Bilindiği üzere, Halkın Günlüğü ve Yeni Demokrasi gazeteleri politik-demokratik niteliklerine uygun olarak sayfalarında yer verdiği kimi yazılar nedeniyle ve bu yazıların ideolojik-siyasi-örgütsel kulvarda temsil ettiği çizgi ve anlayışlar şahsında somutlanan eleştiriler özgülünde bir tartışmaya aracı olmaktadırlar. Halkın Günlüğü olarak, bu tartışma yazılarının bir yenisini daha okuyucuya sunmaktan ve bu tartışmanın mecrası olmaktan sevinç duyuyoruz.

Yeni Demokrasi gazetesinin konu olan yazısında başlık ettiği, “Amatör reformist, utangaç devrimci, dürüst oportünist” üçlemesiyle biçimlenen ve “SMF’ye cevap” spotuyla sunulan eleştiriler hakkında, eleştirilerin muhatabı olan ideolojik-siyasi-örgütsel gelenek olarak Halkın Günlüğü gazetesi aracılığıyla söz hakkımızı kullanırken, anekdotlar biçiminde özetler yapmaya çalışacağız.

1- Şayet fiyakalı sözcüklerin çekiciliği tercih edilerek anlam yoksunluğundan mustarip kaotik kavramsallaştırmaya düşülmemiş olsaydı, cakalı ve fakat yapay belirlemelerle yapılan üçleme filime ad olacak kadar başarılı bir başlık olurdu. Hercai renge bulanmış bu gösterişli ama çarpık siyasi kaportanın vitrinel kabuktan ziyade, zengin ideolojik içerikle temsil edilmesi pek daha şık olurdu. Ne ki, popülist esaret güdülerine yenilip esir alınmış duygular güdümünde bu başarıdan da sapılarak eğreti bir başlık itibar görmüş, bu yetenekle senaristlik şansı da yitirilmiştir. Kısa keselim; başlıkla ilgili tartışmaya ileride dönerek devam edeceğiz. Zira başlık, üzerinde münakaşa edilmesini gerektirecek kadar fecaattır. Anlaşılıyor ki, uzun yazılara alışmamız gerekecek.

2- Emek ve Özgürlük İttifakı şahsında yürütülen eleştiri, somut ittifaktan ziyade, genel olarak ittifaklar politikasına dönük bir yaklaşım ortaya koyarak, son tahlilde bir çizgiyi ya da genel bir anlayışı resmediyordu. Bu resmin muhtevası bizleri nispeten uzun veya ayrıntılı yazmaya sevk etti. Uzun yazmayı maharet saymıyor, görmüyoruz. Bilakis okuyucuyu yorarak bıktıran, meselenin özünü silikleştirerek arkaya iten ve aslen de dağınık bir yazım tarzı olarak telakki ediyoruz. Fakat, bazı durumlarda uzun yazmanın kaçınılmaz ya da bir ihtiyaç olduğunu da reddetmiyoruz, etmemek gerek. Buna karşın, Yeni Demokrasi gazetesindeki ilgili yazının, eleştirel yanıt mahiyetindeki ilgili yazımıza dönük, “uzunluğu tekrarlarına borçlu olan yazı” mealindeki eleştirisini esasta doğru buluyoruz. Öte taraftan, yazımızda yer alan sorular, bıktırıcı basit sorular olarak değerlendirilmiş. Bu soruların basit sorular olduğunu kabul ederiz. Ne ki, yanıtlanması gereken sorular olduğunu da eklemeliyiz. Zira, basit oldukları halde gerekleri yerine getirilip açıklanmayan sorular olarak, basit olmalarına rağmen orta yerde durmaktadır. Basit sorular sormadan, basit sorunları aşamayacağımız bilinciyle sormayı ihmal etmedik. Basit de olsa, soru, gerçeğe ulaşmakta önemli bir araç, temel anahtardır. Teslim edilmelidir ki, evrensel ve kadim bir yöntemdir. Ve en önemlisi de sorulara doğru yanıtların alınması ya da verilmesidir.

3- Yeni Demokrasi gazetesinin ilgili başlık altındaki son yazısının, bu tartışmanın öncelinde kullandığı daha önceki yazım diline kıyasla, kısmen dilini sertleştirerek soğukkanlılığını yitirdiği gibi bir izlenim edindik. Yanılıp, abartılı subjektif değerlendirmede bulunmuş olmayı yeğleriz. Objektif değerlendirmiş ve izlenimimizde haklı olmuş olsak bile, hala olumlu yaklaşımın egemen olduğunu teslim etmeliyiz, ediyoruz.

SMF hakkında savurganca yapılan üçlemeyi yetersiz bulup hiç de hafif olmayan bu damgalamalarla yetinmeyerek, buna bir de “kurnazlığı” eklemek gerekir diyerek, hafzalada ne varsa onu dile yedirip SMF’ye dizmeyi reva gören yaklaşım tarzının, biraz gergin, biraz hırslı-öfkeli ve biraz da kızgın olduğu sonucuna vardık. Bir kez daha yanılmış olmayı içtenlikle ister, umut ederiz. Ve eğer yanıldığımız söylenirse, bundan memnun olur, bu söylediklerimizi toplayıp çöpe atarak yok hükmünde sayarız…

4- Kurnaz olduğumuzu, diğer devrimci yapılarla birlikte kendilerini tecrit edip dışlamaya çalıştığımızı kesin dille ileri sürmektedir Y.D.’deki yazı. Bu, dostane duygularımızı inciten, politik değer ve çizgimizi haksızca itham eden bir bühtandır. Kesinlikle kabul etmiyor, şiddetle karşı çıkıyoruz. Kurnazlığın ölçütü nedir, nasıl yorumlanıyor, bu ileride ele alacağımız ayrı bir tartışma konusuyken, diğer devrimci yapılarla birlikte Y.D. gazetesi ve ideolojik-siyasi geleneğini dışlama çabası içinde olduğumuz savı tamamen mesnetsiz olup, önyargıdan ibarettir. Mümkündür, geniş örgütlü bileşenimiz içinde bazı hatalı yaklaşımlar gündeme gelmiş olabilir. Monolotik ve tek tornadan çıkmış muntazam bir bileşen toplamı olmadığımız gibi, “sütten çıkmış ak kaşık” da değiliz. Kısmi hatalar olabilir, en alt düzeyde örgütlü olan yoldaşlarımızın hata ve eksikliklerini de kendi sorunumuz olarak telakki eder, bu zeminde gelişmiş bazı yanlış tutumlardan söz edebiliriz. Lakin, merkezi yaklaşım ve siyasetimiz adına bu iddiada bulunmak açık bir bühtandır. Ki, merkezi yaklaşımımız birlik önerisiyle de bu iddiaları çürüten bir gerçektir…

Tekrar edelim; örgütlü bünyemizde bazı önyargılı değerlendirme ve hatalı yaklaşımlar olabilir. Bunların da esasta sizlerin birlik önerimize, çabamıza ve ısrarlarımıza karşı ters ısrarla katı tutum alıp bizlere dönük hem kapalı olma ve hem de olumsuz yaklaşım ve değerlendirmelerde bulunmanızdan ileri gelen tepkisel-duygusal-hatalı refleksler olduğunu söylemeliyiz; taraflar olarak görmeliyiz de!…

5- Yine eğip bükmeden açıkça söyleyelim ki, sizlerin birlik ısrarımıza karşı, yani birlik konusunda müzmin redçilikle sergilediğiniz katı tutum ve kuşkusuz ki bizlere dönük ağır ideolojik-siyasi-örgütsel değerlendirmeleriniz ve suçlayıcı yaklaşımlarınız, normal koşullarda sizlerle birlik defterini kapatmamızı gerektirecek kadar haklı zemin barındırmaktadır. Yani, birlik konusundaki yaklaşım ve anlayışımız ilkesel ve stratejik tutumla devrim kaygısına dayanmasa ve sizlerle komünist birlik zeminimizin olduğuna ikna olup bunun sorumluluğuyla hareket etmesek, sizlerin birliğe dair pratik tutum ve siyasetiniz karşısında birlik ısrarımızı sürdürmemiz mümkün olmaz-olmayacaktır. Dolayısıyla, sizlere karşı haksız da olsa ve yanlış da görsek, geniş örgütlü bileşenimiz içinde belli bir önyargı ve hatalı yaklaşımın gelişmesinin nedeni sizlerin mevcut katı tutumunuz ve hakkımızdaki ağır olumsuz değerlendirmelerinizdir.

6- Bütün bunlara, yani muhtemel gördüğümüz tabandaki bazı hatalı tutumlara rağmen, esas olarak saflarımızda sizleri dışlama noktasında somut bir pratik, bir örnek yoktur, gösteremezsiniz. Şiddet noktasında, bazı alanlarda alınan tavırlar dışında bir örnek gösteremezsiniz. Ki, alanlarda yaşanan tavır-tutumlar da kısmi hata ve abartılı tutumlar olsa da bunlar esasta şiddet tavrına dönük alınan tavırlardır. Yani, sebepsiz ve hiçbir dayanağı olmayan özel çabalar değildir. Somut sorunlar karşısında alınan tavırlardır. Somut sorunlarda bazı hataların yapılması olanaklı ve mümkündür. Önemli olan yapılan hataların düzeltilip düzeltilmediğidir. Ve elbette bütün bu süreçlerde sizlerin geliştirdiği tavır ve yaklaşımlar da önem kazanmaktadır…

7- Ayrıca, ilk şiddet meseleleri gündeme geldiği dönemde, devrimci hareketlerin ortak platformunda alınan ortak tavırlar vardır ve bunda bizlerin de imzası vardır. Bunun yanlış olduğunu düşünmemekteyiz. Halk saflarındaki şiddet olaylarına karşı yaklaşımımız ilkeseldir. Bu anlayışımız temelinde, sizlerin sergilemiş olduğu şiddet karşısında çifte standartçı ve taraflı davranamazdık, davranamayız. Kendimizin kullandığı şiddet tutumlarını mahkûm ettiğimiz gibi, sizlerin de şiddet tavrına karşı tutum alıp mahkûm ederiz; bu ilke sorunudur. Bunun böyle anlaşılması gerekir. Dolayısıyla da sizlere karşı özel bir tutum, özel çaba ve özellikle de sizleri dışlamaya dönük özel bir yaklaşım içinde olduğumuz sonucu çıkarılamaz; çıkarmanız yanlış, bir önyargıdır.

8- Uzun sözün kısası, diğer devrimci yapılarla iş birliği yaparak sizleri dışlayıp tecrit etmeye dönük bir çabamız olmadığı gibi, bu bağnazlıkta bir niyetimiz ve bu aymazlıkta bir bilincimiz de yoktur, olamaz. Olsa olsa, diğer devrimci yapılara karşı sizleri savunma tutumumuz olabilir; bilincimiz bunu emreder, pratiğimiz bundan yola çıkar. Belki sizi buna inandıramayabiliriz, lakin gerçek şu ki, “yoldaş” dediğimiz partiyi ezdirmeyi içimize sindiremeyiz. Yoldaşlarımıza karşı ve onları zayıflatmaya dönük diğer devrimci güçlerle birlikte cephe oluşturamayız; bunun öncülüğünü asla yapmayız, bu bohem siyaset ve anlamsız davranışa sahip olamayız. Sizlerin aksini tasavvur etmeniz, bizlere dönük yaklaşım ve anlayışınızın kötü bir ürünü olabilir ki, bu, bizlere uzaklaşma ve yabancılaşmanızın bir emaresi olarak da okunabilir.

9- Aslında bu tutumumuz, sizlerle örgütsel birlik hukukunu korumamız sebebiyle sergilediğimiz ve salt size özgü sergilediğimiz bir tutum da değildir; demokratik, devrimci ve komünist normlarımızla şekillenen ve bütün meselede doğru-yanlış orijinine dayanan genel sınıf bilinci ve ahlakımızın doğal davranışı olarak her devrimci sınıf ve halk gücüne karşı sergileyeceğimiz ve sergilediğimiz genel bir tutumdur.

10- Dost ile düşman ayrımı özellikle Maoist değer taşıyan temel bir ilke olarak, yaklaşım ve davranışımızı belirleyen değişmez kılavuz ve ölçüttür. Burada kaybedilen ideolojik-siyasi rota her kulvara meyil eder ki, dost-düşman ayrımında ilkeye dair bir sorunumuz yoktur. Kim (ler)e nasıl davranacağımız, tarihsel mücadele birikimleri ve MLM teori tarafından saptanarak berrak biçimde önümüze koyulan ve pratik tutumda izlediğimiz yalın gerçektir…

11- Sizlere dönük öngördüğümüz örgütsel birlik hukukumuza bağlı ideolojik-politik duyarlılık temelinde nispi eğilim anlamında taşıdığımız pozitif ayrımcılık, elbette doğru-yanlış zemininden muaf değildir, olamaz da. İçimizdeki doğru-yanlış meselesine aynı ölçülerle iltimassız olmakla birlikte, uzlaşmazlık tanımayan ideolojik sorun kavrayışıyla yaklaşmaktayız. Kısacası, sizlerin ilkesel hatalarınıza karşı tutum almamız da ideoloji ve anlayış sorununda uzlaşma kabul etmeyen ilkesel yaklaşım bağlamında ele aldığımız ve ele alınması gereken prensip sorunudur. Bunu kendinize dönük özel bir tutum olarak mütalaa etmeniz büyük bir yanılsamadır. Özellikle, ideolojik mücadele ve iki çizgi mücadelesini temel bir argüman olarak benimseyen, bunu gelişmenin dinamiği olarak telakki eden ve iki çizginin nesnel bir olgu olarak her süreçte kaçınılmaz biçimde var olduğunu savunup bu zeminde doğru-yanlış mücadelesini doğal bir süreç olarak açıklayan ve hatta iki çizgi mücadelesini ayrıt edici bir özellik olarak varlık gerekçesi edinen bir anlayışın, hatalarına karşı tavır alınmasını kabul edilemez bir hasımlığa yorumlaması anlaşılır olamaz.

12- Reformlar uğruna mücadeleye komünistler sırt dönmedi, dönmemiştir. Devrim doğrultusunda ileri atılmış her adım (küçük-büyük, legal-illegal, reformsal-devrimci fark etmez) desteklenmesi ve bizzat atılması gerekendir; komünistler bunda ne negatif bir görüşe ne de bir bocalamaya sahip değildir. En gerici kurumlarda bile örgütlenmeyi benimseyen komünistlerin, amaç ve ilkelerine ters olmaması şartıyla tarif edilmiş bütün mücadele ve örgütlenme biçimlerine başvurmasında ve uygun olan her aracı devreye sokarak kullanmasında bir problem yoktur, olamaz. Mesele, somutta bunların nasıl, ne için ve hangi amaçla kullanıldığı sorunudur ki, bu tamamen somut bir tartışmadır; ilkesel karşı çıkış dışında, bir dizi doğruyu da hatayı da bu tartışmada tespit etmek genel olarak mümkünüdür. Somut hatalar stratejik doğruyu çürütmez, reddedilmesini gerektirmez. Mücadelede başvurulan/vurulacak her biçim, araç ve yöntem, görev edindiği çelişkiyi çözmeye göre biçimlenir ve görev edindiği o çelişkinin niteliğine uygun nitelikte şekillenir. Tek yöntemle her çelişkiyi çözmek ne yazık ki mümkün değildir; mümkün olmadığına göre her çelişki, görev ve sorunun çözümüne uygun araç ve biçimlerin kullanılması mantığa uygun olandır. Devrim, devrim örgütü aracılığıyla örgütlenip yürütülür. Devrimci görevler, devrimci tarz ve yöntemlerle gerçekleştirilir. Demokratik görevler, devrime bağlı demokratik mücadele kurumları ve biçimleriyle esasta yerine getirilir. Bütün bunlar, büyük-küçük, esas-tali, stratejik-taktik hizmetleriyle, son tahlilde devrim hedefi ve özgür dünya amacına bağlı görevde birleşir, bunun birer aparatı ve parçası olarak anlam kazanırlar.

13- Devrim ya da proleter devrimci çizgi, hedef, görev ve amacına bağlı olarak kendisini sınıf çelişkilerinin hüküm sürdüğü her toplumsal yaşam biriminde, her toplumsal çelişki alanında örgütler, buralarda görevler icra eder. İllegal alanda varken, legal alanda neden olmasın? Devrimci zeminde örgütlenirken, demokratik zeminde neden örgütlenmesin? İşçi sınıfı içinde örgütlenirken, köylülük içinde neden örgütlenmesin? Silahlı savaşla mücadele ederken, silahsız savaşımda neden mücadele etmesin? Devrim kavrayışı dar ve kaygısı dar grupçulukla daralıp zayıflayanlara rağmen, devrim bunların hiçbirine burun bükmez, bilakis her görev alanına eğilir. Bu devrimin mantığına uygun olandır. Çelişkilerin keskinliğine, derinliğine, büyüklüğüne ve öne çıkıp öncelikli olmalarına bağlı olarak, bunlarda esas ya da tali ayrımına gidilir ve her biri buna uygun olarak ele alınır. Mücadele ve örgütlenme esasları da buna uygun belirlenir. Devrimin bütünlüklü bir değiştirme ya da yıkıp inşa etme eylemini kapsayan bir programı olduğu düşünülürse, ideolojik kültürel görevlerden ekonomik siyasi görevlere, demokratik görevlerden hukuksal-ahlaki görevlere vb. kadar kapsayıcı bir toplum örgütlenmesinde varlık göstermesi kendiliğinden açığa çıkar.

Hiçbir mücadele biçimi ihmal edilemez önemdeyken, hiçbir mücadele platformu/alanı da terk edilerek boş bırakılmaz. Bizlerin kullanmadığı ve boş bıraktığı alanları ya reformistler doldurup kullanır ya da doğrudan egemen sınıflar zapt ederek bize karşı kullanır. Birçok sendikanın AKP iktidarının elinde olması gibi. Bundaki suç işçilerde değil, işçi havzalarını ve sendikaları boş bırakan devrimcilerde, esasta da komünistlerdedir.

14- Teoride doğru demek ama pratikte adım atmamak, söyleyip de yapmamaktır; ki bu, anadan üryan devrimci lafazanlık halidir. Bu, asla güvenilir olmaz. Söz-davranış tutarlılığı güvenin temeli, mütevazılık ise güvenin hazzıdır. En keskin sloganlar atıp arkasını getirmemektense, “küçük”, mütevazı ama emin adımlarla birikimler yaratıp kazanımlarla devrimi ilmik-ilmik örmek daha devrimcidir. Bunun yerine, “bu oportünisttir, o reformisttir, şu utangaçtır, diğeri tasfiyecidir, öbürü kurnazdır, onu hiç deme o zaten katıksız bir amatördür; hele ki Kaypakkaya’yı reddederek devrimi terk etmiş olanı hiç deme, onu arındır birlik dışına at” şeklindeki “tu kakacı” görüş ve yaklaşım, karşıtlık siyasetinden beslenen anlayış ve çizgi egemen bakış açısı olursa, geriye siyaset namına pek az şey kalır. Nihai amaç vazifesiyle dünyayı değiştirme görevine aday olan ideolojik-siyasi-örgütsel bir kulvarın, sınıf mücadelesinin “kıyısından köşesinden” de tutsa, devrime veya demokrasi mücadelesine “az biraz da dokunsa” yanı başındaki bu “reformisti-tasfiyeci” ya da her ne diyorsa, bu yakın güçleri değiştirmeye çaba göstermesi gerekmez mi? Şayet gerekmez derse, bu durumda görevlerini nasıl tarif ettiğini açıklaması gerekmez mi? Ki, en azından görevlerinin bir parçası olarak, bu sınıf ve halk güçlerini ideolojik-siyasi tesiri altına almaya çalışması gerekir. Gerekir çünkü, devrime önderlik iddiası ve halkın birliği ve birleştirilmesiyle sahiplendiği rol gereği, bu çabayı göstermek zorundadır. Devrimci görev ve sorumluluklar bizlerin keyfi tercihine göre değil, doğrudan devrimin ihtiyaçlarına göre biçimlenirler. Bunlardan kaçmak, devrimde tereddüt yaşamak olmasa bile, devrim görevlerine kayıtsız kalmaktır…

15- “Oportünist karakterin kurnazlıkla ayakta kalma zorunluluğunun” ürününe bakın ki, “… hem Türkiye topraklarından çıkan en ihtilalci eylem ve teori bütününün mimarı Önder Yoldaş İbrahim Kaypakkya’nın mirasına yaslanmak hem bakanlığa bağlı ‘devrimci belediyecilik’ yapmak” tadır. Ne garip ne absürt bir durum değil mi? İlelebet anlaşılamaz ve açıklanamaz ucube bir durum, bir tavır değil mi? Sahi, bunun kurnazlıkla ne alakası var? Bunun neresinde tufan var? Bizce, son derece olağan ve anlaşılır, birbiriyle bağdaşır durumdur hem ihtilalci çizgiye yaslanmak ve hem de bakanlığa bağlı demokratik-devrimci-halkçı belediyecilik yapmak. Bu bir siyaset işidir. Koşulları olgunlaştığında veya gerektiğinde burjuvaziyle (bizzat devlet veya iktidarla) anlaşmalar yaparız. Dahası, belediyesinde de parlamnetosunda da kazanacağımız kürsüleri kullanırız. Eğer burjuvazi bizim bir kurumu yönetmemize mecbur kalır ve kabul ederse, biz bunu yönetmekte tereddüt etmeyiz. Bu bizlerin zaafı değil, burjuvazinin zaafı ya da sorunudur. Örneğin bir emperyalist işgal durumunda ülke burjuvazisiyle-iktidarla anlaşma yaparak, bu anlaşma çerçevesinde burjuva orduların bir kısmını savaştırmak üzere başına geçip yönetiriz. Anlamak isteriz; iki durumu birbiriyle bağdaştırmayan yaklaşımınız, bilinciniz nedir? Mesala, sizler devletin ilgili kurum ve bakanlıklarından izin almak suretiyle dernek kurarken veya gazete çıkarırken o oportünist karakterin ayakta kalma zorunluluğunu mu icra ediyordunuz? Kaypakkaya yoldaş bakanlığa bağlı üniversitelerde Fikir Kulüpleri Federasyonu derneğini kurarken aynı duruma mı düşüyordu? Ya da Mao Zedung yoldaş, merkezi hükümetle anlaşma yapıp milli cephe kurarken ya da iki orduyu Çan-Kay Şek önderliğindeki merkezi orduların denetimine verirken ne yapmış oluyordu? Bu durumda “gariplik kimde” diye sormak hak değil midir? Kısacası yoldaşlar; SMF ideolojik-teorik çizgi ya da görüşleri, sosyalizmi savunması ve siyasi sınıf dokusu gibi tüm içeriklerdeki politik niteliğini yadsımadan, özgün fonksiyonlarla görev üstlenip yürüttüğü sınıf mücadelesinin demokratik alan mücadele cephesinde buraya ve buna uygun bir örgüt-kurum olarak görevler icra etmektedir. Bunda tutarsızlık, oportünizm ya da bir kurnazlık yoktur. Bilakis bu, devrimin gelişim seyri, örgütlenme ve mücadele mantığına uygundur. Dernekler, gazete-dergi, kültür-yöre dernekleri ve benzeri demokratik alan kurumlarının hepsi bakanlığın iznine tabidir! Bunu aşıp tam bağımsız bir demokratik kurumsallaşma yeteneğine ulaştıysanız lütfen bizlere de haber edin.

Özel bir hatırlatmayla dikkatinizi çekmek isteriz ki, halk dilinde kullanılan ama halkın geri kültürünü yansıtan “her tarakta bezi olma” deyiminin espirisi uygun olmayan durumlar için kullanılır. Bunu politik tartışma literatürüne taşımanız bizzat uygunsuzluktur. Gerçi başta demiştik, bu yazınızda biraz kotrolü kaybetmişe benziyorsunuz; tenezzül edilmemesi gereken “yalanlarınız” gibi ifadeler de kullanmışsınız. İncitici bulduk.

16– “… şovenizmin bayraktarı TKP’yi Dersim topraklarında meşrulaştırmakta bu yüzden sorun görmüyorsunuz ve bu yüzden son derece manipülatif bir şekilde içimizdeki birlikçileri bölücü olarak adlandırdığımız gibi mesnetsiz bir laf ediyorsunuz.” demektedir yazı. “Tutarsızlıklarımızın” ve “ilkesiz ittifakımızın” bir sonucu olarak bu çıkarsamaları yapmışsınız. Bağlamı nedir tam çözemedik. Fakat, mesnentsiz dediğiniz ifade sizlerden ödünç alınmıştır ve eğer mesnetsizlik varsa, bu sizlerin beyanında aranmalıdır. Yazınıza koyduğunuz başlık ve içe dönük de söylediğinizi ifade eden yazınız duruyor, lütfen oraya bakın. Mesnedi orada göreceksiniz. İkincisi, “TKP’yi Dersim topraklarında meşrulaştırma” belirlemesi anlam yoksunudur. Daha önce Dersim toprakları TKP’ye yasak mıydı? Ve neden yasak olsun da meşru olmasın? Bu yasakçılık, bu hegemonyacılar, bu bölgecilik, bu benimci-sahiplenici ve adeta ilhakçı kültür komünistlere yabancı bir kültürdür. Karşı-devrimci olmadığı müddetçe, revizyonist, sağcı-solcu, şoven ve milliyetçi de olsa, hiçbir siyasi parti ve görüşe yasak konulup baskı uygulanamaz. Pekâlâ AKP, MHP, CHP, cemaatler ve gerici kurumlar Dersim’inizde meşrulaşıyor. Eğer sakınca varsa ve eğer bir baskı-yasak gerekliyse, önce burada aranmalıdır. Dersim bize ait, bize tapu edilmiş toprak değildir. Karşı-devrimci olmayan hiçbir güç ve düşünceye baskı uygulayıp yasaklayamayız. Bu, son tahlilde devlet-demokrasi anlayışımızla ilgili bir anlayıştır. Kaldı ki, TKP eleştirilmesi doğru olan bahis konusu zaaf ve sorunlarına karşın, halk saflarında olup demokratik muhteva ve niteliğe sahip bir siyasi partidir. İttifak güçlerimizdendir. Sizlerin de ittifak edilmez bir değerlendirmeniz yoktur, bilakis ittifak yapılabilir gördüğünüz bir partidir. Görmüyorsanız Kaypakkaya yoldaşa bakın, bakalım. Kaypakkaya yoldaş, cephe tartışmalarında cephenin şimdi kurulamayacağına dönük değerlendirmeler yaparken şunu söylüyordu; “Proletarya, burjuvazi ille ittifak istemediği için değil, burjuvazi böyle bir ittifaka yanaşmayacağı için ittifak mümkün olmayacaktır” TKP’nin ittifak güçlerimizden olduğu ve ittifak yapılması gerektiği Kaypakkaya’nın bu sözleriyle de sabitlik kazanır. O halde, ittifak güçlerimize, hiç de hak ve yetkimiz olmadığı halde, yasak koyup Dersim topraklarına girmesi sakıncalıdır mührü vurmamız beklenemez. Ve alenen söylüyoruz; TKP’nin Dersim’de meşru olmasında bir sorun yoktur. Eğer bizim yetki ve inisiyatifimizde ise, biz, TKP’nin Dersim’de meşru olduğu görüşünü sakınmadan beyan ediyoruz.

Hiç kusura bakmayın, “TKP’yi Dersim topraklarına meşrulaştırmakta sorun görmüyorsunuz” sözünüz politik çizgi zeminindeki bir eleştiri olmaktan öteye, doğrudan yasakçı, baskıcı, sahiplenici bir kültürdür ve kabul edilemez. TKP kitlesi, tabanı, örgütçü ya da faaliyetçisi kimlerden oluşur? Bunlar kimdir, nereye aittir. Bunlar halktan, halk sınıf katmanlarından insanlardır; karşı-devrimci değildirler. Bunları ötelemek yerine, dönüştürüp kazanma gibi bir siyaset devrimci olabilir. TKP’nin dün yaşadığı ayrılıklar ne anlama geliyor. Biz söyleyelim, TKP içinde de farklı fikir ve çizgilerin olduğu, fikir mücadelesinin orada da dinamik olduğu ve bu zeminde etkilenmelere ve değişip dönüşmelere uygun olup komünist devrimci saflara kazanılması mümkün demektir. Kapalı-kapıcılık yerine, ya da onları “benim” toprağıma koymama ve onların bulunduğu platformları terk ederek onlara bırakma tavrı yerine, açık ideolojik mücadele zemininde tüm halk güçleriyle gerekli ilişkiler içinde bulunmak ve etkileyerek kazanmaya çalışmak daha devrimcidir.

17- Asıl meramımız taktik sorun ve anlaşılır olan tali meselelerde laf yarıştırmak ve bunda enerji harcamak değil, ideolojik sorun ve anlayış meseleleri kapsamında daha temel olan sorunları tartışmaktır. Bu tasavvurla; eğer ayrıntılarla uğraşmaktan kurtulmayı becerebilir ve aslında bu tartışmalarla aslen girmiş olduğumuz anlayış tartışmalarını tamamen öne çıkarmayı başarabilirsek ve tabi ki sizler de bunu onaylayarak göstermiş olduğunuz icabeti sürdürmeyi benimser iseniz, yürütmekte olduğumuz tartışmayı tamamen temel meseleler üzerinden yürütmeyi amaç ediniyoruz…

Kaldığımız ya da ilerleyeceğimiz yerden devam edelim…

Yazının Başlığı Başlıbaşına Fecaattır…

Başlığa, “SMF’ye cevap” spotu düşülmesi ve her nitelikte eleştiriye SMF’nin adres olarak gösterilmesi ısrarı neyin ihtiyacıdır; kafamızı kaşıdık buradaki kastı çözemedik. Anlam veremedik fakat bunun düzeltilmeyen ya da düzeltilmek istenmeyen bir takıntı olarak, genel yaklaşımda düşülen çarpıklığı baştan ilan eden bir ipucu olduğunu görerek anladık. Yapılan eleştirilerin kime yapıldığını, muhatabın kim olduğunu idrak eden durumdayız. Pek tabi ki, siz muhataplar da bunun idrakında olmak durumundasınız. Aynı tarz eleştiriyi yineleme tavrınız karşısında artık söylemek zorundayız ki, yapılan tüm eleştirinin SMF’ye boca edilmesi biçimi, her bakımdan yersiz-liktir. “Eleştirdiğimiz muhatap çizgi SMF’den ibarettir” manasına gelen görüş önceki yazınızda dillendirilmiş olsa da bu tasarrufta bulunmak harcınız değil, ancak kabalığınıza yorumlanabilir. Öyle görseniz bile, demokratik bir kurum olan SMF’yi bu özelliğine binaen eleştirmenizi gerektirir ki, illegal zemin eleştirisinden muaf tutmanız uymanız gereken bir zorunluluktur. SMF de ittifak da Halkın Günlüğü de demokratik kurumlar da devrimci kurum ve çizgiler de tabi ki eleştirilebilir. Bunda sorun yok. Lakin her biri kendi sahası, görevi, misyonu, en önemlisi de tüzel kimlik ve hukuksal statüsü gözetilerek, bu niteliğine göre eleştirilmelidir. Bu, Y.D. gazetesi yazılarında gözetilmemekte, her şeyin muhatabı tek ama yanlış olan adres gösterilerek, ehliyetsiz kurumlar ehliyetsiz oldukları mücadele biçimlerinden sorumlu kılınarak adeta zan altında bırakılmaktadırlar. Evet, bunu anlamak da zor olmasa gerek. Daha fazla kaşınmaması gerektiği açık olan bu tartışmayı uzatmadan kapatıyor ve daha fazla kazınmaması gerektiğinin altını çizerek anlaşılmasını bekliyoruz. Ve eğer gerçekten de SMF muhatap alınacaksa, eleştiriler de lütfen onun tüzel kişiliği ve bağlayıcılığına uygun yapılsın…

Prosedürler bizlerin tercihi değil, yaşadığımız siyasi şartların dayatarak bizleri uymaya mecbur kıldığı formalitelerdir ve son tahlilde güvenlik ve illegalite açısından değer verdiğimiz; salt bunun için ve bu kadarıyla değer verip, uymak zorunda olduğumuz ölçüde kabul ederek uyguladığımız zorunluluklardır. Ve elbette prosedür heveslisi ve formalite meraklısı değiliz, bürokrasiye sevdalı hiç değiliz. Toplumsal sistemi ve siyasi şartları bizler belirlemiyoruz. Burjuvazinin egemen olduğu koşullarda yaşıyoruz ve maalesef ki, devrim mücadelesi uğruna ya da demokratik mücadelede pahasına sınırlı da olsa burjuvazinin bazı prosedürlerine geçici şartla uymak durumundayız. İkinci bir şansımız olsaydı bunu tercih etmekte bir an bile tereddüt etmez, duraksamadan bütün burjuva prosedür ve sınırlılıkları kaldırıp param parça ederdik. Ne ki, bunun ancak burjuvaziyi mezara gömmekle mümkün olacağı açıktır. Özcesi, burjuva sınırlılıkları devrimci iradeyle zorlayıp aşma prensibiyle hareket etsek de bu ayrı bir gerçektir; bizlerin bahsettiği şey, tamamen çalışma ve örgütlenmelerimizin güvenliğine ilişkin kaygı ve korunmasına dönük tedbir zorunluluğudur…

Gösteriş kurbanı başlığın gafla özdeşleşen ilk özrüne yeterince dikkat çektiğimizi varsayarak diğer noksanlarına geçebiliriz…

Konu olan üçlemeli başlık, gerçek anlamda çarpık, deve boynu kadar kambur, üçlemenin her bir parçasının ayrı-ayrı taşıdığı iç tutarsızlık, uygunsuzluk ve anlamsızlık bileşkesinde oluşturulan zorakilikle tam bir politik melezdir. İncelenip irdelenmeye muhtaç, eleştirilerek düzeltilmesi zaruri olan bir eğreltidir.

Üçlemeyi uluşturan parçalardan en masum olan kambur, “Amatör reformist” betimlemesidir. Amatörlük küçümseme ve rencide etmeyi maksat alsa da gocunacağımız bir durum değildir. Dahası üstenci kaba kibre yeğ tutacağımız görece yaşanabilen ve gelişme süreçlerinin tanıyarak mümkün kıldığı bir özelliktir. Devrimde temel gücü oluşturan işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri profesyonel ve uzman değil, bizzat amatör yığınlardır. Amatörlüğün küçümsemeyi hak eden özellik olarak o kadar da kötü olmadığını devrimi gerçekleştiren yığınlardan hareketle bilmek durumundayız. Kendisine öncü diyenlerin her zaman uzman profesyoneller olmadığı ve en önemlisi de bunların amatör ruhla hareket edip devrime kalkıştıklarını bilmek durumundayız. Sınıf mücadelesi açısından amatörlük bu anlama gelir. Reformistlik ise, (sizin yüklediğiniz anlamda olmak kaydıyla) katıksız bir amatörlüktür zaten. Devrim tasavvuru olmayan, buna tamamen yabancı olan, tüm anlayış ve düşüncesiyle sonuçsuz bir çıkmaz olup hayalden ibaret olan ideolojik-siyasi dokusuyla, yine sizin tasavvur ettiğiniz zaviyeden olma şartıyla, yeni doğmuş buzağı misali henüz kendisini taşımakta güçlük çekip titreyen bacakları üstünde sallanarak durabilen ve dananın dünyaya yabancı olduğu kadar devrime yabancılığıyla basbayağı bir amatördür. Bu tablo dikkate alındığında, SMF’yi küçümseme yaklaşımından başka, uygun düşen ve gerekli olan bir kurgu kurulmadığı görülmektedir. SMF ne sizlerin bahsettiğiniz nitelikte reformisttir ne de amatördür. Sizlerin başaramadığınızı pekâlâ SMF başarmıştır. Devrimci-demokratik mücadelenin zayıflayarak gerilediği, devrimci hareketin büzülerek daraldığı ağır siyasi-toplumsal şartlarda, devrimci harekette yaşanan erime ve daralmalara karşın, SMF en derli-toplu demokratik kurumlardan biri olarak ayakta kalmakla yetinmemiş, bir dizi gelişmeye imza atmıştır vb. vs. Bu mudur amatörlük dediğiniz şey? O halde, yaptığınız şeyin, seyirci tribünlerinden sahadaki oyunculara pet şişe atmaktan ve isim koymaktan başka bir şey olmadığı açıktır…

Uzatmayalım; SMF’ye “amatör reformist” derken, nasıl bir eleştiri yürütmüş oluyorsunuz, hangi yaşamsal ya da tayin edici siyasal gerçeği ifşa etmiş oluyorsunuz ne anlatmak ve ne elde etmek istiyorsunuz ne gibi ideolojik-siyasi bir sonuç üretmiş oluyorsunuz? (O basit sorularımızdan bir kaçıydı!?)

SMF’ye nizanız nedir/neye dayanır, bunun tarihsel köklerine girmeden, devrimciler arası ilişki ve hukuk normları bakımından önyargı ve anlamsız hesaplaşma kusurları ekseninde gelişerek doğru zeminde yürütmediğiniz somuttaki davanızın güncel sebeplerine dönük bir parantez açarak, tanık olarak gözlemlerimizi paylaşalım.

Kanaatimizdir: Sizleri bu zoraki kavram yapıştırmaları tuzağına düşürerek anlamsız kavramlar icat etmeye sevk eden gerçek sebepler; örgütsel-siyasal daralma gerçeğinizde saklıyken, somut neden esasında ise, hedef tahtasına koyduğunuz SMF’nin, diri ve etkili siyaseti zemininde somut kazanımlar elde ederek gerek geleneğimiz içinde ve gerekse de daha geniş toplumsal kesimlerin dikkatini üstüne çeken pozitif tesirle çizdiği politik vizyon, markalaşan nüfuz profili ve öne çıkan başarı performansından duyduğunuz anlamsız rahatsızlıktır. İster görün ister görmeyin, SMF demokratik-devrimci kazanımlar zemininde temsil ettiği çalışma ve uyguladığı siyasetlerle sadece dar grup çıkarları temelinde değil, genel devrim ve komünizm propagandası anlamında büyük etkiler yaratmış, önyargıları parçalayan etki göstermiştir. Destan yazmadıysa da belki onlarca yıllık uğraşlara eşdeğer büyük bir propaganda yaptı. Nitekim bu gerçeği geniş devrimci yelpaze teslim etmektedir. Sizler bunu görüp teslim etmeseniz de hiç değilse negatif pozisyon almaktan geri durabilirsiniz. Fakat, en gerici kesimlerin önyargılarını kırmakta yol kateden SMF, sizlerdeki önyargıyı zerrece değiştirememiştir ki bu sizin gerçeğe kapalı olmanızın mahareti olabilir. Diğer sebeplerden bir kısmı da parçası olduğunuz ideolojik-siyasi kulvarda gölgede kalma hissi ve SMF’nin politik amosferde yarattığı büyük etki ve propaganda karşısında yaşadığınız edilgenlik biçiminde ifade edilebilir. Ve elbette SMF’nin ülke gündeminde ses getiren HDP gibi aktörlerin içinde yer aldığı ittifakta yer alarak değer bulması ve dikkate alınan bir muhatap-aktör durumuna gelmiş olması gerçeğidir. Biçimsel olarak ise, SMF’yi, HDP gibi siyasi partilerle kıyaslayıp bunlarla aynı etkiye sahip olmaması bağlamında, aynı ittifak zemininde bulunmasından dolayı HDP, EMEP gibi siyasi partilere göre “amatör reformist” yaftasıyla küçümsemektesiniz. Kaba ve yanlış yaklaşmaktasınız. SMF’nin feyz aldığı ideolojik-siyasi çizgi geleneğine bağlı ve kendi görev ve misyonuna uygun olarak, izlediği siyaset, yürüttüğü çalışmalar, gösterdiği gelişmeler ve son tahlilde temsil ettiği ideolojik-politik hattır onun gelişerek büyümesine, ülke siyasetinde belirgin bir yer tutan HDP gibi güçler tarafından ittifak gücü olarak dikkate alınan bir politik muhatap durumuna yükselmesine yol açan. Bu politik performans takdir edilmesi gereken bir başarıdır. Küçümsemek değil, saygı duymak düşer… Başarılarımız genel devrim cephesinin ortak başarılarıdır. Böyle bakıyoruz, böyle de bakılmalıdır. Ama “bizzat bize ait olmayan başarı, her şeye rağmen başarı değildir; değerli, önemli ve anlamlı da değildir” zımni anlayışıyla hareket eden bilinç, kuşkusuz ki sorumluluk taşımaz, kötüleyip yermekten de geri durmaz. Kanaatimiz o ki “mundar” olan ciğer değil, ciğere ulaşamayan “kedidedir” kabahat…

“Kedinin Yakaladığı Fare…”

Yeni Demokrasi yazısı, milli burjuvazinin sol kanadıyla ilgili ifade ve açıklamalarımızı bağlamından kopararak ele almakta, böylece çelişkimizi yakaladığı hevesine kapılmaktadır. Milli burjuvazinin sol kanadından dem vurduğumuz veya bu siyasi kavramları kullandığımız doğrudur. Ancak, eğer dikkat edilirse, milli burjuvazinin sol kanadı ittifaklar anlayışı temelinde bir örnek babında ele alınmıştır. Yani, özetle şu söylenmiş veya söylenenler mealen şöyledir; “sizler milli burjuvazinin sol kanadıyla ittifak yapmayı öngördüğünüz halde, bugünkü ittifaklara karşı çıkıyorsunuz, bu savunularınız bakımından tutarsızlıktır.” Evet aslen söylenen ve anlatılmak istenen özetle budur. En önemlisi de milli burjuvazinin sol kanadı adına kullandığımız ifadeler, bizzat kendi görüşlerimiz olarak değil, sizin görüşleriniz olarak sizlere örnek gösterilmiştir. Muhtemeldir ki, anlatımda eksik davranarak yanlış anlaşılmaya vesile olmuş olabiliriz. Ama esasen milli burjuvazinin sol kanadı ile ilgili kurduğumuz cümleler sizlere ait anlayış çelişkisini göstermek ve bu zeminde örnek verme babında kullanılmıştır. Lakin siz bu ifade ve anlatımlarımızı bağlamından kopararak, bizlerin milli burjuvazinin sol kanadıyla ilgili kongre kararlarına ters düştüğümüz sonucuna çıkmışsınız. Bununla çelişki ve “yalanlarımızı” yakaladığınızı sanmakta, yansıtmaktasınız…

Durumun sizlerin dediği gibi olduğunu varsaysak da kongre kararları-görüşleriyle büyük bir çelişki veya çelişen bir şey yok ortada. Milli burjuvazinin, komprador-tekelci burjuvazinin gelişip egemen hale gelmesiyle birlikte, bağımsızlığını yitirdiğini, “bir kısmının helak olduğunu, diğe kısmının telef olduğunu” vb. söylerken, bir kısmının da orta burjuvaziye dönüşerek taşeronlaşıp büyük sermaye gruplarına yedeklendiğini söylemekteyiz. Ve bu esas olarak doğrudur… 1- Buradaki milli burjuvazi, ulusal karakter taşıyan burjuvazidir; sermaye veya sermayesinin büyüklüğü bağlamındaki milli-orta burjuvazi değildir. 2- Ulusal-milli karakterdeki bu burjuvazinin bir kısmının orta burjuvaziye dönüştüğü açıkça söylenmektedir. 3- Orta burjuvazi varsa, ki vardır (bu merkezi görüşümüzdür de), o halde bunun sol kanadından bahsetmek de doğrudur. Zira, taşeronlaşma ve benzer biçimlerde büyük sermayeye yedeklense de bu esas niteliğini oluşturur, bire bir tümünün objektif olarak “sol” olan yanını yitirmediği, “sağ” olan esas yanına karşın, belli oranda “sol” yanını koruduğu söylenebilir. Ki büyük sermayeye yedeklenen bu orta-milli burjuvazi kaçınılmaz olarak büyük sermaye tarafından baskılanmakta, belli bir biçimde ezilip sömürülmektedir. Bu durum ona objektif olarak “sol” vasfını yükler, siyasal koşullara veya devrimin gelişmesine bağlı olarak devrimden yana eğilim göstermesine imkân sunmaktadır. Dolayısıyla, orta burjuvazi anlamındaki milli burjuvazinin, ya da ulusal anlamdaki milli burjuvazinin orta burjuvaziye dönüşmüş olan kısmı bağlamında bunun sol kanadından söz etmekle, kongre görüşlerine aykırı birşey söylemiş olmuyoruz. Komprador-tekelci burjuvazinin egemen hale gelmesiyle birlikte, değişime uğrayan, ulusal karakter anlamındaki milli burjuvazidir; esasta anlatılan ve kongrenin aktarılan görüşü de budur. Elbette, sermaye büyüklüğü açısından orta burjuva olan burjuvazi de belli değişimlere uğramıştır. Ama esasta konu edilen veya niteliğini yitiren ulusal anlamdaki milli burjuvazidir. Bu burjuvazi aslen bağımsızlığını yitirmiş, esası değişerek milli karakterini yitirip, bir kısmı palazlanarak, bir kısmı yutularak vb. çeşitli biçimlerde komprador tekelci burjuvaziye dahil olmuştur. Bir kısmı da orta burjuvazi veya kır-kent küçük burjuvazisine dönüşmüştür. Ulusal nitelikteki milli burjuvazinin esasta ortadan kalktığı doğrudur. Orta burjuvazi ise varlığını şu veya bu oranda korumaktadır. Ve bu burjuvazi öyle ya da böyle “sol” özellik barındırır; bu sol mutlak değil, göreceli ve değişkendir.

Özcesi, ulusal anlamdaki milli burjuvazi (neden bu vurguyu yapıyoruz, çünkü bizde genellikle milli burjuvazi orta burjuvazi olarak da algılanır veya onunla karıştırılır, çoğu kez aynı anlamda kullanılır…), bağımsızlığını yitirip esasta ortadan kalksa da belli bir kısmı orta burjuvaziye dönüşmüştür. Bu orta burjuvazi büyük sermayeye yedeklense de, bir milli yan taşır. Sermaye, pazar, sömürü ve üretim gücü düşünüldüğünde ya da komprador tekelci sermaye niteliğinde olmaması gerçekliği dikkate alındığında, bu orta burjuvazinin milli bir nitelik taşıdığı ve taşıyacağı açıktır. Cılız da olsa, zayıf da olsa, bu orta burjuvazi objektif olarak bir milli karakter taşır. Kongre görüşü de orta burjuvazinin varlığını kabul etmektedir. Dolayısıyla, sizlerin çelişki olarak işaret ettiğiniz durum aslen bir çelişki değildir ve kongrenin işaret ettiği biçimde ve anlattığımız çerçevede milli burjuvaziden bahsetmek özünde yanlış olmaz. Ve her şeye rağmen, yazımızda milli burjuvazinin sol kanadından örnek vererek bahsetmemiz kongre görüşümüzle bir çelişki ise o yazımız özgülünde bizim sorunumuzdur. Ama mesele bu değil, mesele sizlerin ittifak anlayışınız ya da ittifaklar anlayışındaki tutarsız görüş ya da tavrınızdır. Buradaki tutarsızlığınızı kabul ediyorsanız, varalım biz kongre görüşümüzle çelişelim ve eğer çelişmemiz söz konusuysa bunu düzeltmekte tereddüt etmeyiz. Ne ki biz bu kanaatte değiliz.

Analitik mi? Tekçi mi?

Yeni Demokrasi yazısında analitik olmayı horlayarak yadsıyan ama “öze tekabül eden ağır yöne göre tanımlama yapma” söylemiyle saklamaya çalıştığı tekçi yaklaşımı yüceltme anlayışını ortaya koyuyor. Biz şunu diyoruz/ dedik; reformist hareketler de belli koşullarda veya belli şartlar altında politik olarak devrimci rol oynayabilir, sergileyebilirler. Bu rolün sergilendiği veya gösterildiği durumlarda, bu özelliği göz ardı edip ihmal edemeyiz, bilakis bu devrimci rolle devrimciliği ölçüsünde birleşir, ittifak yaparız. Bu da son derece açık ve anlaşılırdır. Peki Yeni Demokrasi yazısı ne diyor; “biz tanımlamayı ağırlıklı yöne-özelliğe göre yaparız.” Tamam bunda bir sorun yok. Biz de aynısını yaparız, yapıyoruz. Ama sizden farklı olarak, genel niteliğin yanında geçici, göreceli ve şartlı olan ve reel politikte açığa çıkan tali özelliği de görüp dikkate alıyoruz. Hepsi bu. Siz genel nitelik dışında özgün veya özel an ya da durumu görmüyor ya da göremeyiz diyorsunuz mealen. Zira, ağırlıklı yan taşıyan öze göre tanım yaparız diyor, başka bir şey demiyorsunuz. Peki, ak ile kara arasında bir ton yok mudur? Buna ne diyeceksiniz ne tanım koyacaksınız? Siz de bu yok. Yok çünkü, genel nitelikleri-özleri reformisttir, dolayısıyla bunların reel politikte oynadıkları, geçici veya şartlı olarak sergiledikleri devrimci özellikle ilgilenmeyiz, ittifak falan kurmayız diyorsunuz… Kolay gelsin… Ama her reformist harekette devrimci, her devrimci örgütte de reformist yanlar vardır demekten de imtina edemiyorsunuz. Peki, biz sizin kıdemli dediğiniz reformistlerde vb. devrimci yanlar tespit ederken neden yan çizip, bizi reformistlerde devrimcilik arama yarışına girdiğimizi söyleyerek eleştiriyorsunuz. Siz de aynısını söylüyorsunuz. Biz söyleyince yanlış, siz söyleyince doğru. Bir kez daha kolay gelsin…

Reformizmi tanımlamanız son derece güdük ve o bahsettiğiniz özünü oluşturan ağırlıklı yanı göz ardı eden cılızlıktadır. Oysa, reformist hareketleri, reformizmi mevcut gerici düzeni, devleti, sistemi devrimci yoldan değiştirmeyi değil, içten iyileştirmeler yoluyla değiştirip devrim gerçekleştirmeyi düşünen düşünce akımı veya MLM’den kopan ideolojik akım olarak tanımlamanız yeterli olurdu. Ve en büyük özelliğinin de reformlar uğruna mücadeleyi esas alıp amaç edinen bir strateji biçiminde ekleyebilirdiniz. Bizlerin devrimcilik tanımında analitik yaklaşımımızı alaya alırken, reformizm tanımında gülünç duruma düşmüşsünüz.

Devrimcilik tanımında ise tartışma konumuza ışık tutan cinsten analitik olarak yaptığımız ayrıntılı tariften kasten uzak dursanız da genel geçer doğrular söylemekle birlikte, İbrahim yoldaşın 11 ilkesinden … ve parti faaliyetinin esas, diğer faaliyet türlerinin tali olduğu şeklindeki üç ilkesi, devrimciliğin temelidir.” şeklinde girdiğiniz zorlama son derece yetersizdir. Sizleri de zora sokacak tanımlamadır. Devrimci teori ve pratiği yalın olarak devrimcilikte tartışma konusu yapmak meselenin temeliyken, sizler bunları derdest edip bir kenara iterek, Kaypakkaya yoldaşın devrimimiz somutu için 11 ilkede tespit ettiği görev ve özellikleri bağlamından kopararak devrimciliğin temeli olarak saptamaktasınız. Kaypakkaya yoldaş, PDA’nın revizyonist görüşlerine ve kendilerine dönük ithamlara karşı, “Marksist-Leninistler görüşlerini 11 ilke halinde özetleyip toplantıya sundular.” diyerek 11 ilkenin devrimimize dönük komünistlerin genel görüşleri olduğunu ortaya koymaktadır. Ve 11 ilke çalışma ve örgütlenme esasları ve tahlillerini, faaliyet alanları ve esaslarını, somut siyasi durum ve tespitleri vb. vs. içermektedir. Ha siz üç ilkeyi mi kast ettiniz; ama “parti faaliyeti esas, deiğer faaliyet türleri talidir” biçimindeki ilke nasıl devrimciliğin temeli oluyor. Bu, MLM devrimcilerin örgütlenme esası-talisidir; devrimciliğin temeli değil. Devrimciliğin, nasıl bir örgütlenmeyi esas almasını belirleyen bir ilkedir. O örgütlenme esası devrimciliği var eden değil, var olan devrimcilik o ilkeye uygun örgütlenmektedir, örgütlenmeyi salık vermektedir. Yine illegal faaliyet esas, legal faaliyet talidir ilkesi, somut şartlara, devrimimizin gelişeceği somut şartlara uygun olarak saptanmış bir mücadele-faliyet ilkesidir. Devrimciliğin temeli değil. Devrimcilik evrensel siyasi bir olgudur, somut koşullarda alınan biçim ise daha farklıdır. Başka koşullarda legal örgütlenme esas olabilir, ya da bu farklı koşullarda uzun bir zaman içinde legal faaliyet içinde örgütlenip güç biriktirmek geçerli olabilir. Bu durumda, burada devrimciliğin temeli yok mudur? Sizin saptamalarınıza göre yoktur. Ama bu yanlıştır. Dolayısıyla, devrimciliği, sınıfsal köken itibarıyla objektif devrimcilikte tarif etmek, bilinçli sınıf tavrı ve eyleminde tarif etmek, devrim amacı ve çalışmasında izah etmek, ideolojik-teorik görüşler temelinde açıklamak vb. vs. daha doğru olandır. Bunu yadsıyıp boşa çıkarmak için girdiğiniz zorlama ve popülistçe 11 ilkeye sarılmanız sizi doğrulamaz…

Dediğimiz gibi, 11 ilkeyle temellendirdiğiniz devrimcilik tanımı sizleri de zor duruma düşürerek tartıştırır. Çünkü, belirttiğiniz esaslara göre örgütlenip örgütlenmediğiniz, aynı esaslara göre mücadele edip etmediğiniz, bunlara uygun konumlanmanız vb. vs. açısından bulunduğunuz mevcut pozisyon bu ilkelere uygun değildir. Örneğin, silahlı mücadele esas, diğer çalışmalar talidir ilkesine uygun bir pratikten gerçek anlamda bahsedebilir misiniz? Bildiğimiz ve gördüğümüz kadarıyla silahlı mücadele ve eylem oldukça durgun bir süreçten geçiyor. Yok ya da yok denecek kadar dibe vurmuş. Bunun objektif ve sübjektif sebepleri, haklı ve haksız gerekçeleri, nesnel ve öznel zemini kuşkusuz ki var ve bizler bunu inkâr ederek gümbür-gümbür bir silahlı mücadele beklentisinde değiliz. En azından kısa zaman için de olsa bu beklentide değiliz. Kısacası sizin iddianıza göre, buradan devrimciliğin temeli olarak saydığınız şartlar bağlamında ve mevcut pozisyonunuz itibarıyla, devrimci temelinizi kaybettiğiniz sonucu çıkarılabilir. Aman dikkat…

“Biz illegal örgütlenip mücadele ediyoruz, siz bizim nasıl konumlandığımızı nasıl bileceksiniz ki?” diyebilirsiniz. Bilmeyiz elbet, ama pek görmüyoruz da. Yani illegal faaliyet ve çalışmalarınızı göremiyoruz. Dolayısıyla, pozisyonunuz hakkında çıkarsamayı pratikteki izlenimlerimizden yapıyoruz. Bakın biz legal-açık alan demokratik mücadele zemininde de olsa faaliyetler yürütüyoruz ve bizim bu çalışmalarımızı sizler kolayca değerlendirip eleştiriyorsunuz. Ama bizim bu şansımız yok. Yok çünkü, çalışmanızı göremiyoruz, görülen çalışmalarınız “yok.” Hatırlarsanız geçen yazımızda, “öncüsünü görmediğimiz” biçimindeki söyleminize binaen, adeta sizlere kısa bir faaliyet raporu sunmuştuk. “Biz bir bakıma bu kadarız, çalışmalarımız özetle budur” demiştik. Şimdi size, çalışmanız görünürde “yok” demekteyiz. Özellikle 11 ilkeye uygun yok demek mümkün. Sizin de varsa, sunulabilir olduğu kadarıyla bir çalışma-faaliyet raporu sunmanız fena olmaz. En azından subjektif eleştiri yaparak haksızlık yapmamış oluruz…

SMF, ittifak, meclis, belediye, kooperatif, kurultay, kurum ve dernek, federasyonlar, meclisler, komisyonlar kapsamında görülen ve göze batan mevcudiyetiyle öyle ya da böyle politik bir aktör olarak demokrasi mücadelesinde, demokratik alanda faaliyet ve görevler temelinde sorumluluklarına bağlı hareket etmekte, sınıf hareketi cephesinde bir fonksiyonu temsil etmektedir. Siz karar veremeyerek, bir devrimci, bir tasfiyeci, bir sağcı, bir reformist deseniz de ortada bir SMF gerçeği var ve bu gerçek onlarca ile yayılmış ilişkiler ağıyla devrimci bir potansiyeldir…

Belki övünülecek ve abartılacak kadar değil, tatmin olunup yeterli görülecek kadar hiç değil bu durum. Fakat, mevcut durumda küçümsenemeyecek bir çalışma, ileriye dönük mücadeleye umut veren bir başarıdır. Yeni Demokrasi cephesinde de SMF değerinde bir çalışma ve kurumsallaşma birikiminin aktüel olduğunu tasavvur ediniz ki, bunun demokratik mücadele yelpazesinde ve bilhassa “geleneğin” tabanında yaratacağı büyük moral ve motivasyonu kim inkâr edebilir ki? Özgür Gelecek ile bu yolda ilerliyoruz. Birlikte daha büyük coşkuyla gelişmeler kaydedeceğimizden asla kuşku duymuyoruz. Bu geleneğin dinamiği, dogmatik-sekter anlayışlara karşın, geleceğini devrimci adımlarla parlatacaktır. Siz olsanız da olmasanız da bu gelenek geleceği kuracaktır…

Yazımızın I. bölümünü burada noktalarken, bizlere atfen tekrarladığınız küçük-burjuva devrimciliği değerlendirmesi hakkında sizlerden altı doldurulmuş bir ispat ve izahat beklediğimizi özellikle bildirelim. Küçük-burjuva devrimciliği nedir, nasıl kavramaktasınız, tipik özellikleri nelerdir, bizlerde cisimleşen karakteristikleri hangileridir. Okura ve muhataplarınıza karşı sorumluluğunuz iddia ve ithamlarınızı sözde bırakmayıp temellendirerek savunmanızı gerektirir. Bundan kaçamazsınız.

Önceki İçerik2022 Yılında Dünyadaki Siyasal Gelişmelerin Genel Değerlendirmesi ve Sınıfsal Bakış
Sonraki İçerik2023 Bizden Atılım Bekliyor