Bombaların dili var ve konuşurlar

Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim ve demokrasi güçleri olarak AKP faşizmini alt edemezsek bizleri bekleyen IŞİD barbarlığıdır

HABER MERKEZİ (22.01.2006) – Son altı içerisinde Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın merkezi kentlerinde demokratik kitle gösterilerine ve bir turist grubuna dönük olarak yapılan saldırılarda 600’e yakın insan yaşamını yitirdi.

Geniş bir lojistik desteği ve saha deneyimi olmayan bir saldırgan gücün tüm örgütlenmesini güvenlikçi politikalara göre dizayn eden “TC” Devletinin açık bir göz yumması olmadan bu boyutta saldırılar yapmasının imkanı yoktur. Ve hatta bu bir göz yummadan daha ileri bir boyutta açık bir işbirliği boyutuna varmıştır.

Siyasal tarihimizde kitlelere dönük katliamların kronolojisine bakmak ve o dönemim siyasal atmosferini araştırmak bugünün faillerini görmek için yeterlidir.1977 1 Mayıs’ı, Gazi Mahallesi, Ümraniye ve Sivas katliamları.. Tüm bu katliamların gelişen kitle hareketinin politikleşmesi ve devrimin geniş kesimlerin zihnine somut bir olgu olarak girdiği döneme denk gelmesi elbette ki tesadüfi değildir.

Burjuvazi de kendinden önceki tüm egemen sınıflar gibi komplocudur. Geniş kesimlerin emeğini gasp etme üzerine kurulu bu çark kendiliğinden dönemeyecek kadar çarpıktır. İmtiyaz sahipleri bu ayrıcalıklarını koruma noktasında halkın algı ayarları ile oynamak zorundadır. Bu ise farklı tüm seslerin susturulması ile mümkündür. Çünkü tek bir kıvılcım alt eder geceyi.

Muhaliflere yönelik sistematik komplolar AKP ile birlikte devletin günlük siyaseti haline gelmiştir. Geçmişte dönemsel bir siyaset olarak izlenen bu hat artık farklı bir şekil alıyordu. Göçük altında kalan işçilere “Hükümeti yıpratmak için yaptılar” diyebilecek kadar bir çılgınlık noktasına varmaları fazla sürmedi. Artık “çocuklar ölmesin” demenin bile teröristlik emaresi sayıldığı bir acayip ülkedir burası. Bundan sonrası tarih kitaplarında “Bir Zorbanın Koltuk Savaşı” olarak yerini alacak bin bir rezilliktir

68 gençlik hareketinin popüler sloganlarından biri de “Özgürlük kaldırım taşlarının altındadır.”dı. Sokağa çıkan insanlar yalnız olmadıklarını görür. Egemenlerin dediği gibi herkesin mutlu olmadığını görür. Algı araçları ile pompalanan sahte gerçekliğin maskesi paçavra olur. X metre kare beton yaşam alanlarında banka kredileri ile tutsak birbirinden izole ve geleneksel komşuluk ilişkileri dahi yok edilen insanlar güçlü ve çok olduklarının farkına varır sokakta. Evlilik programları, yaldızlı boyalı diziler buhar olur sokakta. Faşizm hiç sevmez sokağı. Sokak demek kontrolün kaybedilmesi, tehlike çanlarının çalmasıdır.

Güçlüden yana olma düşün dünyası gericileştirilen toplumların en belirgin refleksidir. Yahudi soykırımına sessiz kalan Alman Ulusu, Kızılderili soykırımına “Bizde payımızı alalım” diye atlayan yoksul Avrupalıların açgözlülüğü, Ermeni Soykırımına amalı-fakatlı bahaneler üreten “demokratlar”. Hepsi aynı trenin farklı vagonlarında yol alan modern zaman barbarlarıydı..

IŞİD katliamları ile birlikte emperyalistler yeni bir cani tetikçiye kavuşuyordu. Bu tetikçinin yayacağı vahşetle tüm dünyadaki güvenlikçi politikalar pek tabi meşruiyet kazanacaktı. Silah tekelleri devletler, topluluklar kendilerini “savunabilsin” diye silah satılabilecekti. 2015 yılı içerisinde tüm dünyada 400 milyar USD tutarında silah satışı yapılıyordu. “TC” devletinin 3,5 milyar USD için tüm Suriyelileri alma hevesi düşünüldüğünde bu paranın büyüklüğü daha iyi anlaşılabilecektir. İngiltere Devlet Başkanı Churchill’in geçen yüzyıl “Bir damla petrol bir damla kandan kıymetlidir” ifadesinde olduğu gibi bu yüz yılda petrol insan kanından kıymetliydi yine.  Yüzyıl önce İngiltere’nin masa başında cetvelle çizerek dizayn ettiği Ortadoğu şimdi Amerika’nın çıkarlarına uygun olarak yeniden dizayn ediliyor. Renk renk devrimler, baharlar ve IŞİD sihirli bir şapkadan çıkmışçasına ortaya saçılıyordu.

“TC” Devletinin IŞİD’le ilişkisi sahneye çıktığı ilk günden itibaren stratejik olmuştur. Ama bu hiçbir zaman karşı karşıya gelmeyecekleri anlamına da gelmemektedir. Konsolosluk baskını bir yönüyle bu konuda yapılmış bir balans ayarıydı. Uzlaşı ve esir takası sonrasında sıra diyet ödemeye gelmişti.

TİP deneyimi üzerinden neredeyse 40 yıl geçtikten sonra demokratik siyaset alanında HDP ile ilk kez benzer hatta daha ileri bir düzey yakalanıyordu. Siyaset sokakla birleşiyor, politikleşiyordu. İşte tam bu nokta da IŞİD koltuk değneği olarak hâkim sınıfların talimatıyla harekete geçirildi. Suruç, Diyarbakır ve Ankara saldırıları ile demokratik siyaset sokakta ses çıkaramaz kılınmaya, her şeye rağmen ısrar edilen eylemlerde “güvenlik sıkıntısı var” denilerek üstü kapalı bir tehdit siyaseti hayata geçiriliyordu. İnfazlarını kamera sistemleri kurarak canlı yayınlayan, dekor sahne vb. hazırlıklar yaparak vahşi infazlar yapar, her saldırını üstelenen ilgi canavarı  IŞİD her ne hikmetse bu üç saldırıyı üstlenmiyordu. Zira gerek yoktu bunlar büyük abi AKP için yapılan birer jestti sadece. İsrail Savunma Bakanı Yaloon geçen hafta “İran ve IŞİD arasında tercih yapmam gerekse düşünmeden IŞİD’i  seçerim” açıklamasını yaparken bu yapılanmanın içeriğini de itiraf ediyordu bir yönüyle.

Tüm bunların dışında farklı olarak Sultanahmet saldırısı hızlı bir şekilde üstlenildi. Bu saldırı değişen güç dengeleri karşısında “TC” Devletinin siyaset değiştirme ihtimaline karşı yapılmış bir uyarıydı sadece. Söz konusu IŞİD olunca uyarı yöntemi doğal olarak böyle barbarca oluyor. “TC” Devletinin emperyalist AB-ABD koalisyonuna daha ne kadar ayak direyeceği muamma fakat böylesi bir uzlaşı sonrasında faturanın masum sivillere çıkacağını öngörmek için kâhin olmak gerekmemektedir. Toplamda 100 bin civarında savaşçısı olduğu tahmin edilen IŞİD içerisinde 4-6 bin arası Türk vatandaşı olduğu düşünülüyor. Bu realite bile başlı başına Kobane ve Rojava’nın bizler açısından nasıl bir sigorta olduğunu anlamaya yeter.

Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim ve demokrasi güçleri olarak AKP faşizmini alt edemezsek bizleri bekleyen IŞİD barbarlığıdır. Büyük şehirlerdeki devrimci güçlerin etkin olduğu semtleri belki Sur gibi tanklarla vurmazlar ama şu çok açık ki IŞİD saldırıları ile oraları yaşanmaz hale getireceklerdir. Devrimciliğin ezilen ulusa karşı sorumluklarını bir kenara bırakıp sırf böyle dar bir çerçeveden bakıldığında bile direnişin önemi anlaşılacaktır. Kuzey Kürdistan direnişini güçlendirecek AKP’yi geriletecek her türlü eylem bugün için yakıcı önemdedir. Taksim-Tünel-Galatasaray, afiş, pankart, slogan  artık günü kurtarmaya bile yetmez. Şairin dizeleri bu dönemim devrimcilerine rehber olsun. “yaşamını sürdürebilmek için/ ya örs olacaksın ya da çekiç./ örs olacaksan sert duracaksın/çekiç olacaksan sert vuracaksın./ ama asla arada kalmayacaksın.”

 

Önceki İçerikYeniden ‘yeni’ anayasa tartışmaları
Sonraki İçerikGüney Kürdistan’da bağımsız Kürdistan tartışmaları