HABER MERKEZİ (21.01.2016) – “Umutsuzluk, karamsarlık ve kararsızlık en büyük düşmandır, gelmişse zamanı oynamalıyız rolümüzü”
Komünist önder Cüneyt Kahraman tarafından söylenen ve yaşamsallaştırılan bu söz Kaypakkaya’nın “Çelik aldığı suyu unutmayacak” sözünün güncellenmiş halidir. Hafızalarımızda, bilincin ve eylemin yön göstericisi durumundadır. Umutsuzluğun, karamsarlık ve kararsızlığın, görev ve sorumluluktan kaçıp, mızmızlanmanın, hep söz söyleyip pratikle arasına dağlar kadar engel koyanların gırla gittiği bir süreçten geçiyoruz. Düşman topyekûn saldırıyor. Tankı, topu, askeri, polisi… neyi varsa elinde, bütün imkanlarını seferber ederek, savaş kurallarını dahi hiçe sayıp, kundaktaki bebeği, yaşlı nineyi hunharca katlediyor. Cenazelerin gömülmesine dahi izin vermeyip, ölümler üzerinden yaratmaya çalıştığı korku iklimini büyütmek istiyor. Kim varsa aykırı bir ses çıkartan, karşı çıkan, kabul etmeyen, katline ferman veriliyor. Kuzey Kürdistan’da IŞİD çeteleriyle yarışırcasına yapılan katliamlara, İstanbul’da evlerde gerçekleştirilen infazlar eşlik ediyor. Kürt ve Türk halkının birleşik mücadele damarları büyümeden kesilmeye çalışılıyor. Kuşkusuz yaşananları yazmak, resmetmek, anlatmak oldukça zor. Korku iklimini bütün toplum üzerinde hâkim hale getirip, faşist diktatörlüklerini baki kılmanın derdindeler. Maskeye ihtiyaç dahi duymuyorlar artık.
Bunca çelişki ve çatışma içerisinde, halka karşı girişilen topyekûn savaş karşısında, her biri 40 yılı deviren, her biri silahlı mücadeleyi savunan, kelli-felli devrimci örgütlerimizin durumuna baktığımızda düşmanın nasıl böyle azgınca, rahatça saldırabildiğini de daha iyi anlıyoruz. Şapkayı önümüze koyup, samimi bir özeleştiri ve yenilenme ihtiyacıyla karşı karşıyayız. Objektif-sübjektif koşullar, örgütsel sorunlar, kadro eksikliği, kitle ihtiyacı… ne varsa önümüze gerekçe olarak sunulacak hepsinin canı cehenneme, hepsi çöp sepetine diyoruz. İki elin parmaklarını geçmeyecek bir güçle, devrimci bilinç ve isyanı kuşanan, zalimlere meydan okuyup bu uğurda ölümsüzleşen küçük bir kadro toplamının mirasçılarıyız hepimiz. En zor şartlarda dahi devrimcilikten taviz vermeyen nice kadın-erkek devrimcilerin öyküleriyle büyümedik mi? Kızıldere’de düşmana teslim ol çağrısı yapan, ölüm sehpasında dahi başı dik, onurluca devrimciliği savunan, en amansız işkencelere göğüs gerip Amed zindanlarında düşmanı rezil rüsva edenlerin takipçileri değil miyiz bizler? Fazlamız var eksiğimiz yok şimdi. Önemli tarihsel tecrübe ve derslerle dolu bir tarihimiz, devrimci bilinç ve eylemin nasıl yaşamsallaştırıldığını gösteren yüzlerce örnek, birçok araç ve olanak, yürekleri devrimci mücadeleyle atan yüzlerce, binlerce insan… Eksik olan; bütün zorlukları göze alıp, devrimci-militan mücadeleyi kuşanma pratiğidir. Aylardır Kuzey Kürdistan’da en barbar saldırılar altında, muazzam bir direniş sergileyen Kürt halkına, uzatacağımız dayanışma eli artık söylemin ötesine geçmelidir. Düşman bütün gücü ve enerjisini Kuzey Kürdistan’a böyle rahatça yığamamalıdır. İstanbul’da, İzmir’de, Adana’da, Ankara’da geliştirilecek her devrimci kalkışma, düşmana vurulacak her darbe en anlamlı dayanışma olacaktır. Madem bir diktatör bozuntusunun bunca zulmüne tabiyiz, madem sistem bugün kendisini en iyi bu gerici-faşist örgütlenmeyle ifade ediyor, öyleyse bizzat bu güçleri, bu simgesel liderleri hedef alıp, ortadan kaldırmak, düşman saflarına peşi sıra darbeler vurup dağıtmak, moral üstünlüğü ele geçirmek ertelenemez görevlerdendir. Madem Erdoğan isimli faşist köpek böylesine güçlü, merkezi bir örgütlenmenin denge unsuru pozisyonunda, öyleyse dengelerini sarsmak, sarsıntıları güçlendirip, yıkmak izlenmesi gereken yoldur.
Vicdanların dahi köreldiği bir dönemden geçiyoruz. Ahlanıp vahlanmak bu suça ortak olmaktır. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında devrim yapma iddiasında olan komünist-devrimci bütün örgütler güçlerini birleştirip, etkin taktik ve politikalarla, sonuç alıcı eylemlerle düşmana yönelmek zorundadırlar. Andaki görev; amasız fakatsız gerici-faşist kuşatma altında katledilen, teslim alınmaya çalışılan Kürt halkıyla beraber direniş mevzilerinde yer almak, ülkenin dört bir yanında sınırları zorlayarak düşmana darbeler vurmak ve devrimci dayanışma ruhuyla devrimci-birleşik mücadeleyi yükseltmektir. Kendisine komünistim-devrimciyim diyen her birey ve örgüt bu görevlerle yükümlüdür. Bu yükümlülüğümüzü yerine getirip getirmemek tamamen bizlere kalmıştır. Tarih önünde nasıl yargılanacağımızın sonucu içerisinden geçtiğimiz günlerde vereceğimiz sınava bağlıdır. Görev bizi bekliyor…