele!” diye bağırıyordu. “Ordu” sözcüğünün yerine “asker” sözcüğünü bile koymak istemiyorlardı. Sonuçta ordu, işçi hareketini ezdi. Bundan ders çıkarıldı mı sanmıyorum. Sinan Cemgil’in gerilla grubu Nurhaklarda pasif savunma çizgisi izliyor, ordu ile yüz yüze gelmemeye çalışıyordu. Hedefi Amerikan üsleriydi. Ordu tespit etti yerini. Yok etti.
Şimdi bakıyorum da Kürtlere aynı şeyi öneriyorlar. “Kaçın gizlenin, sakın orduyla çatışmayın!” Pasif savunma yani. Devlet, Suruç katliamını tezgahlayarak Kürtlere ve tüm devrimci demokratik güçlere karşı topyekun bir savaş başlattı. Haksız, gerici bir savaş. Erdoğan, sonuna kadar savaş diye bağırıyor her konuşmasında. Herkesi tehdit ediyor. Bu çığırtkana karşı önerilen şeye bakın: Kaçın gizlenin, sakın çatışmayın. Topyekun, haksız bir saldırıya karşı, gerçek kalıcı bir barış için, her alanda direnme önerilmiyor. Tüm devletlerin anladığı biricik dil, direnme dili eleştiriliyor.
Kürde, al silahını çek git, burası devletin bin yıllık alanıdır denildi. Kürt de silahını aldı gitti. Giderken şunu diyemedi. Keko, bura benim yaşam alanım, niye gideyim? Bu bir geleneğe yol açtı tabi. Şimdi Kürtlerin bir bölümü de dahil, bir yığın insan, al silahını, çek git diyor. Kölelik ve efendilik ruhu içselleşmesin bir kez, içselleşince laf anlatmak zor.
Demirtaş’ın, her iki tarafın da karşılıklı olarak ateş kes ilan etmesi önerisini pasif savunmacılar eleştiriyorlar. Savaşan iki taraf vardır. Bu bir savaştır ve öneri doğrudur.
Savaş ve barış isteyen güçlerin siyaset sahnesinde, şu anki mevzilenişine bakalım:
Savaş isteyen güçler: 1-Ordunun şahin, AKP’nin ise Saray kanadı, 2-MHP ve benzeri küçük partiler, 3- Kemalist güçlerin sağ kanadı.
Buna bir bütün olarak devlet güçleri veya resmi devlet diyebiliriz. Mevcut politikalarını şöyle formüle ediyorlar: “Teröre karşı, silahların toprağa gömülmesine ve üzerinin betonla kapatılmasına kadar savaş.
Barış isteyen güçler: 1-HDP ve yakın müttefikleri, 2- Kemalist güçlerin sol kanadı ile diğer demokratik güçler, 3-Alevi örgütleri ve sol kanat sendikalar.
Bu güçlerin bir bölümü, “karşılıklı ateşkes ve süreci sürdür,” talebini ileri sürerken, diğer bölüm, direniş güçlerinin ateşkes ilan etmesini ve silah bırakmasını talep etmektedir.
Peki halkın durumu nedir? Küreği derine saplamaya hiç gerek yok. Halkın çoğunluğu barıştan yanadır.
Bu zemin üzerinde, aklım ve sağ duyum eğer beni yanıltmıyorsa, şu noktalarda ısrar etmek gerekiyor:
1- Barışta ısrar etmek. Halkı, barış gösterileri için sokağa yönlendirmek.
2- Savaşan tarafların orman ve TIR yangınları, köy bombalamaları gibi sivil hedeflere yönelik saldırıları karşısında açık, eleştirel ve hesap sorucu bir tavır içinde olmak.
3- Tam hak eşitliği temelinde bir anlaşmayı savunmak ve savaşan tarafları anlaşma masasına oturmaya zorlamak.
4- Ortadoğu gibi bir bölgede, ezilen bir ulusun, dişlerine kadar silahlanmış diğer uluslar karşısında, bunların saldırıları karşısında, meşru müdafaa hakkına sahip olduğunu; ezilen ulusu tek taraflı olarak silahsızlandırma, savunmasız bir duruma düşürme temelinde yapılacak her anlaşmanın, yeni, incelikli bir esaret biçimine yol açacağını dillendirmek.
5- Bölgede yaşayan halkların isteklerini dikkate alarak, tam hak eşitliği temelinde birlikte yaşamayı savunmak. Bu noktadan hareketle, Kürt Ulusu’nun bugünkü talebine, demokratik özerklik talebine saygı göstermek; Kürt direniş güçlerinin, kurulacak demokratik özerk cumhuriyetin savunma gücü haline getirilmesi talebine saygı göstermek.
6- Eğer Kürt Ulusu ayrılmak, bağımsız yaşamak istiyorsa ( ki bugün böyle bir talebi yok), onun bu hakkına saygı göstermek; bu hakkın kullanılması önünde herhangi bir engel çıkarmamak.
Aklımın gerçek barışı ışıldatan noktaları şimdilik bunlardır. Yanılabilir de. Yıllarca savaşan, küçük kırıntılar karşılığında uzlaşma masasına oturup uzlaşan ve bitip tükenmez acıların yoklukların sürmesine soldan destek olan Latin Amerika yönteminin kalıcı bir barış getireceğini sanmıyorum. Kalıcı barışı getirecek olan, doğru olan, Vietnam yöntemidir. Nedir bu yöntem? Şudur: Temel haklarda ısrar, direnmede ısrar, barışta ısrar.  
Direniş güçleri, çeşitli milliyetlerden halklara, söylemde ve pratikte şu mesajı vermek zorundadır: 30 yıldır süren Kürt direnişi, Kürt halkının kitlesel desteğini kazandı, onu artık yenmek hayaldir. Direnişin silah bırakması veya kendi topraklarından çekilmesi temelinde yapılacak bir anlaşma, ulusal esaretin, farklı bir biçimde sürmesi demektir, kabul edilemez.
Devlet, Kürt direnişini yok edeceğim amacıyla Suruç katliamını tezgahlamış ve genel saldırıya geçmiştir. Bu genel saldırıya karşı en doğru taktik, topyekun aktif savunmadır. Bir bölüm solcu aydının, pasif savunma önerisi, direnişi büyük kayıplara uğratır ve onu etkisiz hale getirir. Savaş alanındaki her başarı, kendini diplomasi masasına yansıtır. Kürtlerin doksanlı yıllardaki direnişleri çetin olmasaydı, devlet görüşmeye yanaşmaz ve Kürt halkı da yüksek moralli bu kitlesel destek performansını gösteremezdi.

Önceki İçerikKarşı-devrimci saldırı süreci devrimci savaşla yanıtlanmak durumundadır
Sonraki İçerikSURUÇ VE SORUMLULUKLARIMIZ