Erdoğan’ın Rusya Ziyareti ve “TC”-Rusya Denkleminde Ortadoğu-Suriye Siyaseti!

“TC” ile Rusya arasındaki “normalleşmenin”, esasta çatışmalı alan olarak duran Suriye ve Ortadoğu özgülünde bir “uzlaşmaya” dönüşmesi, planın esas parçasıdır. Bu konuda karşılıklı olumlu niyetler ifade edilse de bu uzlaşının öyle kolay sağlanamayacağı, sağlansa da bunun konjonktürel bir süreci kapsamaktan öteye gitmeyeceği açıktır. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un, ”umarım Suriye konusundaki anlaşmazlıklar da azalır” yaklaşımı, tam da beklentiden öte, çatışmalı olarak duran bu durumu ifade etmektedir. Suriye ve Ortadoğu politikası konusunda ”TC”’nin U dönüşüne kadar varan önemli dış politika değişikliğine gittiği açıktır. Ki, Rusya, İsrail, İran, Mısır, hatta el altından Esad ile sürdürülen “yeni” görüşmeler, dış politikadaki bu “U” dönüşü üzerine yapılmaktadır. Ve mevcut durumda Suriye özgülünde, Esad’lı ya da Esad’sız geçiş süreci tartışması, Rusya-“TC” ilişkilerini tıkayan bir tartışma değildir

HABER MERKEZİ (10.08.2016) – Gazetemizin 127’nci sayısında yer alan “Erdoğan’ın Rusya Ziyareti ve “TC”-Rusya Denkleminde Ortadoğu-Suriye Siyaseti!” başlıklı yazıyı, güncelliği nedeniyle okuyucularımızla paylaşıyoruz.

24 Kasım 2015’te, Rus savaş uçağının, Türk hakim sınıfları, savaş  güçleri tarafından düşürülmesinin ardından, Rusya ve Türkiye gerici hakim güçleri arasında yaşanan kriz, Haziran 2016’nın sonunda, diktatör Erdoğan’ın “özür mektubuyla”, “normalleşme” sürecine girmişti. Hakim Türk gerici güçlerinin, İsrail ile yapılan Roma anlaşması akabinde, Rusya ile girdikleri bu “yakınlaşma” sürecinin, iki ülke ilişkilerinin yanında uluslararası, Suriye ve Ortadoğu merkezli bölgesel gelişmeler ve çıkar hesaplarının sonucu olduğu açıktır. Darbe girişimi sürecinin, yeni külhanbeyi unvanıyla “Başkumandan” Erdoğan’ın “özür mektubuyla” başlayıp, ekonomi ve turizm başta olmak üzere çeşitli düzeylerdeki bürokrat, iş adamı ve bakanın oluşturduğu heyetin ziyaretiyle şekillendirilen ve “Türk-Rus ilişkilerinin niteliksel değişimi ve güvenlik meseleleri” başlığıyla içeriklendirilen bu görüşme trafiğinin, gündemlerine bakıldığında, “TC”-Rusya ilişkileri, iç ve dış politika sahasında birçok gelişme ve gerici çıkar hesaplanarak “yeniden” dizayn edilecektir.

9 Ağustos’ta (Bu tarih gelişmelere göre değişebilir de) planlanan Erdoğan-Putin görüşmesiyle, “Niteliksel Değişim ve Güvenlik Meselelerine” özgün sürece göre şekil verilmeden önce iki ülke hakim gerici güçleri arasında süren diplomatik görüşmelerle, her gerici güç süreci kendi çıkarlarına göre biçimlendirilmeye çalışmaktadır. 27 Haziran Erdoğan’ın “özür”  mektubuyla başlayan “normalleşme” süreci, iki ülke gerici güçlerinin temsili düzeyinde, yüz yüze ilk temas, 1 Temmuz 2016’da sağlanmıştı. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Dış İşleri Bakanları Toplantısı’nda Lavrov ve Çavuşoğlu, Çin’in Şangay kentinde düzenlenen G-20 Ticaret Bakanları Toplantısı’nda Türkiye Ekonomi Bakanı Zeybekçi ile Rusya Ekonomi Kalkınma Bakanı Birinci Yardımcısı Aleksey Lihaçev görüşmeleri, Erdoğan-Putin görüşmesi öncesi karşılıklı pazarlık yoklamalarıydı. Turizm, Ulaştırma, Denizcilik, Haberleşme Bakanlığı ve  İçişleri Bakanlığı yetkilileri ile Moskova’ya çıkarılan heyet, Türk hakim gericiliğinin, Rusya ilişkileri üzerinden, özellikle dış politika sahasında belirlemek istediği “yeni” sürecin, nasıl bir yol haritasıyla ilerleyeceğini ortaya koyan diplomatik hamleleri içermektedir.

Kuşkusuz planlanan Erdoğan-Putin görüşmesi, “Niteliksel Değişim ve Güvenlik Meselelerinde”, iki ülke arasında var olan bölgesel ve uluslararası çıkar dalaşını sonlandıracak bir görüşme olmayacaktır. Bugün, iki ülke ilişkileri açısından “yeni nitelik seviye” olarak ifade edilen durum, özellikle Türk gerici hakim sınıflarının dış politikada yaşadığı “değişimi”, Rusya ile ilişkilerinde hangi seviyede “uzlaştıracağı” meselesi, bu “niteliksel” değişimin ana yönüdür. Türk hakim sınıflarının darbe girişimi dahil iç ve dış politika sahasında, ABD-AB gibi vektörlerinde yaşadığı bazı hayal kırıklıklarının karşısına, Rusya ile “geliştirilecek” ilişkilerin pazarlık olarak çıkartılması, ve buradan çıkarlarına bir alan yaratması, hesaplanan bir yön iken, asıl belirleyici öğe, Suriye ve Ortadoğu güncelli dış politika hattındaki başarısızlığının sonucu olarak yaşadığı politik kırılmayı, Rusya ile bir “uzlaşı” zemininde buluşturulmasıdır. Ekonomik ve ticari ilişkilerin kriz öncesi süreçte kalan yerden devam etmesi, Doğal Gaz Boru Hattı projesinin yeniden gündemleştirilmesi, vize serbestisi başta olmak üzere, iki ülke arasında var olan bazı hukuksal anlaşmaların yeniden yürürlüğe girmesi, bu “normalleşmenin” hedeflenen adımları olsa da, asıl “uzlaşı” daha köklü bölgesel siyaset üzerinden pazarlanmaktadır.

Rusya ve Türk gerici hakim güçleri ilişkileri özgülünde “yeni stratejik adım” olarak “orantılı risk ve derinleştirilmiş karşılıklı bağımlılık”!

Türk hakim sınıflarının gerici iktidarı, AKP-Erdoğan diktatörlüğü, ABD-AB emperyalist güçleriyle ilişkilerinde, iç ve dış siyasette yaşadığı zikzakların karşısına bir pazarlık unsuru olarak Rusya ile kurulan ilişkileri kullansa da, Rusya ile yakaladığı “normalleşme” sürecini, böyle kısa vadeli bir politikanın malzemesi yapmayacaktır. Özellikle, emperyalist güçlerin hegemonya çatışması ve bölgesel gerici güçlerin, politik hareket alanı açısından, iki gerici gücün rolü düşünüldüğünde konjonktürel gelişmeler önemli ilişkileri belirlese de, Türkiye-Rusya gerici hakim güçlerinin “normalleşen” ilişkileri, salt konjonktürel durum ele alınarak şekillenmeyecektir. Karşılıklı bağımlılığı geliştirerek (bu, karşılıklı gerici çıkarların, her iki kesimin güçleri ve politik-askeri çapı oranında “uzlaştırılması” olarak anlaşılmalıdır) yaşanmış çatışmalar ve krizlerden, gerici çıkarlarına göre sonuç çıkarmak, ”yeni” bir radikal paradigma eksenine ikili ilişkileri oturtmak, ”normalleşme” sürecinin içeriğidir. Rusya Başbakan Yardımcısı Arkady Dvorkoviç ile görüşmenin ardından, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in  “Rusya sadece değerli bir komşumuz değil, bizim önemli ve stratejik bir ortağımız. Talihsiz olay nedeniyle ilişkilerde bir sekteye uğrama söz konusu oldu. İlişkililerimizi 24 Kasım öncesine değil bütün alanlarda daha da ötesine taşımayı ümit ediyoruz” içerikli açıklaması, “Orantılı risk-Karşılıklı bağımlılık” politik planının ifade edilişidir.

Bunun tek anlamı, uçak krizi öncesi var olan ekonomik, ticari ilişkilerin kaldığı yerden geliştirilerek devam etmesi demek değildir. Bu asıl “uzlaşmanın” yan öğesi olarak ele alınacak bir meseledir. Asıl sorun, Rusya ve Türk hakim gerici sınıflarının rekabet ettiği alanlarla alakalıdır. Ki, Türk hakim sınıfları, Rusya ile bu rekabette, ABD-AB emperyalist güçlerinin politik-askeri  jandarması gücü niteliğindeydi. En azından belirli bir süreci kapsayacak düzeyde de olsa Türk hakim sınıfları, bu konumlanışını değiştirerek, Rusya ile “normalleşme” görüşmelerinde, farklı bir paradigma ile irade beyan etmektedir. Ortadoğu ve Suriye merkezli bölgesel politikadan ”güvenlik” ve ekonomik-ticari ilişkilere kadar askeri ve siyasal bir “işbirliğinin” en azından önünü açmak, Erdoğan-Putin görüşmesinin esas gündemidir. Son NATO toplantısında, NATO’nun bölge siyasetinde aldığı rolü, özellikle Karadeniz sahasında üstlenen Türk hakim sınıflarının, hemen bunun akabinde Şanghay İşbirliği Örgütü bünyesindeki işlevsiz rolü olan, Diyalog Ortağı Ülke konumunu dillendirmesi, arkasından Şanghay’a gözlemci üye olabileceği beyanı, Rusya ile askeri bazı adımların önünü açmak mantığından kaynaklıdır.

Rusya Başbakan Yardımcısı Dvorkoviç ile, Türk Başbakan Yardımcısı Şimşek arasındaki görüşmede,  “İki ülke vatandaşlarının vizesiz seyahati ile ilgili anlaşmanın yeniden yürürlüğe konması”, “Rusya’nın turizmle ilgili koyduğu sınırlamaların kaldırılması”, “Türk Akımı petrol boru hattı üstündeki çalışmaların yeniden başlatılması”, “Akkuyu Nükleer Santralinin yapımının hızlandırılması”, “Rusya ve Türkiye şirketleri arasında iş birliğini kolaylaştıran önlemler alınması” gibi konularda çıkan işbirliği dahil bütün konularda görüşmelere, ABD-AB ve Rusya merkezli emperyalist hegemonya dalaşı bu güçlerin Ortadoğu üzerindeki, ekonomik-askeri-stratejik planları, Türk hakim sınıflarının, ABD-AB emperyalist ülkeleriyle ilişkilerinde yaşadığı zikzaklar ve gerici çıkarlar yön vermektedir.

Yani sorun uçak düşürme olayı ile ortaya çıkan krizin karşılıklı yarattığı ekonomik zararı ortadan kaldırma sorunu değildir. Eğer sorun bu olsaydı, uçak düşürme olayının yarattığı kriz verili koşullarda buna göre yönetilirdi. Ama o dönem Rusya, ABD-AB emperyalist bloklar arasındaki çatışma ve Türk hakim sınıflarının üstlendiği rol, bölgesel çıkarları açısından gerginlik siyasetini zorunlu kılıyordu. Rusya’nın özellikle hamle üstünlüğünü geriletmek için karşı blok Türk hakim sınıfları üzerinden krize dönüşen uçak düşürme olayını böyle kullanmıştır. Aynı durum Rusya içinde geçerlidir. Bölgesel gerici müttefikleri üzerinden uçak düşürme olayını yeni askeri ve siyasal hamlelerin aracı haline getirmek için gerginlik siyasetini, stratejik planının bir aracı olarak ele almıştır.

Fakat, ABD-AB gerici emperyalist güçlerinin, Türk hakim sınıflarının bölge politikasını hükümsüz kılan adımları, PYD ile kurulan ilişkiler, Türk hakim sınıflarının dayanak haline getirdiği Cihadist gerici güçleri hareketsiz bırakması ve akabinde Suriye’nin “yapılanmasında” Rusya, Esad, İran ile “ortaklaşması”, Türk hakim sınıflarının değişen konjonktürde Rusya’ya yakınlaşmasının zemini olmuştur. ABD-AB emperyalist güçlerinin kurduğu oyunun diğer yönü de, Rusya’yı Türkiye’ ye yakınlaştırmıştır. Özellikle Tahran ile kurulan gizli ilişkiler, İran gazı üzerine yapılan planlamalar, NATO’nun bölgede aktif rol alması için öngörülen askeri adımlar, Rusya’nın, İran, Esad, Irak ve Kürtler üzerinden şekillenen ittifak politikasında değişiklikler yaratmış, karşı emperyalist bloğun ittifak güçleriyle ikili ilişkilere zorlamıştır. Bu çıkar hesabı üzerinden yürüyen somut duruma göre her gerici güç, birbiriyle birleşeceği ve hasım gücüne karşı kullanacağı askeri, politik gelişmeleri kullanmaktadır.

AKP-Erdoğan diktatörlüğünün, Rusya “yakınlaşması” baskılanmasıyla, ABD-AB emperyalist güçlerinin önüne sürdüğü şartlar!

Özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası, AKP-Erdoğan diktatörlüğünün, Putin’in “ilk geçmiş olsun” mesajını da kullanarak ABD ve AB emperyalist güçlerini, “dostluk” ilişkisine göre davranmadılar eleştirisine tabi tutması Rusya “yakınlaşması” baskılanmasıyla, politik gelişmeleri ABD-AB emperyalist güçlerine karşı kullanmasıdır.

Erdoğan-AKP diktatörlüğünün, buradan “stratejik dostlarını”, istekleri konusunda bir baskılanma altına almaya çalışması, tutulan hesabın bir yanı iken diğer yandan kullanılan bazı argümanlardan anlaşıldığı gibi bir “çatışmayı da” göze almaktadır. AB-ABD emperyalist güçlerinin, gerici çıkarları ekseninde AKP-Erdoğan diktatörlüğü karşısında baskın olmak için kullandığı, darbe şüphelilerine işkence ve kötü muamele yapılmaması, insan hakları ihlallerine izin verilmemesi, OHAL’in, basın ve öteki özgürlüklerin sınırlanmasına vesilesi yapılmaması gibi gündemlerin karşısına, uygulanması mümkün olmadığı halde kalabalıkların en geri duygularını okşayarak idam cezasının yeniden getirilmesi için sokakların gerici tarzda kuşatılması, Fethullah Gülen’in iadesi talebi açıkça gösteriyor ki, AKP-Erdoğan gerici iktidarı, gerici çıkarlarına daha farklı alanlar açmak için ABD ve AB emperyalist güçleriyle “çatışacaktır”.

Kuşkusuz, AKP-Erdoğan diktatörlüğüyle, ABD-AB arasındaki bu çatışma, bu emperyalist güçlerle tüm görüşmelerin kesilip, Rusya ile ortak hareket edeceği anlamına gelmemektedir. Emperyalist gerici çıkar ve dalaş içinde bu bir olasılık olsa da, mevcut ilişkilenmede, Türk hakim sınıflarının AB ve ABD emperyalist güçleriyle var olan “stratejik” ilişkilerinden kopması olası değildir. Rusya’nın, Türk hakim gericiliği üzerinden, ABD-AB emperyalist güçleriyle yeni bir çatışma yaşamak istememesi, Suriye ve Ortadoğu politikasında, Türk hakim sınıfları çıkarlarının Rusya’ya nazaran, ABD-AB ile daha yakın olması ve bunun tarihsel olarak yarattığı ortaklık, AKP-Erdoğan diktatörlüğünün tercihlerini belirleyecektir. Rusya-İran çizgisi ile yakınlaşmanın, Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere, bölge gerici ülkeleri özgülünde yeni bir sürecin önünü açacağı için (ki bunun ideolojik olarak iç yansıması da olacaktır) ABD ve AB emperyalist güçleriyle Türk egemen sınıflarının, ekonomik, askeri, tarihsel, kültürel kapsamda toplanan gerici çıkar bütünlüğünde, AKP-Erdoğan diktatörlüğünün, AB-ABD ve NATO güçlerinden kopma şansını elinden almaktadır. Ki gerici çıkarları gereği böyle bir hesabı da yoktur. Türk hakim sınıfları temsilcisi Erdoğan-AKP diktatörlüğü bu durumu, Rusya ve ABD-AB emperyalistlerine karşı kullansa da, bu stratejik müttefikler konusunda emperyalist kamp değişikliği şeklinde (en azından mevcut süreç bağlamında) sonuçlanmayacaktır. Ama bu süreçte Rusya ile bölge siyasetinde çatışma zemininden çıkıp ”uzlaşı” ile süreci örgütlemek istemektedir. Bunun ekonomik, siyasal, askeri nedenleri kısaca yukarıda yaptığımız vurgulardır.

“TC” ve Rusya’nın “Normalleşen” İlişkilerinin Denkleminde, Çatışmalı Olarak Duran Suriye ve Ortadoğu Politikası!

“TC” ile Rusya arasındaki “normalleşmenin”, esasta çatışmalı alan olarak duran Suriye ve Ortadoğu özgülünde bir “uzlaşmaya” dönüşmesi, planın esas parçasıdır. Bu konuda karşılıklı olumlu niyetler ifade edilse de bu uzlaşının öyle kolay sağlanamayacağı, sağlansa da bunun konjonktürel bir süreci kapsamaktan öteye gitmeyeceği açıktır. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un, ”umarım Suriye konusundaki anlaşmazlıklar da azalır” yaklaşımı, tam da beklentiden öte, çatışmalı olarak duran bu durumu ifade etmektedir. Suriye ve Ortadoğu politikası konusunda ”TC”’nin U dönüşüne kadar varan önemli dış politika değişikliğine gittiği açıktır. Ki, Rusya, İsrail, İran, Mısır, hatta el altından Esad ile sürdürülen “yeni” görüşmeler, dış politikadaki bu “U” dönüşü üzerine yapılmaktadır. Ve mevcut durumda Suriye özgülünde, Esad’lı ya da Esad’sız geçiş süreci tartışması, Rusya-“TC” ilişkilerini tıkayan bir tartışma değildir.

Mevcut gelişmeler ele alındığında Rusya-“TC” arasında ki “normalleşme”, dolaylı veya dolaysız Esad rejimine de yansıyacaktır. Bu Rusya açısından, Suriye ve Ortadoğu politikasında, yeni bir nefes alanıdır. Fakat “TC” açısından durum bu kadar kolay değildir. Halen AKP-Erdoğan diktatörlüğünün temsilcileri tarafından, Esad gitmeli açıklamaları, güncel olarak çok anlamlı olmasa da, çatışmalı Suriye süreciyle birlikte, Neo-Osmanlıcı zihniyetle sürdürülen dış politika nedeniyle Suriye ve “TC” ilişkilerinde bozulma çok boyutlu. Bunu toparlamak, AKP-Erdoğan gericiliği açısından çok sorun olmasa da Suriye’nin bu konudaki istekleri, süreci tıkayan bir rol oynayabilir. Ki, bu durum masa başında ”TC”-Rusya ilişkilerinde de sorun olacaktır. Ama bütün bu açmazlara rağmen ”TC”, Suriye ve Ortadoğu özgülünde bu “normalleşmeyi” sağlamak istemektedir.

“TC”’nin bu “normalleşmedeki” ana hedefi, Rojava Kürtlerine karşı yeni bir cephe açmaktır!

Faşist Türk hakim sınıflarının Suriye politikasını değiştirmeye iten en etkin neden PYD’nin önderliğindeki Kürt sahasıdır. Sınırın yüzlerce kilometrelik alanının, ”TC”nin azgın saldırılarla imha etmek istediği, PYD önderliğindeki Rojava Kürtlerinin denetiminde olması ve PYD’nin Suriye ve Ortadoğu sürecinde etkin rol oynaması ”TC”’yi istenmeyen Kürt koridorundan kurtulmak için Suriye politikasında değişikliğe itmiştir.

Ama bu değişikliğe rağmen Suriye, Rusya-“TC” ilişkileri açısından bu durum öyle kolay çözülebilir bir durum değildir. PYD-YPG konusunda ne Suriye ne de Rusya, ”TC”’nin istediği oyunu oynamaz. Bunun yerine “TC”’ye karşı kullanabileceği tüm kozlarını kullanır. AKP-Erdoğan sultanlığı, Neo-Osmanlıcı dış politikasını, konjonktürel olarak da olsa değiştirse de derin çatışmalar yaşadığı bölge gericiliklerini kendisi açsından tehdit olarak gördüğü güçlerle çatıştıramaz. Rusya ve Suriye ile ilişkilerini konjonktürel olarak ele alsa da uzak tehdit olarak gördüğü Esad güçlerini, yakın tehdit olarak gördüğü PYD ile çatıştırması, Rusya’nın da rol aldığı bir ortamda olası değildir.

Bu gerçeğe rağmen Erdoğan Putin’le görüşmesinde, Kürtlere karşı bir cephe oluşturma çabasında olacaktır. Bunu, bugüne kadar desteklediği cihadist, gerici örgütler üzerinden pazarlayarak yapması en somut ihtimaldir. Hatta bunun için İŞİD’e karşı operasyonda aktif rol alacak, masa başında olacaktır. Dış politikada “U” dönüşü, ya da revizyon. Ne derse densin, Ortadoğu ve Suriye politikasında, Kürtlere karşı bir cephe oluşturmak için “TC” elindeki tüm olanakları kullanacaktır.

ABD-AB ile zikzaklı giden ilişkiler, Rusya ile sürdürülen “normalleşme” pazarlıkları ve bu güne kadar Ortadoğu merkezli sürdürülen gerici-bağnaz dış siyaset, gerici “ittifak” güçler ve çatışmalı güçlerle ciddi bir enkaz yaratmıştır. Bu süreç, AKP-Erdoğan hanedanlığının derinleşen çözümsüzlüğüne dönüşmüştür. Bundan çıkmak öyle kolay değildir. Bu çözümsüzlük, Rusya’nın hem AB-ABD emperyalist güçleri karşısında hem de bölge siyasetinde daha da avantajlı olmasını sağlayacaktır. Rusya, bu vesile ile “TC” ile ilişkilerinde inisiyatifi ele alacaktır. ”TC”, bu emperyalist dalaş ve bölgesel çatışmalar içinde, “revizyona” gittiği dış siyasetine karşın, kendisini emperyalist güçlerin gerici çıkarları dışında temsil edemeyecektir. Bu kirli ilişkiler, Ortadoğu ve Suriye özgülünde, emperyalist dalaş ve pazar paylaşımı üzerinde şekillenecektir. “TC” ise alacağı gerici rol oranında, gerici çıkarların bağnaz bir temsili olacaktır. Erdoğan-Putin görüşmesi, bu emperyalist saldırganlığın inisiyatifinde şekillenecek ve uygun roller buna göre paylaşılacaktır.

Önceki İçerikSiyasi iktidar hedefli devrimci çalışma kurumsal bütünlük ve somut planlarla başarıya taşınabilir!
Sonraki İçerik15 Temmuz darbe girişimi ve AKP-Erdoğan diktatörlüğünün karşı darbesi!