HABER MERKEZİ (18.05.2014)-
“Bir yanda ayakkabı kutularında milyon dolarlar bir yandan tabutlarda yüzlerce can!
Ülkemizde son bir yılda yaşanan gelişmeler mevcut üretim ilişkilerinin ekonomik, siyasal ve sosyal sonuçlarını özetleyen bir resimdir. Özellikle Gezi Ayaklanması’yla başlayan, daha sonra egemen sınıfların kendi aralarındaki çelişkinin bir sonucu olarak kamuoyuna yansıtılan karşılıklı rant ve talan gerçeği, bu gelişmelere bağlı olarak tüm dünyada tartışma konusu olan “internet yasağı”, “yerel seçimler” ,“Taksim’de 1 Mayıs yasağı” ve ardından Manisa’nın Soma ilçesinde yaşanan işçi katliamı…
Elbette tüm bu gelişmelerin birbirleriyle bağlantıları olduğu gibi yaşanan her bir olay, mevcut sistemin her bir özelliğinin ve sistemin ezilenleri aldatmak için geliştirdiği sahte “demokrasi” , “adalet” ,”ekonomik büyüme” , “kalkınma” , “iş sağlığı ve güvenliği” gibi argümanların teşhiri konusunda devrimci demokratik kamuoyuna çeşitli karşı argümanlar sunarken sistemin yozluğunu, çürümüşlüğünü ve zorbalığını da özetlemektedir.
Emperyalist güçlerin ülkemizde kendi işbirlikçileri aracılığıyla yapmak istediği yapısal dönüşümlerin yansımalarının bir sonucu olan tablonun geçmişi, AKP ile sınırlı olmadığı gibi tek sorumlusu da AKP iktidarı değildir. Yaşanan bu katliam yeni olmadığı gibi her yıl, her ay, her gün, işçi katliamları sonucu kaybedilen hayatların, yapılan iş sonucu oluşan meslek hastalıklarının, yaşanan acıların bağımsız kuruluşlar ve ilgili meslek odaları tarafından tutanaklarının tutulan bir gerçekliktir. Ancak bu meslek odalarının ve sivil toplum kuruluşlarının verilerinin bir kısmını aldığı ilgili devlet kuruluşlarının sermayeyi destekleyen tavrı ve ülkemizdeki “kayıt dışı ekonominin” ülkemiz ekonomisinde hatırı sayılır bir payı olmasından kaynaklı bu tablonun kayıtlara düşmüş, tablodan çok daha büyük olduğu bir gerçekliktir.
Ülkemizde son yıllarda emekçilere yönelik gelişen ekonomik ve sosyal hak gasplarını içeren politikalar jet hızıyla bir bir Meclis gündemine gelip onaylanırken, sözde ‘iş sağlığı ve güvenliği’ adı altında emekçileri korumaya yönelik yasalar da bir aldatmacadan ibarettir. Bu yasalar sermayenin “üretim güvenliğini” artırırken, sermayeye daha “ucuz iş gücü maliyeti” fırsatı vermektedir.
Ayrıca yaşanan bu gerçeklik sadece ülkemizin ‘kaderi’ değil özellikle Latin Amerika ülkeleri ve Hindistan, Çin gibi “gelişmiş” ve iş gücünün ucuz olduğu “gelişmekte olan” ülkelerle “geri kalmış” ülkelerin de yaşadığı ortak “kaderdir.” Öyle ki 2022 Dünya Kupası’nın yapılacağı Katar’da bir milyon iki yüz bin işçinin “modern” kölelik koşulları altında çalıştırıldığı ve haftada ortalama on iki işçinin öldürüldüğü ve Dünya Kupasına kadar yaklaşık dört bin işçinin ölümünün beklendiği Guardian gazetesi tarafından duyurulmuştu.
Ülkemiz gerçekliğine geldiğimizde ise son katliamla beraber gündeme gelen maden sektöründe Türkiye Maden İş Sendikası’nın hazırladığı 1983-2011 raporuna göre 1983 yılından bu yana:
*7 Mart 1983’te Amutçuk kömür ocağında grizu patlaması: 103 ölü.
* 10 Nisan 1983’te Kozlu kömür ocağında grizu patlaması: 10 ölü.
* 14 Temmuz 1983’te Amasya Yeni Çeltek kömür ocağında grizu patlaması: 5 ölü.
* 31 Ocak 1987’de Kozlu kömür ocağında göçük: 8 ölü.
* 31 Ocak 1990’da Amasra kömür ocağında grizu patlaması: 5 ölü.
* 7 Şubat 1990’da Amasya Yeni Çeltek kömür ocağında grizu patlaması: 68 ölü.
* 3 Mart 1992’de Kozlu kömür ocağında grizu patlaması: 263 ölü.
* 26 Mart 1995’te Yozgat Sorgun kömür ocağında grizu patlaması: 37 ölü.
* 8 Ağustos 2003’te Erzurum Aşkale kömür ocağında grizu patlaması: 8 ölü.
* 22 Kasım 2003’te Karaman Ermenek kömür ocağında grizu patlaması: 10 ölü.
* 9 Ağustos 2004’te Çorum Bayat kömür ocağında grizu patlaması: 3 ölü.
* 8 Eylül 2004’te Kastamonu Küre Metal’de yangın: 19 ölü.
* 21 Nisan 2005’te Kütahya Gediz Kömür ocağında grizu patlaması: 18 ölü.
* 2 Haziran 2006’da Balıkesir Dursunbey Kömür ocağında grizu patlaması: 17 ölü.
* 10 Aralık 2009’da Bursa Mustafakemalpaşa Kömür ocağında grizu patlaması: 19 ölü.
* 23 Şubat 2010’da Balıkesir Dursunbey Kömür ocağında grizu patlaması: 13 ölü.
* 17 Mayıs 2010’da Karadon Kömür ocağında grizu patlaması: 30 ölü.
* 11 Şubat 2011 Elbistan Kömür ocağında toprak kayması: 11 ölü. (DİHA)
Olmak üzere 650’ye yakın işçi işçi katliamları sonucu öldürülmüştür. İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin hazırladığı 2013 raporuna göre tüm sektörlerde 103’ü kadın, 59’u çocuk ve 22’si göçmen olmak üzere toplam 1235 işçi, işçi katliamında hayatını kaybetti. Bu kuruluşun 2014’ün ilk dört ayına yönelik raporuna göre ise kayıtlı ölen işçi sayısı 396’dır. Ülke ekonomisinin sürekli “büyüdüğü” yalanıyla kendini var etmeye çalışan AKP iktidarı döneminde ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2011 yılına kadar olan verilerine göre bile 10.804 işçi hayatını kaybederken, 14.665 kişi de sakat kaldı.
Hiç kuşkusuz bu tablonun oluşmasında büyük rol oynayan egemen sınıf temsilcilerinin bu tabloyu açıklarken, “bu mesleğin fıtratında ölüm var” , “bunlar olağan şeyler” gibi zırvaları, azami kar hırsıyla büyüyen bu sistemin insan hayatına verdiği değeri ortaya koyarken bir yandan gerçekliği örtmek ve gelişecek tepkileri dindirmek için insanların dini duygularını istismar ederek “kader” söylemine ve “şehitlik mertebesine” sığınmaları, bu sistemin ve savunucularının hiçbir moral değere sahip olmadığının da göstergesidir.
Yaşanan ölümler sonucu bir yandan mezar ziyaretleri gerçekleştirilen bir yandan “danışmanlarına” ve devletin kolluk güçlerine halkı ve işçi yakınlarını tekmeleten, joplatan, gaz bombasına boğan,gözaltına aldıran “devlet büyüklerinin” kendini var ettiği zemin, ülkemiz egemen sisteminin sömürü tarihinden beslenmektedir.
Bu terör ve sömürünün yakın tarihimizdeki Gezi Ayaklanması,işçi ve emekçilerin mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ın yasaklanması ve ardından emekçilere yönelik geliştirilen terror, hafızalarımızdaki tazeliğini korumaktadır. Emekçilerin kanı ve canı üzerinde kolluk güçlerinin “destan” yazdığını iddia edenleri unutmayacağımız gibi er ya da geç halka hesap vereceklerini, yaşanan tüm katliamların hesabını soracağımızı da yeniden hatırlatırız.
Daha fazla kar için işçi ve emekçileri yoksuluğa, düşük ücrete,taşeronlaştırmaya, esnek çalışma altında iş güvencesizliğine, ekonomik ve sosyal yıkım politikalarına mahkum eden bu sistemin “mili yas” ilanı ve “taziye” açıklamaları da dökülen timsah gözyaşlarıdır.
Zira bu sistemin ve savunucularının ezilen işçi ve emekçilere, ezilen ulus,inanç ve cinsiyetlere yönelik en küçük bir insani duygu taşıması, eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü ezilen ve sömürülen yığınların yaşadığı mevcut durumun bizzat mimarı olanlar bu “efendiler” , yakın tarihimizde ayakkabı kutularıyla, para sayma makineleriyle çocuklarına milyon dolarlar verirken suçüstü yakalanan, ülkemizin yer altı ve yer üstü zenginliklerini yakınlarına ve uluslararası şirketlere peşkeş çeken bir avuç sömürücüdür. Onların ve çocuklarının milyon dolarlık şirketleri ve gemicikleri varken, ezilen ve sömürülen yığınların ise “asgari ücret” altında sürdürdüğü, sefalet ve yoksulluk dolu bir hayatı vardır.
Biz Demokratik Haklar Federasyonu olarak faşist devletin bize “kader” olarak dayattığı bu gerçekliği kabul etmiyor ve her ne pahasına olursa olsun ezilenlenlere ve toplumsal muhalefete karşı gelişen bu sistematik ekonomik,fiziksel ve psikolojik şiddete karşı meşru müdafaa hakkımızı kullanmak ve demokratik haklar mücadelesini yükseltmek için başta tüm emekçiler olmak üzere kendine insanım diyen herkesi sokağa çıkmaya ve ortak mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.
İşçi katliamlarına sessiz kalmayacağız!
Taşeronlaşmaya ve esnek çalışmaya hayır!
Kahrolsun faşizm yaşasın demokratik haklar mücadelemiz!
Demokratik Haklar Federasyonu”