HABER MERKEZİ (04.06.2014)- Yaşamda sosyal düzen, intizam sağlama iddiası olan her aygıt, ideoloji, parti, devlet vs gerçek niteliğini, adalet anlayışıyla açığa vurur. Bir devletin ya da örgütün ihanete- haksızlığa uğrama hezeyanı / gerçekliği veya kendisine tabi insanların haklarını koruma gerekçesiyle karşıtlarına takınacağı ve reva göreceği tutum onun adaletidir. Adalet sadece ceza değil, ödülü de kapsar. Bu adaletin niteliği, adalet sağlayıcının ideolojisi ve sınıfsal tavrıyla belirlenir. Hiçbir ideoloji veya sosyal grup, kendi ideolojik yeterliliğinin üstünde bir adalet anlayışı savunamaz ve sergileyemez. Bu durum salt adalet anlayışı için değil, tüm refleks ve davranışlar için de geçerlidir.
Gerici, faşist bir sistemin halklara adalet ve huzur dağıtması mümkün değildir. Örneğin, kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir yerde, işçi emeğinin sömürülmediğini iddia etmek akılcı mıdır? Örneğin, şeriatın hüküm sürdüğü bir ülkede kadınlara, gayrimüslimlere, eşcinsellere, devrimcilere vs adil davranılması mümkün müdür?
Devlet en sert önlemleri, daima kendi varlığını tehdit eden akımlara veya kişilere karşı almıştır. Onun için milyar dolarların çalınması, siyasi yolsuzluklar vs çok da kayda değer şeyler değildir. Ancak üretim ilişkileri üzerinden yapılan eleştiriler ya da adil bir yaşam talebi, onun için en sert önlemlerin alınması gereken sorunlardır. Bu nedenledir ki, güçler arası eşitsizlikler dahi dikkate alınmadan, basit bir üretim atölyesindeki işçi eylemi bile çok ciddi bir refleksle karşılaşıyor, işçiler darp edilerek gözaltına alınıyor. Sonrası ise herkesin malumu…
Tutsaklar cezalandırılmak isteniyor
Adil ve yaşanılır bir dünya isteği ve bu istek için mücadele etmek “adaletin” olmadığı ülkelerde en insani tepkidir ve meşrudur. Yüzlerce, binlerce devrimci, demokrat, sosyalist ve yurtsever tutsak, işte bu insani tepkiyi göstermiş ve karşılığında “adalet dağıtıcılar” aracılığıyla, bedensel olarak özgürlüklerinden olmuştur. Her ne kadar alıkoyma ve yalıtma belli bir hukuki ritüele göre yapılıyor gibi görünse de, esasen tüm bu süreç direkt cezalandırmanın bir biçimi olarak işletilmektedir. Örneğin, gözaltı sürecinden önce başlayıp hapishanede sona eren tüm basamaklar bireyler için birer ceza yöntemi halini alabiliyor. Hatta bireyler “sağlıksız ve insani olmayan koşullarda bırakılmak” suretiyle başka bir şekilde de cezalandırılmaktadır. Yazımızın konusu nedeniyle cezalandırmanın sağlıkla ilgili olan kısmına değineceğiz.
Belirttiğimiz gibi, hapishaneler, tutuklu ve hükümlüleri sağlıklarından ederek cezalandırmanın en ağır şeklini yaşatmaktadır. Uzun yıllar sağlıksız koşullarda tutulan bireyler kaçınılmaz olarak ve kimi zaman yaşamlarına mal olacak sağlık sorunlarıyla cebelleşmektedir. Öncelikle mevcut koşulları, uygulamaları, bu koşullarda bireyleri bekleyen sağlık sorunlarını ve önerilerimizi paylaşalım. Türk Tabipleri Birliği, Türkiye İnsan Hakları Derneği ve İnsan Hakları Derneği başta olmak üzere kimi örgütler, hapishanelerle ilgili çok sayıda inceleme yaparak rapor düzenleyip kamuoyuyla paylaştı. Hapishane koşullarıyla ilgili bilgilerimizin kaynağını bu raporlar ve tutuklu ve hükümlülerin yazı-mektupları oluşturmaktadır.
Devrimci irade teslim alınamaz
İnsan sağlığı, genetik özellikler göz ardı edilirse, yaşam ortamından bağımsız değildir. Hatta kişinin yaşayışı ve yaşam koşullarıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Bu mantıkla değerlendirildiğinde, tutuklu ve hükümlü bireylerin fiziki ve sosyal yaşam alanlarını bilmek, sağlık durumları veya gelecekte kendilerini bekleyen sağlık sorunlarıyla ilgili tahminlerde bulunmamızı kolaylaştıracaktır. Hapishaneler, nezarethaneler, mahkum koğuşları, revirler vs vs ayrı ayrı incelendiğinde ciddi sağlık sorunları oluşturacak şartlara sahip olduğu bilirkişilerce defalarca tespit edilmiş ve kamuoyuna deklere edilmiştir.
Tecrit ve tretman politikalarıyla hedeflenenler
Hapishaneler, yapılma amaçları ve gerekçeleri gereği, kişiyi yalıtma, tecrit etme, cezalandırma ve tredmana tabi tutma amacı gütmektedir. En ince ayrıntısına kadar planlanan tüm koşullar, bireyi pişman etmeye, bireyin iradesini kırmaya ve güce itaat etmesine yönelik dizayn edilmiştir. Orada insancıl bir çaba veya önlem yoktur. Alınan tüm önlemler yine sistemi korumaya yöneliktir. Hapishanelerin ne kadar modern tesisler (!) olduğuyla övünen siyasiler / bürokratlar, insanlarla dalga geçercesine F tipi hapishaneleri villalarla eş tutmuştu. Oysa bizler her iki katlı yapının villa olmadığını çok iyi biliyoruz, bunu öğrettiler. Yapılış mantığı ve fiziki yapısı itibarıyla zaten ciddi bir ceza şekli olan hapishaneler, adalet mercilerince eklenen kimi uygulamalarla iyice yaşanılamaz hale gelebilmektedir. Hapishanelerde tutuklu ve hükümlü bireylerin karşılaşabilecekleri sağlık sorunlarını tartışırken, öncelikli olarak meselenin psikolojik boyutuyla başlamak daha çarpıcı olacaktır. Hapishanelerde uygulanan en büyük işkencelerden biri hücre cezası veya kişiyi herhangi bir şekilde yalnız bırakmaktır. Zaten toplumdan yalıtılmış bireyin, hücre cezası gibi uygulamalarla bir kez de içeride tecride maruz kalması, o bireyin çok ciddi psikolojik problemler yaşamasına sebep olmaktadır. Birey dışsal uyaranlardan mahrum bırakıldığında, iç dünyasına ait uyaranları (hayaller, rüyalar, kurgular vs vs), dışsal uyaranlardan yani gerçeklikten ayırt edememeye başlayabilmektedir. Bu durum bireyin gerçekle olan bağını zayıflatır ve bireyi idrak etme ve tahlil etme yeteneğinden soyutlayabilir. Zira istenen tam da budur. Bu süreç bireyde, işitsel (en sık), görsel halüsinasyon (olmayan bir şeyi varmış gibi görme veya duyma), agresif-saldırgan davranış, güvensizlik, asosyal kişilik, depresyon, uyku bozukluğu, baş-boyun-mide ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, çevreye ve karşı cinse karşı ilgisizlik, madde kullanımı, korku ve intihar girişimi gibi çok ciddi sorunlara sebep olmaktadır. Hapishanedeki ölümlerin yaklaşık yarısı intiharlardandır ve intiharların üçte biri izolasyon odalarında gerçekleşiyor. Çocuk tutuklular elbette ki yetişkinlere göre çok daha fazla etkilenmektedir. Türkiye hapishanelerinde yapılan istatistiğe göre çocukların % 65-75’ i en az bir ve daha fazla psikiyatrik bir hastalık tanısı almaktadır.
Sosyal izolasyon dış ortamdan gelen uyaranları engellediği için belli bir süreden sonra tecrit edilmiş bireyde algı ve duyu bozukluğu yaparak, işitme ve görmede azalma, sağırlık, kulak çınlaması gibi rahatsızlıklara sebep olmaktadır.
Tecritteki tutsakların yaşadığı sağlık sorunları
Tutuklu ve hükümlü bireyler, psikiyatrik sorunlar dışında da çok sayıda sağlık sorunu yaşamaktadırlar. Havalandırma, ısınma-nem, temizlik-hijyen, beslenme, spor yapamama, güneş ışığından yeterince faydalanamama vb gibi problemler direkt olarak, ortamda yaşamak zorunda olan bireylerin sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. En sık karşılaşan sağlık sorunları mide ağrıları, kas-eklem ağrıları, baş ağrıları gibi ciddi sayılamayacak sorunlardır. Ancak uzun vadede aynı sağlıksız ortama maruz kalma nedeniyle birçok kronik hastalık ortaya çıkmakta ve kimi tutuklu-hükümlünün ölümüne ya da sağlığını yitirmesine neden olmaktadır. Bu kronik rahatsızlıklar denildiğinde akla ilk kanser grubu kronik hastalıklar gelmektedir. Şu an hapishanelerde 200’e yakın ağır hasta tutsak bulunmakta ve bunların içinde çok sayıda kanser hastası da var. Tecrit şartlarında bağışıklık sisteminin hastalıklara cevabının iyi olmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle bu bireyler enfeksiyona yatkın olmakla beraber çok sık kansere yakalanmakta ve yakalandıkları kanserler çok hızlı seyir göstermektedir.
Hapishane koşullarında kadınların yaşadığı sağlık sorunları erkeklerle aynı olmakla beraber, kimi farklılıklar da göstermektedir. Bu farklılıklar özellikle kadının biyolojik cinsel kimliğini belirleyen östrojen gibi bazı hormonların salgılanma bozukluğu nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Belli bir düzen ve yeterlilikte salgılanması gereken bu hormonlarda herhangi bir düzensizlik olduğunda, adet düzensizliği ya da amenore (hiç adet görememe), kıllanma, erken menapoz gibi belli başlı sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır. Bu hormon düzensizlikleri kadını cinsel kimliğinden uzaklaştırmakta ve başka birçok hastalığa da ön ayak olmaktadır. Örneğin adet görememe ve erken menopoz, kadınlarda kanser riskini arttırmaktadır.
Kötü beslenme, yeterince spor yapamama, sigara kullanımı ve stres yine önemli kimi hastalıklara yol açmaktadır. Solunum sıkıntıları, bağışıklık problemleri, kanser, kalp krizi, kalp yetmezliği gibi hayat kalitesini bozan ciddi hastalıklar da tutuklu ve hükümlülerin sık yakalandıkları hastalıklardır
Abdullah Kalay mücadelesini sürdürüyor
Örneğin, Abdullah Kalay’ın kalp krizi geçirmesi ve ardından kalp krizi nedeniyle kalp yetmezliği yaşaması… Abdullah Kalay’ın kalbinin çalışma performansını gösteren EF (ejeksiyon fraksiyonu) değeri % 30 olarak raporlanmıştır. Sağlıklı bir insanda bu değer % 60-70 olmalıdır. Bu durumda Kalay ancak günlük aktivitelerini yapabilir, ağır iş ve spor yapamaz. Kalay ve onun gibi onlarca tutuklunun yeniden eski sağlığına kavuşması da tıbben mümkün değildir. Onlar için yapılması gereken, mevcut durumlarının kötüleşmesini engellemek ve hastalıklarına uygun bir yaşam sürmelerini sağlamak olmalıdır ve bu durum ancak bu bireylerin tahliye olmalarıyla mümkündür. Çünkü içeride hasta tutsaklara uygun tıbbi bakım, uygun yeme-içme, istirahat ve moral desteği sağlanamaz. Özellikle ağır ve kronik hastalığı olan tutsakların her an tam teşekküllü bir sağlık merkezine götürülmeleri gerekebilmektedir. Bu haliyle hasta tutsakları içeride tutma çabası ancak bir tür pasif infaz girişimi olabilir.
Hasta tutuklu-hükümlülerin adalet ve sağlık sisteminde karşılaştıkları tek problem hapishaneler ve hapishane koşulları değildir. Hapishaneden hastanelere sevk işleminden hastanelerdeki mahkum koğuşlarına kadar tüm basamaklar, hastalar için eziyet niteliğindedir. Hastanelerde bulunan mahkum koğuşları, genellikle en alt katta, morga yakın, karanlık ve basık mekanlar olarak tercih edilmiştir. Normal durumlarda bile sağlık hizmeti almaya uygun mekanlar değildir. Tercih edilen mekanlar ve yöntemler, devletin tutuklu ve hükümlülere
sağlığa erişimden söz ederken, insanın, ihtiyaç duyduğu kadar, nitelikli, en kısa zamanda ve ücretsiz sağlık hizmeti alması akla gelir. Sağlıklı olma hakkı ise, her bireyin en temel haklarındandır. Sağlıklı olma hakkı, salt sağlık hizmetlerine ulaşım değil; temiz-hijyenik ortamda yaşama, temiz yeme içme ve kısaca insani bir yerde yaşamayı kapsar. Uluslararası hukuk normlarına göre, tutuklu-hükümlü bireyin “yaşam ve vücut bütünlüğünü korumak, sağlık ve mülkiyet hakları” devletin güvencesi altındadır. Bireyi tedbir veya ceza amacıyla alıkoyan devlet, o bireyin tüm sorumluluğunu almış demektir. Hapishane koşulları yüzünden hastalanan, sakat kalan ve hayatını kaybeden tüm insanların sorumlusu, insanca yaşam ortamı sağlamayan ve keyfi bir şekilde insanları alıkoyup tahliye etmeyen devlettir.