Yeniden komünist enternasyonal başarabiliriz! 2

Diyalektik materyalist felsefede de yoldaş Mao Zedung, yeni seviyeye bilimimizi ulaştırdı. Çelişme yasasının yani karşıtların birliği yasasının, doğanın, toplumun her şeyin temeli olduğunu ifade etti. Bu diyalektik materyalizmin özüdür. Karşıtların birliği uluslararası komünist hareketinde gerçeğidir. Sosyalizmi komünist partisini ondan muaf tutamazsınız. Doğru düşünceler yanlışa karşı mücadele içinde gelişirler. Marksizm’in gelişmesi de ancak bu mücadeleyle olur. Mao, sosyalizme geçmek için mutlak bir kapitalist temeli gerekli gören ve böylece kapitalist  “kalkınmacı-ilerlemeci” strateji anlayışlarına kökten karşı çıktı. Teoride o zamana kadar var olan geri ülkelerde “sosyalizm için bir mücadeleye girme temeli yoktur” seklindeki ileride Avrupa merkezciliğinin beslendiği anlayışlara karşı çıktı. Bugün de bir problem olarak mevcut olan bu bakış açısı ve tarih anlayışına karşı, Avrupa merkezci revizyonist teorik dogmaya karşı Mao’nun öğretisi yol göstermektedir. Hayat ta gösterdi ki devrim, kapitalist üretkenlik düzeyinin gelişkin olduğu yerlerde değil, görece düşük olduğu “Doğu ülkelerinde” başarıldı. Dünya 18. ve 19. yüzyıllardaki devrimin fırtına merkezi olan Avrupa gerçeklerine göre tasavvur edilseydi ortaya çıkan yeni yönelimler kavranmayıp eski strateji tekrar edilseydi ki epeyce edildi, devrim hayal olurdu. Devrimi kapitalist gelişme düzeyinin yüksek olduğu ülkeler çerçevesinde tahayyül edenler sömürge-yarı sömürge ülkelerdeki ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerine karşı çıktılar. Bu burjuva modernist tarih anlayışı, uluslararası komünist harekete büyük zararlar verdi. Sosyal şovenizmin güçlenmesine hizmet etti. Mao iktidar namlunun ucundadır dedi. Bu evrensel bir doğrudur. Bu evrensel doğru her bir somut koşulda değişik biçimler alır. Bu evrensel doğru, komünist ideoloji rehberliğinde, Komünist Parti önderliğinde gerçek kahraman olan kitlelerin seferberliğini içerir. Ve yine bu evrensel doğru komünist siyasetin silahları kontrol etmesini, kitlelerden kitlelere anlayışını formüle eder. Maoizm savunulmadan Komünizme niyet edilse bile gidilemez.

Komüntern üzerine!

HABER MERKEZİ (31-12-2016)- Sınıf Teorisi dergisi 22.Sayısında yayınlanan ‘Yeniden komünist enternasyonal başarabiliriz! 2’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

Mao’dan bugüne yeni komünist enternasyonal, proletaryanın ortak evrensel ideolojisi komünizmin topyekûn ve köklü ilerletilmesini ifade eden MLM ve özellikle Maoizm temelinde ifade edilebilir. Maoizm modern revizyonizme karşı mücadele yürüyüşünde enternasyonal proletaryanın Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) tecrübesiyle oluşan sentezlerin ifadesidir. BPKD ile hem revizyonizme karşı mücadele göğüslendi ve hem de komünist bilim pratik derslerin yardımlarıyla yeni nitel bir seviyeye ulaştırıldı. BPKD ile yeni komünist bir nesil doğdu. Bu nesil geçmişin eksiklik ve zayıflıklarının da köklü asılmasını ifade etti. Bunda tayin edici etken BPKD idi. Yeni komünist partiler BPKD’nin ürünü olarak doğdular. Bilimimizin bu yeni nitel 3. aşamasının ürünü olan partiler objektif koşulların kendiliğinden bir sonucu değildirler, olamazlar. Evet, objektif bir temel KP için zorunludur. Fakat KP bilinçli bir organizmadır. Mücadelenin kendiliğinden seyri ile kazanılacak bir olgu değildir. Enternasyonal proletaryanın komünist evrensel ideolojisiyle donanmadan ve bu koşullara yaratıcı bir şekilde uyarlanmadan ideolojik/teorik/stratejik bir çizgi inşa edilmeden ne tek tek parçalardan ne de dünya çapında komünist örgütlenme tesis edilemez. Bugün açıktır ki komünist olmanın kriteri BPKD ile ulaşılmış seviyeyle bir bütünleşmeyi ve günümüz gerçeklerinin derslerinden öğrenerek bilimin ilerletilmesini gerektirir. Görüldü ki ve yanılan gösterdi ki üretim araçlarının mülkiyetinin sosyalist dönüşümü ile iş bitmiyor. Bu durumda halen kimin kesin kazandığı belli değildir. Üretim araçlarının mülkiyetinin sosyalist dönüşümü artık bir sınırsızlık olarak addeden anlayışların yanılgısı ve kırılması pratik tarafından ispatlanmıştır. Kapitalizmden komünizme gidişte başlı başına istikrarlı bir toplum değil, bir geçiş dönemi olan sosyalizmde, burjuvaziyi yaratan maddi temel vardır. Komünist partisi ve proletarya devleti gerçeği bile bir yöneten yönetilen çelişkisini ifade eder. Sosyalist kamulaştırma halen problemlidir. Kamu adına parti ve devletin kontrol mekanizmasındaki özel rolü halen durumun gerçek bir toplumsallaşmayı ifade etmediğini anlatır. Sosyalizmin kendi nesnel çelişkileri yeni burjuvazinin maddi temelini oluşturur. Ve bu maddi temelin parti ve devlet iktidarına yansıması tehlikenin esasıdır. Proletarya devriminin komünizme kadar sürdürülmesi esas meseledir. BPKD’nin öğrettiği büyük derslerden biri budur. Herkese emeği kadar işleyişi ekonominin bir yönünün burjuva olduğunu ifade eder. Doğru bir çizgi önderlik etmezse tabandan tabana proletarya ve emekçilerin doğrudan katılımcı bir özne olarak mevzilenmeleri sağlanmazsa tekrar tekrar devlet doğru çizgiyle birleşmiş kitleler tarafından fethedilmezse, kafa kol, yöneten ve yönetilen, kır kent çelişkileri eskiye dönüşün yolunu acar. Lenin’in de bahsettiği gibi proletarya iktidarı da bir yanıyla burjuva hak ölçülerine uymayı zorlayan bir cihaz olması itibariyle burjuva bir yön içerir. Lenin bunu burjuvasız burjuva devlet olarak tarif ediyordu. Tüm bu problemleri aşmada kararlı ilerlemek için BPKD dersleri elzemdir. Yani sosyalizm bir geçiş toplumudur. Sınıflar ve sınıf mücadelesini ifade eden bir geçiş dönemidir. Eğer eşitsizliklere yol açan sosyalizmin bağrındaki üretim ilişkileri bunlar üzerinde yükselen geleneksel değer ve fikirlere karşı köklü bir kopuş ruhuyla mücadele edilemezse komünizm bir hayaldir. BPKD bu yeni aşamayı ifade eder. İlerletilmesi zaruridir.

Yoldaş Mao Zedung önderliğinde modern revizyonizme ve burjuvaziye karşı mücadelede komünist bilimin köklü, nitel bir ilerlemesini temsil eder. Bilimimizin eski seviyede sadece bir tekrarını değil, nitel katkılarla yeni bir aşamaya ulaştırılmasını ifade eder. Bunu anlamak zor değildir. Her bilgi, her bilimsel seviye tarihseldir. Hayat sürekli değişim içindedir. Bu değişime bağlı olarak bilgi de dur durak bilmeyen bir gelişme seyri izler. Zıtların birliği komünist bilim için de geçerlidir. Ve o, tarihsel sınırlılıklar itibariyle eksik ve yanlışlıklar içerebileceği gibi, objektif gelişmelerin ortaya çıkarttığı yeni gelişmelerin gerisine de düşebilir. Mao’nun yeni demokratik devrim-yeni demokratik iktidar öğretisi eskinin bir devamlılığı değil yeni nitel bir katkıydı. Ki eski Marksizm’de proletarya alternatif bir güç olmadığından burjuva demokratik cumhuriyet savunulmaktaydı. Elbette bu bir taktik çizgiydi ama bu taktik çizginin tarihselliğini kavramayanlar gelecekte de burjuva demokratizmine ki artık bu demokratizm tarihini doldurmasına rağmen destek olmaya gittiler.  Yeni demokratik devrim öğretisi Mao öncesi bu seviyede formül edilememişti, edilemezdi. Mesela yoldaş Stalin ve Komüntern’in hataları Vang Mingci sol maceracılığa direnme savaşı döneminde de sağ oportünizme yardım etmişti. Stalin, Çin’de devrime hız verilmesini istememişti. Bunun için Mao diyordu ki, “Komüntern’i dinleseydik Çin devrimini yapamazdık.” 1943’lerde Çan Kay Şek’e karşı Çin devrimci savaşını Komüntern ve Stalin onaylamamıştı. Çan Kay Şek ile ittifak önermişti. Tabi bu o dönem taktik olarak gerekli olan uluslararası antifaşist cephe siyasetinin bir strateji düzeyine çıkartılma hatasının sonucuydu. Sovyetler Birliği devrimiyle diğer devrimlerin diyalektik biçimde bir birini destekler şekilde ele alınması yerine Sovyetler Birliği’nin korunması adına diğer devrimlerin objektif olarak feda edilmesi hatası sonucuydu. Maoist halk savaşı, bilimimizin yeni evrensel katkılarla ulaştığı bir durumu ifade eder. Proletarya ideolojisi teorisinin bir bileşeni olan devrimci savaş değişik tarihsel-sosyal-ekonomik koşullarda değişik biçimler alsalar da komünist ideolojinin rehberliği ortak evrensel komünizm amacına yönelmesi komünist parti önderliğinde bütün ezilenlerin seferber edilmeleri açısından ortak bir içeriği ifade eder. Bu içerik, evrenseldir. Değişik koşullarda uygulamadaki değişik biçim farklılıkları şekilseldir.  Mao’nun sosyalizm ve partiyi ele alıştaki diyalektik materyalist yöntemi oldukça öğreticidir. Partiyi ve sosyalizmi ve komünizmi zıtların birliği dışında ele almamıştır. Her şeyde bir ikiye bölünür demişti. Bu anlamda parti ve halk içerisindeki mücadeleyi bir doğru yanlış arasındaki mücadele olarak ele almıştı. Ve burada kaba yöntemleri, basit damgalamaları ve suçlamaları reddetmişti. Zira parti ve halk içerisindeki mücadele bir politik iktidar mücadelesi değil, bir doğru yanlış yani ideolojik mücadeledir. Bundan öğrenemeyenler, komünist harekette gereksiz örgütsel ayrılıklara vesile olmuşlar, mücadeleye şiddet unsuru bulaştırmışlardır.

Diyalektik materyalist felsefede de yoldaş Mao Zedung, yeni seviyeye bilimimizi ulaştırdı. Çelişme yasasının yani karşıtların birliği yasasının, doğanın, toplumun her şeyin temeli olduğunu ifade etti. Bu diyalektik materyalizmin özüdür. Karşıtların birliği uluslararası komünist hareketinde gerçeğidir. Sosyalizmi komünist partisini ondan muaf tutamazsınız. Doğru düşünceler yanlışa karşı mücadele içinde gelişirler. Marksizm’in gelişmesi de ancak bu mücadeleyle olur. Mao, sosyalizme geçmek için mutlak bir kapitalist temeli gerekli gören ve böylece kapitalist  “kalkınmacı-ilerlemeci” strateji anlayışlarına kökten karşı çıktı. Teoride o zamana kadar var olan geri ülkelerde “sosyalizm için bir mücadeleye girme temeli yoktur” seklindeki ileride Avrupa merkezciliğinin beslendiği anlayışlara karşı çıktı. Bugün de bir problem olarak mevcut olan bu bakış açısı ve tarih anlayışına karşı, Avrupa merkezci revizyonist teorik dogmaya karşı Mao’nun öğretisi yol göstermektedir. Hayat ta gösterdi ki devrim, kapitalist üretkenlik düzeyinin gelişkin olduğu yerlerde değil, görece düşük olduğu “Doğu ülkelerinde” başarıldı. Dünya 18. ve 19. yüzyıllardaki devrimin fırtına merkezi olan Avrupa gerçeklerine göre tasavvur edilseydi ortaya çıkan yeni yönelimler kavranmayıp eski strateji tekrar edilseydi ki epeyce edildi, devrim hayal olurdu. Devrimi kapitalist gelişme düzeyinin yüksek olduğu ülkeler çerçevesinde tahayyül edenler sömürge-yarı sömürge ülkelerdeki ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerine karşı çıktılar. Bu burjuva modernist tarih anlayışı, uluslararası komünist harekete büyük zararlar verdi. Sosyal şovenizmin güçlenmesine hizmet etti. Mao iktidar namlunun ucundadır dedi. Bu evrensel bir doğrudur. Bu evrensel doğru her bir somut koşulda değişik biçimler alır. Bu evrensel doğru, komünist ideoloji rehberliğinde, Komünist Parti önderliğinde gerçek kahraman olan kitlelerin seferberliğini içerir. Ve yine bu evrensel doğru komünist siyasetin silahları kontrol etmesini, kitlelerden kitlelere anlayışını formüle eder. Maoizm savunulmadan Komünizme niyet edilse bile gidilemez.

Komüntern üzerine!

Donemin gerekli olan uluslararası ittifak siyasetinin bir stratejiye dönüştürülmesi Komüntern’in hatalarının bir yönüydü. Ayrıca başka bir hatası sosyalizmin tek bir ülkede kesin zafer kazanabileceği yanılgısıydı. Oysa Lenin bu anlayışa karşı çıkmıştı. Bu hatalı anlayıştan kopamayan Stalin ve Komüntern komünizmin kesin zaferinin bir ülkede mümkün olacağı fikrinden yola çıkarak tüm devrimleri Sovyetler birliğinin korunmasına tabi kılıyorlardı. Bunu proletarya enternasyonalizmi ve devrimci olmanın tek kıstası olarak görüyorlardı. Nitekim bu hatalı yaklaşım İtalya, Yunanistan, İspanya devrimlerinin yenilmesinde önemli bir rol oynamıştı. Yine Almanya Komünist Partisi’nin devrim meselesini sadece Waimar Cumhuriyeti’ne kilitlemesi Komüntern’in halk cephesi siyasetinin bir stratejiye dönüştürülmesinin sonucuydu. Bu durum, faşist kampın dışındaki emperyalist güçlere karşı iyimserliği besledi. Her bir yerde mücadelenin Sovyet dış politikasına uyarlanmış bir mekanikle ele alınmasına yol açtı. Emperyalizme bağımlı ülkelerde yeni demokrasi mücadelesini sakatladı, burjuva demokratik bir sapmaya düşmeye yol açtı. Komüntern, Sovyetlerin çıkarları için bu hatalara karşı çıkmak bir yana, vesile oldu. İtaat etmeyenleri suçladı. Çin devrimini de suçladı. Ancak Mao itaat etmedi. Nitekim gerçek, Maoist yönelimin doğru olduğunu gösterdi.

Komüntern’in dağıtılması bir başka hataydı. Evet, geçmişte tek tek ülkelerdeki tarihsel sosyal ekonomik siyasi koşulların farklılığından ötürü her yere ayni mekanik bir reçete sunulamazdı. Komüntern’de böyle bir mekanizma ile örgütsel aşırı merkezileşme fikri mevcuttu. Proletaryanın devrimci mücadelesi uluslararası mücadele açısından da demokratik merkeziyetçilik işleyişini kapsar. Bu demokratik merkeziyetçilik diğer partilerin kendi kararlarını kendileri verme inisiyatifini dışlar. Hatta her bir parti de bile öncülük alt kademelerin inisiyatiflerinin yerine geçirilmez. Tüm bunların demokratik merkeziyetçiliğini ifade eder. Kitlelerin siyasete doğrudan katılmalarının yolu da budur. Bu problemleri aşma yerine Hitlercilere karşı mücadelede diğer müttefik güçleri ürküteceği gerekçesiyle komünist enternasyonali dağıtma hatasına düşüldü. Komünizm için, komünist enternasyonal ve onun her parçadaki taburlarının çok çeşitli biçimler alabileceği ama değişmeyen proleter dünya devrimi ve proleter enternasyonalist içeriğinde bir kırılma mevcut oldu. Enternasyonal örgütlenme biçimde değişiklik gösterebilir. O tek bir şekle hapsedilemez. Buna kafa yorma yerine dağıtma icraatına girilmesi açıktır ki bir ideolojik kırılmaydı. Komünizm mücadelesinin stratejik bir silahı olarak Komüntern, proleter dünya devrimine önemli hizmetler sunmuştur. Ve faşizme karşı mücadelede taktik bir çizgi olarak 7. Kongre bir gerekliliği ifade ediyordu. Burada problem taktiğin stratejiyi, politikanın ideoloji ve teoriyi yeme durumuna gelmesiydi. Mesela faşizm ve burjuva demokrasisi arasındaki yatırım nicel değil, stratejik ve nitel bir ayırım seklinde sunuluyordu. Antifaşist cephe siyaseti bir taktiğin yerine proleter devrimin yerine geçiriliyordu. Mao Zedung modern revizyonizme karşı 1957-60`tan 1963 yıllarına kadar önemli bir ilerleme kat etmişti. Kruşçev modern revizyonizmine karşı onun devrimci savaşları dünya savaş tehlikesi yaratır gerekçesiyle reddeden ihanetini reddediyordu. Yeni sömürgeciliği meşrulaştıran ve “barış içinde geçiş ve kapitalist olmayan yoldan sosyalizme çıkış” şeklinde formüle eden devrimci savaşı yadsıyan mekaniği deşifre edildi. Bu miras yeni komünist bir enternasyonalin yaratılması mücadelesinde önemli bir tarihsel dayanaktır. Elbette ana yörünge komünist olmasına rağmen, bazı hatalar ve eksikliklerde mevcuttu. Bunları devrimci enternasyonalist hareket iyi formüle etmişti. Bu mirasla yükseltilmelidir. Modern revizyonizme karşı Mao Zedung önderliğindeki yürüyüş temeldir. Bu insan emeğinin metalaştırmadan çıkarılması ve komünizme yürünmesi çağrısıydı. Öngörülen dünya devrimiydi. Değişik ya da bir grup ülkede gerçekleşerek ilerleyecek ve her ülkenin somut koşullarıyla birleştirilmesi öngörülen bir dünya partisi gerekliliği geçmişin hatalarından ötürü örgütsel açıdan merkeze alınamamış, dünya açısından bir siyasi merkez fikri işletilememişti. Doğrudur, Lenin’inde ifade ettiği gibi tek bir enternasyonalizm vardır oda her bir ülkede devrimci hareketin dünya devriminin bir parçası olarak kendi burjuvazisinin hesabını görmesidir. Farklı ülkelerdeki proletaryanın özgün görevleri ve geçmekte olduğu farklı aşamaları anlaşılmalıdır. Ama aynı şekilde proleter dünya devriminin ortak bir strateji olduğu da

kavranmalıdır.

Enternasyonal alana ilişkin genel değerlendirme!

Dünya devrimi yürüyüşünün Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki temsilcisi olan partimiz, UKH ve uluslararası mücadelenin yadsınamaz öneminin bilincindedir. Parti 3. Kongremiz; genel ile özelin birliği ve dünyadaki demokratik, devrimci, komünist güçlerin, uluslararası sermayeye ve bölge-ülke özgülündeki güçlerine karşı, ortak mücadelenin daha güçlü örülmesi ve dayanışmanın yükseltilmesi için daha büyük çabalar içerisinde olmanın tarihsel bir gereklilik ve zorunluluk olarak ortaya koymaktadır. Emperyalist-kapitalist sistemin geriletilmesi, her coğrafyada sürdürülen devrimci savaşın yükseltilmesi ve bunların enternasyonal birliğini şart koşmaktadır. Bu anlamda devrimimiz dünya devriminin bir parçası olarak, dünya devrim mücadelesinin genel ihtiyaçları ve istemleri karşısında bir sorumluluğa sahiptir. Emperyalist kapitalist sistem, dünyayı tarihsel olarak en geniş biçimde bir sömürü cenderesine almış durumdadır. Dünya halkları ve ezilen ulusları bu sömürgeciliğe karşı, kendi coğrafyalarında yükselttikleri devrim mücadelesi ile diğer ülkelerde yükseltilen veya embriyo düzeydeki mücadeleleri ile daha köklü enternasyonal ilişkileri sağlayarak tecrübenin paylaşılması, olanakların sunulması ve karşılıklı ideolojik mücadeleler ile devrimci komünizmin teorik birikimlerinin geliştirilmesi ve devrim pratiğinin ilerletilmesi bağlamında daha fazla etkinlik göstermek durumundadırlar. Partimiz uluslararası komünist hareketin embriyosu olan DEH’in gelinen aşamada bu sorumluluğa uygun bir yönelim içerisinde olmadığını ve DEH’in atıl bir durumda, iç sorunlarından dolayı fiili olarak dağılma sürecinde olduğunu tekrardan belirtmeyi gerekli görmektedir. DEH bileşenlerinden ABD Devrimci Komünist Parti ve Nepal Komünist Partisi’nin girmiş oldukları çizgi tartışmaları DEH’i inşa etmekten ziyade DEH’in dağılmasına giden bir süreç yaratmıştır. Nepal komünistlerinin oportünist çizgileri ile ABD Devrimci Komünist Partisi’nin sekter anlayışı ikileminde DEH işlevselliğini yitirmiş duruma gelmiştir. Bu süreç zarfında partimiz, DEH güçleri ve onun dışındaki Maoist hareketler ile beraber bir DEH konferansını örgütlenmesine ilişkin yönelim göstermiş, ama bu yönelim özellikle ABD Devrimci Komünist Partisi ve onunla hareket eden DEH güçlerinin sekter çizgileri sonucu yaşam bulamamıştır.

ABD Devrimci Komünist Partisi’nin sekter çizgisi, DEH’in gerilemesinde Nepal komünistlerinin oportünist çizgileri kadar etkinlik sahibidir. Devrimci Enternasyonal Hareketin bu akıbeti şüphesiz ki var olan çizgi sorunlarından kaynaklanmaktadır. Hatalı çizgilerin yarattığı bir gelişme durumu olarak izah edilmelidir. Parti 2. Kongremizden bu yana DEH üzerinden Komünist Enternasyonal’in örgütlenmesi üzerine konu özgülündeki hem 2. Kongre karar ve perspektifleri yerine getirilememiş hem de bir türlü toparlanma ve daha yüksek temeller üzerinden bir gelişme seviyesi, teorik ve pratik olarak yakalanamamıştır. Kuşkusuz bu olumsuz durumun önemli ideolojik, siyasal ve örgütsel temellerden beslenerek gelişen çizgi hatalarından kaynaklandığını ifade edebiliriz.

2. Kongremizin hemen akabinde kongre kararına uygun olarak hazırlıklar yapılmamış ve çalışmalar kendiliğindenciliğe bırakılmıştır. Yukarıda ifade ettiğimiz 2. Kongre kararı bile İngilizce başta olmak üzere yabancı dillere çevrilmemiş ve sadece DEH’in yürütme komitesindeki yoldaşlara sözlü olarak aktarılmıştır. Aynı şekilde kongre kararları doğrultusunda uygun bir planlama şeklinde hareket edilmemiş ve geçmişten bugüne hala devam eden statükocu ve dilek temenni temelindeki yaklaşımlar ile faaliyetler sınırlandırılmıştır. DEH’in Yürütme Komitesi (DEH-KOM) içerisinde yer almamıza rağmen DEH sorunlarından kaynaklı olarak objektif durumdan kaynaklı, etkinliği sınırlı olan, bir bileşeni olarak faaliyetlerimiz söz konusu olmuştur. Zira DEH-KOM toplantıları bile tam bileşenli olarak 2. Kongre’den bu yana esasta yerine getirilmemiş ve sürekli olarak eksik örgütsel işleyiş sürdürülmüştür. Zira uzun süredir devam eden bu durum aslında DEH içerisindeki aşırı merkeziyetçi örgütsel karar ve uygulamasından kaynaklı ileri gelmesine rağmen, bu durumun aşılması için hem teorik hem de pratik adımları yeterince atamadık. DEH imzasıyla yapılacak bir açıklamada dahi tam oybirliği gerekiyordu. Bu katı merkeziyetçi örgütsel yapı kuşkusuz anlayış ve izlenen çizgilerden bağımsız değildi. DEH-Kom’un toplantıları o zamana kadar adeta Amerikalı yoldaşların kaderine ve inisiyatifine bırakılmıştı ve onların keyfi yaklaşımları doğrultusunda hareket edilmekteydi. Örneğin gerek DEH’e yönelik parti 2. Kongre kararı doğrultusunda düşüncelerimiz gerekse de Nepal ve diğer meseleler üzerine yaşanan gelişmeler üzerine DEH- Kom içerisinde doyuma ulaşmayan tartışmalar karşısında bağımsız ve adeta DEH dışı güçlermiş gibi hareket edilerek dışarıda ideolojik tartışmalar yürütülmüş ve pratik yaklaşımlar sergilenmiştir. DEH içerisinde tam bileşenli ideolojik tartışmalar yeterince yürütülmemiş ve bu yönlü kısmi çabalarımız sürekli suretle olumsuz karşılanmıştır. Bu durum öylesine bir hal almıştır ki kaygılar, sekter ve hegemonyacı tarzdaki sübjektif yaklaşımlar, DEH-Kom’u işlemez duruma getirmiştir. Denilebilir ki partimizin dışındaki DEH-Kom bileşenleri DEH’i kendi tarlası gibi sürekli olarak sürmek için hem teorik hem de pratik her türlü yolu denemişlerdir. Bunu da DEH içerisinde henüz daha yeterli ideolojik tartışma ve mücadele yürütmeden, “biz revizyonistler ile ortak yürümeyiz, onlar ile ortak etkinliklerde yer almayız, aynı etkinliklerde yer alırsak onlar bizim kendilerini desteklediklerini çevreye yayacaklar, Komünizmi kurtaracak proje bizim formülümüzdedir siz de düşüncelerinizi vs. ortaya koyup mektubunuzu yazın yoksa konferansa ne gerek var bir şey çıkacağını sanmıyoruz, siz revizyonistleri ve iftiracıları destekliyorsunuz, bu saatten sonra mevcut DEH içerisinden bir şey çıkacağını sanmıyoruz, ayrılar ayrı aynılar aynı yerde artık olacaklar ve ayrışım kaçınılmazdır, toplantılara revizyonistleri ve iftiracıları niye çağırıyorsunuz onlardan bir şey çıkmaz, vb.” diyerek DEH-Kom’un bileşeni olan güçler ne yazık ki bir türlü toplantısını yapamamış ve sürekli kendilerini dayatmışlardır.

Öyle ki DEH-Kom içerisindeki Nepal Komünist Partisi (Maoist) bir yanda, Amerika Devrimci Komünist Partisi ve İran Komünist Partisi(MLM) diğer yanda, partimiz MKP ise daha başka bir yanda durmaktaydı. Objektif olarak oluşan başka bir durumda tersten Amerika Devrimci Komünist Partisini istemeyen bir bileşeninde şekillendiğidir. Partimiz, DEH içerisindeki çizgi sorunlarının çözüm platformu olarak konferans önermekte ve gerçek çizgi birliğinin sağlanması için bunun ötelenemez bir yöntem olduğunu belirtmektedir. Şüphesiz bu duruşların ideolojik, politik ve örgütsel çizgi meseleleriyle doğrudan ilişkisi vardır. NKP(M) çizgisinde daha önce kökleri bulunan kırılmalar giderek sistematik bir bütünlüğe dönüştü. Daha önce genelde Halk Savaşı savunulurken ve pratik olarak icra edilirken bir yandan da tepeden barışçıl politik müdahale yoluyla yeni demokratik devrimin test edileceğine dair ihtimal düzeyinde de olsa bir olasılıktan bahsedilmekteydi. Bu yönelimden ötürü bir yandan silahlı halk ayaklanmasından bahsedilirken diğer yandan barışçıl bir geçiş yönelimi de kambur olarak taşınmaktaydı. Bu hatalı çizgi daha önce parti içerisinde Bhatarai tarafından temsil edilen, yeni demokrasiye gitmek için burjuva demokrasisinden geçiş Nepal’de zorunlu bir ihtiyaçtır yaklaşımıyla ifade ediliyordu. Bu yaklaşımda müzakereler ve ateşkes manevraları bir taktik değil stratejik bir yönelim olarak ifade ediliyordu. Phracanda başta bu hatalara köklü olmasa da dikkat çekmişti. Ancak daha sonraları eklektik bir ittifakla geriye düştü. Anlaşmalı oportünist bir birlik ekseninde hatalı yönelim derinleşti. Halk Savaşından vazgeçiş ve böylelikle silahlı ayaklanmanın rafa kaldırılması artık hiç de şaşırtıcı değildi. Yeni demokratik devlet iptal edilmiş, burjuva cumhuriyet bir strateji olarak yükseltilmişti.

Partimiz MKP, Amerika ve İranlı Maoistlerden çok daha önce gerek DEH-KOM da gerekse de 2. Kongremiz sonrası Nepalli Maoistler ile yaptığı çeşitli ikili görüşmelerde temeldeki kırılmalara ve çizgi hatalarına dikkat çekmişti. Yukarıda bahsettiğimiz problemlere yani yeni demokratik devrim öğretisinin tahrif edildiğine, Halk Savaşı çizgisinin böylelikle gereksiz hale geleceğine, burjuva demokrat bir çizginin egemen olacağına, bunun partinin komünist niteliğini tahrip edeceğine, revizyonizmde temel konulardaki ayrım çizgilerinin silikleşeceğine, oportünist siyasetin teoriyi, taktiğin stratejiyi yiyeceğine dikkat çekmişti.

Barışçıl geçişin tıpkı ÇKP-Sovyet polemiklerindeki gibi giderek Sovyet çizgisinin NKP(M) ye egemen hale gelmesine yol açacağını belirtmişti. ÇKP tecrübesini özellikle özetlemişti. Ayrıca bu dönemde MLM konusundaki kırılma da derinleşme seyrine girmişti. Nepalli yoldaşların Maoizm meselesini yeniden tartışacağız, diğer güçler ile birlik için bu gereklidir anlayışı daha 2009 döneminde belli bir sistem olarak ortaya çıkmıştı. Nepalli Maoistler bu sistemin içinde revizyonist Maşal partisiyle bir birlik yönelimine sahiptiler. Geçmişte Maşal’ın revizyonist çizgisine yönelttikleri eleştirilerden bir geriye çekilme pozisyonuna girmişlerdi. Maşal partisi Maoizm’in bilimimizde yeni nitel bir aşama olduğunu kabul etmiyordu. Yarım ağızla Mao’nun bazı katkılarından bahsetse de Stalin’in sıradan bir devamı olduğunu söylüyordu. Komintern’in ve Stalin’in, Mao tarafından ortaya konulmuş hatalarını kabul etmiyordu. Yani eklektik oportünist bir çizgiye sahipti. Bundan ötürü onlarca yıl Nepal’de Halk Savaşı pratiğine girememiş, Yeni Demokratik Devrim anlayışını kavrayamamış, parlamenterist-legalist tasfiyeci bir çizgi izleme durumunda kalmıştır.

NKP(M), tüm bu hatalardan kopuş vesilesiyle Halk Savaşı’nı başlatmaya muktedir olmuştu. Kendilerinin bu tecrübesi de Partimiz tarafından 2009’da Nepalli yoldaşlara yeniden yinelenerek dikkatine sunuldu. Birlik anlayışlarının eklektik, ikiyi bir yapan, doğru ve yanlışı eklektik- ortacı bir çizgide uzlaştıran, yanlışı doğrudan ayırt etmeyen, doğru ve yanlış bulamacında bir sentezle yol alma durumunda yaklaşımları eleştirilmişti. Maoizm konusunda geçmişte tartışılıp netleştirilen sentezi terk edip Mao Zedung düşüncesi adına eski eklektik zemine çark eden, Maoizm’i bir ideoloji, teori, bilim olarak kavrama şüphesiz sürekli geliştirme yerine basit bir siyaset derekesine düşüren hatalı anlayışlara dikkat çekilmişti. Yoldaşların girdikleri yolda geldikleri nokta tam bir savrulmaya götürmüştür. Sadece Maşal ile birlik ile sonuçlanmamış şimdiki kapitalist ÇKP ile de- tabi ki emperyalist kapitalist sistem ile de- stratejik dostluk noktasına gelmişlerdir. Birleşmiş Milletlere beyan edilen güven çizgisinde de emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadelenin lafı bile edilmemektedir.

Bugün Kiran önderliğinde Prachanda’ya bazı itirazlar ifade edilip ayrı bir parti-NKP(M) olarak ortaya çıkma durumunda olunsa da söz konusu çizgiden her yönüyle köklü bir kopuş gözükmemektedir. Zira yeni anayasa, barış, kurucu meclis vb. konularda eski hatalı çizginin doğru bir muhasebesi yapılamamaktadır. Bu açıdan Kiran vb. yoldaşların eklektik hattına karşı da ideolojik mücadele ertelenemez bir görevdir. Negatif ve pozitif yanlarını incelendiğinde NKP(M) kuşkusuz devrimci partidir. Pratik çizgideki hatalar bu gerçekliği öteleyemez. Nepal de ortaya çıkan hatalı çizgide, yanlış önderlik anlayışının özel bir yeri vardır. İdealistçe önderliğin ve liderin önemini tek yönlü abartan, parti üzerinde ayrıcalıklı bir yere koyan, partinin kolektif önderliğini yadsıyan yaklaşım, kitlelerin ideolojik olarak silahsızlandırılmasında özel bir yer tutmaktadır. Kiran yoldaş bugün şunu itiraf etmektedir. Bir halef olarak Phracanda’yı tek yanlı öne çıkarmanın bir hata olduğunu söylemektedir. Ama bu hataya yol açan çizgi sorunlarıyla yeterince ilgilenmemektedir. Kolektif önderlik olarak partinin üzerine bir lider otoritesinin geçirilmesi bir çizgi sorunudur. Nitekim bu çizgi Parachanda Düşüncesi formülasyonunda kendisini sistematik olarak ifade etmişti. Ve Kiran yoldaş da bizzat bunun teorisini ve savunusunu yapmıştı. Enternasyonal Komünist bilimin her bir özgülün somut koşullarına uyarlanması elbette gereklidir. Tartıştığımız bu değildir. Fakat bu özgül uygulama durumunu evrensel bilim karşısında özel bir düşünce akımı olarak göstermek hem yanlıştır ve hem de bu komünist hareket içerisinde hangi lider daha büyüktür rekabetine götürmüştür. Bugün Maoistler içerisinde Nepal, Peru, Amerika arasında hangi lider büyüktür rekabeti mevcuttur ve bu son derece yanlıştır. Ama müthiş bir ortaklıkları da vardır. Tüm bu partiler, ideolojik ve siyasal çizgi yerine, partinin kolektif önderliği yerine liderlerine yanılmaz ve özel bir rol atfetmektedirler. Mesela PKP’ne göre Hefetura dedikleri stratejik tarihi önderlik yanılmaz, Gonzalo Düşüncesi ikiye bölünmez, Gonzalo liderliğindeki bir partide oportünist bir çizgi ortaya çıkmaz, olsa olsa bir düşman sızması olarak gündeme gelebilir ve bugün olan da budur şeklinde bir anlayış, çizgi ve izlenen siyaset vardır. Yıllarca bu yoldaşlara bunun diyalektik materyalizmden tam bir kopuş olduğunu, partinin zıtların birliği dışında ele alındığını ve idealize edildiğini sürekli anlattık ve eleştirdik. Kabul etmediler, şimdi bazılarının geldiği nokta ne oldu? Durum açığa çıkınca nerede çizgi hatası yaptık yerine Gonzalo’yu ve diğer “stratejik” önderleri hain olarak damgalamaya gelindi.

PKP, Amerikan Devrimci Komünist Partisi pratiklerinde de bu hatalı önderlik vb. çizgilerinin önemli ve temel etkileri görülmektedir. Amerikan partisi ve önderlik anlayışı da aynı hatalı anlayışlardan mustariptir. Öyle ki bu hatalı çizginin savunulması yetmiyormuşçasına bir de Bob’u popülarize etmek için bizzat parti kararıyla özel kampanyalar düzenlenmektedir. Günlük yaşam, davranış vb. her şeyine özel bir anlam yüklenmektedir. Yani neredeyse tanrının yeryüzündeki silueti şeklinde lanse edilmektedir. Ve onun liderliğindeki sağlam çekirdek sadece devrim yapma değil komünizme gitmenin de neredeyse tek başına motoru olarak ifade edilmektedir. Kitlelerin rolü hiçleştirilmekte, tekelci, darbeci bir parti ve devlet anlayışı komünizmin yerine ikame edilmektedir. Öyle bir gelecek tasavvur edilmektedir ki Ayetullahlar rejimine neredeyse benzeme durumundadır. Her şey liderin ve çekirdeğin insafına bırakılmıştır. Yargı, yürütme, yasama her şey bu eksende tasavvur edilmektedir. Paris Komünü’nden BPKD tecrübesine kadar Marksist devlet teorisinin tecrübeleri tamamıyla iptal edilmiştir. Yeni Sentez biçiminde ifade edilen bu yaklaşıma Partimiz çeşitli platformlarda yazılı olarak da cevap verdi. Fakat bunları DEH platformuna taşımakta atıl kaldı. Bu konuda ideolojik sorumluluklarımızın yeniden altını çizmek isteriz. Partimiz, önderlik konusundaki anlayışını (Daimi Komite ve Başkanlık sistemlerinin Maoizm’den kırılma durumuna ilişkin görüşleri) da UKH’nın platformuna taşımaya çalışmıştır. Ancak başta da vurguladığımız gibi bu konularda planlı, ciddi, etkili, ideolojik taarruz ruhuyla dolu, itinalı bir faaliyeti ne yazık ki yeterince organize edememiştir. Şüphesiz bu durumda çizgimizde yeterli bir kavrayışa sahip olmadığımız ile de alakalıdır. Partimizin diğer bütün alanlarda ve konularda olduğu gibi bu alanda da önderlik ihtiyacına cevap olamadığını göstermiştir.

 

Partimiz her ne kadar bu alandaki görevlerini de esas da yerine getiremese de bunun büyük bölümü içerisinde DEH’in objektif durumunun yol açtığı gerçekliğini de unutmamak gerekir. Buna rağmen bazı girişimleri de olmuştur. Bu girişimlere yön veren çizgi doğrudur ve bu çizginin pratik bir plana dönüştürülerek ısrarla takip edilip pratik de önderlik yapılması ertelenemez bir ihtiyaçtır. Bu vesileyle söz konusu girişimlerimizi ifade eden mektupları DEH-Kom ve DEH bileşenlerine 2010’da ve Ağustos 2011’deki katılımcı üye ve aday üyelere göndermiş durumdayız DEH noktasında yetersizliklerimizi tekrardan ifade etmek önemlidir. Tüm hatalı çizgilere rağmen doğru çizginin doğru bir pratiğe geçirilmemesi bağlamında yetersizliklerimizi görerek, DEH’in gelinen durumunda yetersizlik ve kavrayışsızlığımızın payını görmek durumundayız.

Parti 3. kongremiz Komünist Enternasyonal Hareketin (KEH) örgütlenmesi noktasında bir perspektife sahip olarak partimizin bu perspektif bağlamında yeni dönemde buna uygun bir yönelim içerisinde bulunması ve komünist enternasyonal hareketin kurulması için daha aktif ideolojik mücadele ve bizzat etkin bir pratik icra edilmesini kararlaştırmıştır. Yine parti 3. Kongremiz bölge birlikleri ve örgütlenmelerini önemseme siyasetinin pratikleştirilerek geliştirilmesi gerekliliğini güçlü bir içerikle tartışmış, bu bağlamda dünyanın atan en güçlü kalbi durumundaki dünya halklarının günlük kıyımdan geçirildiği emperyalistler ve uşak iktidarlarının proje üzerine proje ürettiği ve halk hareketlerini kendi çıkarlarına hizmet edecek yönelimlere girmesi için yoğunlaştığı Ortadoğu bölgesinde, bu bölgedeki ilerici demokratik devrimci, komünist hareketler ile çok daha köklü ilişkiler geliştirerek, kalıcı birliklerin örgütlenmesine gidilmesi ve emperyalizm buradaki bütün planlarını boşa çıkarıp demokratik-sosyalist devrimlerin örülmesi için orta doğuya özel önem atfeder ve gelecek zaman diliminde orta doğudaki demokratik devrimci güçler ile devrimci ilişkilerin geliştirilerek devrimci enternasyonal ilişkilerin bu bölgede ilerletilmesine ilişkin kararlaşmaya varmıştır. Parti 3. Kongremizde, hem partimizin belgelerinin çeşitli dillerde çevrilip yayınlanması hem de diğer devrimci komünist belgelerin çevrilerek takip edilmesi ve tartışılması için gerekli hassasiyetin gösterilerek, bu çalışmaların oturtulmasının önemi belirtilmiştir. Parti 3. Kongremiz enternasyonal alan ile ilgili olarak dünya genelinde bu ilişkileri sürdürecek ve ideolojik mücadeleyi aktif olarak icra edecek, pratik olarak var olan görevlerin yerine getirilmesinde aktif sorumluluk yüklenecek olan enternasyonal ilişkiler bürosunu yetkili kılarak gerek Komünist Enternasyonal Hareket, gerek bölgesel ilişkilerin ilerletilmesi ve geliştirilmesini enternasyonal ilişkilerin özel öneminden hareketle bütün enternasyonal çalışmalarını Enternasyonal İlişkiler Bürosu aracılığı ile icra edecektir.

Partimiz 3. Kongre kararları doğrultusunda DEH bileşenlerine ilişkin mektupları yayınlamayı kararlaştırmıştır.

“Devrimci Enternasyonal Hareket Yürütmesine!

Değerli Yoldaşlar;

MKP olarak üyesi olduğumuz ve yürütmesinde bulunduğumuz Devrimci Enternasyonal Hareket(DEH)’ in gelinen aşamada örgütsel temelde tamamen kendiliğindenci bir hatta sürüklendiği ve fiili olarak işlevsiz hale geldiğini birlikte yaşamaktayız. Elbette bu durum sebepsiz değildir. DEH içerisinde yaşanan çizgi sorunları hareketimizin örgütsel durumuna yansıyarak bu hale gelmesinin temel sebebini oluşturmaktadır. Yaşanan bu gelişmeler karşısında hemen, hemen tüm DEH bileşenleri ve DEH dışındaki Maoist güçler, Hareketimizin yaşadığı çizgi sorunlarına yönelik mücadele yürütmekte ve örgütsel sorunun çözümü için değişik önerilerde bulunmakta ve çözümler üretmeye çalışmaktadır.

Bugüne kadar yaşanan tartışmalarda, partimiz MKP de dâhil tüm Maoist bileşenler DEH’ in içerisinde keskin bir iki çizgi mücadelesi sonucunda birlik ve ayrılık yanlarının ortaya çıkarılması ve safların tekrardan düzenlenmesi gerektiği görüşü ortak yaklaşım haline gelmiştir. Fakat her konuda olduğu gibi sorunların çözümünde uygulanacak yöntemde de iki çizgi mücadelesi temelinde farklı yaklaşımların olması tartışma götürmezdir. Genel olarak DEH’ in yaşadığı çizgi sorunlarının çözümüne ve örgütsel işleyişin düzeltilmesine ilişkin hareketimizin yürütmesinde üç eğilim ortaya çıkmış durumdadır. Bu eğilimlerden birincisi; DEH’ in gelinen aşamada bileşenlerinde yaşanan çizgi problemleri nedeniyle işlevsiz hale geldiği, DEH’ in tek tek bileşenleri olmasa da genel çizgi itibari ile revizyonistleştiği ve bu gerçekliğinden kaynaklı DEH’ in miadını doldurduğu ve bitirilmesi gerektiği savunulmaktadır. İkincisi; DEH’ in çizgi sorunlarından kaynaklı örgütsel temelde işlevsiz hale geldiği, her yapının kendi çizgisini kamuoyuna deklere ederek birebir yaşanacak tartışmalar sonucunda yeni bir çizgi ortaya çıkarılarak yeni çizgi üzerinden DEH’ in örgütsel yapısının tekrar inşa edilmesi gerektiği savunulmaktadır. MKP olarak her iki öneriyi de eksik bulmaktayız. Ve üçüncü bir öneri sunmaktayız. DEH yeni kurulan bir yapı olsaydı ve örgütsel bir işleyişi bulunmasaydı iki öneriden biri uygulanabilirdi. Fakat yirmi altı yıllık bir tarihsel geçmişi olan DEH’ in yaşadığı çizgi sorunlarını çözüm yöntemi her iki öneride olduğu gibi kendiliğindenci biçime terk edilmemelidir. Bizzat DEH yürütmesi önderliğinde merkezi bir planlamayla tüm DEH bileşenlerinin ve kabul edilirse dışımızdaki Maoist partilerin de katıldığı konferans veya benzer platformlarda herkesin kendisini ifade edebileceği biçimde bir çizgi mücadelesi yürüterek süreci sonuçlandırmak doğru olandır.

Bu yöntemin uygulanması birçok bakımdan avantajlıdır; Birincisi; Komünist hareketin yaşadığı çizgi sorunları tüm yönleriyle tüm Maoist hareket bileşenleriyle tarihsel geçmişiyle muhasebe edilerek ileri sentezlere ulaşılır ve Maoist hareketin bugün açısından geçmiş ya da günümüz sorunlarına yaklaşımı ortaya çıkarılmış olur. DEH deklarasyonları ve belgeleri yeniden gözden geçirilerek sürece uygun hale getirilir. İkincisi; tartışma tek merkezli yürütüldüğünden süreç olduğundan çok daha kısa zamanda sonuçlanarak birlik ve ayrılık yanları açığa çıkarılıp yola devam edilmiş olur. Bu durum dünyada yaşanan gelişmelere müdahalemizin daha fazla gecikmesini engeller. Üçüncüsü; pratik olarak DEH’in 26 yıllık yaşanmış geçmişi her yönüyle muhasebe edilerek bundan sonraki süreçte olası bir DEH örgütlenmesinin daha sağlıklı yürütülmesinin tecrübeleri ortaya çıkarılmış olacaktır.

Dördüncüsü; MKP olarak kesin biçimde karşı olduğumuz fakat bazı hareketlerce istenen biçimiyle DEH gibi ciddi bir yapının kendiliğindenci bir yaklaşımla erimesi engellenerek bitmesi gerekiyorsa da bizzat bileşenleri tarafından iradi müdahaleyle kamuoyuna gerekli açıklamalar yapılarak sonuçlandırılması sağlanmış olacaktır. Beşincisi; böyle bir konferansla yürütmesi olduğumuz iradeye yaşanan sürecin muhasebe temelinde hesabını vererek sürecin nereye yönleneceğini onlarla birlikte karara bağlamamızı sağlayarak Komünistlerin karşı olduğu darbeci yaklaşımları engellemiş olur.

MKP olarak çizgi mücadelesinin konu edildiği konferans önerimizi daha önce DEH yürütmesinin yaptığı görüşmede de dile getirdik ve bunlar tutanaklarda mevcuttur.

MKP olarak bu önerimizin DEH yürütmesi aracılığıyla gelişmelerden haberdar olmaları temelinde tüm DEH bileşenlerine de gönderilmesini talep etmekteyiz. DEH yürütmesinin bu önerimiz ya da başka bir öneri üzerinden sürece müdahale edememesi halinde MKP olarak bu içerikte bir çağrıyı ikili görüşmeler temelinde tüm DEH bileşenlerine ileterek konferans ya da benzer içerikte bir platformun yapılması çağrısında bulunacağız.

Bu çağrımızdan da bir sonuç çıkmaması halinde tüm DEH bileşeni ve dışındaki Maoist güçlere açık çağrıda bulunarak DEH’ in tüm çizgi meselelerinin tartışıldığı birlik ve ayrılık noktalarının açığa çıkarıldığı bir konferans yapılmasını ve bu konferansla birlikte DEH’ in örgütsel yapısının düzenlenmesini doğru bulmaktayız.

Sonuç olarak;

DEH’ e yönelik her parti ve hareketin yaklaşımı zayıf ve güçlü yanlarıyla farklılıklar içermektedir. DEH insanlığın kurtuluşu için gelecek projelerimiz olan Demokratik Halk Devrimleri, Sosyalizm ve Komünizm yürüyüşünde geçmiş tecrübelerin özetlenmesi ve dünyanın her yönlü analizi yapılarak günün görevlerinin ortaya çıkarılmasında stratejik bir yere sahiptir. Partimiz bu harekete yönelik görevlerinde şimdiye kadar yaşadığı kırılma ve zayıflıklardan dolayı yeterince hizmet edemese de hiçbir zaman bu örgütlenmenin önemini yadsımamıştır. Partimiz bu gün açısından DEH noktasında çok daha net bir yönelim içerisindedir.

Dünya halkları Uluslararası Komünist Hareketin, MLM ideoloji rehberliğinde doğru bir çizgi etrafında daha güçlü kenetlenmiş biçimde insanlığın kurtuluş yürüyüşüne coğrafyaların özgünlüklerini ve partilerin bağımsızlıklarını yok saymadan önderlik etmesine her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç duymaktadır.

Devrimci selamlar.

Maoist Komünist Partisi(Türkiye- Kuzey Kürdistan)

2010’’

 

‘‘DEH Üyesi, Aday Üye ve Katılımcılarına!

 

Sevgili Yoldaşlar!

Enternasyonal proletaryanın evrensel ortak amacı komünizm mücadelesinin gereği olan proleter dünya devrim mücadelesinin olmazsa olmaz proleter enternasyonalist içeriği proletaryanın enternasyonal alandaki örgütlülüğünün önemini de anlatmaktadır. Zira her bir parçadaki proleter devrim mücadelesi dünya devriminin bir siperi olarak kavranmak durumundadır. Devrimci Enternasyonalist Hareket(DEH)’in önemi bu temel çerçevede anlaşılabilinir. Kuruluşu ile DEH, Mao Zedung sonrası Uluslararası Komünist Hareketin tarihsel yürüyüşünde embriyonik bir merkez olarak nitel bir adımı ifade etti. Marksizm-Leninizm-Maoizm(MLM) temelinde tasfiyeci, revizyonist- reformist cereyanın göğüslenmesinde önce deklarasyon ve sonra Yaşasın MLM belgeleri temelinde komünist güçlerin donanımında önemli bir rol oynadı. Hiçbir yerdeki çizgi sorunları lokal(yerel- bölgesel) olarak tasavvur edilemez. Evrensel içeriği olan mücadelenin doğru ele alınmasında DEH örgütlenmesi değişik algılardaki komünistlere devrimin sorunlarının üstesinden gelmede önemli katkılar sundu. Böylelikle dünya devriminin ilerletilmesinde Peru ve Nepal Halk Savaşları gerçekliğinde Türkiye- Kuzey Kürdistan, Hindistan ve başka yerlerdeki bu amaçlı doğruluşlarda önemli hizmetler sundu. Şüphesiz, her bir yerdeki tecrübemiz DEH’in ilerletilmesine de önemli katkılar sundu.

Partimiz 2002 yılındaki 1. Kongresinde DEH’i yaratan temelin nitel adımlarla ilerletilmesi ve iki çizgi mücadelesi yoluyla DEH dışındaki Maoist güçlerin de ilerletilerek DEH ile birleştirilmesi ihtiyacına ve bunun için ilerletilmiş ideolojik-politik-örgütsel askeri çizgi yönelimine dikkat çekmişti. Zaten birlik, iki çizgi mücadelesi yoluyla ilerletilebilir. Dolayısıyla komünist hareket saflarındaki çizgi sorunları kendi başına ayrılıp çekip gitmek, kendini dayatmak, böyle olmazsa yokum demek gerekçesi haline getirilemezler. Zira çizgi sorunları sürekli var olacak, ele alınmayı ve tartışmayı yani iki çizgi mücadelesini gerektireceklerdir. Bu ele alış bir örgütsel bölünme ve terk değil, ısrarla birlik-mücadele ve daha yüksek birlik MLM çizgisini uygulamamızı şart koşar. Birlik temeli gelişmelere bağlı olarak sürekli ilerletilmez ve tekrardan ibaret bir rutin hal alırsa elbette geriye düşülecektir. Bilginin diyalektiğinin bilincindeyiz ve bu perspektifle DEH’ in ideolojik- politik-örgütsel birlik temelinin nitel ilerletilmesi ile karşı karşıyayız. Bu noktalarda DEH içerisindeki çizgi anlaşmazlıklarının mahiyetini tartışmak, nitel ilerletilmiş ideolojik- politik bir temelde DEH’in önderlik kapasitesini derinleştirmek görevdir. DEH üyesi, aday üye parti ve örgütler bugüne kadar DEH içerisinde ele alınmış çizgi sorunlarında partimizin pozisyonlarını bilmek durumundadırlar. Bu açıdan bu kısa mektubun konusu, bunların tekrar edilmesi ya da ortaya çıkmış yeni çizgi sorunlarında partimizin tutumunu açıklamak değildir. DEH Komitesi içerisindeki tartışmalar ve gerekse de konferans ve genişletilmiş toplantılardaki parti pozisyonlarımızın DEH Komitesi ve belgeleri aracılığıyla sunulmuş raporları bu meselede durumumuzun ne olduğunu göstermektedir.

İçinde bulunduğumuz uluslararası durumda DEH’in önemi çok daha yakıcı bir hal almıştır. Ancak gerçek şudur ki, resmiyetin ötesinde başta DEH-KOM olmak üzere DEH fiilen işlevsiz bir hale gelmiş durumdadır. Elbette buda bir çizgi sorunudur, başlı başına ele alınmak ve tartışmayı gerektirmektedir.

Partimiz bu mektup öncesi, iki yıldır DEH- Komitesine sürekli toplantı çağrısı yapmış, DEH’in hangi gerekçe ile olursa olsun işlevsizleştirilmesinin kabul edilemeyeceğini vurgulamıştır. Ne yazık ki çözüm doğrultusunda gerekli adımlar atılamamıştır. Gelinen söz konusu durumda partimiz DEH- KOM üzerinden bütün üye ve katılımcılara ulaştırılmak üzere kısa bir mektup kaleme almıştır. Bu mektupta, DEH’in bir konferans hedefini somut olarak planlaması, bu planlama doğrultusunda tartışmaların örgütlenmesi gereğine dikkat çekmiştir. Şu durumda da aynı görüşlerimizi korumaktayız. İlkin DEH- KOM nezdinde getirdiğimiz önerilerimizi bu kısa mektup aracılığıyla kısaca tüm üye ve katılımcılarla paylaşmak durumundayız. Tam da böyle bir zamanda DEH’in bazı üyelerinden bir genişletilmiş toplantı çağrısı yapan bir mektup aldık. Afganistan Komünist Partisi(Maoist), Hindistan Komünist Partisi(Marksist-Leninist) NAXALBARİ, İtalya Maoist Komünist Partisi, Purba Bangla(Bangladeş) Proletarya Partisi, Birleşik Nepal Komünist Partisi(Maoist) imzalı bir mektup almış bulunuyoruz. Evet, gerçekten de en azından sorunların tartışılması, nasıl ele alınacağı ve DEH’in fiili işlevsizlik ve bu anlamda bir tasfiye durumu ile yüz yüze kalmış gerçekliğini olumlu yönde değiştirmeye hizmet etme anlamında öncelikle bir genişletilmiş toplantıya ihtiyaç vardır. Zira DEH- KOM işlememektedir. Bu durumda DEH’i orta yerde bırakmak affedilemez tarihsel bir hata olacaktır. Bu hata sonradan anlaşılsa ve kavransa bile DEH önemli oranda gerilere düşecektir. Bu açıdan, genişletilmiş toplantı acil bir ihtiyaçtır. Böyle bir toplantı DEH’ in konferansını hedeflemeli ve pratikleştirilecek bir planlama yapmalıdır. Böyle bir planlamanın icrasına önderlik edecek bir koordinasyona ulaşılmaya çalışılmalıdır. Tüm bu meseleleri tartışmak ve ayrıca DEH içerisindeki çizgi sorunlarını ele almak ve tartışmaları bilinçli bir önderlik altında devam ettirebilmek için bu ilk adımı tüm DEH güçleri atmak durumundadırlar.

Çağrısını yaptığımız genişletilmiş toplantıda tüm üye, aday üye parti ve katılımcıların bulunması gereklidir. Ayrıca Maoist saflarda gördüğümüz, ancak şu durumda DEH üyesi olmayan parti ve grupların da yapılacak planlamaya nasıl dâhil edileceği ve onların da katılımı ile ortak bir planlamanın nasıl ele alınacağı genişletilmiş toplantıda tartışılmalıdır.

Yoldaşlar,

Milenyum olarak bilinen 2000 yılının başlarında dokümanı kamuoyuna da sunulmuş genişletilmiş toplantı, yaşadığımız önemli bir tecrübeydi. Bilindiği gibi bu toplantı öncesi de DEH içerisindeki çizgi sorunları keskinleşmiş ve DEH’in birliği olumsuz yönde de etkilenmişti. Özellikle Peru’da yoldaş Gonzalo’nun engellenmesi ortamında devrimin karşılaştığı büküntü ile başını kaldıran teslimiyetçi sağ oportünist çizginin mahiyeti-tarihsel kökleri ve iddiaları konularının da ele alındığı bu toplantıda DEH’ in ulaştığı sonuçlar küçümsenemeyecek önemli adımlardı. Bu tecrübeden başka da yaşadığımız tecrübeler mevcuttur. Yaşasın MLM belgesinin temelinde DEH’ in nasıl ilerletildiğini de söz konusu dönemin genişletilmiş toplantısının rolünü görmek ve kabullenmek durumundayız. 1984 DEH Deklarasyonu temsil edilen yeni görevle nitel olarak ilerletilmiştir. Tüm bunlar bize şimdiki durumda genişletilmiş toplantının niçin acil bir hal aldığını anlamamız için yeterlidir. Proleter dünya devriminin ilerletilmesinde devrimci savaş merkezi görevdir. Bu bilinçle kapasitemizi, bilincimizi ve inisiyatifimizi ilerletmede genişletilmiş bir toplantıya ihtiyaç vardır.

Bu kısa mektubu sonlandırırken tüm yoldaşların sorunu ciddiyetle ele alacaklarını umuyor, yoldaşça sevgi ve saygılarımızı sunuyor, başarılar diliyoruz.

Maoist Komünist Partisi (Türkiye-Kuzey Kürdistan) Enternasyonal İlişkiler Bürosu

Ağustos 201

Devrimci Enternasyonalist Hareketin Kuruluşu ve Önemi Üzerine!

Devrimci enternasyonal hareket DEH 1984’te 2. Enternasyonal konferansla kuruluşunu ilan etmişti. DEH deklarasyonunda ifadesini bulan sentezler, büyük tarihi öneme sahipti. Çin’deki karşı devrime ve uluslararası planda antikomünist operasyonlara karşı büyük bir meydan okuyuş olan ve proleter dünya devriminde azmi ifade eden DEH, yeni bir komünist enternasyonal için gerçekten de embriyonik bir merkezdi. Yeniden kol gezen “komünist hayaletin” tıpkı komünist manifestoda temsil edilmiş gerçekliğini o günün koşullarından yeniden dirilişiydi. Gücü, niceliğinde değil, nitelikten stratejik konumlanışından, çizgisinden geliyordu. Özel mülkiyeti ortadan kaldırma iradesinden, sömürüyü, sınıf-cinsiyet, ulusal eşitsizlikleri tarihe gömme iradesinden geliyordu. İnsanı, özellikle proletaryayı kendi yarattıklarına yabancılaştıran, nesneleştiren temelin ortadan kaldırılması için devrimci savaş kararlılığı, onun büyük önem taşıyan bir adımıydı.  “Oldu denilen komünist ideoloji” bilim, teori DEH’in kurulusuyla ve bu vesileyle ülke çapında siyasal iktidarı fethetme seviyesine gelmiş Peru’daki Halk savaşı ve Nepal’de 1990’ların sonlarına doğru ayni seviyeyi yakalamış Halk Savaşı gerçekliğinde de görülüyordu. Maoist temelde ilerleyen Filipinler ve Hindistan gerçekleri de durumu anlamak için yeterli öğelerdi. Enternasyonal proletaryanın tek tek parçalardaki özgün görevleri onun enternasyonal birliğini görmeme hatasına götürmemelidir. Götürülmemesi için proletaryanın enternasyonal komünist hareketinin yaratılması zaruridir. Dünya emperyalist ve uşakları sistemi, proletarya ve ezilenlerin ortak düşmanıdır. Bu ortak düşman, enternasyonal komünist bir birlik ve her bir yerde onun taburları olarak örgütlenmiş komünist partileri önderliğinde seferber edilecek, emekçiler ve ezilenlerle göğüslene bilinir. Dünyanın her bir parçasında yeni komünist taburların yaratılması meselesinde de böyle bir enternasyonalist merkez ciddi bir rol oynayabilir. Elbette dünya devrimi her bir yerde çelişkilerin özgün niteliklerinden ve bundan kaynaklanan görevlerinden ötürü özgün biçimler alacaktır. Bu karmaşıklık hesaba katılmak durumundadır. Gelişme, dengesiz gidecektir. Dolayısıyla evrensel ideoloji bu karmaşık durumu dikkate alarak her somut duruma yaratıcı bir şekilde uygulanmak zorundadır. Birincisi, her yer için tek bir reçete ne kadar yanlışsa ikincisi her bir özgül görevin proleter dünya devrimi dışında ele alınması şeklindeki yaklaşım da yanlıştır. Karmaşıklığı dikkate alan her parçadaki inisiyatifi boğmayan bir koordinasyon ekseninde merkezileşmiş bir dünya partisi ihtiyacı her zaman vardı ve buğun de vardır. Ama böyle bir parti elbette tek tek parçalardaki partilerin işleyişi şeklinde ele alınamaz. Burada Mao’nun ademi merkeziyetçilik fikri özel bir önem taşımaktadır. Komünternin geçmiş aşırı merkezileşme hatalarından da ders çıkarılmalıdır. Bu ders çıkarma uluslararası planda komünist bir siyasi merkeze olan ihtiyacı yadsımaz. Merkezileşme yerel inisiyatifleri baltalamamalı, yerelin özne olmasını önlememelidir. Bürokratik merkezileşme bu inisiyatifi reddeder. Onun yerine kendini ikame eder. Dolayısıyla yeni komünist enternasyonalde merkeziyetçilik, âdemi merkeziyetçilikle diyalektik ilişki içinde ele alınmalıdır. Zira bu komünist önderlik ve kitleler ilişkisi acısından da gerek dünya gerekse de her parçasında bir zaruriyettir. Kitleleri komünist önderlikle birlikte siyasetin tespiti ve icrasında bir özne değil de bir seyirci durumuna düşürmek komünizm amacından kopmaktır. Komünist enternasyonal için de geçerli olan demokratik merkeziyetçilik işleyişi bu temelde kavranmalıdır. Gerçek kahramanın kitleler olduğu asla unutulmamalıdır. Kapitalist “burjuva demokratizminin” özgür kitleler ve özgür birey palavraları tamamıyla her şeye hükmettikleri tekellerine geçirdikleri bir manipülasyon perdesidir. Modern revizyonizme karşı Mao’nun tarihi mücadelesi ve komünist çizgi önderliğinde bütün gerici zincirlerinden koparak seferber olan kitlelerin tarihi gücü proleter dünya devriminin nasıl ve hangi örgüt biçimleriyle ele alması gerektiğini bugün de aydınlatmaktadır. Elbette doğru yanlış mücadelesini bir azınlık çoğunluk meselesi olarak ele almıyoruz, doğru fikirler deyim yerindeyse genel olarak her zaman azınlıkta olmuşlardır. Mesela Marks ve Engels azınlıktaydılar. Mesele Lenin azınlık, 2. Enternasyonalciler çoğunluktu. Mesela Kruşçev revizyonizmi yüzde 90 çoğunluk, Mao azınlıktaydı. İki hiç bir şekilde bir yapılamaz. Doğru ve yanlış, yani bir ikiye bölünür. Bu genel bir durumdur. Komünist temelde komünist bir birliktir amacımız. Eklektik oportünist bir kokteyl konseptleri yanlıştır. Revizyonizmden köklü kopmak, Maoizmi uygulamak ve bu temelde bölünmeyip birleşmek, Maoist sınıf çizgisini uygulayarak, doğru yanlışı ayırt etmek yanlışlardan kopup dünya görüşü değiştirilmiş kitlelerle beraber devrime seferber olmak böyle bir örgütlenme ihtiyacını gerektirmektedir. Kitlelerin ezilenlerin yüzde 95 ile birleşmek görevdir. Böyle bir birleşme görüşler gizlenmeden değişik biçimler şeklini alabilir. Tüm bunları yapmak görevdir. Devrimi sıkıca kavrarsak ve ona sarılırsak sorunlar tek tek yenilecektir. Gerekli olan amaca yüksek bağlılık ve kitlelere güvenmektir. Elbette kendiliğindenciliğe ve kuyrukçuluğa düşmeden doğru görüşleri, eklektik kokteyllerle paketleyip pazarlamadan hareket etmek durumundayız. Çin`de darbeci denilen Zun Yu ocak kasırgası meselelerin nasıl ele alınması gerektiğinde öğretici bir örnektir. DEH’te komünizm iddiasındaki diğer güçlerin beyanlarında doğru olarak ifade edildiği gibi bir azınlıktı. Ancak, doğru görüşleri ifade eden ve ezilenlerin komünizm doğrultusundaki seferberliğinde verilmiş doğru bir cevaptı. Komünist önderlik tarihsel bir zorunluluktur. Ne kitleleri yadsıyan ve önderliği kutsayan bir yaklaşım, ne de kitleler adına önderlik ihtiyacını gereksiz ilan eden liberalizm çözüm değildir. DEH kurulusunda kurucu özneler nicel olarak bir kaçlardan ibaretti. Ancak doğru çizgi dönemin dağılmış ve kriz içerisinde debelenen komünist güçlerine ve kitlelerine Mao`nun kaybıyla oluşan dağılma atmosferine cevap olarak önemli bir atılımdı. Bu atılım yanlışa karşı iki çizgi mücadelesi yoluyla başarıldı. Pazarlıklar, manevralar ve uzlaşmacı eklektik birleşmeler yoluyla değil. Dolayısıyla proletaryanın enternasyonal komünist hareketi gerçek anlamda komünist temelde inşa edilebilir. Ve böyle bir merkez kitlelerin doğru çizgiyle birleşememiş kesimlerini devrimin görevlerine dâhil edebilir. 1984 DEH kuruluşu Mao’nun komünist bilime nitel katkılarıyla donanmıştı. Bu nitel katkıların bilimimizin topyekûn yeni bir aşamaya ilerletilmesini ifade ettiğini duyurmuştu. Marksizm birinci, Leninizm ikinci, Maoizm 3. yeni nitel aşamalardı. Komünist bilim bir yüce şemalar seklinde bir kutsanma dini değildir. Ve o hiç bir zaman kendini dokunulmaz görmez, artık son nokta konulmuştur seklinde tamamlanmış bir kutsal doktrin olarak ilan etmez. O her zaman bilginin pratikle cereyan eden sınıf mücadelesinin gerçekleriyle, buradan çıkarılan derslerle ifade edilmiş, o dönem doğru olsa bile sonraki zamanlarda eskiyebilecek yanlarının bilinciyle hareket eder.  Marks ve Engels’in ilan ettiği komünist manifestonun ruhu da budur. Her yerde ve her bir zamanda günün tarihsel koşullarına göre yürümek, tarihsel materyalizmin gereğidir. Bilgisini toplumsal gelişmenin her bir tarihsel döneminin objektif yasalarına uyduramayanlar, söylediklerini her dönemin kutsal ayeti olduğunu ilan edenler sadece bir yönüyle teolojinin esirleridirler. Tarihsel olmayan hiç bir bilgi yoktur, hiç bir hünerli beyin yarının bütün meselelerini kâhin misali bilemez. Dolayısıyla bugünün gerçeklerinin diyalektik materyalizmle gözden geçirilmesi, bilimimizin yeni dönemin yeni sorunlarının üstesinden gelebilecek seviyeye çıkarılması zaruridir. Sosyalizm demiyoruz, bu bizim stratejik amacımız değildir. Komünizm diyoruz. Bu bizim genel yönelimimizdir ve amacımızdır. Her bir mevcut koşuldaki sosyal koşulları dikkate alarak bir devrim stratejisi içinde olsak da bu fikrimizi açık seçik beyan ediyoruz. Her bir toplumsal ve sosyal koşullardaki ezilenlerin ilişkisiyle alakalı olarak bir ortaklaşma durumunda olsak da amacımız budur. Bu amaçtan kopmadan ama her bir dönemde nasıl yürüyebileceğimiz meselesinin cevabını vererek yürüyeceğiz. Engels’in de manifestoya önsözde yazdığı gibi “biz sosyalist değil, komünistiz. İngiltere deki Oveynciler Fransa’daki Forriercileri küçük görüyor değiliz. Biz küçük-tutucu sosyalizm anlayışlarını aşma yönelimindeyiz. Egemen sınıfların tarihsel her bir dönemdeki manipülasyonlarına karşı evrimci değil, devrimciyiz. Bu devrimcilik tarihsel koşullardaki vaziyeti yadsımaz. Biz bir sosyalist manifestoyu ilan etmek durumunda değiliz. Bütün ülkeler, işçileriyle bir komünizm beyanına çağırıyoruz. Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halkları birleşiniz derken anlattığımız budur. Bu dünyayı değiştirebiliriz diyoruz. Bunun zemini vardır.  Yeni komünist bir enternasyonal bu temelde inşa edilmelidir.”

Komünizm tek tek ulusal sınırlar içerisinde kazanılamaz. Proleter dünya devriminin, emperyalizmin zayıf halkalarında tek ya da bir kaç zincirin koparılması biçimindeki gelişme seyri tamamıyla tarihseldir. Bu asla değişmez bir kural da değildir. Yeni durumlar, yeni yollara vesile olabilir. Ki bugün emperyalist sermayenin aşırı merkezileşme ve yoğunlaşma durumunun bir sonucu olarak bölgesel devrim ithalleri hiç te hesaba katılmayacak olgular değillerdir. Bu durumun bilincinde olarak her bir parçada proletarya dünya devriminin hizmetinde kendi burjuvazinin hesabını görme çabası içerisine girerken yeni gelişmeleri görmezden gelemez vaziyette olmamalıdır. Çok net vurgulayalım ki enternasyonalizm her parçadaki proletaryanın kendi işlerinden arta kalan zamanlarını baksa parçalardaki sınıf kardeşlerine yardım meselesi olarak ele alınmaz. Enternasyonal proletaryanın amacı dünya çapındaki komünizm için proleter dünya devrimidir. Her parçadaki görevler bu perspektifle ele alınmalıdır. Bunu yaparken geneldeki gidişatı bir parçadaki devrimin genel dinamiği tetikleyecek özelliğini ve yoğunlaşmasını görmemek şeklindeki bir duruma da düşülemez. Önemli olan devrimin dünya çapında geliştirilmesi mekaniğidir. Komünternin bu mekaniğe yeterince vakıf olmayan aşırı merkezileşme hatasına tepki olarak yoldaş Mao Zedung, ideolojik çizgi boyutunda enternasyonal proletarya önderlik etse de örgütsel açıdan yeni bir komünist enternasyonal yaratmama düşününü meşrulaştırmak yanlıştır. O görev üzerinde Mao Zedung yoldaş yoğunlaşmadı. Tabi Vietnam, Arnavutluk, Küba, Kuzey Kore gibi partilerle olan ilişkiler açısından da bunları kaybetmeme kaygısının da rolü vardı. Yani yeni bir komünist enternasyonal yaratmayı zorlayan sebepler söz konusuydu. Bu durum yine de Mao’nun hatasını meşru kılmaz. Ana ve yavru parti gibi geçmiş hatalara düşmemek kaygısıyla, ideolojik önderlik sorumluluğunu örgütsel bir biçimle ifade edilmesine, gerekli duyarlılığı gösterememenin bir ideolojik problem olduğunu da vurgulamak isteriz. BPKD tecrübesi ile yeni bir komünist enternasyonalin Mao Zedung önderliğinde yaratılması durumunda dünya komünist hareketi sonraki süreçte bu kadar büyük savrulmalar ve krizler içerisinde debelenmezdi. DEH bu konularda önemli dersler çıkardı. Ciddi nitel bir adim attı. Yeni komünist enternasyonalin bizzat kendisi değil embriyonik bir merkez olduğu düşüncesiyle ve dışındaki komünist güçleri yadsımadan yeni komünist enternasyonal fikriyle hareket etti. Tüm bunlara rağmen DEH içerisinde merkezde bulunan bazı anlayışlar kendileri gibi düşünmeyen komünistleri yadsıma hegonomik uygulamalarla manipüle etme, sekter, dar yaklaşımlar da vardı. Bu hatalardan öğrenilmelidir. Nitekim öğrenmeyenler sonra “yeni sentez” dayatmalarıyla ya bu ya hiç çizgisine oturmuşlardır. Bu tasfiyeciliktir. Ya ben ya da benden sonrası tufan anlayışı yanlıştır. Komünist enternasyonal böyle dayatmalar ekseninde oluşamaz. Ve bu asla kabul edilemez.

 

Devrimci enternasyonalist hareket proleter dünya devrimini düz bir çizgi olarak telakki etmedi. Her bir yerde görevlerin özgünlüğünü doğru kavradı. Proleter dünya devriminin iki bileşeni olarak, yeni demokratik ve sosyalist devrim meselelerini temellendirerek Troçkist tek tip devrim çizgisiyle arasına net ayrım çizgisi çekti. Ve ayni zamanda biçimdeki farklılıklara rağmen bu bileşenlerin proleter dünya devrimindeki birliğine ve ortak amaç komünizm doğrultusundaki ortak mahiyetlerine işaret etti. Şüphesiz genel çizgi özele somut ve yaratıcı bir şekilde uyarlanır. Devrimci savaş her yerde biçimde farklılıklar gösterse de genel bir tek ortak amacın parçasıdır. DEH, geneli özelle birleştirmede her özgüldeki sorunları anlama ve gerekli katkıyı sağlama konusunda esasta değil, tali bazı hatalar içinde oldu. Bunlar, DEH içerisinde Peru, Nepal özgülünde sürekli tartışıldı. Sorunların bu tartışmayı bilinçli bir şekilde koordine ederek bir konferansla neticelendirilmesi ihtiyaçtı. Ne yazık ki bu tartışma yerine ben söyledim bitti misali “yeni sentezciler” DEH`in fiilen tasfiye edilmesinde özne oldular. Aynı şekilde DEH’in üzerinde yükseldiği temel çizgiden kopan Praçhanda ve ekibinin burjuva demokratik savrulması da bu tasfiyeyi derinleştirdi. Komünistler, bu çizgilere itiraz etmiş olsalar da gerekli inisiyatifi gösterip ilerlemede ne yazık ki başarılı olamadılar. Komünist enternasyonalde de onun bir parçası olarak tek tek partilerde de yanlış görüşler hatta örgütlenme komünist niteliğini yitirmemişse egemen hale gelseler bile bir ayrılık, dağılma, dağıtma gerekçesi haline getiremezler. Biz yanlışlarla bir arada olamayız fikri komünist hareketinde zıtların birliği olduğu ve iki çizgi mücadelesi yoluyla ilerletileceği ve varsa birlik zemini dağıtılmaması gerekir. Sekter yaklaşım ya ben ya hiç fikriyle DEH`te büyük tahribata yol açtı. Bazı yanlış anlayışlar, bu sekterler tarafından sekterliklerini meşrulaştırma aracı haline getirildi. Evet, Nepal komünist hareketinde daha önceden kökleri olan kırılmalar sistemli bir hal almış, Yeni Demokratik Devrim öğretisi, Halk Savaşı Stratejisi tahrip edilmiş, burjuva demokratik bir yörüngeye girilmişti. Yeni demokratik devrim ve sosyalizme gidişte, kapitalist temel ve onun üst yapısı olarak burjuva demokrasisi zorunlu bir aşama olarak görülmüş, doğru çizgi terk edilmişti. Strateji yeni demokratik cumhuriyet değil, burjuva cumhuriyet olarak formüle edilmişti. Yani komünist nitelik revizyonizmle yer değişmişti. Burjuva yoldan bir barışçıl geçiş çizgisine girilmişti. Bunun göğüslenmesi şarttı. Fakat bunun için DEH`in tasfiye edilmesi tamamıyla sorumsuzluktur, görevden kaçmaktır. Nepal komünist hareketi bu burjuva çizgiden ibaret değildi. Burjuva çizginin tüm tahribatlarına rağmen komünist bir damar da mevcuttu. Ki sonraki gelişmeler bunu ispatladı. Gerek Peru gerek Nepal’deki problemlerde bütün tarihsel önemine rağmen önderlik anlayışının idealistçe kutsanması, liderin rolünün parti ve kitlelere rağmen ve özellikle de komünist çizgiye rağmen ayrıcalıklı bir mevkiye çıkarılması büyük bir problemdir. Kolektif önderliğin rolü kitlelerin rolü, çizginin rolü yerine bütün bunların üstünde şahsi bir lider otoritesi büyük problemdir ve oluşan krizlerin aşılamamasında önemli bir meseledir. Bu yanlış yaklaşımlar komünist hareket içerisinde hangi lider daha büyük rekabetine vesile olmuştur. Liderler, adeta dinsel şekilde peygamberleştirilmişlerdir. Komünist bilimin ruhu diyalektik materyalist felsefe unutulmuş lider ne eylerse iyi eğler çizgisine girilmiştir. Evrensel ideolojik rehberimiz Komünist düşüncenin yerine liderler düşüncesi olarak formüle edilen bir rekabet içine girilmiştir. Ve hatta bu da yetmemiş liderleri özel popülize etme stratejileri benimsenmiştir. Bu popülize etme komünizme gitmenin yolu olarak sunulmuştur. Bu tekelci darbeci idealist liderlik anlayışı ile partiler, kitleler hiçselleştirilmiş BPKD dersleri tasfiye edilmiştir. Şimdi bu hatalardan gerekli dersleri çıkarmak yeni komünist enternasyonal hareket örgütlenmesinde açık bir perspektife sahip olmak durumundayız. DEH`in tasfiyesine vesile olan çizgi sorunlarından öğrenmek birinci görevdir. Bu ciddi bir tartışmayı gerektirmektedir. DEH, ortaya salınmış değil, bilinçli bir koordinasyon ekseninde oluşturulacak bir koordinasyon merkezi aracılığı ile bir tartışmayı, yeni bir enternasyonal konferans perspektifiyle acilen ele almalıdır. Bu tartışmaya DEH içerisinde yer almamış komünist güçler de dâhil edilmelidir.

 

Nepal Dersleri!

 

Nepal komünist partisi DEH’in yardımıyla ulaştığı komünist çizgi sayesinde 1996’da proleter dünya devriminin bir parçası olarak halk savaşı mücadelesinde önemli atılımlar yaptı. Bu ders şunu gösterir. Doğru çizgi her şeyi yaratır. Yanlış çizgi, var olan her şeyi kaybettirir. Komünist temelde stratejik konumlanma ve nitel örgütlenme aslolandır. Nepal bu aslolanı başardığında komünizm için büyük kazanımlara imza attı. Ancak tesis edilen geniş kırsal alandaki bütün kızıl üsler, kızıl siyasal iktidarlar, burjuva demokratik çizgi ile tasfiye edildi. Barışçıl geçiş hayalleri ve burjuva demokrasisi aşaması ile alt edildi. Merkezi görev olan halk savaşının terk edilmesi burjuva demokratik cumhuriyetin zorunlu bir aşama olarak formüle edilmesi yıkıma giden yolu açtı. Komünist bayrak yere düşürüldü. Taktik esneklik adına burjuva cumhuriyeti bir strateji haline getirilmesi ve buna uygun bir gidiş yolunun belirlenmesi, toplumun komünizm doğrultusunda yeni demokratik devrimle dönüştürülmesi, rektifike edilmesine götürülmeyeceği acıktı. Neoliberal ya da post modern Marksizm’in liberalizmi bir çizgi olarak Nepal’deki kazanımları yok etti. Anayasal çözüm siyasetlerinin stratejiye dönüştürülmesiyle burjuvaziyle kol kola girdi. Proletarya devrimi Nepal’de tam bir gerçeklik iken kazanımları yanlış çizgi ile heba edildi. Komünistler baştan itibaren bu tehlikeye dikkat çekmişlerdi. Sadece batarken değil, baştan itibaren yanlış çizgilerin köklerini deşifre etmeye çalışmışlardı. Orta sınıfları kazanmak ve taktik manevra adına “yeni bir burjuva” stratejinin formüle edildiğini ifade etmişlerdi. Yanlış çizginin Çin ve Sovyetlerdeki geçiş hükümetleriyle kıyaslama müdafaasının revizyonizmi aklamaktan baksa bir şeye yaramayacağını söylemişlerdi. Monarşiye karşı ayaklanmış kitlelerin önderliği genel stratejinin önüne bir burjuva cumhuriyetin geçilmesine dönüştürülemez demişlerdi. Stratejik saldırı aşamasındaki halk savaşının odaklanması gereken görevin bir genel ayaklanma olacağı acıktı. Kitlelerde buna hazırdı. Ancak taktik siyasetler dedikleri revizyonist yönelimler genel çizgiyi yedi. Seçimlerde çoğunluk elde etmek ana eksen olarak seçildi. Devrimci savaş yerine burjuva parlamenter cumhuriyette karar kilindi. Buna rağmen devrimci komünistler NKP(M) içerisindeki devrimci kanadın ilerletilmesine gerekli duyarlılığı göstermeliydiler. Bu yapılmaya çalışıldı. Kurucu meclis “demokratik cumhuriyet” yeni demokratik iktidarın önüne geçirilecek zorunlu aşamalar değildir. Bu ideolojik alanda stratejik bir yenilgiyi ifade eder. Olan da budur.

 

ABD Devrimci Komünist Partisi Üzerine Kısaca!

 

Evet, proletarya enternasyonalizmi her yerdeki proletaryanın arta kalan zamanlarında başka müttefikleriyle bir dayanışma platformu değildir. O, ortak amaç doğrultusunda proleter dünya devrimi için kararlılıkla harekete gecen bir iradedir. Proletarya ve burjuvazide bir dünya sistemi olan kapitalizm ve emperyalizmde bir birilerinden tecrit, lokal sınırlar içerisindeki kapalı mevziler değildirler. Sosyalizm ve komünizm mücadelesinin maddi temellerini yaratan burjuva toplumun bizzat kendisidir. Komünistlerin yaptığı bu gerçeğin ayırtına varmak ve enternasyonal bir sınıf olan proletaryayı ortak komünizm amacında birleştirmektir. Bütün ülkelerin isçileri birlesin diyen Marksın yaptığı buydu. Amaç ortak olsa da ezen ezilen uluslar biçiminde bölünmüş emperyalist dünya gerçekliğinde proletarya her parçada farklı görevlerle yüz yüzedir. Reçeteciler, somut görevlere atlıyorlar. Bazı milliyetçi somutçularda genel amacı ötekileştiriyorlar. Doğru şudur. Proletarya mücadelesinin içeriği ortaktır. Ancak her somutta özgün bir biçim alır. Proletarya her parçada öncelikle kendi burjuvazisinin hesabını görmelidir. Bu devrim sırasında da sosyalizm koşullarında da önemli bir husustur. Temel ilkeler aynı kalma koşuluyla biçimde yollar farklılıklar gösterecektir. ABD DKP bunu anlamamaktadır. Keskin bir kaç lafla ezilen ülkelerde devrimin ulusal görevlerini yadsımakta, bütün ulusal kurtuluş mücadelelerini Troçki ve diğerlerinin de yaptığı gibi karalamaktadır. Bu noktada bir ezilen ülke durumundaki eski Çin’de Mao’nun yurtseverlik ve enternasyonalizm fikrini sözümüz ona milliyetçilik diye kalbura çevirmektedir. Komünizm mücadelesi her bir özgün alanda çelişkinin özgün niteliğinden kaynaklanan görevleri atlayamaz. Komünizm zaten bir ulus ve ülke eksenli fikir değildir. Böyle ele alan sapmalara karşı çıkarken, her bir somuttaki görevleri komünist perspektifle üstlenmek şarttır. Amerika devrimci komünist partisi bir emperyalist ekonomizm hastalığından mustariptir. Ona göre dünyada kendi dışında bırakalım UKMH’ni komünist eğilimli devrimci hareketler bile gericidir. Bir noter mevkii gibi kendini tahkim etmiş ve her tarafa not vermekten ibaret bir görev belirlemiş bu akım ezilenlerin hareketine karşı objektif olarak bir sosyal şovenizm bir Amerikan büyüklüğü hastalığı ile boy vermektedir. Savundukları kof bir Marksizm’dir. Enternasyonalist içeriği milli, somut olanla birleştirmekten kopan bir palavra edebiyatıdır. Nitekim bu yaklaşımlarıyla Çin’de Japonya’ya karşı direnme savaşını ve diğer birçok tarihi olayı yanlış değerlendirmektedirler. Yine, bu yoldaşlar, pürüzsüz sosyalizm adına demokratik mücadelelere karşı da ilgisiz, bir yandan da karalayıcı pozisyondadırlar. Onlara göre sadece komünizm vardır, ulusların kendi kaderini tayin hakki, demokratik haklar, evet bunlar burjuva içeriklerdir ama gereksizdir. Onlara göre sömürge bağımlı bir coğrafyada mücadelenin ulusal bir niteliği olmaz. Tamı tamına şovenizm budur.

 

Her şey gibi ezen ezilen uluslar ve bunlardan kaynaklanan sorunlar ve görevler ebedi değil tarihsel olgulardır. Uluslar kapitalist pazarda ortaya çıktılar. Feodalizme karşı mücadelede iç pazarı birleştirilmesi ihtiyacı ile burjuvazi ulusal bayrağı kaldırarak ezilenleri kuyruğuna taktı. Kendi iktidarı döneminde de sınıf çıkarları gereği ezilenleri ötekileştirdi. Burjuva demokratik devrimlerinden sonra emperyalizm koşullarında artık mesele tekellerin dünya egemenliğiydi. Sorun, devam edegeldi. Sorunun ele alınış biçimi ve çözümü değişiklik arz etse de ulusal eşitsizlikler bir temel içerik olarak değişmedi. Sorunu kavramaktan uzak şoven çizgi bu sorunu atlayarak tıpkı 2. Enternasyonalcilerin yaptığı gibi sosyalizm adına bu doğrultudaki ezilenlerin başkaldırışını barbar bir refleks olarak değerlendirdiler. Başka ulusların ezilmesini önemsemediler. Devrim, bunların işi olamaz dediler. Bu modernist emperyalist burjuva anlayışın etkileri ne yazık ki komünist harekette de mevcuttur. 2. Enternasyonal bu mevcudiyetin en sistematik ihanetini temsil etti. Sosyal devrimi gelişmiş teknik zemininin sonucu olarak gören bu açıdan emperyalizmi onun cumhuriyetini burjuva modernist anlayışlarıyla ilerici telakki eden burjuva cumhuriyetçi anlayışlar ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı son derece gerici ve bastırılmalarına son derece destekçi bir pozisyon aldılar. Lenin bu gerici dalgayı göğüslerken aynı zamanda komünist hareket içerisindeki Roza Buharin gibi sınıfçılık adına ezilenlerin demokratik taleplerini küçümseyen anlayışlarla da mücadele etti. Ve bu vesileyle onları ekim devriminin bir bileşeni haline getirebildi. Komünistlerin bir burjuva ulus devlet çözümü yoktur. Bunu savunmazlar. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı gibi demokratik hakları savunmaları tamamıyla ezenlere karşı ezilenlerin taleplerine bir destek olma durumundan kaynaklanmaktadır. Komünistlerin ulusları zorla bir devlet cihazı içinde tutma fikri de olamaz. Onların merkezi üniter bir devlet cumhuriyeti fikri de yoktur. Onlar kitlelerin doğrudan katılımcıları oldukları, komünist önderlikle birleşmiş, yerel, yerinde yönetim biçiminde bir devlet biçimi tasavvuru vardır. Bu tasavvurdan ötürüdür ki Lenin tarafından Stalin’e “sosyalist devlete tabi olmaları” gerekçesiyle Gürcistan ve başka alanlarda yaptığı hatalar eleştiri konusuydu. Komünistlerin elbette bağımsız ideolojik ve siyasal bayrakları vardır. Onlar, ezilenlerin meşru demokratik taleplerini savunup desteklerken kendi çözüm programları vardır. Bu programın çözüm şifreleri bölgesel özerklik ve yerel yaygın kendi kendini yönetme fikridir. Bu durum sadece nüfusun ulusal bileşimi açısından değil aynı zamanda tabanda kitlelerin söz ve karar sahibi olmaları açısından da gereklidir. Amerika Devrimci Komünist Partisi kapitalist modernist burjuva cumhuriyet fikrini sosyalizm adına jakobence yeniden üretme gayreti içindedir. ABD komünist partisi burjuva medeniyet paradigmasının bir sonucu olarak emperyalizmle birlikte genel uluslararası bir sorun haline gelen ulusal eşitsizlikler meselesine enternasyonalizm adına son derece kayıtsız olmak bir yana bir karalamacı pozisyondadır. Ulusal eşitsizliklere karşı mücadelede ezilen ulus ve inançların hareketlerini hafife alan olanların proletarya devriminin stratejik müttefiki olarak görmeyen yaklaşım sınıfçılık adına icra edilmektedir. Ezilen ulusların iradesine karşı son derece saygısız olan bu yaklaşım komünizme gidişte koşullardaki değişiklikler itibariyle özgün yolları anlamak bir yana karalamaktadır. Ve bu vaziyetiyle emperyalist sömürge ve ilhak siyasetini es geçmektedir.

 

Devlet ezeli ve ebedi değil tarihsel bir olgudur. Hukukta böyledir. Ahlak, fikirler de bu koşullardan muaf değillerdir. Tümü maddi yaşam koşullarıyla ilişkilidirler. Özgürlük de adalet de öyle. ABD Devrimci Komünist Partisi bu konuda burjuva bir yaklaşımı aşamamaktadır. Devleti, kitleleri dıştalayan elit önder bir çekirdeğin işi olarak görmektedir. Devletsiz devlet fikrine zerrece yanaşmamaktadır. Kitlelere inanamamanın sonucudur bu. Oysa komünist önderlik ve çizgi yoluyla kitleler sadece devrim yapmaz, devrimi sürdürebilir. BPKD’nde iktidar olarak doğan Şengay komünlerinin dersleri budur. Kitle inisiyatifi ve katılım olmadan hiç bir yeni sentez geleceğe götürmez. ABD DKP devleti kamuyla eşitliyor. Ekonominin kamulaştırılmasını devletçilikten ibaret görüyor. Ve böylece üretim araçlarına nesne olmuş köle üreticiler toplum yapısıyla yürüyor. Tek adam yönetimini savunuyor, uzmanlık ekseninde kurumsallaşma ve devletleşmeyi eleştirmiyor. Devleti toplumun hizmetkârı değil toplumun efendilerine dönüştürüyor. Sağlam çekirdek fikrinin anlattığı budur. Devlet kapitalizmi sosyalizmde bir zorunluluk olarak vardır. Ama bu tamamıyla bir kamu mülkiyetini ifade etmez. Etmediği de görüldü. Bundan ötürü Mao devlet merkez ve bölgeler arası birleşik bir planı öngördü. İktidarın bağımsız inisiyatifine vurgu yaptı. Aşırı derecede sıkı bir elit merkezi yönetimi değil, parti ve halk organlarının birleştirilmesini işaret etti. Şanghay komününün bazı kısa tecrübeleri bunlardı. Bu sadece ilerletilmiş biçimiyle Mao’da değil, Lenin’in “Nisan Tezleri” eserinde de mevcuttu. Kitlelerin aşağıdan gelen, denetleyen, yöneten, görevden alan özne olma olgusunu yeni devletin bir özelliği olarak görüyordu. Paris komünü fikri de böyleydi. Vekâlet almış temsilcilerin denetimsiz yönetimi ve bu yönetimlerin çıkarttığı yasa değil, halkın doğrudan denetçi olduğu bir mekanizma tasavvur ediliyordu. Sürekli ordu ve polisin yerine halkın doğrudan silahlanması savunuluyordu. Kamu düzeninin öznesi halktı. Memurlar ve bürokrasi halkın dolayısız iktidarının yerine ikame edilemez diyordu. ABD DKP tüm bu fikre karşıdır. Biz komünistler amaçlar itibarıyla devletsizlik noktasında tarihsel koşulları yadsıyan yanlış çizgilerinin ötesinde çok çatışmalı bir durumda değiliz. Onlar tarihsel koşulların bir sonucu olarak proletarya devletini, örgütlenmesini, önderliğini yadsıyan pozisyonlarıyla yanlış bir çizgidedirler. Bunu eleştirirken biz burjuva devletin geleneksel temsili vekâlet sistemini halka rağmen sürekli ordu ve polisi ve bürokrasiyi yani eski mekanizmayı biçim olarak tekrar eden anlayışı da reddediyoruz. Sadece askeri yıkım değil, burjuva devlet hiçbir şekilde tekrar edilemez. Biçim olarak da yıkılmalıdır. Komünist özün Marks’ta Engels’te Lenin’de anlattığı buydu. Lenin’in savunduğu Marks gibi Rusya’da bir komun devletiydi. Ve bu devlet özel bir devletti. Ve bu devlet bürokrasinin, vekillerin değil, işçi ve asker vekillerinin Sovyet’iydi. Yani Sovyetler sosyalist komun devletiydi. Kamanev gibi bunu aceleci görenler vardı. Bir temsiliyeti savunuyorlardı, kitleler yapamaz diyorlardı. Lenin buna kararlılıkla karşı çıktı. Yeni devlet tipini eskiden ayıran bu temel özellikleri göremezsek bir tarihsel zorunluluk olan proletarya devletini burjuva tarzda yeniden üretme durumunda olacağız. Kısacası özet olarak, Marksist devlet teorisi bir parti devlet teorisi değildir. Komün, halk meclisleri ve halk konseyleri örgütlenmesidir. Bu öz temelinde nasıl bir biçim alacağı tamamıyla bir şekil sorunudur. ABD DKP’nin sağlam çekirdek önderlikli devlet inşası eski devletten kopmayan bir anlayıştır. Bu bir yeni sentez değil, eskinin cilalanmış bir sunumudur. Geleneksel burjuva epistemolojiden bir kopamama durumudur. Hele hele kültür devrimini hiç mi hiç anlamamaktır. Devrimci kitlelerle birleşmiş proletarya ve önderliğini bir avuç elite teslim etme Li Şiao Şi’nin önce uzman, elit usta devlet fikrinin savunulmasıdır. Mesele devrime sarılmaksa eğer bu da kitlelerin eseriyse kitlelere rağmen hangi parıltılı liderlik pırlantası geleceğe götürebilir. Örgütlenmiş egemen güç olarak proletarya ve emekçilerin yerine çekirdek bir kadro çıkarmak, kitleleri cahil ilan etmek değil de nedir. Yönetme, kitlelere rağmen niye özel bir ayrıcalık olsun. Niye bir uzmanlık işi olsun. Mao’nun önce kızıl formülasyonunda ifade ettiği ruh nedir. ABD DKP komünist önderlikle birleşmiş bir kitle hareketi ve inisiyatifinden “kaos bekliyor.” Bu hem doğru çizgiye hem de kitlelere güvenmeme durumudur. Mao bütün bu dersleri çıkarmasına rağmen Şanghay komününü dünya tanımaz fikriyle yadsıdı. Yanlış yaptı. Nitekim bu yanlışın sonucunun karşı devrimci darbeyi kolaylaştırdığını gördük. Bir tarihsel zorunluluk olan sosyalizmde proletarya devletine ihtiyacımız yadsınamaz. Ama bunu yaratan koşulları değiştirme görevini bir yana bırakıp devlete mi ya da onu süpürecek onu yaratan koşulları değiştirecek devrime mi sarılacağız. Bir parti tekeline mi terk edeceğiz ya da parti ve önderliği de var eden bütün toplumsal sebepleri ortadan kaldırmak için onu tarihsel bir sebep olarak mı göreceğiz. Egemen bir güç olarak örgütlenmiş, proletarya ve emekçilerin iktidarı fethetmesi komünizme gidişte ana fikirdir. Komünün, Sovyetlerin, BPKD’nin ana fikri budur. Lenin “Bütün iktidar Sovyetlere” dedi. Partiye demedi. Dolayısıyla proletarya iktidarını parti iktidarıyla eş görenler ki tarihsel koşullar itibariyle böyle bir biçimde gündeme gelmişti, bunu teori haline getiren Marksist teorinin ruhundan kopmaktadırlar. Yine, burjuva devletin, sosyalist bir üretimi olan parlamenter cumhuriyetten, uniter merkezi devlet anlayışından onun araçlar olarak sürekli ordu ve bürokrasiden asalak profesyonel topluluğundan kopamayanlar komünizmin gerektirdiği devletsizliğe geçme yolunu açamazlar. Önderliklerini parti önderliklerinin yerine geçirenler, partiyi hiçleştirenler, farklı fikirlere tahammül etmeyenler, kitlelerin denetimine açık olmayanlar baştan itibaren komünizm konusunda sakatlanmıştırlar. Parti ve kitleler içerisinde düşünce hayatını monologlaştıranlar, tekçileştirenler, tartışmayı, düşünmeyi, örgütlenmeyi yasaklayanlar asla komünizme gidemezler. Bizim ideolojimizin devleti, yani öncü adımı olarak Paris Komünü, monarşik Bonapartizmin antiteziydi. Buna göre hareket etmek durumundayız. Teorimiz Marksizm’in komün fikrinde Lenin’in Sovyet ve Çin’deki Şanghay yöneliminde de buydu. Halkın komünist önderlik altında yönetimi dolaylı değil doğrudan ele alması fikriydi. Demokrasi elbette bir devlettir. Proletarya demokrasisi temsili değil, halkın doğrudan katılımcı olduğu bir devlet biçimidir. Onu burjuva devletten ayıran temel ayırım budur. Ve bu amaca en uygun araçtır. Bir geçiş toplumudur dedik sosyalizm. Buradaki farklılıklara işaret ettik. Burada bunları yadsıyan, halkın ifade ve örgütlenme özgürlüğünü yadsıyan bir anlayış sosyalizmi zerrece anlamamıştır. Açıkça söyleyelim, komünizmde farklılıkların olmadığı bir entegrasyon topluluğu değildir. Burada da çelişkiler olacaktır. Dolayısıyla hiç bir gerekçeyle halkın saflarında bir diktatörlük ve zor kabul edilmez. Bütün halk güçleri özgürce örgütlenme ve ifade özgürlüğüne sahiptirler. Bu bir lütuf değildir. Bu tamamıyla doğru çizginin bir gereğidir. Öyle ele almayanlar ortalığı kan golüne çevirirler. Kurtarıyorum dedikleri halka zulmederler. Hukuk ve adalet bir eşitsizlik kategorisinin olduğunu ifade eder. Yasalar da. Bir zorunluluğa uymayı icap ettirir. Tüm bunlar bir toplumsal temele dayanmak durumundadırlar. Sosyalizmde partiye yasaların üzerinde özel bir ayrıcalık tanınamaz. Halkın doğrudan seçeceği jürilerin denetimine herkes tabidir ve halk bu denetimini halk konseyleri aracılığı ile gerçekleştirir.

 

Sonuçlandırırken!

 

Kapitalizmden komünizme bir geçiş dönemi olan sosyalizme keyfi değil tarihsel zorunluklar itibariyle değişik biçimlerde proletarya ve emekçiler devletine tekabül eder. Bu devlet klasik değil devleti ortadan kaldırmayı amaçlayan devlet olmayan devlettir. Böyle bir devlet ne parti ne de bir önderlik tekeline devredilemez. Bu devlet örgütlenmiş egemen güç olarak proletarya ve emekçilerin temsilliyete değil doğrudan katılımlarıyla icra edilir. Bu devlet sosyalist üretim ilişkilerinin maddi temeli üzerinde yükselir. Böyle bir devlette emekçilerin doğrudan katılım, denetim ve yönetmelerin yerine başka hiçbir şey ikame edilemez. Şangay Komünü ve Sovyet fikri, Paris Komünü tecrübesinin anlattığı budur. Sosyalist inşa bir devlet tekeli kapsamı içerisinde ele alınamaz. Sosyalist kamu mülkiyeti esastır. Sosyalist kamu mülkiyeti parti kontrolü bir mülkiyet değildir. Komünler, Sovyetler ve halk konseyleri aracılığıyla emekçilerin doğrudan yönetimi ve denetimi altındadır. Komünizme gidişte bu inşa çizgisi kilit önemdedir. Kapitalist özel mülkiyetin alternatifi olarak, bu inşa çizgisinde ısrar şarttır. Sosyalist inşada elbette tarımda ve sanayide makinanın bir rolü vardır. Ancak bu hiçbir şekilde ekolojiyi, insanı tali duruma düşüren, toplumsallaşmayı yadsıyan bir makineleşme perspektifi ile ele alınamaz. Önce kızıl çizgisi esastır. Şu çok açıktır, devlet bizzat proletarya ve emekçilerin elinde değilse, komünizm için devrim bizzat onlar tarafından sürdürülemiyorsa ekonomiyi, siyaseti sosyal hayattı bizzat onlar yönlendirmiyorsa görevlerini seçme ve gerektiğinde derhal görevden alma durumunda değillerse belli periyotlarla vekâlet almış temsilciler ve parlamenterler değil de bizzat işin başında kitleler bulunmuyorsa elitler, uzmanlar, müdürler ve kitleler adına ben öncüyüm diyen patronlar değil de bizzat kitleler her şeyin sürdürülmesinin öznesi değillerse adına ne denirse densin inşa edilen kapitalizmdir. Kimi sosyalist inşa bile problemler içerir. Orda halen burjuva hak ekseninde burjuva hukukun yarattığı sorunlar söz konusudur. Halen gerçek bir kollektifleştirme durumu yoktur. Sosyalist geçiş dönemde insanlar arası ilişkilerde burjuva haktan kaynaklanan kısıtlamalar söz konusudur. Bu elbette mücadeleye yol açar. Dolayısıyla komünist çizgi ile birleşmiş emekçilerin yönetme ve yürütme işlevi mütemadiyen ilerletilmelidir. Kitleler bir üretim öküzü şeklinde ele alamazlar, üretenler yönetmelidirler de. Komünizmin ortak amacı, devlet-parti- önderlik rollerin amaca uygunluğunu gerektirir. Amaca uygun olmayan hiçbir araç hiçbir gerekçeyle kutsanamaz. İdeoloji, teori, bilim andaki tüm politikalara, uygulamalara yön vermelidir. Komünist kültür ve kişilik amaç doğrultusunda diriltilmelidir. Alt ve üst yapı bu perspektifle sürekli devrimleştirilmelidir, toplumda doğru yanlış mücadelesinde büyük bir gönül rahatlığı olmalı halk içerisinde hiç bir şekilde baskı ve cebrin yeri olmamalıdır.

 

Kısaca sloganımız şudur; halka baskı yasaktır. Sosyalist ekonomi ve yönetim halkı esas alır. Amaca bağlı olarak geçmiş toplumun bizzat sosyalist geçiş döneminin toprağından kaynaklanan problemleri devrimi esas alarak hedeflenir. Herkesten yeteneği ve ihtiyacı kadar toplumuna varmak için bu son derece gereklidir. Değer yasasını aşmak, para toplumunu tarihe gömmek, sosyalist nitelikli olsa bile burjuva hakkın ve sınırlıklarının problemlerini de içeren meta üretimi bilinçli bir şekilde devrimci bir meydan okuyuşla göğüslenemezse kapitalist restorasyon kaçınılmaz olarak geri gelecektir.

Sosyalizm koşullarında proleter ve emekçiler vekiller aracılığı ile değil bizzat yönetimde oldukları için elbette iş güçleri özel mülkiyet dünyasında ki gibi bir meta durumunu aşmada büyük bir hamle yapmıştır. Yarattıkları değerlerin arta kalanı kapitalist artı değerden farklı olarak kamunun fonları biçiminde toparlanmasıyla yeniden kamu hizmetine dönme ve kamu tarafından bizzat denetleme durumu itibariyle komünizme doğru bir yol açılmıştır. Her sorunun çözümünde devrimi kavramak esas halka almak, komünist çizgiyi kumandaya geçirmek ve bu temelde kitle insiyatifini ve seferberliğini temel almak ana yönelimdir. Bürokratik merkezci, üniter tekçi cumhuriyetçi bir yapılanma adına sosyalizm de denilse, kitleleri yerel inisiyatifleri boğazlar, insanı nesnelleştirir, ikameci bürokratik bir emir komite zinciri yaratır, üretme ve yönetmeyi kitlelerin ihtiyacın ötesinde ele alan burjuva yolla götürür. Tarım ve sanayi birleşik planlı üretimin bileşenleri olarak ele alınırlar, birbirlerinin karşısına çıkarılamazlar. Ne tarımsız bir sanayi ne de sanayisiz bir tarım olmaz. Aynı şekilde tüm bunlar doğayı yok farz ederek ele alınamazlar, doğayı, hayvanı yadsıyan hiçbir yürüyüş komünizm amacına hizmet etmez. Yine ağır ve hafif sanayi bilinçli bir şekilde koordine edilir, tek yanlı ağır sanayi ve ya makine ve çelik üretimi üzerinde yoğunlaşan geleneksel ekonomik inşa yerine komünizmi hedeflemiş sosyalist inşa halk kitlelerin somut ve güncel ihtiyaçlarını esas almak durumundadır.

 

Doğayı önemsemek durumdadır, tek yanlı bir merkezileşme çizgisine düşülemez. Endüstri ve tarım arasında ki ilişki doğru ele alınmadığında kır ve kent emekçilerin birliği de tahrip edilmiş olacaktır. Sosyalizm de eşit haklar gerçek anlamda burjuva hak sınırlarını ifade eder. Eşitlik ve özgürlük kavramları gerçek anlamda var olan eşitsizlikleri ifa eder, bütün bunların üstesinden komünizm gelebilir. Tarihsel bir zorunluluk olarak sosyalist geçiş dönemi ve buna tekabül eden sosyalist devlet burjuva sınırların aşılamadığını gösterir; dolayısıyla komünizme kadar büyük proleter kültür devrimlerin sürdürülmesi zaruriyettir. Kaldı ki komünizm de bölünmez bir şey değildir o da çelişkiler içerecek, değişik aşamalara bölünecektir. Orada bir mücadele sahnesi olmaya devam edecektir.

Doğanın, toplumun kısacası her şeyin bir tarihi vardır, tarihsellik koşullarla alakalı bir gerçekliği ifade etse de diyalektik açıdan her şeyin bilginin ve bilimin göreceliğin de ifade eder. Mesele belli tarihsel koşullar açısından doğru olan bir bilgi gelişmelere bağlı olarak eskiye bilir. Dünün doğrusu yeni gelişmelerde aynen tekrar edildiğinde, dün yanlış olduğu için değil yeni durum anlaşılmadığı bilgi ilerletilmediği için yanlış bir şey yapılmış olur. Her şey tarihseldir, tarih de sür git bir tekrar değildir. Her bir durum yeni şeyler içerir, bunlar anlaşılmak durumundadır. Mesela, devlet ve aile de ebedi şeyler değil tarihsel olgulardır. Hukukun da bir tarihi vardır, hukuk insanlığın var oluşuyla birlikte oluşmamıştır. Her bir dönemin gelişmelerine bağlı olarak şekillenmiştir. Maddi koşulardan bağımsız onun sosyal ilişkiler dışın da bir ulvi kavram değildir hukuk. Her bir zamanın üretim ilişkileri ve bu zeminde yükselen sistemine bağlı olarak şekillenmiştir. Marks’ın değimiyle “hukukun toplum tarihinden bağımsız bir tarihi yoktur.” Siyasal üst yapı elbette maddi koşullardan kopuk kendi başına bağımsız Duhringvari açıklamalarda ifade edildiği gibi kendi başına kutsal bir ilkeler bütünlüğü değildir. Tabii aynı şekilde üst yapı ve hukuk edilgen bir olgu da değildir. Belli tarihsel koşullarda siyasal üst yapı tayin edici bir rolde oynayabilir. Mesele sosyalizmde başta maddi ekonomi temel yeterli olmamasına rağmen bu bilinç ve rolle yaratılmaktadır. Komünizm fikrine nasıl çıkıldı, onun maddi temelini yaratan burjuva toplumun ta kendisidir ama burjuva toplumunda komünizmi vardı? Hayır, komünizmin maddi temelleri toplum neden buraya ve nasıl bir yolla bilinçli bir önderlikle gideceğini dinamikleri vardır. Tam da bu gerçeği ifade eden komünist bilime sanki toplum kendi kendine kaçınılmaz bir şekilde evrimci bir yolla ulaşacakmış suçlamasıyla saldıran komünist hareketler bariz bir sapma mevcuttur. Bu uydurma bir mistikfaksiyondur. Bu uydurmayı yapanlar Marks’ın bilimin rolü, Lenin “Ne yapmalı”daki bilincin rolü, Mao’nun çizgi ana halkadır sentezlerine diyecekleri ne ola bilir ki. Böyle saplantılar ve uydurmalar içerisinde ki yaklaşımlar diğer taraftan da diyalektiği katletmiş bir maddi mekanik materyalizm anlayışıyla materyalizm ve devrim gibi süslü eserlerinde devrimi ret noktasına da çıkabilmektedirler.

 

Kapitalizm/Emperyalizm!

 

Bilindiği gibi dünya pazarını kapitalizm yaratmıştı. Sürekli genişleme ve merkezileşme ihtiyacının sonucu olarak burjuvazi hiçbir lokalde meskûn kalmadı. Her yere yerleşmek onun genişleme zorunluluğunun bir sonucuydu. Yerel olan ne varsa her şeyi yıkmak onun ihtiyacıdır. Yani baştan itibaren kapitalizm lokal bir unsur değil evrensel özelliklere sahiptir. Ve bu özelliği ile bir hayalet olarak komünizmin doğuşuna da vesile oluyordu. Elbette önceki tarihte bütün toplumlar da bir sınıf mücadeleleri tarihi idi. Kapitalizm ile artık manifaktür dönem ihtiyaç olmaktan çıkıyor, büyük sanayi bir dünya pazarına götürüyordu. Eski dağınık üretim araçları ve mülkiyetinin merkezileşmesi söz konusu oluyordu. Toplumsal ve siyasal yapı buna göre biçimleniyordu. Feodalizmi ve eski tarzı yere seren burjuvazi enternasyonal bir sınıfın yani proletaryanın da doğuşuna neden oluyordu. Şimdi bu durum çok daha ileri düzeyde ortadadır. Hiçbir şey basit bir tekerrürden ibaret değildir. Doğa ve toplum sıçramalı bir gelişme dinamiği içerir. Diyalektik materyalizmin başta gelen husustur bu. Kapitalizm tek düze bir rutin gelişme çizgisi izlemedi. Zira her şey gibi o da bir çelişkidir. Bu çelişme zemininde ortaya çıkan mücadeleler ve değişim anlaşılmak durumundadır. Kapitalizmin yeni bir aşaması olan emperyalizm bu gelişme temelinde ortaya çıktı. Bu ortaya çıkışa kadar kapitalizm nitel birçok evrimden geçti. Feodal sistem içerisinde yeşeren kapitalizm yayılma ihtiyaçlarının sonucu olarak yeni şekiller almak durumunda kaldı. Önceleri basit meta süreciyle var olan kapitalist sermaye ihtiyacı olan işleyişe bağlı olarak tüm toplumu tüm alanlarını yeniden şekillendirdi. Genişlemek ve daha fazla kazanmak onun ruhuydu. Genişleme ve merkezileşme onun var olmasının zorunlu ihtiyacıydı. Bundandır ki basit meta, manifaktür ve fabrika aşamaları geride kalıyor, sermaye birikimi yeni nitel biçim alıyordu. Artık ulusal pazarlar geride kalıyor, tekeller ortaya çıkıyordu. Bu sermayenin ruhudur. Kapitalist yürüyüşte sermayenin boyundurluk biçimi de değişik şekiller aldı. Klasik sömürgecilik, yarı sömürgecilik, yeni sömürgecilik gibi. Dünyayı kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda fethetme yayılma genişleme dinamiğine bağlı olarak sürekli genişledi. Devlet yapılanmaları buna göre şekillendi. Elbette değişmeyen bir içerik vardır. Kapitalist üretim tarzı ve ilişkileri ve artı-değer devam ede geldi, ancak her bir tarihsel koşula bağlı olarak şekillendi. Çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Emperyalizmin başlıca çelişmeleri orta yerde durmaktadır. Şimdiki neo-liberalizm emperyalist sermayenin bu aşırı merkezileşme ve yoğunlaşma durumunu tarihin bir sonu olarak değerlendirmektedirler. Artık sömürünün sınıfsal ve ulusal eşitsizliklerin tarihte kaldığı yalanını yaymaktadırlar. Emperyalist tekeller gerekçesiyle geçmişte de Kaustky, Bernştay gibi teorisyenler tarafından böyle bir durum ifade edilmişti. Devrimler reddedilmiş, küreselleşme argümanlarıyla artık çıkarların tamamıyla uyuştuğu ifade edilmişti. Bunun yalan olduğunu yaşanan gerçekler gösterdi. Kapitalizmin krizini bu durumda geride bıraktığı savları sermaye eksenli kapitalizmin yapısal bir doğası olan bugünki kriz gerçekliği ile ortadadır. Tabii ki kapitalizm durağan statik bir toplum değildir. Bir dünya sistemi olarak o değişik aşamalardan oluşmaktadır. Ve her bir aşama yeni siyaset durumları ortaya çıkarmaktadır. Bu anlaşılmaz bir durum değildir. Zira doğa ve toplum sürekli bir hareket halindedir. Çelişki her maddenin özüdür, hareket ve değişim bu temel de her maddenin bir varoluş biçimidir. Her madde zıtların birliğidir ve bu temelde kaçınılmaz olan mücadele nicel ve nitel değişimlere yol açar. Sermayenin tarihsel yürüyüşünü izlediğimiz de de bu gerçekle karşılaşırız. Sermayenin tek düze bir birikim modeli yoktur. Basit meta üretimi süreci ile başlayan yürüyüşü, genişleme-yayılma merkezileşme ihtiyacının sonucu olarak manifaktürden atölyelere, oradan fabrikalara ve oralardan da tekellere doğru gitti. Sermaye ulusal pazarlara sığınarak kalamazdı. Ruhu dünyalıydı ve her tarafı zapta yöneldi. Sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşmesi Leninist emperyalizm tahlilinde de ifade edildiği gibi uluslararası tekel birlikleri yarattı. Dünya karış karış paylaşıldı. Banka ve sanayi sermayesi içiçe geçti. Meta ihracının yanı sıra, sermaye ihracı öne çıktı. Bu süreç durmadı. Leninist emperyalizm tahlilleri gerçeği anlamak için anahtar roldedir. Ancak şimdiki emperyalist sermaye birikim sürecinin kendine has özgünlükleri vardır. Şimdi sermaye çok uluslu tekeller egemenliğinde gelişme ve yayılma özelliğinin bir sonucu olarak geçmişin lokal olan ne engeli varsa onları da yıkmakta, dünyayı ihtiyaçları doğrultusunda çok uluslu tekeller egemenliğinde yeniden dizayn etmektedir. Emperyalist küresel hegemonyanın entegrasyonuna gelmeyen eski uşakları bile olsa hepsini biçmekte, küresel ameliyatlarla dizayn etmektedir. Çok uluslu tekellerin ihtiyaçlarına göre tüm şekillenmeler yeniden biçimlendirilmektedir. Bu çerçevede eskiden de var olan sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme ihtiyacı diğer tüm sermayelerin yutulması birleştirilmesi ve bastırılmasıyla çok uluslu tekeller trendine doğru şekillendirilmektedir. Yani kapitalizmin uluslararası niteliği nitel olarak daha da gelişmiş durumdadır. Yalıtılmış içe kapanık bir dünya yoktur. Bir evrensel yoğunlaşma durumu söz konusudur. Bu evrensel yoğunlaşma kapitalizmin emperyalizm aşamasıyla birlikte de bir gerçekti. Şimdi bu gerçek şimdiki tarihsel koşullarda değişik bir birikim modeli üzerinden yeni şekiller kazanmıştır.

 

 Günümüz dünyasında çok uluslu tekeller eski ulusal tekellere rağmen egemenlik kurmuşlardır. Batırma satın alma ve birleştirme ihtiyaçlarına göre belirleyici duruma geçmişlerdir. Şimdiki dünya ekonomisinin yüzde seksenini elinde bulundurmaktadırlar. Elbette ulusal tekeller tümden tarih dışıdır demiyoruz ama bunlar sermayenin ihtiyaçlarına göre tali duruma düşmüşlerdir. Tüm dünya siyaseti ekonomisi buna göre şekillenmiştir. Çok uluslu tekeller ihtiyaçlarına bağlı olarak üretim alanlarını da dizayn etmektedirler. Fabrikalarını ihtiyaçlarına bağlı olarak ihtiyaçlarının olduğu alana taşımakta, üretimi buna göre düzenlemektedirler. Ucuz iş gücü, hammadde kaynakları, ulaşım ve iletişim gibi ihtiyaçlarına bağlı olarak çok uluslu tekeller yeniden şekillendiler. Tüm toplumsal ilişkiler de buna göre biçimlendi. Eski işbirlikçi şirketler bunlara bağlı olarak şekillendirildi. Uymayanlar hizaya getirildi. Bu ekonomik merkezileşme dünya çapında Avrupa Birliği, NAFTA, Şanghay Beşlisi gibi uluslararası örgütlenmelere de yol açtı. Dünya Bankası, IMF gibi örgütlenmelerde somut olgulardır. Uluslararası tekeller arası çelişki geride kalmadı. Emperyalist bölgesel birliklerle rekabet derinleşti. Rekabet çok uluslu tekeller arasındaki çatışmaya dönüştü. Kapitalist emperyalist kriz geride kalmak bir yana daha da derinleşti. Emperyalist savaş geride kalmak bir yana bölgesel vekâlet savaşlarıyla derinleşti. Sınıfların yapılanmasında da önemli değişimler ortaya çıktı. Tek tek parçaların ekonomik şekillenmeleri bu çok uluslu tekellerin hâkimiyetleri temelinde yeni değişimler gösterdi. Bunun ciddiyetle ele alınması değişmenin ortaya çıkardığı gelişmelerin kavranması zaruridir. Emperyalizm çağımızın da gerçeğidir. Şimdiki emperyalizm çok uluslu tekellerin hegemonyasındaki bir evredir. Bir 19. ve 20. yy kapitalizmi şeklinde ele alınamaz. Bu sistemin özünü oluşturan emek-sermaye çelişkisi günümüzün de temel çelişkisidir. Yine burjuvazi- proletarya ve emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkilerde şimdiki dünyanın gerçeğidirler. Tüm bu çelişkiler içerisinde emperyalizm ve ezilen halklar arasındaki çelişki dünyanın baş çelişkisidir. Proleter dünya devrimi bu gerçeklerin kavrayışı üzerinden yükselecektir. Merkezileşmiş ve yoğunlaşmış emperyalist küresel kapitalizm proleter dünya devrimin temellerini daha da olgunlaştırmıştır. Yine emperyalist kapitalizmin bugün ki hali, bölgeler devrimi ihtimalini de güçlendirmiştir. Komünist hareket bu gerçeklerin bilincinde olarak hem enternasyonal hem bölgesel alanda devrime göre koordine olma ihtiyacını görmek durumundadır. Emperyalist bloklar mevcut dünya gerçekliğinin de ifadesidir. Sermaye rakipsiz ve tekleşmiş olamaz. Trend bu olsa da sermaye ruhu itibariyle çatışmasız yürüyemez. Şimdi artık küresel hegemonyadan bağımsız bir ulusal pazarlar sistemi yoktur. Kapitalizmi doğrudan hedeflemeyen bir ulusal devrim perspektifi geride kalmıştır. Çok uluslu emperyalist pazar birlikleri ve bunların bölgesel birlikler temelinde örgütlenmesi şimdiki dünyanın da gerçeğidir.  Emperyalist gerici dünyanın ABD Rusya eksenli iki kutuplu yapılanma şekli çöktü. Bu durumda ABD önderlikli kutup belli bir üstünlük ele geçirdi ve dünya çapında bir imparatorluk ilanına yöneldi. Bunu kapitalizmin genel zaferi olarak ta ilan ettiler. Durumu lehlerine çevirmek için barış ve demokrasi dedikleri silahlı saldırganlıklarını meşrulaştırmaya çalıştılar. Tüm bunları bir tılsım sözcük olarak demokrasi adına yaptılar. Ne yaşandığı bellidir. Devrim hem tarihsel hem de güncel bir görevdir. Bu görevleri anlayamayanlar geçmişteki ultra emperyalizm hallerinde olduğu gibi demokratik bir aşamaya geçildiği ve komünizmin hiçte gerekli olmadığını vaaz ettiler. Bu saçmalıkların topu yaşanan gelişmeler çerçevesinde de açığa çıktı. Görüldü ki proletarya açısından öteden beri temel çizgi gerekliydi. Özel mülkiyeti ortadan kaldırma durumu içinde olmadan ve proletaryayı bizzat yaratan sınıflara son vermeden insanlık özgür bir gelecek kulvarına ulaşamaz. Tam da kültür devrimi geçmişten öğrenen yeni bir manifesto idi. Sovyet emperyalist bloğunun yıkılışını emperyalistler komünistlerin ölümü olarak ifade ettiler. Oysa çöken ve şimdi yeniden bir aktör olarak sahneye çıkan ‘yeni’ bir emperyalizmdi.

 

Özet olarak;

 

Leninist emperyalizm tahlilleri şimdiki emperyalist sermaye birikiminin sürecinin özgünlüklerini anlamada da temeldir. Kapitalizm, emperyalizm aşamasında olduğu gibi sermayenin uluslararası alanda örgütlenmesi tarihsel değişiklikler göstermiştir. Üretimin toplumsallığı ile şahsi mülk arasındaki temel çelişki devam edegelmiştir. Kendisi zaten uluslararası bir üretim olan kapitalizm ve emperyalizmin bir dünya sistemi olma gerçeği şimdiki durumda merkezileşmenin ve yoğunlaşmanın niteliği ile yeni özgünlükler göstermektedir. Çok uluslu tekeller egemenliğinde yayılan şimdiki kapitalizm lokal tüm sınırları yıkmaktadır. Ulus devletler ve tekeller uluslararası egemen çok uluslu tekellerin yürütme ve planlarına göre şekillendirilmektedir. Kapitalizmin uluslararası niteliği derinleşmektedir. Bilişim, iletişim, ulaşımdaki devasa gelişmeler sermayenin dolaşım zamanını alabildiğince kısaltmıştır. Tüm ulus denilen yapılanmalar bu duruma göre şekillendirilmiştir. Bu durumun her bir ülkede yol açtığı değişimler tahlil edilmeli, dünya eskisi gibi kavranmamalıdır.

 

Küreselleşme kapitalizme ait bir birikim sürecidir. Şimdiki küresel emperyalist hegemonya ile bu çok daha derinleşmiştir. Ortaya çıkan yeni farklılıklar görülmelidir. Tüm evler bile küresel emperyalist merkezîleşmenin ihtiyaçlarına göre birer atölyeye dönüşmüştür. Kapitalizm tarihsel yürüyüşünde yeni şekillerle kendini devam ettirmeye çalışıyor. Hiç bir gerçeklik kalıcı değil koşullara bağlı tarihsel süreçlerdir. Bugünki merkezileşme ve aşırı yoğunlaşma ile yeni süreçler biçiminde sürdürülmektedir. Elbette şimdiki süreç kapitalizmden, emperyalizmden tamamıyla apayrı değil, kapitalizmi tanımlayan tüm ilişkilerin yoğunlaşma ve merkezileşmesine göre biçimlenmesidir. Emperyalist küresel stratejiler bu çerçevede biçimlenmektedirler. Demokrasi adına Ortadoğu, orta Avrupa ve şimdi pasifikteki yürüyüş bu çerçevede anlaşılmalıdır. Demokrasi çok daha barbar katliamların gerekçesi haline getirilmiştir. Küresel emperyalist kurumların her yerde engelsiz işleyişi için sadece ekonomi değil, devletler de sınıflar da şekillendirilmektedir. Ve bu şekillenme ezilenler aleyhine çok daha büyük zulümler şeklinde tecelli etmektedir. Sosyal ve toplumsal ilişkilerin neredeyse tümden metalaştığı, güncel yaşamdan her şeye kadar her şeyi bu küresel hegemonyaya göre biçimlendirme görülebilecek bir gerçekliktir. 1970’lerden itibaren kapitalizmin krizi yeni bir yapılanma ihtiyacını zorluyordu. Yenidünya düzeni denilen strateji bu temelde inşa edildi. Bireysel, yerel sermaye ve bağımlılık, ekonomik-siyasi yapılar uluslararası yoğunlaşma ve aşırı merkezileşmeye göre ameliyat masasına yatırıldı. Ulus ötesi çok uluslu şirketler her yeri belirleyen aktörler olarak devreye girdi. Bu sadece ekonomik değil siyasette toplumsal alanların tümünde tarımda da yeni şekillenmelere yol açıt. Egemen çok uluslu şirketler bir hükmetme aracı olarak karşı refleks gösteren sermaye ve şirketleri yuttu. Özgürlük adına çok uluslu şirketler lehine, insanlar- mallar- hizmet-para ve fikirler hareketinde organize mekanizmaları oluştu. Pazar, hammadde, insan gücü üzerinde çok uluslu şirketlerin ihtiyaçlarına uymayan her korumacı engel yıkım hedefi haline geldi. Kısacası her yer çok uluslu dev şirketler zincirinin yavru parçaları haline getirildi. Şimdi artık tüm toplum bu ihtiyaçlar temelinde fabrikalaşmış, emek her alanda dünya organizasyonunun tam bir kontrolü altında, eğitim cins ırk ve benzeri tüm eşitsizlikleri bu temelin kontrolü altında derinleştirip, rıza göstermesi forumunda çok uluslu şirketlerin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmektedir. Sosyal koruma, sosyal güvenlik artık MAİ gibi çok taraflı yatırım anlaşmaları sendikalar artık şirketler yönetimindeki sosyal ekonomik konseyler, çalışma koşulları artık esnek çalışma koşullarıyla organize edilmek durumundadırlar. Transnasyonel sermayenin ihtiyaçları için ulus engelli hiçbir ayrıcalığa müsamaha gösterilmedi. Diretenler, körfez savaşları, balkanlar, Afrika, Asya’daki somut emperyalist müdahalelerle hedeflendi, hizaya getirildi. Mal ve sermaye hareketinin dünyada engelsiz dolaşımı için transnasyonel tekeller bütün endüstriyel-finansal faaliyetleri dünya çapında bir stratejiye göre biçimlendirdiler. Dünyada 20 trans nasyonal şirket 80 ülkenin gayri safi milli hâsılasından daha fazla ciro yapıyor. 200 şirket tüm dünyayı yönetiyor. İki eksenli (NATO-Varşova) eski emperyalist yapılanma Sovyet emperyalizminin yenilgisi ile sonuçlanmıştı. Böyle bir konjektürel ortamda Amerika tek kutuplu bir imparatorluk ilan etmişti. Bir dönemim konjektürel ortamında ele geçirilen bu taktik inisiyatif elbette kalıcı bir durum olamazdı. Aksi durum sermayenin, kapitalizmin ruhuna terstir. Nitekim homojen bir dünya imparatorluğu biçiminde dünyayı tasvir edenler şimdi çok kutuplu bir dünyanın rekabetiyle yüz yüzedirler. Kapitalizmin evrensel gelişme yasaları tarımda da dünya çapında çok yeni değişimlere yol açtı. Teknolojik üstünlük ve kontrol, mülksüzleştirme, ‘yeşil devrim’ paketleri tarım alanlarını emperyalist küresel hegemonya doğrultusunda ameliyatlara tabi tutmuşlardır. Mucize tohumlara muhtaç bırakmışlar, büyük sermaye guruplarının ihtiyaçlarına göre şekillendirmişlerdir. Dünyada tarımın geneldeki payı çok derin bir şekilde düşmüştür. Bio teknolojinin tarımdaki etkisi hâkimiyet kurmuş, tarım zengini alanlar gıdaya muhtaç hale gelmişlerdir. Büyük sermaye guruplarının yarattığı terminatör genler ile tarım ülkeleri artık çok uluslu tekellere muhtaç hale gelmiş, tröstlerin esiri ve mülkleri üzerinde hükümsüz neredeyse nesnelere dönüşmüşlerdir. Sözleşmeli tarım projeleri ile her alan dizayn edilmiştir. Buna rağmen bir tarım üretimi, IMF ve dünya bankası kontrolünde zaten yarışacak takatte olamaz. Kapitalizm tarımı zaten onsuz düşünülemeyecek bir şekilde çok uluslu tekeller piyasasına göre şekillendirilmiştir. Artık bir uzmanlık alanı olarak global bir ekonomik şekillenme adına kendi başına bir bağımsız tarım alanı yoktur. Global liberalizasyon stratejileri ile tarım zengini alanlar, ithalci duruma getirilmişlerdir. Bu durumun ezilen yarı sömürge ülkelerde yarattığı yeni vaziyet anlaşılmak ve devrimci strateji buna göre ele alınmak durumundadır.

 

Ulusal Sorun!

 

Ulusal sorun da her şey gibi tarihsel bir olgudur. Kapitalizmden bağımsız bir ulus, ulus devlet vaziyetine insanlık tanık olmadı. Ulus kapitalist pazarda doğdu, ulusal devlet kapitalist iç pazarın birleştirilmesi ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktı. Asya ve Avrupa’da değişik koşullardan ötürü farklı biçimler aldı. Batı’da burjuva demokratik devrimlerle feodalizmin tasfiyesi çizgisini izledi. Doğu’da bu sürece girilmeyen yerlerde bir egemen ulus eksenin de çok uluslu devletler biçiminde ortaya çıktı. Çeşitli tarihsel gelişmeler aşamalarında koşullarında kaynaklanan farklı gelişme yollarının sebepleriyle birlikte anlamak durumundayız. Şimdi bir burjuva demokratik devrimler döneminde değiliz böyle bir durumda proletarya devrimi yerine bir burjuva kapitalist toplum ve cumhuriyeti proletaryanın alternatif çözüm programı olabilir mi? Emperyalizmle birlikte durum, içerik-kapsam ve çözüm yolu noktalarında köklü bir değişim gösterdi. Bu değişimi görmeyen ezilen ulusların kurtuluş mücadelesine “hadi sen de oradan” misali dudak büktüler. Sosyalizme yüksek dereceli bir kapitalist gelişme zemininde ulaşacağı fikriyle ve de bu temele sahip halkları tarihi geri ülkeleri cahil, tarihsiz bir kategori olarak kabul edip devrime yan çizdiler. Lenin bu anlayışa meydan okudu. Yoldaş Mao Zedung bu anlayışı daha ileriye götürdü. Bu anlayışı anlamayanlar ulusal kurtuluş mücadelelerine sadece ilgisiz değil aynı zamanda ilhakçı emperyalist politikalara da arka çıktılar. İkinci Enternasyonalin ifade ettiği buydu. Emperyalist ilhak ve işgallere karşı çıkmak proletarya devrimin vazgeçilemez bir öğesidir.

 

Sosyalizm bu görevi her kesten en keskin en önde kapsamak durumundadır. Komünist hareket içerisinde enternasyonalizm adına tıpkı geçmişte olduğu gibi ulusal mücadele ve eşitsizliği önemsemeyen hatta gerçekten de burjuva karakterlerinden de ötürü gereksiz ve karşı devrimci ilan etmeler mevcuttur. Bu bir sosyal şovenizm hastalığıdır, burjuva demokratik görevler sosyalizm mücadelesiyle çözülmez. Sosyalizm bu konuda ki problemlere gerçek demokrasi mücadelesinin bir stratejisi olarak köklü çözüme getirebilir. Emperyalizm tarihsel döneminde “bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halkları birleşin” denilirken, anlatılan budur. Proletaryanın ulusal eşitsizlikler çözümü sorunun da sadece demokratik içerikleri desteklemekten ibaret bir sorumluğu yoktur, onun kendi bağımsız ideolojik, siyasi çözüm programı vardır. O, ulusların kendi kader tahin hakkını her bir durumda savunur. Hiçbir dile, hiçbir millete hiçbir kültüre özel imtiyazı ret eder. Hem ulus devlet ve hem de devlet ulusu burjuva yaklaşımlarına karşı tüm uluslar ve topluluklar için tam hak eşitliği bayrağını yükseltir. Kapitalizmin yarattığı uluslar, ulusal baskılar, ulusal eşitsizliklere karşı bayrak açar. Bu bayrak açışta komünistlik adına burjuva cumhuriyetçiliğin, kapitalist medeniyet paradigmasının ilerlemeci, kalkınmacı kapitalist gelişme yollarının yeri yoktur. Alternatif sosyalizmdir, komünizmdir. Komünistler ezilen ulus halkların mücadelesi ile proleter dünya devrimin birliğini stratejik bir yönelim olarak savunurlar. Komünistler, komünizm ortak hedefine ulaşmanın her bir yerde ki koşullarda ki farklılıklar itibariyle özgür biçimler alacağını kavrarlar. Biz, benim tapumda olan küçük devletler taraflısı değiliz, komünizme gidişte büyük komünist koordinasyonlar ve birlikler çizgisini esas alırız. Öyle bir kaynaşmaya gitmek için ezilen ulusların ayrılma özgürlüğünü savunmak özgür iradelerine saygı duymak ve her bölgenin kendi kendini yönetme durumunu anlamak zorunlu bir devlet dili ve zorunlu bir merkez ulus dayatmasına düşmemek şarttır.

 

Kadın ve Devrim!

 

Sorun olan kadınlar değil, insanlığın düşürülmesi sömürüyle tanışması ve sınıflar gerçeği ile ortaya çıkmış özel mülk dünyasının yarattığı sorundur. Cinsiyet baskısı tüm sömürücü ilişkilerin başlangıç temelidir. Bu meseleye baştan itibaren yönelmeyen bir devrim sömürüsüz bir dünya geleceğine yürüyemez. Zira insanlığın ezen ve ezilenler biçimindeki bölünmesinin ilk durağı budur. Bu duruma hem toplumsal hem de zihniyet açısından meydan okuyamayan bir devrim kötürüm kalacaktır. Özellikle komünist hareketin bu konuda köklü bir zihniyet devrimine ihtiyacı vardır. Bütün erk sistemlerinin aşılması için bu şarttır. Devrim baştan itibaren öncelikle kadın eksenli ele alınmalıdır. Kadın devrimin yedek bir gücü değil baştan itibaren öznesidir. Ve bu öznenin baştan itibaren özel örgütlenmesi gereklidir. Komünist hareketin bu çerçevede özel bir zihniyet devrimine ihtiyacı vardır. Zira eşitsizlikler dünyasını fethetmek isteyen bir komünist hareket eşitsizliğin ilk temel durağı olan bu meseleyi atlayamaz. Baştan itibaren ataerkliği hedeflemesi partide ve her yerde bunun etkilerine karşı bir yakım çabası içerisinde olması şarttır. Yönetimde ve her alanda kadını öne çıkarmak sadece politik bir lütuf açısından değil genel amaçlara yürüme noktasında zorunluluktur. Bu çerçeve anlaşılmadan ‘azınlık’ denilen gruplar ve inançlar üzerindeki imtiyazlara da gerçek anlamda meydan okunamaz. Çoğunluk adına hiçbir toplumsal gurup bir ayrıcalıklı sistemler içerisinde ezilmeye mahkûm edilemezler. Tam da bu açıdan ayrıcalıklı bir gurubun imtiyazları değil, tam hak eşitliği zemininde yerinde kendi kendini yönetme perspektifi gereklidir.  Sömürücü iktidarların tümü cinsiyetçi bir kimlik taşırlar. Ve ahlakları itibarıyla da egemen cinsin değerlerini bayraklaştırırlar. Cinsiyetçi muhafazakâr dinsel ve ahlaksal anlayışlar çerçevesinde başka cinsel yönelimleri aşağılarlar. Bu bir egemen erkek ahlakıdır. Komünistler buna köklü olarak karşıdırlar. Değişik cinsel eğilimlerin yaşamına hiçbir müdahale hiçbir şekilde kabul edilemez. Geleneksel egemen ahlakın reddedilmesi bir hak meselesinin ötesinde tamamıyla bir gerekliliktir.

 

Önceki İçerikDHF: Baskılara karşı meşru mücadelemizi sürdüreceğiz
Sonraki İçerikSaldırıların sorumlusu Erdoğan/AKP hükümetidir