HABER MERKEZİ (09-01-2016)- Erdoğan ve Davutoğlu’nun Fırat’ın ötesi kırmızı çizgimizdir yaklaşımının ardından YPG’nin Fırat’ın ötesine geçişini konu alan ve gazetemizin 114 sayısında yayınlanan “Fırat’ın iki yakası, Suriye ve Türk devletinin iflas eden “kırmızı çizgileri” başlıklı yazıyı okulcularımızla paylaşıyoruz.
Yakın tarihin tanıklık ettiği en kirli savaş, bugün Suriye’nin merkez üs olduğu Ortadoğu’da yaşanmaktadır. Kendi içinde savaşın bin bir türlü “hilesine” sahne olan, dengelerin günlük olarak değiştiği bir coğrafyada; emperyalist güçler, bölgesel gerici aktörler, yerel-bölgesel örgütlenmeler, gerici bağnaz cihadist örgütler, gerici çıkarları ekseninde rol almaya çalışmaktadırlar. Gerici emperyalist dünyanın aktörleri olarak bölgede vahşet uygulayan güçlerin karşısında, ulusal ve sosyal özgürlük mücadelesine göre mevzilenen ulusal ve sosyal güçlerin mevcut konumlanışı, bölgedeki gelişmeleri belirleyen dinamik olmaları konusunda, başka bir gerçekliktir. Aylık, haftalık hatta bazı düzlemlerde günlük değerlendirmelerin, gelişmeler karşısında eskidiği, kendine has dinamiklerin ve gerici emperyal güçlerin anlık değişimlere yol açtığı, Ortadoğu ve somutta öne çıkan ülke Suriye’de, Halep ve Rakka saldırıları hazırlıkları ekseninde, DSG (Demokratik Suriye Güçleri)’nin, Fırat’ın batı yakasına geçmesiyle, süreç güçler dengesi açısından yeniden şekillenmeye başlandı.
Mevcut durumda Suriye’de şekillenen ve bölge üzerindeki stratejik hamleleri içeren cepheleri birkaç ana başlıkta toparlamak, konunun anlaşılması açısından faydalı olacaktır. Öncelikli olarak; Rusya, İran, Esad, Bağdat yönetimi ve Lübnan Hizbullah’ı ittifakının kontrol kurduğu, Suriye’nin Kuzey batı bölgesini ele alalım. Burası aynı zamanda Rusya’nın havadan vurduğu ve askeri teknik donanım sağladığı, Esad, İran ve Hizbullah (Lübnan) güçlerinin karadan ilerlediği Şam-Halep cephesidir. Rusya’nın aktif müdahalesinden önce, durumu koruma için, “savunma” içinde olan bu cephe, Rusya’nın aktif askeri müdahalesiyle bölgede stratejik saldırı hamlesine geçmiş ve Suriye’de önemli mevzileri denetimi altına almıştır. Kazanılan bu mevziler, sadece askeri stratejik hamlelerdeki üstünlük değil, bölgenin paylaşımı ve denetim altına alınması konusunda, Rusya merkezli gerici güçlerin politik stratejik hamlelerinde önemli üstünlüğü eline geçirmesi anlamına da gelmektedir. Halep, Hama, Humus ve Şam’a kadar olan Akdeniz’in yakın batı bölgesi merkezli bu konumlanış, Şam yönetimiyle stratejik ittifak içinde Rusya’nın “kırmızı” hattını oluşturmaktadır. Rusya emperyalizmi, Suriye ve Ortadoğu üzerindeki emperyalist planları, coğrafik olarak tuttuğu bu stratejik bölgeler üzerinden, sürdürdüğü askeri konumlanışla korumakta ve yaymaktadır.
ABD’nin askeri, politik stratejileriyle öncülük yaptığı, AB emperyalist güçleri, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi gerici devletlerin yanında, bölgedeki monarşilerin ve gerici aşiretlerin ittifak bileşeni olduğu, Kuzeydoğu-Güney hattı, Suriye coğrafyası özgülünde, Ortadoğu üzerinde stratejik plan yapan bir başka cephedir. Aynı zamanda Rusya’nın başını çektiği emperyalist blokun, karşı bloku olan ABD-AB merkezli bu emperyalist kamp, kendi içinde yaşadığı çelişkiler ve bölge üzerinde çatışan çıkarları konusunda, Rusya bloku kadar “ortaklaşamamıştır.” Özellikle Türk devletinin, bölge üzerinde çizdiği bazı “kırmızı hatlar”, Suudi Arabistan ile geliştirdiği ikili ilişkiler, ABD-AB emperyalist blokunun hareketinde engelleyici rol oynamaktadır. Dönem dönem, stratejik ittifak olarak görülen ABD’nin, Türk devletinin “kırmızı çizgilerini” hiçe sayması; hem ABD’nin bölgedeki çıkarları konusunda Türk devletine verdiği rol açısından hem de Türk devletinin ABD’ye rağmen farklı bir siyaset üretememesi konusunda nihai bir sonuçtur. Son tahlilde, Türk devleti, ABD-AB merkezli stratejik plana bağlı olarak konumlansa da, bölge üzerinde “neo-Osmanlıcı” heveslerle belirlediği planlarını gündeme getirmesi, bazı askeri-politik adımlar atması, bu emperyalist bloğun içinde, günden güne derinleşen çelişkili durumu ifade etmektedir.
Emperyalist blokların yerli işbirlikçileri üzerindeki bu stratejik konumlanışı, statik bir durumu ifade etmemektedir. Emperyalist blokların karşılıklı hamleleri, bölgede var olan ulusal-sosyal dinamiklerin ve yerli gerici güçlerin askeri-politik yönelimleri, bölgede “yeni” durumlar ortaya çıkarmakta ve “yeni” dengeler oluşturmaktadır. Jeopolitik öneme sahip, Fırat nehrinin iki yakasında yaşanan gelişme, mevcut dengeleri değiştirecek, “yeni” dengelerin oluşmasını sağlayacak bir gelişmedir.
YPG’nin asli unsuru olduğu, YPJ ve Suriye Arap Koalisyonu’nu oluşturan, Ceyş el Suvar, Burkan El-Fırat, El Sanadid, El Cezire Tugayları ve Süryani Askeri Konseyi’nin yer aldığı Suriye Demokratik Güçleri, AKP-Erdoğan diktatörlüğü özgülünde merkezileşen Türk hakim sınıflarının “kırmızı hat” ilan ettigi, Fırat’ın batı yakasına geçti. Ülkemiz devrimci hareketinden MLKP, TKP-ML TİKKO, BÖG başta olmak üzere, devrimci güçlerin bu savaş mevzisinde yer alması, Kobanê merkezli devrimci dinamiğin bölgede yaygınlaşması açısından önemlidir.
YPG ve Fırat’ın ötesi
YPG ve Arap müttefiklerinin Fırat’ın batı yakasına geçmesi, sadece geriletilen IŞİD barbarlığı açısından bir hamle değildir. Tişrin Barajı’nın alınması, Mınbic-Rakka-Cerablus hattının kesilmesi anlamına gelmektedir. IŞİD’in stratejik bağlantılarının kesilmesi bağlamında hayati öneme sahip bu gelişme, aynı zamanda neo-Osmanlıcıların, Azez-Cerablus hattında planladıkları “tampon bölge” kurma hayallerinin de bitmesi anlamına gelmektedir. Bu, bölge üzerindeki stratejik planı açısından, Türk devletinin ikinci dibe vuruşudur.
Tişrin Barajı’nın YPG’nin kontrolüne geçmesi, sadece Türk devletinin stratejik “tampon bölge” siyasetinin suya düşmesiyle sınırlı değildir. IŞİD’nin elinden Fırat’ın batı yakasının alınması stratejik öneme sahiptir. Kobanê’nin güneyindeki Tişrin Barajı, Cerablus ile Rakka arasındaki bağlantı noktasıdır. Her şeyden önce bu hamle ile IŞİD’in elinde olan kuzeydeki Mınbic ve güneydeki Rakka’yı kuşatmak, daha olanaklı hale gelmiştir. İkinci ve en önemli olarak; Türkiye üzerinden Rakka’ya yapılan lojistik askeri yardım ve cihadist savaşçı sevkiyatı bu hamle ile kesilmiş olacaktır. Üçüncü olarak; Tişrin, Halep-Kobanê-Rakka üçgeninin ortasında yer almaktadır. Bu bölgenin YPG’nin önderlik ettiği DSG’nin eline geçmesi, IŞİD’in merkezlerinden Mınbic ve Cerablus’a ulaşmak anlamına gelmektedir. Kobanê’nin güneyinde Sırrin kasabasının Temmuz ayında alınması hesaba katıldığında, Kobanê’nin güneyinden kuzeye stratejik bir hattın PYD’nin denetimine geçtiği anlamına gelecektir.
Bölgedeki tüm güçlerin konumlanışını “yeniden” belirleyen bu somut gelişme, Afrin Kantonu’nun doğusundaki Mare hattındaki olası gelişmeyle sürece farklı bir boyut kazandıracaktır. Gelişmeler, Azez-Cerablus arasındaki bu bölgede kanlı bir çatışmanın haberlerini vermektedir. Rusya’nın öncülüğünü yaptığı Esad, İran, Hizbullah güçleri güneyden, YPG ve ittifak güçleri kuzeyden, Selefilerin elindeki Mare Hattı’nı kuşatmak için harekete geçmeye hazırlanmaktadırlar. Bu Kobanê ile Afrin’in birleşmesi anlamına gelecektir. Kürt ulusal güçlerinin denetimine geçecek olan bu koridor, hem Türk devletinin Suriye ile bağlantısını kesecek hem de “tampon bölge” siyasetinin tüm maddi temellerini ortadan kaldıracaktır.
Rusya stratejik çıkarlarını, kuzey-batı hattındaki stratejik askeri konumlanışla somutlaştırırken, ABD kuzeydoğuya olan özel ilgisini stratejik olarak örgütlemektedir. Rakka, Deyrizor, Haseke ve Qamişlo’nın ADB-AB emperyalistlerinin merkez üssü yapılması için özel hamleler geliştirilecektir. İki emperyalist blokun dönemsel bir “denge” olarak belirlediği bu bölgelerde, birbirlerinin alanlarına açık askeri güçlerle girmemeye özen göstermeleri, oluşmuş bir statüko değildir. Bu durum izafidir, emperyalist dalaşta farklı çatışmaların doğmasına gebedir. Rusya’nın hamlesinin, bölgedeki dengeleri temelden değiştirdiğini, gazetemiz sayfalarında gelişmelerle beraber defalarca ifade etmiştik. Askeri müdahale ile Esad rejimine nefes aldıran Rusya, aynı zamanda bölge üzerindeki stratejik planlarını da adım adım genişletiyor.
Rusya askeri müdahalesinde, Türk devletinin üzerinde şekillendiği bazı güçleri bombalaması (ki bu güçler Türkiye üzerinden ABD’nin de üzerinde plan yaptığı güçlerdi) ile düşürülen uçak krizi Rusya ve ABD güçlerinin konumlanışında avantajlı durumlar yaratsa da, aynı durum Türk devleti için mevzubahis değildi. AKP-Erdoğan iradesiyle temsil edilen Türk hâkim sınıflarının tüm “kırmızı çizgileri”, gelişen süreç tarafından tasfiye ediliyor. Bu Türk devletinin bölge üzerindeki gerici planlarının, başka bir gericilik olan emperyalist güçler karşısındaki politik çapsızlığıdır. Şimdi Türk devleti yeni hamle peşindedir. Cerablus’un IŞİD’ten temizlenip, PYD’nin kontrolüne geçmesi, fiilen Türk devletinin Suriye bölgesinde stratejik ilişki kurduğu güçlerle ilişkisinin kesilmesi anlamına gelecektir. ABD’nin Rakka hamlesinde, Türkiye askeri bir potansiyeldir. Barzani ile görüşmede Türk Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu’nun, “IŞİD’e karşı önümüzdeki süreçte askeri olarak harekete geçme planımız var” açıklaması, ABD’nin sponsorluğunda yapılan bir açıklamadır. Arka planda ise, hem bölgede askeri güç olarak var olmak hem de IŞİD’ten geri alınan bölgelerde, özellikle PYD-YPG önderliğindeki Kürt ulusal güçlerinin konumlanmasını engelleme amacı yatmaktadır. Türk hâkim sınıflarının neo-Osmanlıcı hayallerine, yeni bir “umut” olarak planlanan bu duruma, ABD emperyalistleri başta olmak üzere, gerici ittifak güçleri ne kadar olanak tanır, tartışmalıdır. Tartışmasız olan tek gerçek, ABD stratejik çıkarlarını zora sokacak hiçbir hamleye müsaade etmeyeceğidir. Bunun karşısında Türk hâkim sınıfları da elinde bazı pazarlık güçlerini merkezileştirmek istemektedir. Türk hâkim sınıflarının, Erdoğan üzerinden, Suudi Kralı Salman bin Abdülaziz âl Suud ile görüşerek, “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği” anlaşması yapması, bölge üzerindeki bu planlarının bir ayağıdır. Ekonomi, ticaret, enerji başta olmak üzere, ikili ilişkilerin geliştirilmesi denen mesele, bölge üzerindeki siyasal ittifaktır. Bölgedeki gerici cihadist örgütlerin Suudi Arabistan’daki konferansı da aynı siyasal ittifakın sonucudur. Rusya’nın doğalgaz üzerindeki uluslararası avantajını kırmak için petrol fiyatlarının düşürülmesi (Suudi Arabistan dış satımda petrol varil fiyatını düşürürken, kendi iç pazarında petrol ve petrol ürünlerine zam yapmıştır), “İslam İttifakı” adı altında cihadist gerici örgütlenmelerle kurulan köklü ilişki ve İsrail ile sağlanan “barış”, Türk hâkim sınıflarının bölgede rol kapmak için belirlediği manevralardır.
Süreç cepheleri netleştirip, çatışmaları derinleştirerek gelişecektir. Derinleşecek bu çatışmada, ABD ve Rusya’nın başını çektiği karşılıklı emperyalist bloklar arasında, yeni hamlelerle devam edecektir. Rakka ve Cerablus hattında ABD öncülüğünde, güncel hal alan askeri müdahalede, kara hareketi bağlamında bölgedeki güçler üzerinden şekillenecektir. Türk hâkim sınıfları havadan veya karadan ABD’nin planlarında yer alan bir güçtür. “TC”nin böyle bir plan içinde yer almasının hevesi malum. Yeni Osmanlıcılar, sabah sınır kapısında girip, öğlen Şam’da namaz kılma beyhude hayalindeler hala. Fırat’ın batı yakasında stratejik planlarını boşa çıkaran gelişme bile hâkim sınıfların bu isteğini söndürmeyecektir.
PYD önderliğindeki Kürt Ulusal Direnişi ve emperyalist planlar
Rojava devrimi önderliğinin, emperyalist planları görerek ve emperyalist stratejik planların değirmenine su taşımayarak bir politik hat belirlemesi ve bu politik hattı ısrarla sürdürmesi, Kürt ulusu açısından tarihsel öneme haizdir. Gerek ABD’nin gerek Rusya’nın bölge üzerindeki stratejisi, hem bölgedeki güçler özgülünde hem de Kürt ulusu özgülünde çok yönlü planlanmaktadır. Bu stratejik plan Rusya ile ABD arasında bir Kürt rekabeti de yaratmış durumdadır. Gelişmeler ve bölge nazarında çöken ABD’nin stratejik planlarının ardından, ABD, Kürtleri, “kazanmak” istediği stratejik güç olarak ele almaktadır. Ama bunun için Türkiye ve KDP başta olmak üzere, bölgedeki bazı müttefiklerini ikna etmesi gerekiyor.
“TC” YPG konusunda “kırmızı çizgilere” sahiptir. YPG’yi IŞİD barbarlığıyla aynı kefeye koyup “terör” statüsü ile meseleye bakmaktadır. Tam da burada AB’nin ince planı devreye giriyor. ABD’nin “ılımlı” diye tanımladığı “muhalifleri”, Esad’da karşı tutumda “güçlü” kılmak adı altında, PYD-YPG ile ittifak düzeyinde de olsa ortaklaştırmak istiyordu. Bununla hem “TC”nin olası tepkisini, ‘Ben “muhalif” güçleri destekliyorum’ söylemiyle nötrize ediyor, hem de bileşenin içinde PYD’nin iradesini zayıflatarak, ABD siyasetine entegre olmaya açık bir ittifak bileşeni yaratmaya çalışıyordu. Bu plan hala günceldir.
Ama Rusya’nın açık askeri müdahalesi,”ılımlı” diye Suriye’de konumlanan “muhalif” güçleri de vurması, ABD’nin kartlarını zayıflatmıştır. Eğit-Donat projesinin iflası da buna dâhildir. Tam da burada, ABD, bölgedeki stratejik planları için can simidi gibi Kürtlere sarılmaktadır. “TC”nin, kuzeyde Rojava’da, yani Fırat’ın iki yakasında kitlesel katliamlarla imha etme hayali beslediği Kürt ulusal dinamiğinin Şam yönetimi üzerinden Rusya ya kaymasını engellemek istiyor. ABD, bunu “TC”yi de yanında tutarak yapmak istiyor. Bu paradoksal durum ABD’yi ileride bir tercihe zorlayacaktır. Bu tercihte, Kürtlerin siyasal yönelimi de belirleyici olacaktır.
Bu gelişmeler ekseninde iki emperyalist blok arasında, iradeleri dışında, nesnel dinamik gücüyle rekabet unsuru olan Kürt ulusu, Rusya içinde önemli bir güç olarak yer almaktadır. ABD’nin stratejik planı; Kürt ulusunu sahaya sürülecek bir savaş gücü olarak kullanmaktır. Bunun karşısında, Rusya stratejik planları için, Kürt ulusu konusunda daha “kazanıcı” davranmaktadır. Kürtleri yeni koalisyonun önemli gücü olarak tanımlaması, Suriye’de gündeme gelecek anayasada Kürtlere anayasal güvenceleri tartıştırması, Rusya’nın Kürt ulusal dinamiğini yanına çekme konusunda, ABD karşısındaki bir diğer hamle üstünlüğüdür.
Tam da burada PYD’nin izleyeceği çizgi, Kürt ulusunun özgürlüğü açısından tarihsel önemdedir. Emperyalist blokların çelişkilerinden devrimci yöntemlerle faydalanıp, taktiksel ve stratejik devrimci hamleler yaratmak, devrimci siyasetin gereğidir. Ama unutulmamalı ki, IŞİD belasına karşı, ABD ve NATO’nun havadan müdahalesi ve askeri yardımı ile Rusya’nın Kürt ulusuna “anayasal” statü vaadi, özünde aynı gerici merkezli hamlelerdir, emperyalist hegemonya siyasetinin somut örgütlenmesi faaliyetleridir. IŞİD gericiliğinin tasfiyesi ya da geriletilmesinden sonra, bugün ittifak güç olarak PYD’nin yanına monte edilen bazı bölgesel örgütlenmeler üzerinden, Kürt ulusunun bölge iradesinin zayıflatılması veya dağıtılması, emperyalist siyasetin önümüzdeki süreçte benimseyeceği muhtemel siyasettir. Onun egemenliğini sekteye uğratan bir Kürt ulusu dinamiği, tarihsel gelişmeler ve öncelik sıralamasına göre hedef bir dinamik olacaktır. Kürtler tarihsel olarak uğradıkları haksızlıklarla, bu öngörüye sahiplerdir. Önemli olan sahip oldukları bu tarihsel birikimi, güncel, taktiksel meselelere tercih etmemeleridir.
Fırat’ın batı yakasına yapılan hamle tarihsel bir hamledir. Bu hamle Fırat’ın doğu yakasındaki (Sur, Nusaybin, Cizre, Dargeçit, Amed) direnişle birleştirildiğinde, tarihsel ve stratejik olarak çökecek olan sadece bölge gericilikleri değildir. Aynı zamanda, emperyalist haydutların bölge üzerindeki egemenlik stratejileri de çökecektir. Fırat’ın batı yakasındaki hamle, Fırat’ın doğu yakasındaki direnişle, özgür birleşik sosyalist bir Kürdistan’ı müjdeliyor. Kürt ulusunun kendi kaderinin tayin hakkı stratejik yönelimiyle, bu müjdeyi gerçekleştirmesi için, koşullar, tarihin her kesitinden daha da devrimcidir.