İçinden geçtiğimiz süreç, felakete dönüşen deprem ve gerici iktidar dalaşıyla seyreden burjuva seçimler olmak üzere iki ana olguda keskinleşen dinamik zemin üzerinde biçimlenmektedir. Siyasi sorumluluktan muaf olmak kaydıyla salt deprem objektif bir durum iken, seçimler siyasi fonksiyon olarak sübjektif bir durumdur.
Kapitalist barbarlığın sömürü ve karı önceleyerek insanı değersizleştiren köhne zihniyeti ve bu zihniyetin siyasi temsilcisi durumundaki iktidarların, ihmaller zinciriyle sebep olduğu insan yaşamı ve yaşam hakkıyla doğrudan alakalı olan ve bizzat bu iktidarlar tarafından yapay olarak yaratılmış ve derinleştirilmiş olan boyutuyla tam bir felakete dönüşen deprem gerçeği, seçimlerin gölgesine itilemez önemde sürecin temel öğesidir.
Depremle birleşen kapitalist kar hırsı, yaşanan felaketin korkunç sonuçlarını hazırlayan gerçek neden, ölümlerin artmasına sebep olan suç kaynağıdır aynı zamanda. Suç ve suçlular tespit edilip hesap sorulmadan felaketlerin kaynağı kurutulamaz. Bu anlamda, kapitalist sistem tüm çürümüşlükleriyle teşhir edilmeden süreç anlaşılamaz, felaketler açıklanıp önlenemez.
Süreç, on binlerce yaşamın yitimiyle ödenen büyük toplumsal bedelin ağır sonuçlarıyla derinleşen deprem felaketinde anlam bulurken rant, talan, yağma ve çapul çarkına dayanan vahşi kapitalizmin tüm mekanizması ve her dişlisiyle doyumsuz bir sömürü iştahına sahip olduğu gerçeğini resmeden burjuva ahlaksızlığı bir kez daha deşifre etme özelliğiyle de anlam taşımaktadır…
Deprem gerçeği kendi başına yıkım ve ölümcül sonuçlara yol açan bir olaydır. Depremin yıkıcı tahribatını büyüten asıl vaka ise, azami kar ilkesini kılavuz alan vahşi kapitalizmin hoyrat sömürü sistemi olarak skandal düzeyinde ortaya koyduğu siyasi düzenin hırçınlığıdır. Kapitalizm, kar ve daha fazla kara endeksli olarak artı-değer gaspından beslenen, ideolojik-kültürel hegemonya uğruna her türden demagoji, manipülasyon ve çarpıtmayı meslek edinen, işgal, ilhak ve sömürgeci saldırganlıkla dünya halklarını kana boğmakta tereddüt etmeyen, iktidar ve egemenlik uğruna her türden nihilizm ve ilkesizliği, pragmatizm ve Makyavelizm’in sınırsız kuralsızlığı, keyfiyetçiliği, hukuksuzluğu yol eden vandallık ve şiddette dayanan etik ve değerden yoksun gayri ahlaki ve gayri insani karakter taşıyan; üretim anarşisinden, tüketim çılgınlığından, tahribattan, yıkımdan ve felaketten mustarip kaotik bir sistemdir. Ondandır ki “gölgesinden yararlanamadığı ağacı kesen” bencil çıkarlara yaslanan özüyle tüm insani değerlere düşman olup, makinenin parçası yaptığı insanı para ve sermayeye hasrederek yabancılaşmayı üreten tüm köhnemişliğiyle bütün insanlık ve doğa için felakete dönüşen ve felaket üreten bir kaynak olduğu için de onu ortadan kaldırmak zorunlu bir insanlık görevidir…
Deprem, burjuvazinin gerici ve çirkef yüzünü apaçık ortaya serdi
Burjuvazinin çürümüşlüğü deprem sürecinde ortaya koyduğu ahlak, etik ve değer yoksunluğuyla bir kez daha göze batarcasına açığa çıktı. Siyasi iktidar, depremde kurtarma çalışmalarında varlık göstermeyen devlet güçleri ve kurumlarını harekete geçirmeyen devlet halkın ve demokratik kurumlarının bağımsız müdahale, yardım ve kurtarma çalışmalarını engelleyen pratiğiyle depremzedeleri ölüme terk eden ve ölümlerin çoğalmasına yol açan tüm tutumlarıyla bir dizi suç işlerken, AFAT ve KIZILAY gibi kurumları ise depremzedelere çadır satmakla, bizzat depremzedelere ait olan çadırların ve gelen yardım malzeme, araç ve gereçlerini satmakla meşgul oluyordu.
Bağımsız yardım ekipleri ve kurumları depremzedelere yardım edip kurtarma çalışmaları yürütürken, Kızılay çadır satmakla, kurumları dozer gibi araçlar kiralatarak vb. depremden istifade eden ahlaksızlığı sergiliyordu. Dahası, ölü soyucu kapitalist zihniyet tüm çirkefliğiyle iş başındaydı. Depremi soygun ve hırsızlık fırsatı olarak görüp, bu maksatla deprem alanlarına giden ahlaksızlar güruhu memurlarının, ölü soyucu olarak iş görmesi ise kokuşmuşluğun en yalın ifadesi olarak sistemin gerçekliğini bir kez daha açığa çıkardı. Üst düzey askeri rütbelilerin, rütbeli polislerin ve hatta görevli olmadıkları halde salt ‘‘deprem ganimeti” toplamak için deprem bölgesine giden ve ölülerin kollarından çıkardıkları değerli ziynet eşyalarıyla, üzerlerinden soydukları paralarla vb. yakalanan polisler, komiserler bu sistemin gerçek yüzünü resmediyorlardı.
Bu ahlaksızlara bakın ki on binlerce insan molozlar altında can verirken, onlar ölüleri soymakla meşguldüler. Yardıma koşmayan askeri, polisi ve kurumlarıyla iktidar, sıra ölüleri soymaya gelince deprem bölgesine koşmaktan geri durmadı. Halkın alın teriyle biriktirdiklerini yağmalayan bu anlayış, sermayedarların paralarının tutulduğu banka kasalarını korumak için geniş güvenlik önlemleri alıyorlardı. Bu kapitalizmin-burjuvazinin tüm insani değerlere yabancı ve düşman olan gerçek yüzü ve çıplak sınıf karakteridir. Onun insanla ilişkisi gerici çıkarlarıyla anlamlı ve orantılıdır. İnsanı yaşatmak değil, ondan menfaat sağlamak, onu sömürmek ve sermayesinin aracı haline getirmektir. İnsana verdiği değerin tümü budur. İşte, ‘‘yerli ve milli” hikâyenin aslı astarı budur. “Yerli” ve “milli” kumaştan olanların ipliği pazara çıkmıştır. Bunu teşhir etmek, demokratik siyasetin vazgeçilmez görevidir. Burjuvazi, bu ahlaki düşkünlüğüyle kendisini yeterince teşhir etmektedir. Bu zemini doğru kullanarak, kapitalist sistem ve burjuvazinin ipliğini pazara çıkarmak elzemdir…
Deprem sürecinde devrimci, demokratik kurumların doğru tutumu ve SMF pratiği
Bu sürecin diğer yüzü ise demokratik, devrimci ve sosyalist kurum ve güçlerin ortaya koyduğu tablodur. Bu güç ve kurumlar deprem karşısında iyi sınav vermiş, halkın sempatisini kazanmıştır. Resmi olarak hiçbir görev, yetki ve sorumluluğu olmadığı halde, tamamen insani değerlerle ve insanların acıları karşısında sorumluluk alarak yardıma koşup, kurtarma faaliyetlerini iktidarın baskı ve çıkardığı zorlukları aşarak yürüten bu güç ve kesimler, kapitalizmin ve burjuvazinin alternatifi olarak rüştünü ispatlamıştır.
Bunun halka daha etkili ve geniş anlatılması elzemdir. Ki, depremzedeler bizzat iktidar temsilcileri ve kurumlarına tepki gösterirken, demokratik devrimci ve tüm bağımsız kurumların kendilerine yardım ettiğini iktidarın yüzüne haykırmıştır. Dolayısıyla durum bizlerden yanadır. Kapitalist düzen ve burjuva iktidarın teşhir edilmesi gevşetilmeden yürütülmelidir. Halk kitleleriyle birleşmek, düzen karşıtı olarak örgütlemek ve onların yanında bulunarak yardımların sürdürülmesi görevdir…
Aynı süreçte, SMF ve SMF’nin Dersim belediyesi son derece etkili bir pratik sergileyerek öne çıkan unsurlardan olmuştur. Dolayısıyla çalışmalarını takdir etmek kadar, çalışmalarını daha etkili olarak sürdürmelerini sağlamak için katkılarımızı esirgememeli ve yardımlarımızla SMF’yi desteklemeliyiz. Tam da burada söylemek gerekir ki, demokratik kurum ve çalışmaları dar görüşlülükle eleştiren, belediye gibi kurumsal kazanımları küçümseyen geri yaklaşımlar da bu süreçten ders çıkarıp öğrenmek durumundadır. SMF gibi kurumsal bir örgütlenmenin ve buna bağlı olarak yerel yönetimin (belediyenin) varlığı, deprem sürecinde yürütülen çalışmayla göz doldurmuştur. SMF ve Dersim Belediyesi, kurumsal kimliğiyle aktif rol alması, deprem felaketi sürecinde bu kurumların önemi bir kez daha açığa çıkmıştır.
Özetle, burjuva sınıf iktidarıyla devrimci halk güçleri depremde açık bir sınav vermiştir. Bu sınav, ilgili iki sınıf kutbunun insana ve doğaya verdiği değerle anlam kazanmıştır. Burjuvazi ve iktidarı, sömürü ve rantı önceleyerek yıkım ve ölümcül sonuçları derinleştiren suçunun yanı sıra, depremde kurtarma çalışmaları yerine ganimet kaldırma, durumu fırsata çevirme ve yardımları engelleme gibi pratikleriyle insan ve yaşamına önem vermeyen yüzünü ortaya koyarak, sermaye ile insan arasındaki tercihte bencil çıkarını gözetmiştir. Böylece, insanla ilişkisini çıkar endeksli ele aldığını ve insanı sadece kapitalist sömürü zenginliklerine hizmet eden bir araç olarak gördüğünü çıplak biçimde ortaya koymuştur. Kapitalist sömürü düzeni ve sahipleri, insanı sadece sömürülecek emek gücü olarak görmektedirler. İş ve işçi cinayetlerine bakıldığında da bu durum çıplak biçimde görülmektedir. İnsan sadece bir üretim aracıdır, bir makinedir, bir köledir kapitalist için. Ve gerektiğinde kapitalist için, kapitalistin karı için ölmesi gerekendir. İşte, kapitalist sömürü sisteminin insanla ilişkisi bu zemindedir. Depremin sistem, siyaset ve insanla ilişkisi soyut değil, olgusal gerçektir.
Buna karşın, devrimci halk güçleri ise hiçbir çıkar gözetmeksizin, hiçbir fedakârlıktan sakınmaksızın ve tamamen molozlar altındaki insanları canlı çıkarmak, kurtarmak ve depremzedelere yardım ederek onların yaşamlarını kolaylaştırma, acılarını hafifletme bilinci ve kaygısıyla hareket etmiştir. Böylece, kapitalist sistem ve burjuvazinin insanı paraya feda eden köhnemişliğine karşı, devrimci güçler insanı esas alarak yaşatma amacıyla hareket etmiş, iki sınıf tutumu arasında keskin uçurumu en yalın biçimde gözler önüne sermiştir.
Şayet, iktidardan denetim kurumlarına ve mühendis-mücahitlerine kadar tüm sermayedarlar sınıfı rant, talan ve fahiş karlarını değil, insan yaşamını öncelemiş olsalardı, depremin yıkım gücü bu kadar büyük olmazdı. Yani, binaların yapımında gerekli kontroller yapılmış olsaydı, imar izinleri verilirken gerekli şartlara uygun izinler verilseydi, çürük zeminlere binaların dikilmesine onay verilmeseydi, binalar yapılırken beton-demir gibi malzemeler gerekli ölçü ve kalitelerde kullanılmış olsaydı, kaçak katların çıkmasına göz yumulmasaydı ve bütün bu süreçler kar, rüşvet ve yolsuzluklarla es geçilmemiş olsaydı daha sağlam binalar yapılarak bunca insan ölümüne zemin hazırlanmazdı. Dahası, depremde gerici hesap ve kaygılar temelinde hareket edilmeyip, kurtarma çalışmaları zamanında ve gerektiği gibi yapılsaydı; hatta bağımsız kuruluşların yaptığı kurtarma çalışmaları engellenmeseydi on binlerce insan ölmezdi…
Evet, burjuvazi karına kar katmak için binaların yapımında betondan, demirden, malzemeden çalmış, rüşvetler karşılığında sahte izinler almış, kontrolleri rüşvet aracılığıyla yaptırmamış ya da sahte denetim raporları almış, zemin yoklaması gibi tüm teknik gereksinimler ihmal ederek yıkımları katbekat arttırıp on binlerce insanın ölümüne sebep olmuştur. Denetimden sorumlu kurum ve yetkililer başta olmak üzere, rüşvet ve rant çarkı içinde binaları usulsüz, kaçak ve malzemeden çalarak diken tüm yetkili ve ilgililer on binlerce insanın ölümünden sorumludur. İstifa etmeleri sadece ahlaki ve siyasi sorumluluk iken, hukuksal sorumlulukları toplu ölümlere yol açma nedeniyle yargılanmalarını gerektirmektedir…
Devrimci mücadelenin geliştirilmesi her bakımdan mümkündür!
Mevcut süreç, geniş toplumsal kesim ve halk kitlelerinin burjuvazinin çirkef ve karanlık yüzünü görme, toplumsal bilincin uyanarak devrimcilere güven temelinde gelişmesine tanık olma dinamikleri taşımaktadır. Savaşlarda verilmeyen insan kayıpları, kapitalist kar ve rant düzeni uğruna verilmiştir. Toplumsal kitlelerin yaşadığı bu büyük acılar, mutlaka büyük sorgulamaları da gündeme getirecektir. Bu bakımdan, süreç toplumsal bilinçlenmeye paralel rasyonellikte aynı toplumsal kitlelerde burjuva düzen ve iktidarlara karşı belirgin bir öfke ve tepkinin yükseleceğini işaret etmektedir. Bunun en yakın göstergesi seçimler olacak, seçim sonuçlarına bu öfke yansıyacaktır…
Lakin her sürecin olmazsa olmazlarından biri, bilinçli-örgütlü devrimci hareketin rolü ve devrimci mücadele pratiğidir. Genel toplumsal şartlar ve kitlelerin birikmiş öfkesiyle elverişli olan devrimci şartlar, ancak bilinçli devrimci hareketin mücadelesiyle ileriye taşınıp kazanımlara dönüştürülebilir. Devrimci mücadele ve müdahale pratiği devreye girmeden hiçbir süreç ve koşulun kendiliğinden devrimci değişim ve sonuçlara varması beklenemez. O halde devrimci mücadele için elverişli şartlar barındıran mevcut sürecin, devrimci sınıf güçlerince örgütlenip kitlesel hareket ve militan eylemlerle omuzlanması tek doğru tutumdur.
Geniş kitlelerle birleşen örgütlü mücadeleler kadar, bu mücadelenin sokaklarda militan direnişlerle örülmesi de gerekli ve gereksinimdir. Mücadele vesilesi yapılacak her çelişki ve toplumsal sorun işlenerek en geniş kitlelerle birleşilmelidir. Deprem gerçekliği, iktidar karşıtı siyasal teşhirin konusu olarak değerlendirilmesi gibi, kitlelerin örgütlenmesinde de etkin bir propaganda aracı yapılmalıdır. Bunun gibi, seçimler süreci de burjuvaziye dönük siyasal teşhir ve devrimci propaganda zemininde etkin olarak değerlendirilmesi gereken bir süreçtir. Kısacası, demokratik ve devrimci meşruiyete sahip her türden mücadele ve eylem biçimi mevcut sürecin ihtiyacıdır. Durum devrimcidir ve devrimci mücadelenin geliştirilmesi her bakımdan mümkündür…
Emek ve Özgürlük İttifakı bu süreçte rol oynayabilecek büyük bir potansiyel ve dinamik bir güçtür. Fakat EÖİ’nin gerçek rolünü oynayabilmesi için burjuvaziyle arasına net ve keskin çizgiler çekmesi gerekmektedir; bu elzemdir.