Ortak hareket ve birliklerin gerçekleştirilmesinin sorunsuz düz bir süreç olarak algılanıp basite indirgenmesi hayal edilemez-edilmemelidir. Ancak bu gerçeğe rağmen, sosyalist, devrimci, ilerici güçlerin ortak düşmana karşı ortaklaşan savaşımda bir araya gelip güçlerini birleştirmeleri ve ortak eylemde bulunmaları da bir zorunluluktur. Bu zorunluluk devrimci kaygılardan beslenen bir zorunluluktur. Dahası sorun ve zorluklarına rağmen, sınıflar arası mücadelede devrimci sınıf güçlerinin ortak düşmana karşı mücadele zemininde bir araya gelmeleri reddedilemez bir görevdir. Bunda ideolojik mücadele öncelenerek siyasi mücadele ötelenemez. Siyasi sınıf düşmanlarına karşı siyasi savaş esas, sınıf etkilenmeleri ve sınıf tezahürünün bir sonucu olan ideolojik mücadele (yok sayılmama şartıyla) ikincildir. Ki, ideolojik mücadelenin daha da netleşip keskin ayrışımlara oturmasının en gerçek zemini keskin siyasi savaş şartlarıdır
Ortadoğu eksenli olma kaydıyla dünya ölçeğinde yoğun ve hızlı gelişmelerin yaşadığına tanık olmaktayız. Öyle ki, mevcut çelişki ve gelişmeler takip edilip tavır takınılmaya zaman tanımayacak kadar hızlı değişmekte, bir gün içinde başka bir niteliğe bürünmekte, daha ileri gelişmeler boyutuna taşınarak rutin dışı aksiyonlar kaydetmektedir. Emperyalist bloklar arası çelişki ve çatışmalardan, bu çatışmaların keskinleşmiş düzeyinden bağımsız olmayan söz konusu tarihsel süreç ciddi gelişmelere gebe olup, önemli siyasi gelişmelere uygun koşullar ve elbette uygun devrimci şartlar barındırmaktadır. Emperyalist strateji ve çatışmalara kayıtsız ve alakasız olmayan, aynı zamanda Ortadoğu gelişmelerinden tecrit olmayan Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın da konjonktürel şartların atmosferinde olup aynı koşul ve özellikler taşıdığını, daha da önemlisi Kuzey Kürdistan’da cereyan özel koşulları açısından daha ağır ve keskin bir süreçten geçtiğini söylemek yetersiz değilse, tam isabettir. Gerek hâkim sınıflar(devlet) cephesinde ve gerekse de devrimci sınıf hareketi cephesinde dinamik bir sürecin yaşandığı ve devam edeceği, sıra dışı bir sürecin aktüel olduğu ve olacağı bilinmek durumundadır.
Özellikle Suriye çatışmasında “çözüm” arayışlarının Cenevre Görüşmeleri’nde açıkça başarısız kalması ve bu başarısızlığın arkasında yatan emperyalist hegemonya çatışmasının yol açtığı derin gerçek, emperyalist paylaşım savaşı tehdidi olarak büyük felaketlere kapı aralayan dinamik durum olarak insanlığın karşısında durmaktadır. Suriye’de emperyalist gerici çıkarlar uğruna yol açtıkları ve bizzat yaşattıkları gerici çatışma ve savaşla mal oldukları büyük insani dram ve acılar emperyalist haydutlara yetmedi ki, şimdi bir dünya savaşına hazırlanmakta, bu savaştan söz etmekte ve alenen dile getirmekten çekinmemektedirler. Suriye’de planlanan kara operasyonu kimi emperyalist haydutlarca bir dünya savaşının patlak vereceği son damla olarak değerlendirilirken, diğer emperyalist haydutlar hegemonya ve nüfuzları uğruna bundan geri durmamakta, insanlığı felakete sürüklemekten beis duymamaktadırlar. Duymamaktadırlar çünkü emperyalist sistem veya emperyalist gericilik ve emperyalizm tam da budur: Savaş, kriz, bunalım ve buhran… Ne ki, her emperyalist paylaşım savaşı sürecinin büyük insani kıyımlara yol açmasının yanı sıra, emperyalist gericiliğe karşı devrimci sınıf iktidarları ve ulusal bağımsızlıklara yol açan devrimci sınıf ve ulusal kurtuluş savaşlarıyla sonuçlandığı unutulamaz. Bir avuç kan emici haydut, gerici çıkarları uğruna toplumları kana boğup kan gölüne çevirirken buna karşı başkaldırı ve uyanışın gündeme gelmemesi tasavvur edilemez. Nasıl ki, diğer emperyalist paylaşım savaşları devrimlere ve devrimci iktidarların doğmasına yol açtıysa, bugün de aynı toplumsal patlamalar ve devrimci değişimler kaçınılmaz olacaktır. Dünyada yaşanan gerici çatışma ve savaşların, dolayısıyla ezilen ulus ve emekçi halkların yaşadığı büyük acıların kaynağı ve yaratıcısı emperyalist dünya gericiliğiyken, bu gerici çatışma ve savaşların sonuçları da buna kaynaklık yapan emperyalist gericiliğe fatura edilecek-olacaktır…
Yukarıda özetle işaret edilen bu koşullarda devrimci sınıf mücadelesinin temel bir ihtiyaç olup evrensel olarak tayin edici rolde durduğu açıktır. Aynı biçimde bilinçli sınıf hareketinin tarihsel sorumluluk ve görevlerle karşı karşıya olduğu da ortadadır. Elbette sınıf mücadelesi salt bilinçli sınıf hareketinin karşı karşıya olduğu sorumluluk ve görevlerle sınırlı dar bir alan değildir. Bilinçli-örgütlü sınıf hareketinin yanı sıra, biçimsel açıdan özgünlükler taşıyan değişik çelişkiler zeminindeki toplumsal muhalefet ve dinamikler, somut siyasal süreçte demokratik mücadelede çıkarı olan ve onunla bütünleşen etnik, inançsal ve cinsi ayrımcılığa karşı ve bu ayrımcılığın mağduru olan, aynı zamanda çevreci-yeşilci, doğacı vb. tüm güçler de aynı yelpazede yer almakta, süreçte rol oynamaktadırlar. Sınıf mücadelesi stratejik yerde duran ve son tahlilde tayin edici eylem de olsa, mücadele süreçlerine, toplumsal ve ulusal çelişkilere ve baskılara bağlı olarak ilerici rol oynayan tüm güçler somut tarihsel koşullarda rol oynar ve devrimin müttefiki olarak anlam kazanırlar. Dünya ölçeğinde bu müttefiklik anti-emperyalist, anti-faşist harçla karılırken, dünya gericiliğine tabi tek tek gericiliklerde-parçalarda müttefiklik zemini somut olarak içerik kazanır, kazanmalıdır. Büyük-küçük, devrimci-demokratik, sınıfsal-ulusal gibi nitelik ve nüanslar öne çıkarılmadan bütün bu dinamiklerin verili toplumsal ilerleme veya değişim sürecinde sınıflar mücadelesi lehine rol oynayacağı, oynaması gerektiği bilince çıkarılarak buna uygun adımların atılması sürecin önemli görevlerindendir. Zira bu güçlerin ortak zeminde buluşturulması doğrudan sınıf mücadelesinin geliştirilmesi ve sınıf mücadelesinin bir konusudur.
Sınıf mücadelesi ve birleşik mücadele
İster sosyalist-devrimci, ister demokratik-ilerici nitelikteki dinamikler olsun, ister büyük siyasi-örgütsel hareketler ve isterse de küçük örgütsel güçler olsun, hepsinin ortak mücadele zemininde görece birleştirilmesi hiçbir kaygı ve dar yaklaşıma prim verilmeden gerçekleştirilmesi gereken önemli bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç tek tek her parçada somut olarak ele alınıp biçimlendirilmesi gerektiği gibi, uluslararası örgütlenmede-örgütte de somut karşılığa kavuşturulmak durumundadır. Uluslararası komünist birlik, uluslararası devrimci birlik ya da anti-emperyalist cephe gibi enternasyonal örgütlenmeler ve kuşkusuz ki bunların bölgesel örgütlenme biçimleri tarihsel ödev olarak öne çıkmaktadır. Elbette aynı ihtiyaç her coğrafya somutunda da ülke ölçekli birleşik örgütlenme zemininde; cephe, ittifak ve eylem birliklerini oluşturmada karşılık bulur-bulmak durumundadır. Emperyalist dünya gericiliği ve tek tek parçalardaki hâkim sınıflara karşı daha etkin bir mücadelenin sergilenerek proletarya ve geniş halk kitleleri cephesinden güçlü bir karşı koyuşun hayata geçirilmesi için bu güçlerin sığ yaklaşımlara düşülmeden birleştirilmesi devrimci görev ve zorunluluktur. Dahası, tarihsel bir sorumluluk ve görevdir!
Bu görev ve ihtiyacın salt emperyalist paylaşım savaşı veya bu tehditten doğmadığını belirtmekte özellikle fayda vardır. Gerek uluslararası örgütlenmeler ve gerekse de ulusal çapta sağlanacak ortak mücadele kurumları tamamen devrimci sınıf savaşının stratejik ihtiyaçları, somut çelişkiler bazında anlam kazanan devrimci araç ve mücadeleler bakımından tüm devrimci mücadele boyunca gereklilikle geçerlidir. Geniş halk kitleleri ve sınıfın birleştirilmesi, devrimin kendi güçleriyle buluşturulması ve devrimci iktidarların dinamikleri üzerinde yükselmesi için bu ittifaklar, birlikler, ortaklık ve cepheler zorunlu olup her aşamanın görevleri durumundadır. Dolayısıyla, gerek uluslararası ölçekte ve gerekse de ulusal çapta doğru bularak önerdiğimiz cephe, ittifak ve eylem birlikleri ya da değişik niteliklerdeki enternasyonal örgütlenmeler sadece bir emperyalist paylaşım savaşı şartları için önerilmiş değildir. Stratejik bir sorun olarak benimsenmektedir fakat emperyalist gerici çatışma ve savaşın adeta çığırından çıktığı, emperyalist gericiliğin uzantısı olan coğrafyamızdaki gericiliğin devasa katliamlarla yürüttüğü soykırım ve koyu faşist baskılar bu örgütlenmeleri daha ivedi kılmakta, nesnel zeminini güçlendirmektedir. Dolayısıyla günün şartlarında bu birlik ve ortak harekette bulunma bilinci çok daha yakıcı öneme sahiptir…
Tarihsel sürecin yaşamsal ihtiyaçla, sınıf hareketi ve tüm ilerici güçlerin önüne koyduğu bu görev, elbette ki ideolojik mücadele ve siyasi iradenin bağımsızlığını yadsıyan salt birlikçi bir yaklaşım olarak düşünülemez. Bilakis değişik format ve zeminlerde ve ortak paydalarda da olsa ortak hareket ve birliklerin düz bir süreç, sorunsuz bir eylem olmadığı-olamayacağı açıktır. Bu realite doğrudan sınıflı toplum zemininde sınıflardan, sınıfların ideolojik etkilenmelerinden, düşünce ile eylem arasındaki çelişkiden ve nesnel bir durum olan farklı fikirlerden ileri gelir. Dolayısıyla ortak hareket ve birliklerin gerçekleştirilmesinin sorunsuz düz bir süreç olarak algılanıp basite indirgenmesi hayal edilemez-edilmemelidir. Ancak bu gerçeğe rağmen, sosyalist, devrimci, ilerici güçlerin ortak düşmana karşı ortaklaşan savaşımda bir araya gelip güçlerini birleştirmeleri ve ortak eylemde bulunmaları da bir zorunluluktur. Bu zorunluluk devrimci kaygılardan beslenen bir zorunluluktur. Dahası sorun ve zorluklarına rağmen, sınıflar arası mücadelede devrimci sınıf güçlerinin ortak düşmana karşı mücadele zemininde bir araya gelmeleri reddedilemez bir görevdir. Bunda ideolojik mücadele öncelenerek siyasi mücadele ötelenemez. Siyasi sınıf düşmanlarına karşı siyasi savaş esas, sınıf etkilenmeleri ve sınıf tezahürünün bir sonucu olan ideolojik mücadele (yok sayılmama şartıyla) ikincildir. Ki, ideolojik mücadelenin daha da netleşip keskin ayrışımlara oturmasının en gerçek zemini keskin siyasi savaş şartlarıdır.
İçinden geçtiğimiz süreçte siyasi gelişmeler yaşanacaksa, bu gelişmelerin ezilen yoksul dünya halkları ve ezilen uluslarından bağımsız gelişmesine müsaade edilemez. Zira emperyalist dünya gericiliği ve sistemi şartlarında yaşanan gelişmeler doğrudan yoksul dünya halkları ve ezilen uluslarının ağır bedeller ödemesi pahasına yaşanacaktır, yaşanmaktadır. Eğer bir tarih yazılacaksa, kuşkusuz ki o tarihe son noktayı dünya proletaryası ve yoksul halkları koyacaktır. İşte bu tarihsel gelişmelere ilerici sınıflar adına müdahale etmek için devrimci sınıf hareketinin her ölçekte hazırlıklar yapması, donanımını güçlendirerek güçlerini ortak mücadelede birleştirmesi zorunlu bir şarttır. Yarınlar bugün direnen ve savaşan güçlerin gelişimine, büyük hareketler haline gelerek devrim yürüyüşüne önderlik yapmasına tanık olacaktır. Görev ve sorumluluklarını yerine getiremeyenlerin ise yarınların gerisinde kalmaları kaçınılmazdır.
Suriyeli göçmen çocukların soğuk denizlere gömülen ve kıyılara vuran küçük bedenleri ne kadar dramatikse, Sûr’da, Silopiya’de, Cizîr’de bombalanıp binaların yıkıntılarına gömülen, kurşunlanarak sokaklara serilen, çıplak teşhir edilen Kürt kadını, çocuğu ve ana rahminde katledilen bebeğinin ölümü de o kadar dramatik ve acıdır… Suriye’deki kıyım ne kadar insanlık dışı ise, Kuzey Kürdistan’da uygulanan soykırım barbarlığı o kadar insanlık dışıdır, o kadar insanlık suçudur… Modern toplum ve demokrasi yaftasıyla her türlü zulüm ve barbarlığa imza atan “Batı’nın” Kürt kıyımına seyirci kalması da şaşırtıcı olmayıp ikiyüzlülüklerinin yeniden tastık olmasıdır.
Bu barbarlıkların daha da derinleşerek devam etmesinin gündemde olup önümüzdeki sürece damgasını vuracağı muhtemel olan koşullarda, proleter devrimci tavır ölüm-kalım ikilemi keskinliğinde sürece müdahil olmakla yüz yüzedir. Bütün bu barbarlıklara kayıtsız kalmak, hiçbir açıdan ve hiçbir sebeple açıklanamaz, açıklanması da mümkün olamaz.
Kısacası, proleter devrimciler bugün tarihsel önemde ciddi görevlerle karşı karşıya olduğunun bilincindedir, bu bilinçle hareket etmek durumundadırlar. Görevlerin devasa ağırlığı ortadayken, tarihsel önemi de bir o kadar ortadadır. Bu ağır görev ve tarihsel öneme karşın, proleter devrimcilerin zayıf olan örgütsel durumu, onların mevcut pratik pozisyonunu tayin eden tek unsurdur. Proleter devrimciler güçleri oranında çabalar içinde olup zayıf da olsa belli görevler sahiplenip yürütmektedirler. Elbette bunlarla yetinen bir durumda da değildirler. Ancak daha ciddi görev, pratik ve eylem çizgisi belli bir zeminde mümkündür. O halde tüm yakıcılığıyla yaşanıp his edilen sürecin ihtiyaçları, bu sürecin bizlere yüklediği tarihsel görev ve sorumluluklara cevap olmak için ertelemeden-geciktirmeden gerekli tüm donanımlar sağlanmalı, önümüzdeki sürece hazırlanmalıdır. Bu hazırlık süreci dinlenme süreci değil, bilakis nispeten küçük eylem ve çatışmalarda pişerek pratikte pişme süreci olarak algılanıp ele alınmalıdır.
Devrimci görevlerimize sarılıp, mücadeleyi büyütelim
Haklı ve nesnel de olsa hiçbir gerekçe yüz yüze olduğumuz süreçte tamamen atıl kalmanın sebebi olamaz. Ki, en zayıf örgütsel güç şartlarında bile yapılacak eylem ve etkinlikler vardır. Kuşkusuz ki bunlar örgütsel güçle orantılı olacak ve büyük-sistemli eylemsel pratikler düzeyinde olmayacaktır. Ama sokak direnişleri, protestolar, tek tek eylemler vb vs mevcut güç durumunda ötelenemez tavır ve duruşlardır. Gücümüz oranında pratik çalışma ve eylemlerle devrimci görevlerimize sarılmalı, sürecin seyircisi değil, müdahili olarak devrimci pozisyonumuzu güçlendirmeliyiz. Elbette devrimci savaş tüm görev ve sorumlulukların en ileri mevzisi ve en devrimci biçimidir. Ancak her düzey ve her nitelikte mücadele pratiği küçümsenemeden sergilenmek durumundadır.
Daha da önemlisi şantaj ve savunma amaçlı da olsa, bahsi bile içinden geçilen sürecin kırılganlığını tanıtlayan kritik bir durum olarak dünya savaşından bahsedildiği mevcut şartlarda enternasyonal örgüt-örgütlenmelerin önemi bir kez daha ve kendiliğinden açığa çıkmışken, emperyalist savaşlara karşı etkili bir mücadele ve bu mücadelenin dinamiklerinin buluşturulmasının aracı olması bakımından enternasyonalist örgütlenme ivedi görev olarak önümüzde durmaktadır. Elbette bu, salt bizlerin sorunu değil, tüm dünya komünist ve devrimci hareketinin görevidir. Aynı mantık zemininde ulusal çap veya tek tek siyasi coğrafyalarda da proletarya ve devrimci halk kitlelerinin devrimci birliği, örgütlü sınıf ve halk güçlerinin devrimci mücadelenin ortak siperlerinde buluşması aynı derecede ivedi görevdir. Yerli gericiliklerin kılması kadar dünya gericiliğinin yıkılması da zorunludur. Dolayısıyla işbirlikçi iktidarların yürüttüğü gerici savaş ve saldırganlıklara, uyguladıkları kıyım ve zulme karşı mücadele ne kadar hayati ve somut görev ise, aynı biçimde dünya gericiliğinin nüfuz ve hegemonik çıkarlarına endeksli yürüttükleri kendi çatışmalarını ezilen ulus ve emekçi halklara fatura edip ezilen yoksul dünya halklarını bir birine kırdıran gerici savaşlara karşı mücadele de aynı derecede hayati ve somut bir görevdir. Daha somut olarak Erdoğan/AKP güruhunun Kürt ulusuna karşı yürüttüğü soykırımcı haksız savaşa karşı kararlı sınıf tavrına uygun mücadele tutumunu pratikleştirmeye paralel olarak, emperyalist savaşlara karşı da aynı kararlılıkla somut mücadele ve kampanyalar geliştirerek devrimci direniş bentleri oluşturmamız ötelenemez bir sorumluluktur. Emperyalist ve bilumum gerici savaşların panzehiri yalnızca ve yalnızca devrimci sınıf savaşlarıdır. Amaçlara uygun olan hiçbir mücadele biçimi ilkesel olarak reddedilemez, bunu tamamlamak adına ise devrimci savaştan asla kopulamaz! Faşizmin, katliamın, soykırım ve barbarlığın geçerli olduğu yerde, devrimci savaş olmadan diğer mücadele biçimleri köksüz olup devrim adına gerçek bir gelişme sağlayamazlar. O halde sürece hazırlanmanın esas yönelimi buna dönük olmalıdır. Ancak demokratik alanda yükseltilecek mücadelenin sonuna kadar yükseltilmesi görevi de burjuva reformist güçlere havale edilmeyecek, burjuvaziye ter edilmeyecek kadar önemlidir.
Unutulmamalıdır ki, süreç dünya gericiliği ve onun uzantısı gericiliklerin kırım-kıyımları altında ne kadar karanlık, gerici savaş saldırganlıkları altında ne kadar acı ve dram dolu ise, aynı süreç gerici savaşlara karşı devrimci savaşların; baskıcı ırkçı-faşist diktatörlüklere karşı devrimci durum ve gelişmelerin; karanlığa karşı aydınlık şafağın; faşist baskı ve kıyıma karşı isyan ve başkaldırının; karşı-devrimci taarruza karşı devrimci sınıf mücadelesinin filizlenip boy vermesine, yeni ufukların açılmasına da o kadar uygundur. Sorun, dıştan etkinin iki yönlü çelişkinin hangi yanına müdahale edip geliştireceği, egemen hale getireceğidir. Yani, gerici ve devrimci olmak üzere ikili özellik barındıran sürece devrimci güçler mi müdahale edip çelişkinin devrimci yönünü geliştirecek, yoksa devrimci sınıf güçleri atıl kalıp gerici sınıflar mı sürece damgasını vuracak? İşte temel sorun ve sorun budur. Bu sorunu ve soruyu devrimci sınıflar lehine çözmek için tüm enerjimizle sürecin aktörü olma bilincini pratikleştiren iradeyi ortaya koymamız gerekir.