Burjuva sistemin krizi ve klikler arası iktidar çatışmasının doğumu olarak darbe!

Bugünkü darbe, sınıf hareketinin gelişmesi esasına değil, komprador tekelci burjuva kılikler arası iktidar paylaşımı veya çatışmasına dayanmaktadır.  Burjuva sistem ve özelliklede faşist devlet ve yönetim biçimlerinin hüküm sürdüğü koşularda darbe, emperyalist güçlere bağımlı farklı komprador tekelci burjuva veya aynı güçlere bağlı farklı kilikler arası iktidar çatışmasının bir durağı ya da belli şartlardaki çatışmanın göreli bir çözüm biçimi olarak yaşanır. Burjuva sistem darbelerin rahmidir ve gerektiğinde bu doğumu yapar, yapmaktan sakınmaz

HABER MERKEZİ (11.08.2016) – Gazetemizin 127’nci sayısında yer alan “Burjuva sistemin krizi ve klikler arası iktidar çatışmasının doğumu olarak darbe!” başlıklı yazıyı okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Özü “burjuva demokrasisi”nin geliştiği iddiası veya kanaatine dayanan “darbeler dönemi kapanmıştır”, “artık darbe olmaz” şeklindeki yanılgılı ya da bilinçli manipülati ve tez pratik olarak çöktü. Görüldü ki, tüm yanılsama ve soyut değerlendirmelerin tersine darbe olur, olabilir ve darbe dönemi kapanmamış. Çöken teze karşın doğrulanan darbeler mümkündür gerçeğinin arka planı, bir; emperyalist güçler ve bunlara bağımlı yerel işbirlikçilerinin iktidar dalaşına dayanır ve iki; devrimci sınıf hareketinin ciddi gelişmeler göstererek geniş halk muhalefetinin iktidarı baskı altına alıp tehdit durumuna geldiği koşullara dayanır. Demokrasi ve burjuva demokrasisinin olmayıp faşist devlet ve yönetimin olduğu gerici sistemlerde darbelerin gündeme gelmesinin potansiyel alt yapısı genel olarak vardır. Emperyalist dünya sistemi, bu sistemin tahakkümü altında ve bunlara bağlı biçimlenen sınıf iktidarları ve temsilleri olduğu müddetçe, darbeler burjuva klikler arası iktidar dalaşının ürünü olarak gündeme gelirler, dahası devrimci hareketin gelişme boyutu da aynı biçimde darbeleri olanaklı kılmaktadır. Bu darbeler, açık askeri faşist darbeler, sivil-siyasi darbeler veya yumuşatılmış ifadesiyle “post modern” denen ve belli özgün biçimler barındıran türden olsun değişik biçimlerle gündemdedir ve kapanmış bir dönem olarak telakki edilemezler. Bugünkü darbe, sınıf hareketinin gelişmesi esasına değil, komprador tekelci burjuva kılikler arası iktidar paylaşımı veya çatışmasına dayanmaktadır.  Burjuva sistem ve özelliklede faşist devlet ve yönetim biçimlerinin hüküm sürdüğü koşularda darbe, emperyalist güçlere bağımlı farklı komprador tekelci burjuva veya aynı güçlere bağlı farklı kilikler arası iktidar çatışmasının bir durağı ya da belli şartlardaki çatışmanın göreli bir çözüm biçimi olarak yaşanır. Burjuva sistem darbelerin rahmidir ve gerektiğinde bu doğumu yapar, yapmaktan sakınmaz.

Tarihsel deneyim ve tecrübeler göstermiştir ki, egemenlik burjuva sınıfların elinde olmasına rağmen, egemenliğin kendi içinde dahi iktidar mücadelesinin sürekli yaşandığı ve bu mücadelenin gelişiminin belli bir aşamasında nitelik değiştirerek silahlı-kanlı biçimlere bürünebilmektedir. Egemen sınıf olarak burjuvazi yekpare bütün bir sınıf değildir, kendi içinde sermaye birikimine paralel olarak bir kesimi ve o kesimin çıkarlarını ifade eden kliklerden oluşur. Kliklerin bu varlığı egemen sınıflar içinde hakimiyet-iktidar mücadelesini sürekli canlı kılar. Kliklerin egemenlik içinde edindikleri yerlerin korunduğu ve birbirlerinin çıkarlarının önü kesilmediği sürece -ki bu hukuksal-yasal düzenlemelerle belli bir düzene konur- egemen sınıflar arasındaki ilişkiler olağan bir seyir izler. Belirlenen bu çerçevenin dışına çıkıldığında ve egemenler arasındaki hâkimiyet savaşında birbirlerinin çıkar alanlarına nüfuz edildiğinde ve egemenler arasındaki çıkar ilişkilerini belirleyen yasal düzenlemeler alt üst edilip boşa çıkarıldığında, anlaşılmalıdır ki, egemenler arasındaki mücadele şiddetlenmekte ve farklı bir evreye evrilme dinamikleri taşımaktadır.

 

Kemalistlerle Erdoğan-AKP kliği arasındaki mücadelenin geçirdiği safhalar buna örnektir. Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy vb. operasyonlar, Emniyet-MİT’teki düzenlemeler, YÖK, MEB’de yapılan atamalar ve düzenlemeler buna örnektir. Bu örnekler çoğaltılabilinir. Esas olarak egemen sınıflar içinde öne çıkan ve hakimiyet-iktidar mücadelesi veren iki klikten bahsedilebilinir. Bir taraf, kuruluşundan itibaren devlete hakim olan Kemalistler ve bunların temsil ettiği sermaye çevresi, diğer tarafta Kemalistlerle mücadele içinde sürekli varlığını koruyan, bir dönem (DP dönemi) ve devamcısı guruplar günümüzde ise Erdoğan-AKP kliği olarak siyaset sahnesinde görünen çevredir. Başka klik ve sermaye çevreleri de vardır. Fakat bunlar sürekli diğer kliklerin yedeğinde kalmışlar ve çıkarlarını korumaya çalışmışlardır.

Kemalistlere karşı hakimiyet mücadelesi veren AKP’de kendi içinde bir çok kliğin çıkarlarını temsil eden siyasi bir oluşum olarak 2002’de seçimlere katılmış ve oy çoğunluğuyla hükümet olmuştu. Kendi içindeki farklı kliklerin varlığına rağmen iktidar olan Kemalistler karşısında güçlerini birleştirmişler-koalisyon yapmışlar ve kendi aralarındaki çelişkileri geri plana almışlardı. Ne var ki, Kemalistler karşısında güçlendikçe ve egemenliklerini pekiştirdikçe iktidara oturmanın sağladığı avantajlardan-olanaklardan faydalanma ve kendi klik çıkarlarını üstün tutma noktasında kendi içlerindeki çelişkiler su yüzüne çıkmaya başlamış, AKP içinde tasfiyeler başlamıştı. 17-25 Aralık 2013 tarihi ise AKP içindeki mücadelenin alanen dışa vurumu, AKP’ye hakim olma savaşıydı.

Görüldüğü üzere AKP içinde Gülen Cemaati karşısında Erdoğan’ın temsil ettiği klik üstünlüğü ele geçirdi ve hem AKP içindeki hem de devletin temel kurumlarındaki Gülen yanlılarını tasfiyeye yöneldi. 17-25 aralık 2013’ten başlayarak devam edegelen Gülen cemaatinin AKP ve devlet bürokrasisindeki uzantılarını-örgütlenmesini tasfiye etme girişimi bugünlere kadar geldi ve 15 Temmuz’daki kalkışmayla da yeni bir aşamaya evrildi.

Belirtmek gerekir ki, ileride sonuçları daha iyi görülebilecek ve daha tam-net ifadeler kullanılabilecek bu 15 Temmuz kalkışmasının tek başına Gülen Cemaati’yle açıklamak yetersiz kalacaktır. Esas olarak Gülen Cemaati’nin bir girşimi olarak değerlendirilse de, 15 Temmuz sonrası yapılan tutuklamalar, açığa almalar, tasfiyelerin Gülen Cemaati’yle sınırlı olmadığıdır. Erdoğan-AKP iktidarına karşı diş bileyen Gülen Cemaati dışındaki bazı kesimlerinde işin içinde olduğudur.

Bu noktayı geçerken şunu önemle belirtmek gerekmektedir. Darbeler dönemi bitmiştir belirlemesinin gerçeği yansıtmadığıdır. Niteliği faşist olan devletlerde ise genel kuraldır. “TC” Devleti’nin bu niteliğini gözardı ederek “darbeler dönemi bitmiştir artık” demek ajitasyondan başka bir şey ifade etmez. Genel olarak koşullara, gelişmelerin seyrine, güçler arasındaki ilişkilere, mücadelenin aldığı boyuta, uluslararası koşullara-desteğe vb. bağlı olarak darbeler olasıdır. Zemini zayıf veya güçlü olabilir, bu ayrı bir konudur. Bu durum darbe olasılığını ortadan kaldırmaz. Devlet bürokrasisinde ayrıcalıklı kesimler oluştukça ve bu kesimler ayrı güç odakları olarak imtiyazlar elde ettikçe gelişmelerinin bir aşamasında bu güç odakları imtiyazlarını-çıkarlarını büyütmek-genişletmek isteyeceklerdir. Ve bu istem mücadelesi tıkandığı yerde başka bir yöne evrilecektir. Özellikle ve esas olarak elinde silah olan güçler bu gerçeği sürekli canlı kılmaktadır.

Yalnız Türkiye-Kuzey Kürdistan halkları değil, darbeler yaşamış tüm dünya halklarının bu nasıl bir “darbe” dediği kesindir. Amatörce ve acemice girişilen bir kalkışma olarak tarihe geçen ama sonuçları itibariyle Erdoğan-AKP iktidarının yeniden tahkim etmeye çalıştığı koyu faşizmin önünü daha da açmakla kalmayıp bu “yeni” faşizmin tabanını da örgütlemeye büyük bir zemin sunan bir özellik taşıdığını özellikle belirtmek gerekir.

Özellikle 17-25 Aralık 2013 sonrasında devlet bürokrasisi içinde başlayan, esasını Gülen Cemaati çevresinin oluşturduğu ama Erdoğan-AKP karşıtlarını da teğet geçmeyen tasfiyeler, 2016 yılı ile birlikte boyutlanmış, Ağustos ayında yapılacak olan YAŞ toplantısıyla ve yargı ve üniversitelerde yapılacak büyük tasfiyelerle yeni bir boyuta evrileceği iktidar tarafından bir süredir dillendirilmekteydi. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Erdoğan-AKP kliği büyük bir “temizlik hareketi” planlamış, gerekli hazırlıkları yapmış, listeleri hazırlamış yalnızca zamanını beklemiştir. Ki, 15 Temmuz gece yarısı yargının hemen tutuklamalara başlaması, arama kararları çıkarması ve devam eden günlerde 50.000’leri gecen bir sayıya ulaşan tutuklama, açığa alma, gözaltı, arama kararı, tasfiyeler listelerin çok önceden hazırlandığını da doğrulamaktadır.

Erdoğan-AKP iktidarı, iktidarını daha da güçlendirmek ve Erdoğan’ın mutlak otoritesini tartışmaya mahal vermeyecek şekilde oturtmak, dahası faşizmi daha koyu bir şekilde yeniden tahkim etmek için ordu, yargı, YÖK, MEB, İç İşleri vb. yerlerde yapmak istediği tasfiye hareketinin sorunsuz gerçekleşeceğini beklemek gerçekçi olmazdı. 15 Temmuz’da yaşanan kalkışma “Allah’ın büyük bir lütfu” olması itibariyle Erdoğan-AKP kliğinin imdadı olmuştur. Bu anlamıyla tartışmaya açık bir kalkışma olarak da gündemi meşgul edecek bir yerde durmaktadır.

Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla tartışılacak yanları çoktur. MİT saat 16.00 gibi kalkışma hakkında bilgi almasına ve bu bilgiyi Genel Kurmay Başkanı’yla paylaşmasına, Genel Kurmay Başkanı’nın bu noktada tedbir geliştirmeye çalışmasına rağmen Erdoğan’ın bu kalkışma girişimini kalkışma başladığı saatlerde ve eniştesinden öğreniyor olması benim “karakutum” dediği H.Fidan’ın pozisyonunu tartıştırdığı gibi Genel Kurmay Başkanı’nı da tartıştırmakta, her ikisinin ( MİT ve GKB dahil) Erdoğan’la ve AKP ile ilişkilerini de sorgulatan-tartıştıran bir yerde durmaktadır.

Yine hem Erdoğan’ın, hem Genel Kurmay Başkanı’nın hem de yetkili bazı bürokratların en yakınındaki yaverlerden kalem müdürlerine kadar bir çok kişinin 15 Temmuz sonrası tutuklanması dahi bu kalkışmaya gizem katan bir durumdur.

MİT’in saat 16.00 civarında Genel Kurmay Başkanlığı’na bilgi vermesi ve devam eden süre içinde GKB’nın tüm uçuşları yasakladığı yönünde talimatlar vermesine rağmen Hava Kuvvetleri üst yönetiminin bahsi geçen düğünde eğlenmeye devam etmeleri de ayrı bir konu. Tüm uçuşlar durduruluyor, olağanüstü gelişmeler oluyor fakat hava Kuvvetleri Komutanlığı kendi ilgi alanı olan bu gelişmelere rağmen düğünden ayrılmıyor.

Anlaşılan odur ki, ister istihbarat zaafı olarak lanse edilsin isterse “erken doğum” için bilinçli olarak bilgi sızdırılmış olsun, amatörlüğüyle tarihe geçen bu kalkışma Erdoğan-AKP kliğine karşı gelişmiş ve gerçekleştiği anda Erdoğan-AKP karşıtlarını da yanlarına çekeceği varsayımı üzerine planlanmıştır. Darbeler ülkesi olan Türkiye-Kuzey Kürdistan, darbe yapacak olanlara “nasıl” yapılacağına yönelik “tecrübeler” sunmaktadır. Anlaşılan bu “tecrübeden” faydalanılmamış, kalkışma planı detaylandırılmamış, halk desteğinin nasıl alınacağı üzerine kafa yorulmamış, doğallığında da baştan kaybetmeye aday olunmuştur.

Egemen sınıflar arasındaki iktidar dalaşının keskinleşmesi sonucu gündeme gelen bu türden darbe-kalkışmalarda taraf olmak, “öyle olmaz, böyle olur” gibi analizlerde bulunmak devrimcilerin işi ve görevi de değildir. Fakat ezilen halklar üzerinde oyun üzerine oyun oynayan, manipülasyonlarla egemen sınıfların kendi aralarındaki çatışmalarında taraf olmalarını sağlamaya yönelik girişimler-planlar üzerine analiz ve tespitlerde bulunmak, bunları deşifre ve teşhir etmek bu doğrultuda halkları uyarmak devrimcilerin işidir, görevidir. Göründüğü kadarıyla bu kalkışma, içinde bir çok soruyu, şaibeyi barındırmaktadır. Manipülasyonlarla, algı yönetimiyle kitleler başka şeylere yönlendirilerek kitlelerin bunları görmesi, sorgulaması engellenmeye çalışıldığı ortadadır.

İlerleyen günlerde bunlar sorgulanmaya başlandığı oranda, bunları sorgulamaya, teşhir etmeye çalışanların nasıl bir uygulamaya-zora maruz kalacağını göreceğiz. Bizim yaklaşımımız elbetteki bu karmaşık-kirli ilişkileri gündem yapmak değil, fakat halk kitlelerini nelerin beklediğini, bununla nelerin hayata geçirilmek istendiğini anlatmak, uyarmaktır.

Bir tarafta devlet iktidarı üzerinde hakim olan Erdoğan-AKP kliği, diğer tarafta ise esas olarak bugüne kadar iktidar mücadelesinde Erdoğan-AKP kliğiyle birlikte hareket eden fakat bir süre sonra iktidar ve rant paylaşımında çelişkiye düşerek tasfiye edilen-edilmeye çalışan tarafların-güçlerin bulunduğu bu gerici boğazlaşmada taraf olmak işçi sınıfının, emekçi halkların, ezilen kürt ulusu ve diğer azınlıkların, ezilen inançların, kadınların, gençlerin vb tüm ezilen emekçi kesimlerin çıkarına değildir. 

Önceki İçerik15 Temmuz darbe girişimi ve AKP-Erdoğan diktatörlüğünün karşı darbesi!
Sonraki İçerikTeslim olmama geleneğini yaşatan destansı direniş; 13’ler!