Cumhurbaşkanı seçimi adı altında halk, feodal despotizmin Ortaçağ karanlığından kalma “kırk katır mı, kırk satır mı” tercihiyle karşı karşıya bırakılmış durumda. Bir yandan 12 yıldır ülke yönetimini sultanlık hayranlığı içinde şeriaatı adım adım örgütleyen “yeni Osmanlı” cıların temsilcisi baş çalan Erdoğan, diğer yanda ırkçı Aydınlar Ocağı’nın yılmaz militanı, Türk- İslam sentezinin ideoloğu ve Dünya İslam Konseyi’nin başkanı Ekmeleddin İhsanoğlu. MHP’nin, CHP’nin, BBP’nin kısacası ne kadar ırkçı, faşist parti ve sivil kitle örgütü varsa onların ortak “çatı” adayı. Aynı hamurdan yoğrulmuş bu iki adaydan birinin eline sopa, diğerinin eline havuç tutturulmuş. İyi polis, kötü polis rollerindeler.
12 Eylül askeri faşist cuntasından bu yana devlet, özel olarak ırkçı Aydınlar Ocağı’nın önde gelen kadrolarını devletin kilit noktalarına yerleştirmiş, tarikatların ve radikal İslam örgütlerinin rahat örgütlenmelerine olanaklar sunmuş, hatta ülke içindekilerle yetinmeyip Avrupa’daki tarikat ve dini kurumlara devletin kasasından özel ödenekler ayırarak o günlerden bugünlere gelinmiştir. Bu, feodal despotizmin devlet içindeki gücünün açık ifadesi oluyor.
Baş çalan Erdoğan, gözü doymasa da çalıp çırptıklarının yanına kar kalması için, kendisini ve yakın çevresini garantiye almanın sigortası olarak görüyor cumhurbaşkanlığını. Hiçbir diktatörlüğün, hiçbir krallığın ömür billah sürmeyeceğinin bilincinde ve en önemlisi de saltanatın sonuna doğru gelindiğinin farkında. Bu yüzden ne edip edip bir beş yıl daha çalmanın peşinde. Bu saatten sonra parti falan onu çok da ilgilendirmiyor. Zaten artık AKP için yolun sonu yavaş yavaş görünür oldu. Karanlık tünelin öbür ucundaki ışık, karanlığın göbeğine düşmeye başladı. Bu ışık, Gezi’nin, Soma’nın, öğrenci gençliğin, farklı inanç guruplarının korku tünelini yıkan ışığıdır. Kendiliğinden yükselen bu ışık dağın heybetine ve diyalektik bilimin öncülüğüne muhtaç bir ışıktır. Öte yandan karanlık tünele sızan hakim sınıfların kendi aralarındaki dalaşın yarattığı kıvılcımlar var. Bütün bunlarla birlikte, emperyalistlerin Ortadoğu’daki politikalarına uşaklık edecek yeni zevatlara da ihtiyaç var. Yönetenlerin yönetemez, yönetilenlerin de önemli derecede yönetilemez duruma geldiği bu süreçte aynı hamurdan çıkma Ekmeleddin’e, halkın devrimci mücadelesi tekmeletilmek isteniyor. Kısacası kitlelerin isyan ruhu törpülenmeye çalışılıyor.
Üçüncü aday, yani HDP’nin, Kürt Ulusal Hareketi’nin adayı Selahattin Demirtaş. Kuşkusuz ezilen bağımlı ulusa mensup olması, ezilmişliğin, yok sayılmışlığın yarattığı demokrat kimliğiyle diğer iki adaydan ayrılan bir aday. Ama öyle görünüyor ki bu adaylık tavrı, AKP’yle pazarlığı sıklaştırma tavrına benziyor. AKP’nin somut olarak hiçbir şey sunmayan sözde “çözüm paketinin” alel acele alt komisyondan geçirilmesi pazarlığın açık ifadesi olarak görülüyor. Ulusal Hareketin temsilcileri bu durumdan memnun gibi görünüyor. Çünkü en azından sorun, taraflardan biri olan devletin resmi olarak işin içine girmesi anlamına geliyor. AKP, bu belirsiz çözüm oyunlarıyla Kürt halkının oylarını garantilemek istiyor. Eğer birinci turda seçim sonuçlanmazsa, ikinci turda hep birlikte olup bitenlerin tarihi tanıkları olacağız.
Ne demiş Mevlana: “ Bir cümle yeter sözden anlayana, destan yazsan fark etmez laftan anlamayana.” Yıllar öncesinden beri Kaypakkaya ve Onun ardılları ‘CHP için faşist diktatörlüğün temsilcisi, faşist bir partidir’ diye sayfalarca yazdığı yazılara karşı çıkanlar, bugünü nasıl değerlendirir bilinmez. Ama özcesi halkımız ne kırk katıra, ne de kırk satıra layıktır. Halkımızın adalete, insan haklarına, eşitliğe ve insanca yaşayabilme ortamına ihtiyacı var. Bu ortamın yaratıcıları da kesinlikle bu Ortaçağ karanlığının temsilcileri olamaz.