HABER MERKEZİ (26-02-2017)- İstisnasız olarak her süreç belirli siyasi-ekonomik-askeri şartlar bütününde karakter edinir ve bu şartlara uygun olarak biçimlenir. Sürecin genel ve özgün özellikleri bahis konusu süreçte izlenmesi gereken politika ve pratikleri tayin eder, ihtiyaç haline getirerek siyasi aktörlerin öne koyar. Sürecin öne çıkan özellikleri ve bu özelliklerin öne sürdüğü ihtiyaçları yok sayan her hangi bir siyasi yönelim ve siyasi hat (adı ne olursa olsun) sübjektivizme konaklamış öznelcilikle malul bir rotadadır. Aynı biçimde adı geçen bu süreçte izlenecek siyasi rotanın salt genel strateji ve ilkeler ekseninde ele alınması ya da bunlara endeksli belirlenmesi de, somut durum ve özgün şartları göz ardı eden öznelciliğin dogmatik halidir. Devrimci strateji ve ilkelere sahip olmak genel niteliği devrimci kılar. Ancak somut ve özgün şartlara uygun izlenen siyaset ve taktik de somut siyasetin niteliğini belirler. Devrim için mücadele etmek, hatta Komünist toplum uğruna mücadele etmek kuşkusuz önemli ve temel bir karakterdir. Fakat bu mücadeleyi somut şartlara uyarlamak da mevcuttaki nitelik açısından önemlidir. Dolayısıyla genel karakteri somut şartlara yansıtmak ve somut siyasette temsil etmek vazgeçilmez bir zorunluluk ve bütünlüklü yaklaşımın gereğidir. Özcesi, “taktiğin stratejiyi kemirmemesine” özel bir dikkatin gösterilmesi gibi, taktiğin stratejiyi beslemesine de aynı düzeyde dikkat gösterilmelidir. Taktik siyasetin desteğinden yoksun olan bir stratejinin kısır mekaniğe düşmesi kaçınılmazdır.
Strateji dediğimiz genel siyaset, siyasi iktidar mücadelesinde temel görevler kapsamındaki yönelim ve hedefleri kapsar. Taktik siyaset ise, bu temel görevlerin yürütülmesinde veya bu görevlerin özgün şart ve somutta biçimlenen tek tek konuları ya da bunlara has tek tek siyasetleri ihtiva eder. Mesela gerici-faşist hakim sınıfları iktidarını yıkmak genel bir hedef, stratejik bir yönelimdir. Fakat bu hakim sınıfların bugün uyguladıkları somut politikalara karşı mücadele etmek ve bu uğurda toplumsal dinamikleri harekete geçirerek kazanımlar elde etmek somut bir siyasettir, esasta taktik politikadır. Bu siyaset ve mücadelenin hakim sınıflar iktidarını yıkma mücadelesine hizmet ettiği veya ona uygun olduğu tartışma götürmezdir. O halde faşist devleti yıkma mücadelesinde mevcut iktidara karşı mücadele etmek, dolayısıyla Erdoğan sultasının geliştirdiği tek tek saldırı, faşist politika ve pratiklerine karşı somut siyasetler yürüterek başarılar elde etmek gerekli olduğu kadar, isabetlidir de. Siyasi iktidar mücadelesi bugün tüm toplumsal dinamiklerin aktüel gündemi olmayabilir fakat aynı dinamikler uygulanan faşist saldırılar karşısında harekete geçebilecek, taktik olarak ortaklaşabileceğimiz güçlerdir. Bu güçlerle birleşmek ve somut saldırıları püskürtmek esasta taktik siyaset yeteneğidir. (Yanlış anlamaya mahal vermemek için, klik çıkarları gereği rahatsız olan burjuva düzen partileri ve gerici güç ve çevreleri bu kapsamda değerlendirmediğimizi de belirtelim.) Halk kitlelerinin kazanılması taktik siyaset değil, ilkesel stratejik yönelimimizdir ancak bu kitlelerin kazanılmasının somut siyasetler ve doğru taktik politikalarla başarılabileceği de açıktır. Aynı biçimde gündeme gelen faşist saldırı ve politikaların göğüslenip geriletilmesi, dolayısıyla demokratik mevzilerin korunarak kazanımların büyütülerek ilerletilmesi de somut siyaset ya da taktik politikaların etki alanındadır. Örneğin, anayasa değişikliği referanduma götürülerek faşizm daha da derinleştirilip anayasal düzeyde yasal meşruiyete kavuşturulmak vb. istenmektedir… Bu durum karşısında devrimci siyaset adına, bu sürecin engellenmesine dönük politika ve pratikler mi geliştireceğiz yoksa “politika ve taktikler geliştirmeye gerek yok ne de olsa hepsi faşisttir ve biz sadece devleti yıkmaya bakalım somut saldırı ve tehdide bakmayalım mı’’ diyeceğiz? Daha da açığı, somut saldırıyı referandumda engelleme şansı olduğu için hayır tavrını benimseyerek geliştirme yerine, “ne de olsa anayasanın her hali ve biçimi de aynıdır, faşist hakim sınıflara hizmet eden onların anayasasıdır ve hayır tavrını çıkararak mevcut saldırıyı engelleme mücadelesi vermenin gereği yoktur mu” diyeceğiz? Kuşkusuz ki, devrimci siyaset ve taktik politika kayıtsızlıkla biçimlenmez, bilakis ilgili saldırının engellenmesi için uygun taktik siyasetler benimseyerek uygular…
Bugün keskin olarak seyreden siyasi süreç ve buna dönük bir kesitte “hayır” olarak biçimlenip benimsenen devrimci siyaset ve taktiğin karşı karşıya olduğu belli yaklaşım ve anlayış sorunları, strateji ile taktiğin birliği ve/veya strateji ile taktik siyaset arasındaki diyalektik bağ ve nüanslar hakkında söz söylemeyi zorunlu kılmıştır. Yukarıdaki kısa giriş paragrafımız ilgili soruna köklü yanıt olmaktan uzak da olsa, somut siyaset ve taktik politikada bocalayan anlayışlara yanıt olma ihtiyacının ürünü olarak gerekli olmuştur. Gerekliydi çünkü referanduma dönüşen sürecin bundan sonrasının nasıl biçimleneceği veya belli nitelikte olmak kaydıyla hangi yönde gelişeceği doğrudan referandum sonucuna bağlıdır. Referandum sonucunun HAYIR çıkması, tek adam sultası altında ve halkın desteğini de alan güçlü zeminde derinleştirilmek istenen koyu faşist sürecin somutta engellenmesi ve buna dur denmesi anlamına geleceği gibi, muhtemel bir erken seçimi gündeme getirerek mevcut iktidar döneminin kapanıp faşist hakim sınıfların iktidarı da olsa yeni bir siyasi sürece geçiş anlamına gelecektir. Mevcut faşist iktidarın geliştirdiği faşizmde yenilgi alması her halükarda pozitif bir kazanımdır. Kısacası, elbette demokratik bir iktidar veya halkın iktidarı vb. kurulmayacak-gelmeyecektir ama somut bir tehdit olan azgın faşist süreç yenilmiş olacaktır. Bu demokratik güçlere ve hal kitlelerine büyük bir moral olacaktır… Referandumdan EVET çıkması ise, mevcut faşist saldırı ve tırmanış tehdidi çok daha güçlü ve köklü biçimde hüküm sürüp tek adam sultası altında büyük bir faşist saldırganlık dönemi destek bularak yasallaşmış resmi bir devlet politikası haline gelecektir vb… Bu bakımdan referandumda izlenecek taktik politika yaşamsal bir öneme sahiptir.
Erdoğan tüm yetkileri kendisinde toplamak istiyor
Hiç şüphesiz ki, mevcut süreçte referandum özel bir anlam ve yer tutsa da, süreç ve sürece dair politik yönelim, siyasi perspektif ve taktik siyasetimiz bununla sınırlı değildir. Sürecin geneline veya genel sürece uygun bütünlüklü bir değerlendirme ve yaklaşım ortaya koymak doğru olanıdır.
Siyasi yönelim ve perspektifimizi saptarken burjuva cephedeki durum ile devrimci cephedeki durum olmak üzere iki cephedeki gelişmeyi dikkate almak doğru yönelim belirlemek için zaruridir. Burjuva cephede iktidarın geliştirdiği faşist süreç esastır. Bu süreç yukarıda genel hatlarıyla değindiğimiz gibi, faşizmin kitle tabanına oturtulması ve anayasal zeminde resmi devlet politikası olarak yasallaştırılıp derinleştirilmesi hedefine dönük büyük bir tehdit durumunda aktüel olan ve tekçi faşist devletin tek adam sultası temelinde pekiştirilip egemen kılınmasını hedefleyen süreçtir.
Erdoğan liderliğindeki mevcut iktidar güruhu ciddi sorunlarla yüz yüzedir ve bizzat Erdoğan ciddi yaptırım ve can güvenliği tehlikesine maruz kritik bir durumdadır. Yani iktidarı kaybettiğinde yargılanma durumuyla karşı karşıyadır ki, bu yargılanmanın sonuçları hiç de hafif olmayacaktır. Geliştirdiği hasımlarının kendisini yok edeceğinden emindir ve bunun korkusunu yaşamaktadır. Kürt ulusuna uyguladığı vahşi katliamların yarattığı haklı tepkiler, eski ortağı cemaat ile yaşadığı çatışmanın düzeyi ve bunun yarattığı tehlikeler veya sorunlar, uluslar arası alanda düştüğü tecrit girdabı ve işbirliği içinde olduğu belli başlı emperyalist güçlerin Erdoğan iktidarıyla yaşadıkları sorunlar nedeniyle bu iktidara alternatif iktidarlar getirme durumu vb. zeminindeki tablo Erdoğan’ın korkularını büyütmektedir. Kısacası adeta kabuslar içinde olan Erdoğan’ın iktidarını ve dolayısıyla ailesiyle birlikte kendi can güvenliğini korumak için saldırmaktan-faşizme başvurum, bunu derinleştirmekten başka bir çaresi kalmamıştır. Durumunu bilen Erdoğan her şeyi göze alarak açık faşizm uygulamakta ve bunu derinleştirerek zaman kazanmaya çalışmakta ya da kendisini sağlama almaya çalışmaktadır. Suriye, Irak topraklarına işgalci olarak girmesi, PYD ve neredeyse bölgedeki tüm devlet ve güçlerle karşı karşıya gelme siyaseti ve çatışma pozisyonu, İŞİD ile çatışması vb. de aynı kaygı ve durumun ürünüdür. Savaş veya çatışmalara girerek dikkatleri buralarda yoğunlaştırıp sorunu milli sorun olarak lanse edip içteki kamuoyunun desteğini almaya, iktidar pozisyonunu bu zemin üzerinde sürdürmeye çalışmakta, bunu hedeflemektedir. Nitekim Bahçeli MHP’si ile belli pazarlık ve anlaşmalar zemininde de olsa sağladığı ittifak Kürt düşmanlığı ve tekçi faşist ırkçı Türk milliyetçiliği paydasına dayanmaktadır. Ki, MHP’nin AKP’ye entegre edildiği Bahçeli’nin “Erdoğan’ı tercih ederiz” söylemiyle pekişmiş durumdadır…
Ne var ki, sebepsiz olmayarak yaşadığı korkularından ve karşı karşıya olduğu tehlike ve tehditlerden ötürü tek çare olarak başvurduğu baskı, saldırganlık ve faşizm ve bu zeminde sağladığı ittifaklar geçici olarak iktidar ve egemenliğini devam etmesine yol açsa da, esasta düşmanlarını büyüterek kendisine daha kötü bir son hazırladığı aşikardır.
İşte kaderine dönük hazırladığı bu süreçte, darbenin uygun şartları oluşmuş-oluşturulmuş durumdadır ve kısa sürede darbe mümkün olmasa da orta vadede mümkündür. Önümüzdeki süreçte muhtemel olan gelişmeler, hazırlanmış ve uygun olan zeminde bir darbeyi olanaklı kılmaktadır. İkinci olarak aktüel olan referandum kritik bir halka durumundadır ki, muhtemel olan HAYIR tavrının referandumda çıkması bir erken seçimi olası kılmaktadır. Ve referandumda hayır çıkması Erdoğan ve güruhunun açık bir yenilgi alarak daha zayıf duruma düşmesi ve iktidar pozisyonunu yitirmesine uzanacaktır. Elbette bu durum karşısında Erdoğan ve güruhunun şuursuz saldırganlıklara başvurması, savaş ve çatışmalar gündeme getirmesi mümkündür. Bu ise kanlı bir çatışma sürecinin yaşanması, toplumsal kaosun büyümesi anlamına gelecektir…
Özcesi Erdoğan’ın her biçimdeki iktidar ve egemenlik dönemi siyasi (ekonomik de) kriz ve faşist saldırıların derinleşmesi biçiminde yaşanacaktır. Yani mevcut dönem ve önümüzdeki dönem Erdoğan ve güruhu tarafından faşizm ve saldırılar durmaksızın tırmandırılacaktır. Tüm demokratik dinamikleri hedef alan koyu faşist saldırılar şiddetlenerek ilerleyecektir. Ta ki, Erdoğan başkanlık sistemiyle iktidarını sağlama alana ya da iktidarı kaybetmesine kadar… Ya da referandumda HAYIR çıkması durumunda Erdoğan ve güruhunun girişeceği şuursuz saldırganlık veya komplo ve provokasyonlar zemininde geliştireceği kanlı çatışma atmosferi (ki, bu daha açık bir çatışma olarak da devreye sokulabilir) gündeme getirildiğinde, bu sürecin bir darbe olasılığını çok daha güçlendireceği açıktır. Ki, referandumu kaybetmesi durumunda böylesi bir kanlı çatışma sürecine başvurabileceği bugünden yaptıkları açıklamalarla desteklenen bir olasılık ya da tespittir. Birçok AKP’li ya da Erdoğan’ın siyasi kukla ve tetikçileri şimdide eğer hayır çıkarsa ülkede iç savaş çıkar diye alenen propaganda etmektedirler. Hatta başsavcı kılıklı Erdoğan’ın memurları hayır diyenleri hukuki bir sorumlulukla karşı karşıya kalıp yargılanacaklarını şimdiden ilan etmektedir. Dahası bizzat Erdoğan, “PKK hayır diyor, dolayısıyla hayır diyenlerin kim olduğuna bakmamız lazım ve hayır diyenlerin PKK ile birlikte yürüdükleri” biçiminde tehdit ve şantajların ileriye dönük bir tehdit olduğunu ortaya koymaktadır. Denebilir ki, bu propagandalar referandum sonuçlarını etkilemek için yapılmaktadır. Kuşkusuz ki, işin bir boyutu kesinlikle budur ama yapılan açıklama ve söylenenlerin salt bunla sınırlı amaca sahip olmayıp başka kasıtlar taşıdığı inkar edilemez. Bütün bu açıklamalar ve özellikle Erdoğan’ın açıklaması dikkate alındığında, önümüzdeki süreçte, yani hayır tavrının çıkması durumunda CHP’nin de PKK ile ortak hareket ettiği gerekçesiyle soruşturmalara ve tasfiyelere tabi tutulacağını işaret etmektedir. Ki süreç bu zemine kaydığında öngördüğümüz darbe olasılığı güçlü olarak gündeme gelecektir. Dolayısıyla ayakta kalabilmek veya karşı karşıya olduğu tehlikeyi ötelemek için saldırılara saldırı, askılara baskı, faşizme faşizm eklemekten başka umarı olamayan Erdoğan’ın, ne bu saldırganlıkla ve ne de referandum sonuçlarına bağlı olarak girişeceği tasfiye esaslı baskılar, savaş çılgınlığı veya savaş kışkırtıcılığı da çare olmayacaktır. Erdoğan’ın geliştirdiği ve geliştireceği faşist baskı vb. tüm şartlar kendisine karşı bir darbeye davetiye çıkarmaktan ve darbenin şartlarını hazırlamaktan başka bir anlam taşımaz. Erdoğan çöküş süreciyle karşı karşıya olduğunu bildiği için her türlü yola başvurmaktadır, vuracaktır da. Ancak Erdoğan ya seçimlerle ya da önümüzdeki dönemde olmak üzere bir darbe süreciyle iktidardan alaşağı edilme akıbetiyle yüz yüzedir… Bu süreç gerçekleşene kadar Erdoğan’ın her türlü faşist baskısı artarak gündemde olacaktır, savaş çılgınlığı da dahil… Özellikle de referandum sonrası erken seçimler süreci bu pervasızlıklara tanık olacaktır ki, darbe olasılığı da bu sürece kadar geçen zaman diliminde son derece kuvvetli zemine oturmuş, şartları büyük ölçüde olgunlaşmış olacaktır…
Devrimci-demokratik bloğun geliştirilmesi önemlidir
Mevcut durumda, her eleştirenin hapis karşılığıyla yanıtlanması, burjuva basının bile aynı baskıyla susturulup kontrol altına alınması vb. zemininde geliştirilen azılı faşist süreç ve saldırganlık toplumda büyük bir kaygı, korku ve belirsizlik yaratarak toplumu sindirmiş, kitlelerin demokratik tepkilerini göstermekten imtina edip kabuğuna çekilmesine yol açmıştır. Yani, estirilen ağır faşist baskılar toplumdaki ekonomik-demokratik hak ve talepler mücadelesini bastırarak sindirmiş olmakla birlikte, toplumda baskılara karşı ciddi bir hareketlilik ve direniş emaresi görülmemektedir. Yaşam kaygısı başta olmak üzere, hapsedilme, yargılanma, terörist damgası yeme vb vs kaygıları toplumsal dinamiklerin baskılar altında sinmesine yol açmış durumadır. Mevcut durumda toplum korku çemberi altına alınarak toplumsal bir muhalefet ve mücadelenin yükseltilmesinin şartları faşist baskı maharetiyle ortadan kaldırılmıştır. Bu durumda pervasızca uygulanan baskılar ve faşist saldırılar karşısında toplumsal bir direniş geliştirmek yakın süre içinde mümkün görülmemektedir.
Örgütlü devrimci hareketin örgütsel durumu da ciddi bir direniş geliştirmeye yeterli değildir. Demokratik cephede Kürt ulusal hareketi örgütsel güce sahip olup belli direniş refleksleri ve mücadeleler sergilemektedir. Ancak bu da içinden geçtiği direniş ve direnişin vahşi katliamlarla bastırılması süreci vb. nedenlerden ötürü süreci tek başına göğüsleyerek geriletme durumunda değildir. Halkların Birleşik Devrim Hareketi siyasi olarak ciddi bir misyon ve anlama sahip olsa da, bu da estirilen faşist baskı sürecinin püskürtülmesi ve ciddi bir toplumsal direnişin geliştirilmesi gibi bir durumdan uzaktır. Kısacası toplumsal dinamikler başta olmak üzere, örgütlü devrimci hareketler de mevcut durumda geliştirilen katı faşist baskılara karşı ciddi bir direniş-toplumsal direniş yükseltme durumunda değildir. Ancak bu direnişin gösterilmesi de tarihsel değerde bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç temelinde etkili bir mücadele ve direnişin sergilenebilmesi için de devrimci hareketin örgütsel durumunu güçlendirecek olan bir çalışma ile birlikte, bu yapısını sağlamlaştırma ve elbette faşist saldırı dalgasına karşı koruyarak ilerletmesi gerekmektedir. Bu da devrimci örgüt ve partilerin b dönem için belli bir taktik siyaset temelinde içe dönük çalışmalara eğilmesini gerektirmektedir. Zira belli bir nicel ve nitel seviye ve sağlamlık yakalanmadan söz konusu ağır faşist saldırı ve baskılara karşı ciddi ya da gerekli bir mücadelenin ortaya konamayacağı açıktır. Gün birlik yaklaşım ve politikalarla değil, stratejik yönelim ve çalışmalarla sağlam ve güçlü parti-örgütlerin tesis edilebileceği aşikardır…
Öte taraftan devrimci cephede dikkat çeken önemli bir gelişmeye tanıklık yapıldığı da görülmek durumundadır. Dikkate değer olumlu gelişme şudur. Bu güne kadar gerilla savaşı ve silahlı mücadele konusunda varlık göstermeyen, böyle bir yönelim ve perspektife sahip olmayan bir kısım devrimci örgüt ve elbette silahlı mücadele perspektifine sahip olup da bunu istikrarlı olarak hayata geçiremeyen kimi devrimci örgütler, yani belli bir örgütlülüğe-örgütlü güce sahip olan devrimci örgütler bugün gerilla savaşına pratik eğilim göstererek savaş alanlarında konumlanmaktadır. Bu pratik eğilim ciddi bir gelişmedir ve önemlidir. Ki, bu eğilim ve gelişme sebepsiz değil, bilakis tırmandırılan faşist baskıların yarattığı sonuçtur. Faşist saldırganlığın dayatmalarıyla da olsa devrimci örgütlerin savaş alanlarında konumlanıp savaşa göre biçimlenmesi son derece olumlu ve ciddi bir gelişmedir. Bu gelişme devrimci cephedeki olumlu gelişmeyi, faşist baskı sürecine karşı devrimci sürecin gelişme eğilimini yansıtmaktadır. Kısacası devrimci cephede durum, devrimci hareket ve dalganın geri çekilmesi izlenirken, buna ters orantılı olarak örgütlü devrimci hareketin silahlı mücadele ve gerilla savaşı yöneliminde pozitif eğilim doğrultusunda pratiğe girmesi izlenmektedir. Bu siyasi eğilim son derece anlamlı ve geleceğe dönük umut verici bir gelişme durumundadır. Bütün bunlardan çıkarılması gereken özet sonuç şudur; pervasızlaşarak ağırlaşan faşist baskılar toplumda büyük bir korku atmosferini egemen kılmıştır. Toplumsal kitleler ve dinamikler korku iklimine hapsedilerek susturulup sindirilmiştir. Bu anlamda devrimci hareket pratiğinde bir duraksama ve gerileme gündeme gelmiş olup, faşist saldırganlığa karşı bir toplumsal hareketin gelişme olasılığı ve ciddi bir direniş ya da hareketin boy vermesi yakın süreç açısından görülmemektedir. Dolayısıyla derinleştirilen faşizm ve sistemli faşist baskılara karşı toplumsal nitelikte ciddi bir direniş ve pratik mücadelenin yükseltilmesi mevcut durum ve şartlarda olası görülmemektedir. Diğer taraftan ise, örgütlü devrimci hareketin ileri eğilim pratiğine girerek olumlu bir gelişme gösterdiği izlenmektedir ve bu gelişme hemen olmasa da faşizme karşı ciddi bir direniş ve mücadelenin gündeme geleceğini, bunun dinamiklerinin mevcut olduğunu göstermektedir. Devrimci hareket cephesinde durumun ikili özellik taşıdığı açıkken, karşıdevrim cephesinin bağrında büyük çatlak ve zayıflıklar barındırdığı de bir gerçektir. İşte siyasetteki taktiğimiz, dönemsel yönelim ve perspektifimizi biçimlendirirken bütün bu özellikleri dikkate almak durumundayız.
Faşizmin derinleşmesi temelinde ağır faşist saldırıların ciddi bir tehdit olarak gündemde olacağına dair yaptığımız tespite ve yine bu süreçte mevcut iktidarın karşı karşıya olduğu durum ve referandum sonuçları temelinde gündeme gelecek muhtemel gelişmeler tespitlerimize ve toplumsal durum ile devrimci cephedeki genel duruma uygun olarak, kısa analizin yaptığımız bu süreç karşısında devrimci görevlerimizi hangi taktik politika, siyasi yönelim ve perspektifle biçimlendirip ele almalıyız?
Ne yapmalıyız
1-Referandumda taktik politika olarak HAYIR tavrını benimsemeli, hayır tavrının çıkması için gerekli çalışmalar temelinde ittifaklar oluşturmalı, faşizme karşı mücadele zemininde geniş bir hayır cephesini örgütlemeliyiz. Hayır tavrımızı alternatif anayasamızın savunusu temeline oturtmalı, gerici hakim sınıfların hiçbir anayasasını kabul etmediğimizi propaganda etmeliyiz. Hayır diyenlerin 80 anayasasını savunma pozisyonuna düştükleri demagojisini, bu propagandamızla boşa düşürmeli, çürütmeliyiz. En geniş toplumsal bileşenlerle Hayır cephesinde birleşmeli ama CHP gibi gerici faşist parti ve çevrelerle aramıza kesin mesafe koymalıyız.
2- Referandumda Hayır sonucunun çıkması durumunda olası bir erken seçime dönük demokratik kurum olarak hazırlıklar yapmalı, demokratik güçlerle ittifak politikamızı sürdürmeliyiz. Buradaki çalışma esasta tüm burjuva düzen partilerinin teşhirini yürüterek, ittifak politikamıza uygun olarak diğer devrimci güçleri birleştirerek demokratik cephe güçlerinden olan Kürt ulusal hareketinin siyasi partisiyle ittifak içinde bulunmalı, olası seçimlerde ittifak yapısı olarak güçlü çıkmayı sağlamalıyız. Öte taraftan seçim çalışmalarında yönetim anlayışımız ve demokratik/sosyalist programımızı propaganda etmeliyiz.
Esasta erken seçim olasılığı gündeme geldiğinde burjuva klikler arasında da cereyan edecek kanlı bir çatışma ve savaş durumu ile muhtemel bir darbeyi öngörerek bunun şartlarına uygun olarak güçlerimizi korumayı esas alan bir yönelime girmeye hazır olmalıyız…
Referandumda evet çıkması durumunda da büyük baskı ve faşist saldırıların demokratik ve sosyalist halk güçlerini hedefleyerek halkı teröre boğacağı beklenmeli ve buna dönük hazırlıklar yapılmalıdır. Ki, bu bağlamda devrimci hareketin gerilla mücadelesi alanlarında konumlanması eğilimi güçlerin koruması ve faşist dalgayı daha avantajlı şartlarda atlatmak için isabetli bir eğilim olarak şimdiden gelişmiş durumdadır. Fakat bu yönelim ne demokratik mücadele ve alanlarının terk edilmesi ve gevşetilmesi ne de faşizme arşı mücadele ve direniş görevlerinden uzak durmayı, bu görevleri ihmal etmeyi asla gerektirmez. Uygun güçlerimizle ve olanaklarımız çerçevesinde faşizme karşı direnişi örgütlemeli, salt korumacı eğilime düşmemeliyiz. Bilakis her şart ve durumda ve elbette güçlerimiz kurumayı da ihmal etmeden ama güç ve yeteneklerimiz el verdiği oranda bedeller pahasına faşizme karşı mücadele görevlerimizi üstlenmeli, kararlı bir direniş sergilemeliyiz. Tersi sağ teslimiyetçi bir hat olur ki, buna düşmemek için gerekli itina ve uyanıklığı göstermeliyiz.
3- Geliştirilen faşizm sürecine karşı her alan ve nitelikte anti-faşist, anti-kapitalist, anti-emperyalist mücadele ile en geniş bileşenleri çerçevesinde genel demokratik mücadeleyi geliştirerek bunun görevlerini yürütmeliyiz. Demokratik güçler arasındaki ittifak ve birlikleri önemseyerek geliştirmeliyiz. Halkların birleştirilmesi zemininde tüm halk güçleriyle ortak mücadele biçimlerinde buluşmayı önemsemeli, bu görevi küçümsemeden ve gerektiğinde siyasette esneklikler göstererek yerine getirmeliyiz. Kuşkusuz ki, sürece özgü doğru devrimci taktik siyasetlerin geliştirilmesine, düşmanla tek tek çatışmalarda başarılar elde edip kazanımlarımızı koruyarak geri düşmemeye önem vermeliyiz…
4- Örgütsel yapı ve güçlerimizi sağlamlaştırma ve hazırlama amaçlı içe dönük çalışmalar yürütmeli, uzun ve zorlu mücadele sürecine hazırlık bilinciyle hareke etmeliyiz. Bu hazırlık sadece güçlerimizi koruma bilinci ve siyaseti temelinde anlaşılmamalıdır. Hareketin her yönlü eğitimi ile hareketin geniş kitlelerle buluşturulması, örgütsel güçlerimizin ciddi bir disiplin içinde eğitilmesi, nitel ve nicelik olarak seviyesinin arttırılmasını sağlamaya dönük çalışmalar biçiminde ele almalı, anlamalıyız.
5- Hareketin geliştirilip sağlamlaştırılması çalışmalarına paralel olarak özel bir durum zemininde parti içi doğru-yanlış mücadelesinde hatalara düşmemeye, güçlerimizi ve partimizi zayıflatacak yanlış yöntemlere yer vermemeye, ideolojik mücadele veya çizgi mücadelesini doğru bilinçle ele alınıp yürütülmesine gerekli hassasiyeti göstermeliyiz. Hareket içi doğru-yanlış mücadelesi yoldaşlar arası sığ tartışma, kişisel dalaş ve yıkıcı kavga biçiminde ele alınmamalı-alınamaz. Mücadeleli birlik yaklaşımı zorla ve kaba mücadeleler yaratma anlamına gelmez. Tersine farklı fikirlerin iknaya dönük yapıcı ve kazanıcı mücadelesidir. Dolayısıyla hareket ve güçlerin yıpratılıp zayıflatılmaması amacına bağlı olarak, hareket içi mücadelede asla dar kavga metoduna başvurmamalı, yoldaşlık ve hareket ruhu kuvvetlendirilmelidir. Kavga usulünün bu güne kadar hiçbir ilerlemeye ve güçlenmeye hizmet etmediği, bilakis yıkıcı rol oynayarak partiyi zayıflattığı tarihsel tecrübelerimizle sabittir. Bu kültür ve hatanın devam ettirilmesi aymazlıktan öteye bir şey olamaz. Düşmana karşı kavgacı ve meydan okuyucu olmak doğru, dostlara ve yoldaşlara karşı ise kavgacı değil, yapıcı ve eğitici olmak doğrudur. Elbette kavgadan kastımız kaba kavga değil, şiddet içermese de tüm kaba, sekter ve yıkıcı yöntemlerdir. Her yoldaş bu süreçte sorun olmaktan ve sorun yaratmaktan kesinlikle uzak durmalı, yapıcı, birleştirici ve eğitici bir tutum içinde olmalıdır. İdeolojik mücadelesini bu zeminde biçimlendirip yürütmelidir. Bu hatalardan kurtulmak hareketin güçlerini pekiştirip gelişim göstermesi için şarttır. Aynı hataların tekrar edilmesi veya sürdürülmesi yıkıcılıkla güçlerimizi dağıtıp partiyi zayıflatma işlevi göreceği açıktır. Hareketi yıpratacak, güçlerini zayıflatıp dağıtacak ya da birlik ve moralini bozacak her türlü hatalı kültür ve davranıştan sakınmak özellikle bugün ertelenemez bir gereksinimdir.