HABER MERKEZİ (21.08.2014)–Gazetemizin 105.Sayısında yayınlanan ‘’Savaş ve Barış denkleminde bazı sorunlar’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.
Yine benzer bir döngünün içerisindeyiz adeta. ‘’çözüm-barış süreci’’ adı altında yıllardır oyalama taktiği ile Kürt ulusunun en doğal haklarını dahi pazarlık konusu yapan ve PKK’yi bu oyalama taktikleriyle silahsızlandırıp, teslim almaya çalışan faşist Türk egemenlik sistemi, istediği neticeyi elde edemeyince havuç-sopa politikasında yeniden sopaya sarılmış durumda. Her ne kadar çeşitli isimlendirmelerle devam ettirilmeye çalışılan ve ateşkes süreciyle beraber asker, polis, gerilla ölümlerinin dönemsel olarak sona erdiği ‘’süreçler’’ işletildiysede, tüm bu süreç boyunca faşizmin komünist-devrimci-demokrat-ilericilere dönük gerçekleştirdiği katliam ve saldırılarda herhangi bir azalma veya değişim olmamıştır. Sırf 7 Haziran seçimleri süresi boyunca HDP’ye dönük gerçekleştirilen katliam ve saldırılar dahi faşizmin boş durmadığı, çeşitli olasılıklar üzerinden yeni katliam ve saldırı planları hazırladığı net olarak görülecektir. 7 Haziran öncesi gerçekleştirilen onca katliam ve saldırıya rağmen, PKK ateşkes durumunu devam ettirmiş, fakat seçim sonrası yoğunlaşan saldırılar neticesinde misilleme hakkını kullanmaya başlayarak, ateşkesin anlamsızlaştığını ifade etmiştir. Ki faşist devletle her türlü ortaklığı tescillenen IŞİD gericiliği eliyle Suruç’ta SGDF’li genç devrimcilere dönük gerçekleştirilen ve 32 kişinin yaşamını yitirdiği katliam saldırısından sonra, mevcut ateşkes durumunu sürdürmek, saldırılara karşı eli-kolu bağlı beklemek tümden anlamsız hale gelmiştir. PKK’nin Urfa-Ceylanpınar’da iki polisi öldürmesini sözde gerekçe gösterip büyük bir saldırı ve gözaltı, tutuklama furyası başlatan, Güney Kürdistan’da bulunan PKK kamplarını yoğun bombardımana tabii tutan, başta İstanbul olmak üzere ülkenin dört bir yanında tam bir devlet terörü estiren faşist devletin, gerçekleştirdiği bu saldırılar neticesinde PKK’yi güçsüz düşürerek, sözde ‘’çözüm sürecini’’ elini daha güçlü kılarak devam ettirmenin hesaplarını yapıyor. Faşizmin tüm bu saldırılarına karşı başta PKK olmak üzere gösterilen direniş ve misilleme eylemleri son 15 günlük süreçte devlet güçlerinin peşi sıra önemli kayıplar yaşamasına sebep olmuştur. Yaşanan çatışma süreci doğallığında, özellikle HDP tarafından, yine ve yeniden barış söylemlerinin gündeme oturmasına vesile oldu. Başta HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP yöneticileri, KCK yöneticileri peşi sıra açıklamalar yaparak, barış istem ve taleplerini dile getirmektedir. Aynı şekilde Türkiye-Kuzey Kürdistan ve Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde barış talebiyle eylemler organize edilmektedir. Yine kısa bir süre önce Barış Bloku isimli bir oluşumda kuruluşunu deklare ederek çalışmalarına başladı.
Barış meselesine dair daha önce hem gazetemizin sayfalarında ve hem de diğer birçok platformda fikirlerimizi gayet açık ve net bir şekilde ifade ettiğimiz için ayrıntılı bir analize gerek duymamaktayız. Maoistlerin savaş, barış ve gündemde sıkça yer edinen diğer birçok meseleye dair fikirleri devrimci kamuoyu tarafından bilinmektedir. Komünist-devrimciler diğer bütün meselelerde olduğu gibi savaş-barış meselesine de sınıfsal perspektiften, MLM pencereden bakmaktadırlar. Bu minvalde fikirlerimizi kısaca yeniden özetlemekte fayda var. Diğer bütün kavramlar gibi savaş ve barış kavramı da mevcut dünya gerçekliği ve sınıf mücadelesinden azade ele alınamaz. Dünya genelinde en sağından en soluna kadar barış vb. kavramların hoyratça kullanıldığına tanık olmaktayız. Günümüzde dünya halklarına kan kusturan, sömürü ve zulüm düzeninin esas sorumlusu olan emperyalist-kapitalist güçlerin en yüksek perdeden barış çığırtkanlığı yapıyor olmaları anlatmak istediğimiz gerçekliğe en iyi örneklerdendir. Elbette dünya halklarının, ezilen, sömürülen milyonların samimi ve gerçek anlamda arzu ettikleri barış ile yukarıda bahsini ettiğimiz sözde barış istem ve söylemlerini kalın çizgilerle ayırmaktayız. Fakat kulağa oldukça hoş gelen ve her kesimin kullanmaktan beis görmediği barış meselesi de oldukça girift bir yapıya sahiptir.
Günümüzde dünya iki ana sınıf tarafından sürdürülen bir mücadeleye göre şekillenmiş durumdadır ve istisnasız bütün her şey bu mücadeleye göre konumlanmış durumdadır. Komünist-devrimci-ilerici güçlerin emperyalizme, kapitalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı sürdürdüğü savaş bir tercih değil zorunluluktur. Mevcut gerici güçlerin sömürü ve zulüm düzenlerini kendiliğinden ya da barışçıl bir şekilde halk için halkın iktidarına teslim etmeyeceği tartışmasız bir realitedir. Yukarıda saydığımız ve ülkemiz özgülünde faşist devlete karşı, devrimci-komünist bir savaş yürütmeden mevcut gericiliği alaşağı edip, gerçek anlamda özgür ve barış içerisinde yaşayacağımız bir ülke ve dünya inşa etmek imkânsızdır. Gerçek anlamda bir barışın yegâne koşulu bütün gerici güçlere karşı gerçekleştirilecek devrimci bir savaştır. Bu gerçekliği görmeyen, görmek istemeyen, bilinçli bir şekilde çarpıtan her kişi ve kurum ismi ne olursa olsun öz itibariyle mevcut dünya gerçekliğinin devam etmesine katkı sunmaktadır.
Genel geçer söylemlerle doğrular karartılamaz
Dünya halkları arasında herhangi bir savaş söz konusu değildir. Emperyalizmin böl-parçala-yönet politikası neticesinde çeşitli ulus, milliyet, inanç mensubu toplumlar arasında önemli çelişki ve çatışmalar devam etmektedir. Bu çelişki ve çatışmaların sona erdirilmesinin yegâne yolu da çeşitli ulus, milliyet ve inançtan halklarımızın komünist-devrimci saflarda ortak mücadelesidir. Bundandır ki hedefi, amacı belirsiz söylem ve genel geçer kavramları kullanmak doğru değildir. Barış meselesinde olduğu gibi savaş meselesi de diyalektik materyalizm yöntemiyle ele alınmalıdır. Komünist-devrimciler genel geçer söylemlere sarılamazlar. Bizler mevcut dünya gerçekliğinden dolayı barış çağrısının ne kadar anlamsız olduğunu düşünüyorsak savaş meselesinde de genel savaş karşıtlığı söylem ve eylemlerine ortak olamayız. Bugün dünya üzerinde iki tür savaş gerçekliği yaşanmaktadır; bir tarafta emperyalizm ve bilimum gericilik tarafından dünya halkları ve ezilen uluslarına karşı sürdürülen haksız, kirli savaşlar diğer tarafta ise dünya halkları ve ezilen ulusların komünist-devrimci-ilerici güçler önderliğinde sürdürdükleri haklı savaşlar. Bizler dünya üzerinde sürdürülen bütün savaşlarda dünya hakları ve ezilenleri lehine taraf durumundayız, dahası tüm bu haklı savaşların bizzat sürdürücüsü, destekleyicisi durumundayız. Aynı şekilde dünya üzerinde sürdürülen bütün haksız, kirli savaşlarında karşısında net bir konumlanış içerisindeyiz.
Dünya halkları ve ezilen uluslarına karşı süre gelen savaşların yegâne sorumlusu olan gerici güçlere barış çağrısı yapmak, sömürü ve zulüm düzeninin temsilcilerinden barış ve özgürlük beklemek büyük bir ahmaklıktır. Gerçek bir barış fikri ve istemini ancak ve ancak milyonları devrimci bir savaş etrafında örgütleyip devrimci bir iktidar kurarak yaşamsallaştırabiliriz.