Cumhurbaşkanlığı seçimleri bildik atmosferde yapılarak tamamlandı. Erdoğan ‘’Halk tarafından’’ cumhurbaşkanı koltuğuna seçildi. Bu beklendik bir sonuçtu ama ‘’çatı adayının’’ birinci turu ikinci tura taşıyacak kadar oy alamaması çok da beklenen bir durum değildi. Özeleştirimiz olsun ki, bizler de Erdoğan’ın ilk turda seçileceğine ihtimal vermedik; ikinci turun yaşanacağına inandık ve yaklaşımlarımızın bir bölümü bunun üzerine bina oldu. Ki, ikinci tur özellikle DHP siyaseti açısından turnusoldü. Ancak ikinci tura gerek kalmayınca güdülen siyasetin renk vermesinin önü alınmış oldu. Büyük olasılıkla Erdoğan’ın ilk turda seçileceği hesaplanmış ve taktik buna göre saptanmıştı. Başarılı da oldu. HDP adayı S. Demirtaş seçim süreci boyunca da sempatik bir profil ortaya koydu ve etkili olduğu kadar başarılı da oldu. Demirtaş seçim çalışmasında emek-sınıf eksenli argümanları sistemli olarak kullandı ve net bir çizgi-duruş ortaya koydu. Başarısında bunun payı olsa da, ezilen-sömürülen halkın veya sınıfın cumhurbaşkanlığı seçimleriyle iktidara taşınacağı iddiası nesnel gerçeğe aykırı popülist siyasetten ibaretti. Düzen partilerinin alternatifi ve burjuva düzenin değiştirilmesi ancak proletarya partisi alternatifi ve önderliğiyle mümkündür. Burjuva düzeni içten iyileştirmeler yoluyla mükemmelleştirmeye çalışmak, onu kutsamak, meşrulaştırmak vb vs özellikleriyle de dolaysız reformizmdir. Proleter devrimciler ’’iyi insan’’ yüzeyselliğiyle burjuva devleti kutsayamazdı, kutsamadılar…
CHP ile MHP’nin makus kaderi sekiz seçimde yaşadıkları kaderi tekerrürle yere serildi. Hem dinci olmak, hem laik olmak, hem solcu olmak, hem MHP ile kardeşleşmek gibi ilkesiz, pragmatist ve makyavelist burjuva siyasetin geleceğinin olmayacağı açıktır. CHP tüm gerçekliğiyle hak ettiği yerdedir. Miadı dolmuş olanların tutma şansı olmadığı bir kez daha görüldü.
CHP, MHP, AKP gibi bitişik türevlerin ayrıntılı tahlil edilmesine gerek yok. Zira bunlar bilinmedik ve tahlil edilmedik sınıf partileri değildir. Her nitelikleriyle teşhire gerek olmayacak düzeyde ortadadırlar. Yalnız AKP’nin büyük bir halk kitlesini din kisvesi altında yedeklediği gerçektir ve bu ciddi bir sorundur. Cumhurbaşkanlığı dönemi ise kişi diktasının daha da oturup, bunun altında faşist baskıların daha da pervasızlaşacağı süreç olacaktır. Ancak AKP’nin geleceği bu süreçle ciddi sancılara veya erimelere gebedir. Öte taraftan CHP hala geniş halk kitlelerinde solcu olarak bilinmektedir ve tüm gerçekliğine karşın hala bu yargı mevcuttur. Bu da bir sorundur ve aşılması gerekmektedir. CHP’nin kitle tabanı veya oy potansiyeli ve alt örgütlülüklerinde, hatta üyelerin düzeyinde demokrat, aydın ve sol eğilimli insanların yoğun olması kitlelerde CHP hakkında yanılsamaya yol açmaktadır. Ve gerçek ki, CHP’li veya CHP’ye oy veren büyük kesimler demokrat, ilerici ve halktan insanlardır. Ancak biliyoruz ki, tayin edici olanın tabanın, tabelasının, oy potansiyelinin vb vs ne olduğu değil, program ve parti çizgisi ile ilkeleri ve en önemlisi de hangi sınıfların siyasi partisi olup hangi sınıf iktidarını savunduğu vs’dir. Bu meseleler ayrıntılı mütalaa edilmesi gereken konulardır. Zira analitik olmayan her strateji ve siyaset yüzeysel, genel geçer olup gerçek başarıdan uzaktır. Ne ki, bu meseleleri incelemek şimdinin-bu yazının konusu değildir.
Uzatmayalım; bizler cumhurbaşkanlığı seçimlerini bilinen ilkesel yaklaşımlarımız nedeniyle boykot ettik. Boykotçu cephe diğer seçim ve süreçlere oranla kendi içinde en güçlü durumdaydı. Bunun da ötesinde büyük bir halk kitlesi kendiliğinden umudunu devletten ve burjuva partilerden kesmiş olmanın göstergesi olarak seçimlere katılmadı, oy kullanmadı. Bu seçimde sandığa gitmeme tutumunun yoğunluğu, yakın tarihin en büyük oranıdır. Bu durum elbette değerlendirilmesi gereken bir konudur. Kitlelerin kendiliğinden sandığa gitmediğini ve bu anlamda düzene ve düzen partilerine güvenlerinin olmadığını, onlardan umutlarını kestiğini söyleyebiliriz. Durum buyken, devrimci, demokrat vb güçlerin ısrarla seçimlere katılması ve Demirtaş gerekçesiyle reformist yaklaşımlarını meşrulaştırmaya çalışması, bütün bunlarla da yetinmeyip boykotçulara hakaretle saldırma aymazlığına düşmesi son derece dikkat çekici bir durumdur. Devrimciler devrimci tavırlarından dolayı bazı “devrimciler, demokratlar’’ vb tarafından hakarete maruz kalmaktadır. “Hırsız ev sahibini bastı’’ misali…
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullananlar, seçimlere girenler ne bekliyordu? Kazanmak mı? Kazanmaları olası olmadığı halde, varsayalım ki kazanmış olsalardı; ne olacaktı? “TC’’ devletini demokratikleştirecekler miydi? Bu boş bir hayal değil mi? Dahası burjuva devleti-burjuva sınıf devletini reformlar vasıtasıyla daha da demokratikleştirmek ve hatta mükemmelleştirmek ne anlama gelirdi ki? Faşist sınıflar devletini yıkıp yerine proletarya önderliğinde bu sınıfa ait devlet kurma gibi devrimci hedef varken, burjuva devleti tahkim edip onararak uzun yaşama imkanlarına kavuşturma çabasından başka bir anlama gelmeyen reformist yaklaşım, hangi gerekçeyle benimsenebilir ki?