Siyaset, sınıflara karşı kayıtsız değil, bizzat sınıfların siyasi yansıması olarak bilinçli bir sınıf eylemi ve evrensel etkinliğidir. Siyasetin evrenselliği, sınıflarla olan münasebetinden ya da ürünü olduğu sınıflarla bağından kaynaklanır. Siyasetin evrensel karakterini koşullayan öge sınıfların evrensel niteliğinden ileri gelir. Bu karaktere sahip siyaset, ayrımsız olarak sınıfların ya da sınıf mücadelelerinin ortak siyasi refleksi olarak önem taşır. Siyasetin ayrışma noktası ise yine sınıf orijinine bağlı olarak sınıfların siyasi niteliklerindeki farklılığa dayanır. Buna göre, sınıf karakteri ve çıkarlarına bağlı olmak üzere, her sınıfın kendine özgü siyaseti ve siyaset tarzı vardır demek gerçeği yansıtır.

Sınıflara özgü bu siyaset, sınıfların niteliğine bağlı olarak; gerici ve devrimci kategoride ikili rol sergiler. Burjuva-gerici sınıf siyaseti gerici, proleter-devrimci sınıf siyaseti devrimci rol oynar. Sınıflardan devralınan bu rol, doğrudan siyasetlerinin gücünü de tayin eder. Sınıfların gerici ve devrimci niteliği, siyasetlerinin stratejik gücünü belirlerken, sınıfların gerçek-reel gücü ise, esasta siyasi pozisyon ve siyaset yeteneği tarafından belirlenir. Ki bu yetenek, örgütlenme olgusu ve somut gerçekle kurulan bağ temelinde karşılık bulur. Özcesi, siyasetin temeli onun stratejik gücünü belirlerken, reel gerçekte oynadığı somut rol ise, onun taktik ya da göreceli gücünü belirler.

Devrimci siyaset bilimsel pozisyonu veya bilimden aldığı nitel avantajla, gerici siyaset karşısında stratejik bakımdan üstün ve güçlüdür. O’nun bu güç ve üstünlüğü, geleceği temsil eden devrimci sınıf orijini, bilimsel dokusu ve tarihsel haklılığından ileri gelir. Fakat, onun bu üstünlüğü ya da güçlülüğü, sınıfların somut pratikteki örgütlenme durumuyla biçimlenen sınıflar arası güç dengesine bağlı olarak, her somut pratiğe birebir yansımaz. Stratejik güçlülük ve üstünlüğüne karşın, taktik bakımdan bu güçlülüğünü, mücadelenin her evresinde ya da belli bir gelişme aşaması öncesine kadar koruyamaz. Sınıflar arasındaki taktik-geçici güç dengeleri veya devlet-iktidar düzeyindeki örgütlenme durumları, devrimci siyasetin bu güçlülüğünü her somut aşamada korumasına olanak tanımaz. Ve genellikle, örgütsel güç bakımından eşitsiz bir mücadele süreci ve küçük güçlerin büyük güçlere karşı mücadelesi uzun bir tarihsel dönemi kapsar ki, devrimin gelişmesi bu mantığı takip eder. Güç dengesinin devrim lehine değiştirilmesi ve devrimin güç biriktirerek ilerlemesi, ancak uzun süreli mücadele pratiği içinde mümkün olur.

Her siyaset istisnasız olarak kazanmaya endeksli kurgulanır ve yüklendiği bu muhteva üzerinde biçimlenir

Stratejik mesele çözülüp karara bağlanmış olduğuna göre, o halde pratik sorun, taktik bakımdan güç olma sorununda veya bu sorunun çözümünde düğümlenir. Siyaset tam da burada devreye girerek gerçekleştireceği bilinçli müdahaleyle güç dengesini etkiler, çözüm gücü olarak öne çıkar, rol oynar. Siyasetin her bakımdan güçle kesin bir bağı vardır. Siyaset hem güçtür hem güç yaratmanın aracıdır ve hem de güçle yürütülebilir bir fonksiyondur. Bu, siyasetin maddi güce kavuşması bağlamında, somut araçlarda temsil edilmesi ve örgütlenip örgüte dönüşmesi ihtiyacına işaret eder.

Siyasetin gücü örgüt silahında somutluk kazanırken, siyasetin uygulanarak maddi güce dönüşmesi ise, örgütsel güçle orantılıdır. Ama her halükarda siyaset, sınıfların, bir yönetme unsuru, bir örgütleme aracı, bir mücadele aparatı ve kazanma manivelası olarak kullandığı yetkin ve kapsayıcı bir silahtır. Her siyaset istisnasız olarak kazanmaya endeksli kurgulanır ve yüklendiği bu muhteva üzerinde biçimlenir. Kazanma hedefinden muaf kurulan bir siyaset tasavvur edilemeyeceği gibi, kazanma perspektifine endeksli yürütülmeyen bir siyaset de düşünülemez. Siyasetin kazanma esprisine dayanması, siyaset mantığının tutarlılığı ve tüm içeriğinin tabii ürünüdür.

İdeoloji, sınıf tavrı ve tutumuna uygun sınıf duruşunu yansıtır. Teori sınıflar arası çelişki ve ilişkilerin siyasi ürünü olan sınıflar mücadelesini açıklar, siyaset ise ideoloji ve teorinin ışığında, stratejinin niteliğine uygun yol-yöntem ve araçların tanımıyla izafi gerçeği değiştirme pratiğinin somut ihtiyaçlarıyla ilgilenir. İşte siyasetin kazanma aracı olarak önemi ve kazanma gereksinimine odaklanması, bu ihtiyacın sonucu ya da görev somutluğudur.

Devrimci siyaset toplumdaki sınıf çelişkilerinden beslenir ve bu çelişkiler güdümünde cereyan eden siyasi gelişmelerle ilişkisi ölçüsünde güce (taktik ve nicel) dönüşme şansı yakalar. Kendisini buradan tecrit eden veya bu sahanın haricinde kalan siyaset ise, güç olma şansını çoktan kaybetmiş demektir. Siyasetin gözleri, kulakları, aklı, tüm duyu ve yetileri, her gelişmeyi algılayacak kadar faal ve açık olmak durumundadır. Kayıtsızlık, görevsizlik ve sorumsuzluk davranışı devrimci siyasetin mantalitesine terstir, kabul edilemezdir. Devrimci sınıf siyasetinin söz söylemeyeceği, irade beyan etmeyeceği, tavır-tutum takınmayacağı ve sorumluluk almayacağı bir tek siyasi gelişmeden bahsedilemez.

Devrimci siyasetin temas etmeyeceği bir tek siyasi gelişme, bir tek toplumsal sorun ve sınıf çelişkisi yoktur, olamaz. Sınıflara ve sınıfların güdümündeki toplumsal yaşama dair tüm sorun, çelişki, gelişme, değişim ve her türden olay ve olgu devrimci siyasetin alanına girer. Devrimin örgütlenmesi bütün bu konuları kapsar ki, devrimci siyasetin bunlardan muaf durması ya da bir kısmını tercih edip bir kısmına sırt dönmesi düşünülemez. Elbette, stratejik esaslara göre önem kazanarak öne çıkan temel mesele ve ivedi görev haline gelen tipik sorunlarda ayrıma giderek önceliklerini belirlemesi yadsınamaz bir gerçektir. Fakat bu doğrudan hareketle, görevler sahası sübjektif zorlamalarla daraltılamaz ya da nesnel çelişkilerden doğan görevleri evrensel teoriyle bağdaşmayan izafi doğrularımızla ele alan kaba indirgemeciliğe düşümeyiz.

Devrimci siyasetin mantığı, devrimci mücadele ve örgütlenmenin (dolayısıyla devrimci teori-pratiğin) istisnasız olarak geçerli olduğu toplumsal yaşamın her alan ve her parçasında somut biçimde cereyan eden keskin sınıf çelişkilerini basamak yaparak, değiştirme eylemini örgütleyip geliştirme ve bu eyleme siyasi perspektif sunmaktır. Onun ilgi alanı, toplumsal sistemden bu sistemin değiştirilmesine, teoriden pratiğe, eylemden iradeye, örgütlemeden mücadeleye, devrimden demokrasiye, baskıdan direnişe, esaretten özgürlüğe, reformdan radikalizme, iktisattan siyasaya, ideolojiden kültüre, sömürüden kimliklere, eşitsizliklerden ayrımcılıklara kadar bütün sınıf çelişkileri ve ilişkilerini neden-sonuç ilişkisi zemininde açıklayıp çözüm sunarak, yeni toplumsal sistemin düzenlenip kurulması ve sürdürülmesi kadar geniş bir muhtevadır. Dinamizmini konu edindiği bu canlı sınıf çelişkileri potansiyelinden alır ve bu yaygın yelpaze üzerinde değiştirici yeteneği sergiler.

Devrimci siyaset, küçük burjuva kurnazlığından değil, bilimsel dürüstlükten feyiz alır ve gerçek yaşamla bağlar kurarak güce dönüşür

Canlı yaşam ve çelişkilerine hitap etmeyen bir siyasetin güç olması bir yana, diyalektik yasaya bağlı gelişen yaşamın gerisinde kalma kaderiyle ölü bir siyasete dönüşeceği aşikardır. Yaşamın gerçek hareketini, bu hareketin dinamik seyrine bağlı siyasi gelişmelerin dehlizlerinde yaşanan zengin çelişkileri okuyamayan devrimci politik öznenin ve kadrolarının siyasette yetkin pozisyon alması düşünülemez. Klişe ve hazır reçetelere bağlı rutin ezberlerin ve keskin lafazanlıkla tekrar edilen kuru-cansız repliklerin ileriye doğru yol almayacağı açıktır. Tutuk, pasif, kendiliğindenci ve özellikle karamsarlığın paslarına maruz kalarak körelmiş bilinçlerin ise, değiştirici devrimci pratik ve bunun siyasetinde varlık gösteremeyeceği de bir o kadar nettir. Siyasi cambazlıklarla yürütülen siyaset, özünde devrimci olmadığı gibi, devrimci gerçeklere çarparak çıktığı ipten aşağı düşmekten kurtulamaz. Devrimci siyaset, küçük burjuva kurnazlığından değil, bilimsel dürüstlükten feyiz alır ve gerçek yaşamla bağlar kurarak güce dönüşür. Değiştirme pratiğine bu yetenek zeminde ışık tutabilir.

Siyaset, ancak sınıflar mücadelesi yasası ve diyalektiğine bağlı yaşanan gelişim ve değişim dinamizmini takip ederse dogma olmaktan kurtulup canlı ruha kavuşur, etkili bir silaha dönüşebilir. Siyasetin somut güce dönüşmesi örgütlenmede oynayacağı rol ve mücadele pratiğinde ortaya koyacağı somut siyasi-örgütsel sonuçlarda yaşam bulur. Siyasetin somut güce dönüşmesi pratikleşen somut siyasetle mümkün iken, bu siyasetin kitlelerle buluşması ve onlar tarafından benimsenerek sahiplenmesi ise, siyasetin örgütsel-siyasi gücünü pekiştiren temel angajman olarak değer kazanır. Siyasetin başarısı kitlelerle kurduğu bağ ve onlara tesir ederek harekete geçiren yeteneğinde açığa çıkar.

Kitleleri kavramayan, onların çelişki ve sorunlarıyla ilgilenmeyen, gerçek yaşamlarına dokunmayan bir siyaset, karşılıksız kalmanın ötesinde, objektif gerçekten yalıtık soyut bir teori ve statik bir dogmadan ibaret kalır. Bunun tersine kitlelere dayanan, kitlelerden kitlelere siyasetini benimseyen siyaset tarzı, büyük bir zenginlik olarak somut gerekten beslenir ki, devrimci siyasetin temel gücü burada açığa çıkar. Kitle siyaseti asla kitle kuyrukçuluğu değildir. Aksine kitlelerin yaşayarak tecrübe ettiklerinden öğrenerek bu dağınık fikirleri formüle ederek kitlelere götürme temelinde onlara öğretmenlik yapmak devrimci siyasetin görevidir. Kitlelerle birleşen siyaset tarzı budur. Kitleleri dikkate almayan ve onlara öğrencilik yapmadan öğretmenliğe soyunmak, kitlelerden koparan elit ve üstenci siyaset tarzıdır.

Kitlelerin çelişkilerini anlamak için onlarla birlikte olup onlardan öğrenmek en sağlam siyaset biçimidir. Sınıf ilişkilerinden muaf olmayan toplumsal çelişki ve sorunlara doğrudan temas etmeyen bir siyaset; ne adına, hangi iddiayla ve hangi sınıf adına yapılırsa yapılsın, kitlelerle buluşmamış ve onları örgütlememişse boş bir söyleme dönüşmekten kurtulmaz. Salt teori üzerine kurulup somut yaşam gerçeğine dayanmayan bir siyaset, nesnel gerçeklerle bağdaşmayacağı gibi, objektiflikten kopup sübjektivizme saplanarak bilimsel niteliğini yitirir. Bunun gibi, salt ilke ve stratejinin kalıplarına sıkıştırılarak üretkenlik ve manevra esnekliği yok edilen siyaset de doğasından koparılarak daraltılmış ve dar döngüye hapsedilmiş olur ki, bu siyaset dogmatizmin terbiyesiyle başarısızlığa koşullanmış olur. Tersinden, ilke ve stratejiden muaf tutularak reel politiğe indirgenip günübirlik sorunlara endekslenen bir siyaset tarzının da başarı öyküsü yazması beklenemez.

Siyasetin başarısı kitlelerle kurduğu bağ ve onlara tesir ederek harekete geçiren yeteneğinde açığa çıkar

Strateji ile taktiği, ilke ile siyaseti karşı karşıya koymadan birbirini tamamlayan ve destekleyen unsurlar olarak mücadele pratiği içinde birleştirmeyen bir siyaset tarzı, tek ayak üstünde yürüyen özrüyle başarısızlığa mahkumdur. Değişmez sabit kalıplara sıkıştırılan statik siyaset tarzı ne kadar kısır ise, belirlenmiş ilke ve sınırları olmayan mezhebi geniş bir siyaset tarzı da o kadar kötürümdür. Kuşkusuz ki, “aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar elde etme beklentisi” şeklindeki kör ısrar ya da kısır döngüye dayanan tekerrürcü siyaset tarzının da tüm keskin slogancılığına karşın, akşam yattığı yataktan sabah başka bir yatakta uyanması mümkün olmaz.

Tekrardan kurtulmayan ya da tekrarı aşamayan bir siyasetin, bilimle bağdaşmayan bu mizacı nedeniyle devrimci şartlara paralel rotada gelişerek ilerlemesi ne kadar olanaksız ise, bağlayıcı ilke ve normları esnetip sınıf tutumundan uzaklaşarak popüler söyleme endekslenen bir siyasetin tökezlemesi de o kadar kaçınılmazdır. Devrimci teoriyi dogmalar yığını olarak kavrayan siyaset tarzının, diyalektik değişim ve gelişim sürecinden tecrit kalarak duvara toslaması ne kadar kaçınılmaz ise, değişim ve gelişim adına her eğilim ve esintiye açık kapı tutan eşiksiz geçiş zeminindeki liberal uzlaşmacılığa oturan ya da sivil toplumcu eğilim ve sağ tasfiyeci tüm burjuva ideolojik akımların tesirine kapılarak ilke mesafesi koymayan bir siyaset tarzı da iflas etmekten kurtulamaz.

Tam da bunlardandır ki, kimi sağdan kimi soldan da olsa, komünist ve devrimci harekette yaşanan kırılma ve savrulmalar, onlarca yıllık mücadele geçmişine damga vuran genel eğilim olarak yenilgi ve başarısızlıklarla dolu bir tecrübe bırakmıştır. Bu tarih boyunca yakaladığı kısmi başarı ve elde ettiği kimi kazanımlar ise, ampirik kalarak sistemli ve istikrarlı bir hat izleyememiştir. Kalıcı kazanımlar ise, ekseriyetle moral değerlere dönük ve politik ajitasyonla sınırlı olup, direnişçilik, kahramanlıklar, mücadelecilik, kararlılık, bedel ödeme, zorlukları göğüsleme erdemleriyle yetinen pratiği geçmemiştir ki, bunların kendi başına devrimi geliştirmeye yeterli olmadığı aşikardır. Öte taraftan, bu fedai mücadele pratiğinin gerici sınıf iktidarları üzerinde basınç yaratmasından haklı olarak söz edilebilir. Fakat bütün bunlar, ağır bedellerle verilen tarihi mücadele pratiğine orantılı sonuçlar olmadığı gibi, devrimin geliştirilmesi ve devrimci mücadelenin ilerlemesi bakımından da elde edilmesi gereken kazanımları karşılayan yeterlilikte değildir.

Büyük mücadeleler verilip ağır bedeller ödendi fakat bunlara denk gelen somut sonuçlar elde edilemedi. Elde edilen somut mevzi ve kazanımlar da korunup sürdürülemedi. Çünkü, devrimci hareket somut siyaset yöneliminde bilinçli bir plan ve program temelinde, somut hedef ve somut görevlere odaklanan bir kazanma siyasetinden ziyade, esasta kendiliğindenci bir hat izledi. Devrimci hareketin omurgasını oluşturan parti ve örgütlerin devrim programları ve somut planına sahip olmadan yıllarca el yordamıyla yürüyen realitesi bunu doğrular. Devrimimizin ve devrimci hareketin bugünkü cılız örgütsel durumu bunu teyit eden bir gerçekliktir.

Eylemden eyleme koşan bu geçmiş mücadele pratiği, çoğu kez siyasi iktidar bilincinden yoksun ve devlete karşı mücadeleyi unutarak sivil faşistlerle çatışmaya odaklanırken, mücadelesinin stratejik hedeflerine uygun konumlanmadığı gibi, mücadelesinin tecrübesini muhasebe etme ve mücadelesine yol çizip yön verme konusunda kendiliğindenci hat izlemiştir. Daha derin olarak devam eden kendilğindenciliğin bir biçimi ise, siyasetle silah arasındaki ilişkiyi doğru kurmayarak salt askeri bakış açısıyla eylem peşinde koşmayla meşgul olmuş, eylem ve mücadele pratiğini bilinçli bir yönelimle yürütüp esasta somut kazanıma dönüştürememiştir.

Başarısızlık veya gelişip ilerlememe tablosu bu çerçevede ve daha fazlasında anlam kazanarak vücut bulmuştur. Başarısızlıkları perçinleyen diğer temel unsur ise, alınan ağır örgütsel darbe ve yenilgi şartları olmuştur. Ki, bu şartlar örgütsel güçte yaratılan ağır tahribatlardan öteye, ideolojik-siyasi kırılmalara yol açan gizli tasfiyecilikteki rolüyle önem taşırlar. Sağcılık ve pasifizmin gelişmesiyle birlikte, militan pratik ve devrimci duruştaki zayıflık, kararsızlık ve feda ruhundan yoksunluk, gerileme ve kan kaybı gibi bir dizi sorun bu yenilgi şartlarının gerçek tasfiyeci sonuçlarıdır. Yenilgiden zafere çıkmak mümkün olsa da yenilgiyi göğüsleyen dinamizm olmadan zafer yakalanamaz. Yenilgi ve başarısızlık koşullarının adeta müzminleşerek dönemlere damga vuran bir süreç olarak devam etmesi, militanlığı besleyen değil, tasfiyeciliği besleyen zemin olarak işlev görür. O halde yenilgi ve başarısızlık rutininden çıkan bir siyaset yöneliminin benimsenmesi elzemdir. Kazanma siyasetini benimseyerek uygulamak sıra dışı değil, devrimci siyasetin ta kendisidir. Kazanma siyasetiyle durumu düzeltmek tamamen mümkündür…

Görev devrimci örgüt ve mücadele yeteneğini büyüten siyaset tarzıyla siyasi iktidar perspektifini yaşam pratiğine geçirmektir

Devrimci hareketin kazanma-kaybetme serüveni, yukarıda işaret ettiğimiz sağ tasfiyeci liberal sapmalara dayalı stratejik ve ilkesel hatalarından beslendiği gibi, dar grupçu, sol sekter, kısır, dogmatik, ben merkezci ve gelişmeye kapalı statik anlayışlar temelinde cereyan eden bir dizi pratik sorun ve kısır döngüyü aşmayan siyaset tarzına da dayanmaktadır. Bütün bunlar, örgütlenme sorunu, örgüt niteliği ve örgütsel güç olma problemlerine yol açarak, mücadelenin önünde ciddi birer soruna dönüşmektedir. Devrimci militanlığın, feda ruhunun ve eylemci pratiğin paslanması, kararlı devrimci kişilik ve tutarlı devrimci tavrın eriyerek kan kaybetmesi, mücadele ve örgütlenme pratiğinde aşılmayan vasatlığın esas sebebi bu zemindir.

Devrimci hareket ve siyasetin başarısızlıklar ve yenilgilerle dolu olan karnesi bugününü koşullayan etmenlerin başında gelir demek yanlış olmayacaktır. Yeterli tecrübe ve birikim kazanılmış, ileri adımlar atılmaya başlanmıştır. Bunların geliştirilmesi ise zorunludur. Sönümlenmeye yüz tutmuş ideolojik mücadelenin siyaset sahasına daha etkin olarak alınması da bu gelişim çizgisinin başka bir ihtiyacıdır.

Siyasetin kendiliğinden edindiği ya da aldığı görevlere bağlı olarak, siyasi birikim ve örgütsel tecrübeler elde ederek somut kazanımlar temelinde ilerleme sağlamak mücadelenin mantığıyken, mücadelenin geliştirilmesinin bu yoldan geçtiği unutulmamalıdır. Şimdi siyasi gelişmeleri basamak yaparak ortaya çıkan devrimci şartları militan mücadele biçimleriyle ilerletip devrimi büyütmenin zamanıdır. Görev devrimci örgüt ve mücadele yeteneğini büyüten siyaset tarzıyla siyasi iktidar perspektifini yaşam pratiğine geçirmektir…

Önceki İçerikKuruluşundan Beri Çoklu Soykırımlara Önderlik Etmiş Bir Partinin Muhataplarıyla Helalleşmesi Mümkün Müdür?
Sonraki İçerikİdare-i Maslahatçılık mı, Örgütsel Devrimci Atılım mı?