Temel Sorunların Çözümü Devrimci Savaştan Geçmektedir!

Devrimcilik ve tabi ki devrimci savaş algımızdaki bugüne kadar ki kırılganlıklarımızın panzehiri de yine radikal-militan devrimci savaşta ısrardan geçmektedir. Legal yâda illegal bütün mücadele ve savaşımızın düzen sınırlarını aşıp militanlaşarak köklü ve radikal temelde bir devrimci savaşı koşullamaktadır. Kendiliğindenci ve düzen içi yaşamın o esir alıcı bütün kuşatmalarına ve kırılmalara karşı çok yönlü ve bütünlüklü stratejik kararlaşmayla devrimci savaşın özneleri ve önderleri olmak zorundayız. Profesyonel devrimci ve komünistler, bunun önemli stratejik bir halkası olarak görülmek ve kavranmak, pek tabi ki buna göre konumlanmak zorunluluğu kabul edilmek durumundadır.

 HABER MERKEZİ (21.08.2015)-Gazetemizin 105.Sayısında yayınlanan ‘’Temel sorunların çözümü devrimci savaştan geçmektedir’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

 Son süreçlerde radikal-militan mücadele ve devrimci savaşta yoğunlaşma çağrıları daha fazla gündemleştirilmektedir. Kuşkusuz ki bu durum iyidir ve pratikleştirilerek güncelleştirilmesi ve daha fazla maddi bir güce dönüştürülmesi ihtiyacı vardır. Bunun tabi ki Türkiye-Kuzey Kürdistan’da emperyalizm destekli tekçi faşist devletin karşı-devrimci teorik pratik politikalarında daha fazla yoğunlaşmasıyla atbaşı giden bir yanı da bulunmaktadır. Bu anlamıyla tekçi faşist devletin karşı-devrimci savaşı başlatması o kadar kolay olsa da ancak devrimci savaşın başladığı andan itibaren onun durdurulmasının o kadar da kolay olmadığını kabul etmek durumundayız ve hep birlikte de görecek ve yaşayacağız.

 Egemen sistemler ve onun düzen partileri ve de hâkim sınıf klikleri üzerinden temsili parlamenter bürokratik- burjuva cumhuriyet eksenli reformist örgütlenme ve poltikalara davet tekçi faşist devletin bekası için aynı zamanda bir çerçeve olarak da sunulmakta ve buna davet edilmektedir. Bu düzlemde ‘’eğer bir Komünist Partisine gerek varsa onu da biz kurarız’’ denilerek her şeyi ama herşeyi kendi kontrolünde ve kendi egemenliği için kullanmaktan geri durmayan Türk ulus devlet konseptli tekçi faşist hâkim sınıf diktatörlüğünün doğru tahlil edilmesi gerekmektedir. Düşünebiliryor musunuz, 7 Haziran genel-parlamento seçimleriyle birlikte tekçi faşist devletin baraj sistemini de parçalayarak önemli bir oranla meclise giren bileşenleri ve dostlarıyla HDP’ye yönelik hala tasfiye amaçlı kuşatma ve baskı unsurları ve de argümanları her açıdan sürmektedir. Zira tekçi faşist devletin kökleri ve temelleriyle oynandığının farkındadır ve bu minvalde sopayı yani ‘’haydarı’’ da sallamaktan geri durmamaktadır. Anlaşılan odur ki tekçi faşist devletin daha fazla dövülmeye ve parça parça alt edilerek tüm kökleri ve temelleriyle birlikte tarihin çöphanesine gömülmeye her geçen gün daha fazla ihtiyaç vardır.   

Kürt ulusal hareketinden dostlarımız her ne kadar yürüttükleri savaşı-silahlı mücadeleyi siyasetin bir aracı halinde taktik politika olarak ele alıp tekçi faşist devleti masaya oturtmanın ve de onunla uzlaşarak anlaşmak için bir silah olarak kullanıyor olsa da dönem dönem Devrimci Halk Savaşı argümanını kullanarak devleti kendine göre bir ‘’çözüme’’ yakınlaştırmak için bir şantaj olarak dillendirse de bununla oynanmaması ve pek tabi ki aslında son derece meşru ve demokratik Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı bağlamındaki savaşının da zayıflatılarak düzeniçi reformist kulvarlara hasredilmemesi doğru olandır. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını nasıl ve hangi yönde kullanacağı hiç kuşkusuz ki bizzat Kürt ulusuna ait bir durum olsa gerek. Ancak Sünni Türk ulus devlet egemenlikli ve imtiyazlı tekçi faşist hegemonyanın şemsiyesi altında bir ‘’çözümün’’de ne kadar eşit ve özgür koşullarda demokratik ve uygun olduğu-olacağı tabi ki eleştiriye ve doğru yanlış temelinde ideolojik mücadeleye muhtaçtır. Şimdi bazı parametrelere bir göz atıp çeşitli değerlendirmelerde bulunabiliriz.

 Ulusal hareketi güçlendiren esas etken silahlı savaşım olmuştur

Kürt ulusal hareketi olarak PKK’nin salt Kuzey Kürdistan yâda Kürdistan’ın diğer parçalarının herhangi biriyle sınırlı değil aksine dünya bağlamındaki Ortadoğu özgülünde bölgesel bir güç olduğu gerçekliği görülmek durumundadır. Aynı zamanda dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğratılan Kürdistan ve Kürt ulusal sorununun bugüne kadar ki son derece haklı ve meşru demokratik mücadelesi ve savaşıyla uluslararası bir sorun haline gelmesinde önemli bir işlev de görmüştür. Ve kendi tezlerine göre Kürdistan’ın sömürge ve tüm yönleriyle inkâr edilen Kürt ulusal sorununun varlığı ve onu var etme savaşı üzerinden yükselerek bugünlere kadar gelmiştir. Bugüne kadar da tarihi nitelikte önemli başarılar ve kazanımlar elde etmiştir. Dolayısıyla PKK’nin bugüne kadar ki mücadele ve savaşının, son derece meşru, demokratik ve haklı durumu da görülmek ve kabul edilmek zorundadır. Her ne kadar ideolojik politik bağlamda çeşitli çizgi kırılmaları ve sapmaları söz konusu olsa da hala meşru ve demokratik ilerici sınıfsal karekterini ve siyasetini korumaktadır. Ve her ne kadar düzeniçi reformist konsept ve çizgi temelinde bir arayışta ısrar etse de hala halk kategorisindeki durumunu korumakta ve sürdürmektedir. Bu anlamda dünya, Ortadoğu ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Kürt sorunu yoktur diyenler, hala tekçi faşizmde ısrar edenlerdir ve en amiyane deyimle halt etmişlerdir. Neymiş Kürtler ve diğer etnik kimlikler, Türk ulus devlet konsepti ve Misak-ı Milli sınırları altında ve içerisinde birer alt kimliklermiş ve herkes özgür ve eşitmiş, herkes anayasa da eşitmiş ve birinin diğerinden üstün yanı yokmuş. Neymiş hepsi İslam bayrağı altında Müslüman vatandaşlarmış. Bütün bu ve buna benzer aldatmaca ve oyunlar ile din vs gibi kullanılan argümanlar açık ki son derece önemli ve strarejik harç ve kalıplar olarak bugünlere kadar ezilen ve sömürülenleri kandırmada kullanılagelmiştir. Egemenler tarafından başından beri ‘’et-tırnak, barış, kardeşlik, anayasal vatandaşlık, eşitlik, İslam kardeşliği’’ vb vd argümanlarla Sünni Türk ulus devlet konseptindeki hegemonya uygulanageldi. Tekçiliğin hemen tüm referansları stratejik harç olarak güçlü kuşatmalarla ve manipülasyonlarla devreye sokulmuştur. Bugünde Yeni Türkiye ve Türkiyelileşme argümanlarıyla sünni Türk İslam bayrağı altında tekçiliğin yeniden üretimi süreci yaşanmaktadır. Bu temelde tekçi faşist devlet niteliği gereği faşizmin hemen tüm angajmanlarını güncellemeye gitmiştir, hala da gitmektedir.

 Türk hakim sınıfları ve bilimum hükümetleriyle birlikte onların toplamı tekçi faşist devletin adına çözüm süreci denilerek gerçekleştirilen tüm girişimlerinin Kürt ulusal hareketi PKK’yi silahsızlandırarak tasfiye etmenin hep araçları olarak ele alındıklarını vurgulayalım. Bu eksende Takrir-i Sükun’dan Olağanüstü Hal’e ve şimdi de onları aratmayan Özel Güvenlik Bölge-leri uygulamalarıyla tekçi faşist devletin zaten hiç olağan olmayan hallerinin olağan bir devamı söz konusudur. Bütün bu uygulamaların temsili parlamenter bürokratik- burjuva cumhuriyet örtüsüyle de faşizmin maskelendiği gerçekliği göz önünde bulundurulduğunda Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki parlamenter maskeli faşizmin niteliği de ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda temsili parlamenter burjuva cumhuriyetin hiç de masum olmadığını belirtelim.

 Özellikle son süreçlerde burjuva liberal kalemşörlerin dillendirdikleri bazı argümanlara da bir göz atmak isteriz. Şu devlete ve PKK’ye ‘’eşit’’ mesafede durduklarını dillendiren zevatları kastediyoruz. Bir kere hiç bir şey eşit mesafede yada anlaşılması açısından %50- %50 şeklinde durmaz ve bir arada bulunamazlar. Ya bir taraftasınız yada öbür tarafta. Bundandır ki tekçi faşist devlete yâda onun hali hazırdaki temsilcisi AKP hükümeti-iktidarına ve PKK’ye ‘’eşit’’ mesafede olduklarını ve yaklaştıklarını iddia edenler kendileirni kandırmaktadırlar. Ve burjuva liberalistlikleriyle aslında tekçi faşizmi ve onun imtiyazlı eşitsizliklerine karşı dümen kıvırmak yâda bu imtiyazlı statükonun devamını istemekten başka bir anlam da taşımamaktadır. Diğer yandan PKK’ye nasıl eşit mesafede yaklaşılıdığı da ayrıyeten bir muammayı oluşturmaktadır. Çünkü bizzat PKK’nin eylemlerine ‘’terörizm’’, ‘’alçaklık’’, ‘’katliam’’ diyeceksin, devletin alçaklıklarına ise terör, alçaklık, katliam vs demiyeceksin. Diğer yandan tekçi faşist devletin hala devam eden her türlü baskı, sömürü ve zulüm, inkâr ve imha, katliam ve kıyımları karşısında yumuşakçaları oynayacaksın. Bu tür zevatlar olsa olsa en fazla reformist bazı kırıntılar ile sınırlı tekçi faşist devletin yedek lastikleri işlevinde olabilirler. Yetmez ama evetçilerin halini bir hatırlayın. Zaten özellikle Türkiyelileşmek! ve Yeni Türkiye! argümanlarını da kullananlar arasında en çok bunlar yer almaktadır. Şu ‘’bağımsız siyaset’’ palavrası da aynı şekilde kamuoyunda bizzat bunlar tarafından kullanılmaktadır. Ve özellikle kendi haleti ruhiyeleri ve tabi ki tekçi faşist devletin imtiyazlı durumu karşısında ki hayırhah temelli oportünistlikleri dururken HDP’ye ve Demirtaş’a PKK’nin etkisi ve yörüngesinden bir türlü kurtulamadığı yani ‘’bağımsız siyaset’’ yürütemediği palavrasını yaymaktadırlar. Öncelikle tekçi faşist devletin; tekçi resmi her bir millet, dil, inanç, tarih, düşünce imtiyazı ve tekeline karşı tutarlı bir medya mensubu ve eli kalem tutan her bireyin ve aydının, demokratın arasına mesafe koyması ve tabi ki karşı durması gereklidir. Şimdi bunu bir kenara bırakıp tekçi faşist devletin terörüne karşı durmayan, ona karşı gelmeyen ve bunu dillendirmeyen bir kişi- hareket ve gücün gidip ezilen ve sömürülenler cephesinde yer alanlar arasında parçalı durum yaratarak tasfiyenin bir parçası rolüne bürünmeleri tasfiyeciliğin bir versiyonu olsa gerek. 

 Öncellerinde olduğu gibi AKP’de halklara köleliği dayatmaktadır    

Şimdiki sürece niteliğini veren Erdoğan önderliğindeki AKP hükümeti-iktidarının devletin hemen tüm temel kurumları üzerinden gemi azıya almış vaziyette faşist saldırılarında yoğunlaşmış durumu olarak altı çizilebilir. Bu temelde AKP’de tıpkı Yavuz Sultan Selim, Kuyucu Murat, Abdülhamid, Jön-Türk, İttihat Terakki, Kemalist, CHP, DP, AP, MHP, ANAP, DYP, DSP, BBP gibi askeri başta olmak üzere inkâr ve imha temelli karşı-devrimci politikalarla tasfiyeciliği ve kölece boyun eğmeyi dayatmaktadır. Bu anlamda hepsi de yani düzen partileri- hareketleri ve örgütleri, kesinlikle sorunların ‘’çözüm’’ güçleri ve merkezleri değil, tam aksine sorunların yaratıcı güçleridirler. Sorunların birikerek güncellenmesiyle tasfiyenin başından beri temel yöneliminden hiçbir şey kaybetmeden tekçi faşist temelde dayatılarak teslim olma ve kölece boyun eğmeye çalışılması karşısında ilk elden ezilen milyonların içine ve derinliklerine çekilerek kitlesel kalkışımlar ve alabildiğince gizli örgütlenme ve mücadeleyle devrimci savaşta daha fazla ısrar etmek gerekmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan başta olmak üzere dünya genelinde ezilen ve sömürülenleri kapsayan halkların kardeşliği temelinde bir barış ortamı ve koşullarını yaratmak için devrimci savaşa her zamankinden daha fazla bugün ihtiyaç vardır. Asgari program ve stratejisi olarak Sosyalist Halk Savaşı Türkiye-Kuzey Kürdistan’da her bir bölge, yerel ve parçanın doğrudan kendi kendisinin yönetimini öngören bölgesel ve yerel özerklikleri ve aynı zamanda gönüllü olarak demokratik, eşit ve özgür bir merkezileşme temelinde Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini hedeflemektedir.

 Sürecin koyu karanlık tekçi faşist yüzü şimdiki durumda yaşanan gelişmelerle nihayet daha fazla gün yüzüne çıkmaktadır. Bu anlamda böylesi süreçteki faşist teorik pratik politikalar gerçekliği aslında ezilen ve sömürülenler açısından daha fazla turnusol görevi görmüştür denilebilir. Şu son faşist saldırılarda binlerce gözaltı ve onlarca katliam gerçekliğiyle tekçi faşizmin koyu karanlık yüzü daha net görülerek ona karakterini-rengini veren tekçi faşist devletin niteliği de daha fazla anlaşılmaktadır. Bu yönüyle ‘’demokratikleşildiği’’ ve her geçen gün daha fazla demokrasiye doğru ‘’ilerlendiği’’ şeklinde ki yaklaşım ve değerlendirmelerin de tuzla buz olduklarını söyleyebiliriz. Öte yandan yetmez ama evet denilerek AKP hükümeti-iktidarına bizzat koltuk değneği olan düzeniçi reformist kesimlerinde çok geçmeden yine bizzat AKP eliyle tekçi faşist devlet tarafından alaşağı edilerek tasfiyeye maruz kaldıklarının şokuyla şaşkın ördek misali bir o yana bir bu yana sersemlediklerini görüyoruz. Bütün bunlar karşısında hala uslanmayıp düzeniçi reformist kulvarda yüzmeye yâda kulaç atmaya çalışan, ezilen ve sömürülen milyonları ‘’barışa-kardeşliğe-aman silaha sarılmayına-aman sokağa dökülmeyine-Atatürk ilke ve inkılâplarına- temsili parlamenter bürokratik burjuva cumhuriyete’’ vb vd lerine çağırarak enerjilerini helak etme girişimlerini görüyoruz. İdeolojik politik olarak uzlaşmacı ve tasfiyeci düzeniçi reformizmin hemen tüm argümanları konseptindeki yönelime hayır diyerek onu aşan radikal militan direniş ve devrimci savaşta ısrardır olması gereken. Ve tabi ki düzeniçi tasfiyeci reformizmin panzehirinin de ufku sistem sınırlarıyla köreltilemeyen radikal-militan direniş ve devrimci savaş gerçekliği de doğru kavranmak durumundadır.

 Devrimcilik ve tabi ki devrimci savaş algımızdaki bugüne kadar ki kırılganlıklarımızın panzehiri de yine radikal-militan devrimci savaşta ısrardan geçmektedir. Legal yâda illegal bütün mücadele ve savaşımızın düzen sınırlarını aşıp militanlaşarak köklü ve radikal temelde bir devrimci savaşı koşullamaktadır. Kendiliğindenci ve düzeniçi yaşamın o esir alıcı bütün kuşatmalarına ve kırılmalara karşı çok yönlü ve bütünlüklü stratejik kararlaşmayla devrimci savaşın özneleri ve önderleri olmak zorundayız. Profesyonel devrimci ve komünistler, bunun önemli stratejik bir halkası olarak görülmek ve kavranmak, pek tabi ki buna göre konumlanmak zorunluluğu kabul edilmek durumundadır.

 arşı-devrimci süreç tekçi faşizmin hemen tüm argümanları eşliğinde pervasız bir biçim ve içerik de devam etmektedir. 7 Haziran’a kadar yaklaşık 13 yıllık AKP hükümeti-iktidarı sürecinde bir savaş hükümeti söz konusuyken şimdi de yani 7 Haziran’dan bu yana ise hala devam eden AKP-MHP karşı-devrimci ‘’savaş koalisyonu’’ sürmektedir.

Bütün bu ve buna benzer gelişmeler ve eğilimler karşısında büyük bir seferberlikle çok yönlü ve stratejik yönelim içerisinde proletarya ve emekçilerin doğrudan iktidarı perspektifiyle devrimci savaş merkezli görevlerimize ertelemeksizin daha fazla sarılalım.

 

Önceki İçerikSavaş ve Barış Denkleminde Bazı Sorunlar
Sonraki İçerikÇağımız direnme, safımız direnişçilerin safıdır…