HABER MERKEZİ (18.05.2014)- Danıştay’ın 146. Kuruluş Yıl dönümü nedeniyle yapılan törende ilgililer adli yıl açılış konuşmalarını yaptı. Geleneksel olarak her yıl yapılan törenlerin devamı olan bu yılın törenleri ve konuşmaları, rutinin dışında gelişmelere tanık olarak farklı bir seyir izledi. Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konuşması, Erdoğan’ın kaba tepkisi ve salonu terk eden tavrıyla karşılanıp gündeme geldi. Daha açık dille klikler arası çelişkiler zemininde ifadesini bulan ve şimdilerde keskinleşerek cereyan ettiği iktidar-muhalefet çatışması, söz konusu Danıştay kuruluş yıl dönümü törenlerine bu gelişmeyle birlikte doğrudan yansıyarak damgasını vurdu. Tıpkı daha önce Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç‘ın Anayasa Mahkemesi‘nin 52. Açılış Yıl dönümü töreninde yaptığı konuşmaya klik çatışmasının yansıması ve damgasını vurması gibi… Kısacası devlet krizi, güçler ayrılığı argümanına göre bağımsız olmaları gereken ve ama iktidarın nüfuzuna bağımlı olup gerçekte öyle olmayan bu devlet kurumlarından yargı kurumu ile iktidarın yürütme kurumu arasında alenen yaşanan çatışma, tipik bir ‘‘meydan savaşı‘‘ benzetmesine uygun gelişmektedir. Altı çizilmelidir ki, bu gelişmelerin arka planı klikler arası çatışmaya ve bu çatışmanın keskinliğine işaret etmekte, bu mecradan beslenmektedir.
İktidarın kılıç kuşanması ve Erdoğan diktatörlüğü
Söz konusu Danıştay töreninde TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konuşmasına külhanbeyi edasıyla müdahale eden Başbakan Erdoğan’ın, hiçbir nezaket kuralı ve diplomatik teamüllere uygun olmayan bu kaba davranışı ilk bakışta görgü kurallarını aşan, eleştiriye tahammül etmeyen, tiranca bir davranış denilebilir. Ancak ilgili tavrın tümü ve içeriği bu biçimsel görüngüyle sınırlı ele alınıp değerlendirilemez. Bu kaba davranışın beslendiği ya da dürtü aldığı bir ‘‘gizli-görünmeyen‘‘ arka plan olduğu açıktır. Ki bu bir giz değil, yukarıda işaret ettiğimiz gibi klikler çatışması bağlamında verilen mesajlar, baskı veya basınç uygulama, her vesileyle bu çatışmada karşı tarafı hırpalama gerçeği mevcuttur. Erdoğan’ın kaba davranışına yol açan bu arka plan olmakla birlikte, Metin Feyzioğlu ve elbette ki Haşim Kılıç’ın konuşmaları da bu klik çatışmasının işlevleri olarak vücut bulmaktadır. Yani ne Metin Feyzioğlu konuşmasını kılik çatışması zemininden bağımsız yapmaktadır ve ne de Erdoğan bu klik çatışmasından bağımsız olarak reaksiyon vermektedir.
M. Feyzioğlu’nun avukat olmanın ötesinde bir eğilimle Balyoz, Ergenekon gibi dava ve dava tutuklu-hükümlülerini sahiplendiği ya da bu cepheden yana tavra sahip olduğu bilinen açık bir gerçektir. Dahası Feyzioğlu’nun CHP’nin başına getirilmek suretiyle hazırlatıldığı da iddia edilmektedir. Özcesi, Feyzioğlu’nun Kemalist ulusalcı kılik içinden biri veya bu kesimin yandaşı olduğu açıkça ortadayken, yaptığı konuşmasının bu niteliğinden ve dolayısıyla kılikler arası çatışmadan bağımsız bir konuşma olduğu söylenemez.
Feyzioğlu’nun bir anlamda ulusalcı Kemalist cephenin ve kliğin sözcülüğünü yapmış olması elbette konuşması ya da eleştirilerinin haksız ve olumsuz olup, Erdoğan’ın tavrını haklı gerekçe olduğu anlamına hiç gelmez. Bilakis (klik atışmasının ürünü de olsa) iktidar yürütmesine karşı yürüttüğü eleştiriler doğru ve haklı eleştirilerdir. Fakat bizlerin göz ardı etmemesi gereken yan, yaşanan gelişmelerin doğrudan klik çatışmasına endeksli olduğu gerçeğidir. Düzen içi muhalefetin AKP iktidarının karşısında takındığı pozitif tavır ve doğru eleştiriler, geniş halk kitlelerinin yönlendirilerek bu düzen partilerinin peşine takılmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla meseleye bütünlüklü bakmanın faydalı, gerekli ve sınıf siyasetinin gereği olduğunu belirtelim. Dikkat çektiğimiz zeminde toplumsal kitlelerde iki gerici burjuva cephe arasında olmak kaydıyla yapay ancak büyük bir kutuplaşmanın yaratıldığı bilinmektedir. Bunun demokratik devrimci ve komünist mücadele ve güçlerin lehine olmayıp, bilakis zararına olduğu açıktır.
Karşılıklı verilen balans ayarları ve Erdoğan yanılsaması
Feyzioğlu’un konuşmalarından gerekli mesajları alan Erdoğan’ın, yapılan konuşmanın kimi nasıl hedeflediğini ve kimleri temsil ettiğini de çok iyi anlamaktadır. Dolayısıyla Erdoğan’ın tepki göstermesi ve hatta kendisine de zarar veren bu son derece kaba çıkışı klik çatışmasından zerre kadar kopuk değildir. Ama Erdoğan’ın agresif ve diktatörce çıkışları onun korkularının da göstergesidir. Nitekim içinden geçilen süreç veya cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler süreci Erdoğan ve dolayısıyla AKP için son derece kritik bir eşiktir. Ya sansasyonel biçimde bir akıbetle dağılıp çökme süreci ya da gücüne güç katarak zafer şarhoşluğunu şimdilerde yaptığı gibi despotikleşmenin tırmanışla zirveye çıkarır… Düzen içi muhalefette varlık gösterememe hali ve elbette Erdoğan’ın emperyalizmin de desteğini alma koşuluyla demagojik safsataların yanılsamalarıyla estirdiği ‘‘iyi şeyler yapıyor‘‘ rüzgarının avantajıyla, büyük kitleleri ikna edebiliyor, büyük toplumsal kitlelere aka kara, karaya ak dedirtebiliyor. Nezaketsizliğin dik alasını yapıyor ancak saldırdıklarını nezaketsiz olarak suçlayıp, bilumum destekçi takımı ile genel taban kitlesine böyle kabul ettiriyor. Yolsuzluk, soygun, hırsızlık ve talanda adeta suçüstü olmasına karşın baskın çıkabiliyor… Bu zemin Erdoğan’ın kuvvetli bir moral ve diktatörleşmede derinleşmesine objektif olarak destek veriyor.
Erdoğan tam bir diktatörlük sevdalısı olup bu diktatörlüğünü en kaba usullerle yürütmektedir. Tek bir muhalif sese tahammül göstermeyen faşist bir diktatör olarak tek adam ve tartışmasız bir hükümranlık zemininde davranış sergilemektedir. Yerel seçimlerde düzen içi muhalefete karşı elde ettiği başarı, Erdoğan’ın dizginlerini iyice boşa almasına zemin oldu. Özellikle de korkulan Cemaat nüfuzunun beklenenin ya da korkulanın altında çıkması Erdoğan’ın naralarını gürleştirdi.
Erdoğan’ın despot bir diktatör olarak davranışları, kültürü, çıkışları basit bir kabadaylık ve nezaaketsizlikle sınırlı bir durum değildir; bu hal ilk de değildir. Hatta kendi yasalarını da çiğneyip geçen ve bu anlamda hiçbir yasa, bağlayıcılık ve norm tanımayan pervasızlıkları da kişisel özellikleriyle alakalı görülemez. Kişisel özellikleri vb iktidar ve talan çıkarlarına dayanan tavrının açıklanmasında yeterli değildir. Erdoğan’ın sergilediği tavır tipik bir burjuva gerici sınıf tavrıdır ve tüm gıdasını buradan almaktadır. Kabalığı, tiranlığı, baskıcılığı ve despotluğu bu sınıf karakterinde anlam bulur, bulmaktadır.
Erdoğan‘ın Feyzioğlu‘na yaptığı saygısızlık ve hakaretin bir benzeri de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e karşı davranışıdır. Ki, Erdoğan ne kadar otoriter olduğu, Gül’ü ayağa kaldırıp salondan çıkarmasında da ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı Gül Danıştay‘ın emekli üyelerine plaket verme töreni olmasına ve bunu planlanmasına karşın, Erdoğan Cumhurbaşkanı Gül’ün bu programını değiştirip emrivaki bir şekilde Gül’ü kendisine tabi kılarak aşağılamıştır. Gül’ün yaklaşım ve tavrı orayı terk etmeme ve hatta Erdoğan’ı frenleme yönlüyken, Erdoğan Gül’ü salon dışına çıkmaya zorunlu bırakmış, bu anlamda Gül’ü ezmiştir. Bu davranış ve gelişme Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikili arasında tartışılan meselenin de hangi zeminde geliştiği veya gelişeceğini açıkça göstermektedir. Bu Gül’ün Erdoğan’a ciddi bir muhalefet veya karşı çıkış sergileyemeyeceği belli olmuştur. Erdoğan‘ın Cumhurbaşkanlığı tartışmalarında mesaj verme anlamında kameraların önünde Gül‘e böyle davrandığı da söylenebilir. Her şeyden de önemlisi Erdoğan’ın despotik ve otoriter olduğunu kanıtlayan bir pratiktir bu. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanını bile hiçe sayan bir kabalıkta olduğu, devletin temsili temel kurumları üzerinde ne denli bir nüfuza sahip olduğu kamuoyunun gözleri önünde cereyan eden bu olayda bir kez daha açığa çıkmıştır. Erdoğan katıksız bir diktatör, dik alasından tekçi ve tek adamcı faşist bir sınıf simasıdır. Faşist militarist AKP iktidarının ortaçağ karanlığına has Sünni-İslam gericiliğiyle eşgüdümlü azgın sömürü, talan ve çapula dayalı yönetiminin, çeşitli ulus ve azınlıklardan geniş halk kitlelerini iliklerine kadar sömürüp ezen ve acımasız baskı yelpazesi altında tutarak teröre boğan bir ‘‘demir pençe‘‘ olduğu su götürmez gerçektir.
Aynı sınıftan olanların iktidar dalaşı
Son tahlilde Erdoğan da Feyzioğlu da bir sınıf zemininde ve bu sınıf kıliklerinin çıkarları adına hareket etmektedir. Feyzioğlu’nun somut sorundaki göreli olumlu tavrı ya da haklı eleştirileri onu devrimci sınıf sözcüsü yapmaz. Devrimci sınıf siyasetinin meseleye yaklaşımı bu kulvarda gelişmek durumundadır. Erdoğan tartışmasız tek adamlık sevdasına bağlı olarak tam bir ‘‘demir pençe‘‘ yönetimi veya diktası arzusundadır. Erdoğan uyguladığı faşist diktatörlüğün baskı tonunu giderek arttırmaktadır. Bu süreç çöküşten başka bir akibete gitmez. Er ya da geç faşist diktatörlük ördüğü ağın içinde boğulacaktır. Ne Feyzioğlu’nun, ne CHP’nin ve ne de başka bir düzen partisi ve düzen içi sivil toplum kurumunun burjuva sınıf çıkarları bağlamında yürüttüğü eleştiriler vb umut ve çare olamaz. Bundandır ki, gerçek sınıf hareketleri ve mücadeleleri şarttır. Bunların devrimci eylemde tereddüt etmeyen fedakar devrimcilerden teşekkül olmasının gerekliliği ve olacağı şüphe götürmezdir.
Özetle; Danıştay‘ın Kuruluş Yıl dönümü töreninde yaşananların gösterdiği şey, AKP karşıtı bloğun her fırsatta Erdoğan’ı sıkıştırıp zora sokmaya çalışmaktadır. Bu, klikler arası mücadelenin dinamik olarak devam ettiğinin de göstergesidir. Yargı cephesinde AKP karşıtı odağın hala belli bir nüfuza sahip olduğu açıkken, AKP’nin yeni yasa düzenlemeleriyle işe koyulacağı da kesindir.