Rojava: Devrim mi? “Proje” mi? “Veya” mı? 1/Cafer Çakmak

Nubar Ozanyan anısına….

Teorinin evrimi bakımından diyalektik özellik idrak edilirse; bugün Ortadoğu’nun kalbinde cereyan eden büyük küresel kapışmanın, aynı küresel kapsam içinde büyük altüst oluşları koşulladığı, tekille evrenseli iç içe geçirdiği bir özgün küresel savaşın orta yerinde tamamen kendi özgünlüğünde olabildiğince çapraşık politik-askeri güçler bağlamı içerisinde gelişen, devam eden yapısal altüst oluşun; özellikle de 20. yy’in teorik-felsefi krizin ağırlığı altındaki komünist harekete/politik ezilenler hareketine kendi krizini aşma noktasında tersinden nasıl imkan sunduğu görülmesi elzemdir.

HABER MERKEZİ(26.09.2017)-Rojava, kendi politik-pratik düzlemi içinde, büyük bedeller ve aynı büyüklükteki politik-taktik ustalıkla birlikte Ortadoğu’nun kalbinde 21. yüzyılın “komünist yönelimli” bir deneyimi olarak kendini başarıyla ilan etmişti. Bu kendini ilan edişin toplumsal-politik ve pratik bağlamı kuşkusuz onu özgün yapan evvelki devrimlerden ayıran gelişme çizgisi ve temel dinamik konjonktür teorinin edinilmiş sınırlarını parçalayacak kadar çelişik vs. oluşu; onu büyük tartışmalara da konu yapıyor.

   Belirtelim ki, tüm bu özgünlükler Rojava devriminin ezilenlerin politik dünya devriminin bir parçası ve ilham kaynağı olmasını gölgelemez; tam aksine onu ispatlar. Bütün devrimlerin temel politik-toplumsal gerçeğinin kesin olarak o özgünlüklerinde saklı olduğunu söylemeye gerek yoktur. Ezilenlerin geçmiş devrim deneyimlerinin gelişme çizgisinin tarihsel materyalist bakışla bunun anlaşılması ve açıklanması zor olmasa gerek. Lakin tam da bu noktada trajik zorlanmalara şahit olmaktayız.

   Büyük tartışmaların konusu olmayı hak eden Rojava olgusunun trajik bir biçimde küçük tartışmalarla ve anlaşılmaz saptırmalarla hafifseniyor oluşu, üzerinde özel kelam etmeyi gerektirecek boyuttadır. Hadise şudur ki; tartışanların gösterdiği ile tartışılanın net gerçeği arasındaki açı farkının yer yer akıllara durgunluk verecek boyutta. Bunun “en komünist” retorikle yapılıyor oluşu meseleyi daha vahim bir düzleme taşıyor. Bu ölçüde de söz konusu tartışma tarzlarının ve okuma biçimlerinin üzerine durulması bir zorunluluk halini aldı. En az iki bölümden oluşacak Rojava konulu makaleyi Rojava’da şehit düşen Nubar Ozanyan (Orhan Bakırcıyan) yoldaşa adıyoruz.

   21. yüzyılın ilk çeyreğinde kritik bir coğrafyada baş gösteren komünal yönelimli bu deneyim gerek bölge gerekse de dünya ölçeğinde politik ezilenler hareketi nezdinde büyük etki sağladığı tartışmasızdır. Böylesi tarihsel-politik bir sürecin her bakımdan döne döne incelenmesi, yorumlanması ve politik-pratiğin en temelden ilişkilenip yaygınlaştırılması politik devrimciliğin mantıksal sonucu olması gerekir. Tam da böyle bir nedenle Rojova’a ontolojik bir bakış, devrimciliğin çok kritik bir momentine işaret eder. Hatta daha açık olarak Rojava, komünist hareketin ve 21. yy. komünizm teorisinin kendini yeniden kurmada uğrak bir nokta olduğunu ileri sürebiliriz. İlk bakışta mübalağa gibi algılanacak bu iddianın gerçeklik payının ölçülebilmesi için tarihe bakmalıyız.

   Marksist politik teorinin geçmişi toplumsal-siyasal kriz veya kaos dönemlerinde diyalektik çevrime kendini bırakarak genişleme, dayanaklarını güçlendirme, eski sınırlarından koparak krizi ters çevirerek kendini yeniden kurmak şeklinde seyretmiştir. Soyut-spekülatif teoriden somut bağlamın politiğine geçişte teori kendini, güncel bağlamları üzerine kurar: Paris komününün Marx’ın politik teorisine yaptığı etkide bunu görüyoruz. 1905 Rus devriminin ve bunun Asya’dan Ortadoğu’ya tetiklediği burjuva demokratik devrimler kuşağının Lenin teorisinde yol açtığı genişleme, Lenin’i Lenin yapan teorinin-felsefenin temellerini yeniden düşünme ve 2. Enternasyonalle çöken Marksist teoriyi yeniden kurma sürecidir. Emperyalizmin çözülmesi, eşitsiz gelişme tezi, ulusal kurtuluş hareketleri üzerine tezler, emperyalist savaşı iç savaşa çevirme stratejisi, devlet-devrim, Nisan tezleri vb. Keza Mao bakımından da teorinin yeniden kurulma momentleri aynı çevrimleri izlemedi mi? 1935 Zunyi süreci 4. yenilgi savaşı ve büyük çarpışmalar denklemi üzerine geldi. Yani bütünsel bir sıkışma, kriz-kaos, nesnel dengelerin ve verili teorinin çöküşü (kısmen ya da tamamen) ve temel dayanaklarda geri çekilme ile teori ve politiği yeniden kurma süreci!

   Teorinin evrimi bakımından diyalektik özellik idrak edilirse; bugün Ortadoğu’nun kalbinde cereyan eden büyük küresel kapışmanın, aynı küresel kapsam içinde büyük altüst oluşları koşulladığı, tekille evrenseli iç içe geçirdiği bir özgün küresel savaşın orta yerinde tamamen kendi özgünlüğünde olabildiğince çapraşık politik-askeri güçler bağlamı içerisinde gelişen, devam eden yapısal altüst oluşun; özellikle de 20. yy’in teorik-felsefi krizin ağırlığı altındaki komünist harekete/politik ezilenler hareketine kendi krizini aşma noktasında tersinden nasıl imkan sunduğu görülmesi elzemdir.

   Durum bu iken; konjonktürle ve daha somut olarak Rojava bağlamıyla ilişkilenme düzeyi/niteliği daha da önemli ve dikkat çekici olmaktadır. Coğrafyamızdaki politik ezilenler hareketinin aldığı pozisyon önemli bir tartışma konusudur. Devrim sürecinin içerisinde duran, onu politik-pratik olarak üstlenenler ille karşısında konum alarak söylem geliştirenler anlamında bir ikilem vardır. Ve teori iki karşı kutup şeklinde kurulma eğilimini ifade etmektedir.

   Birincisi, meselenin tarihsel-mekânsal ve politik-stratejik bağlamlarının toplumsal harekette yol açtığı durumun devrimci müdahalelere sunduğu olanakları anlamamızı; ikincisi, özelden evrensele yayılan devrimi tetikleyici etkiyi ve buradan ileri gelen devrimci gelişmeye gözünü kapatarak politikanın dışına düşmeyi ifade eder. Politik iddiasızlık düğümü! Bu hal yüzeysel, şekilsiz bir destekçilik (bu aynı zamanda kendini ezen ulus devrimciliğinin mekanına sabitleme, açmazlarına bağlama halidir) görevi icat ederek teorik-politik krizini saklama şekline dönüşüyor. İkincisi, tüm bu halin teorize edilme parametrelerine damgasını vuran derin bir öznel idealizmin biriktirdiği sorunların yakıcılığıdır. Dolayısıyla problem bir aşamadan sonra teorik krizden ontolojik kriz durumlarına evirilmeye doğru yön çiziyor.

 Kuzey Afrika’dan başlayarak Ortadoğu’ya yayılan halk hareketleri, isyanlar halinde tüm toplumsal siyasal dengeleri sarsmasıyla, 2011’den başlayarak gelen iç savaşlar düzleminin ortaya çıkardığı statükonun çöküş süreci derinlikli incelenmesi gerekir. “Emperyalist dizayn süreci” gibi indirgemeci “açıklama” biçimlerinin sürecin karmaşık çelişkilerini ayrıştırarak izaha elverişli olmadığı gibi politik-stratejik bakımdan da yanlış mevziiye yatmaya yol açacağı için sakıncalıdır. Her şeyden önce gelişen halk hareketlerini/isyanları “emperyalist oyuna” (Doğu Perinçek sınırlarıdır bu) indirgeme gafletini barındıran böylesi basitleştirmeler, doğru bir yönelime işaret etmez. Bu açıklama tarzının aksine ortalama bir gözün gördüğü şuydu: gelişen halk hareketinin sınıfsal temelinin de belirgin olduğu genel olarak hak-hukuk-özgürlük talepleriyle birleşik yükselen kendiliğinden öfke patlamalarıydı. Kısa sürede yerel inisiyatiflerle güçlü organizasyonlara kavuşan isyanlar köhnemiş tahtları salladı. Öylesi önüne geçilmez büyüklükteki bu hareketler, genel olarak aynı büyüklükteki bir politik programa ve devrimci bir ön açıcı önderliğe kavuşmadığından gerek dış muhalefetlerle ve gerekse de ihvan gibi (Mısır) politik-İslamcılara angajmanlar edildi. Hareket politik ters çevirmelere uğradı, en diri devrimci kesimler püskürtülerek politik İslamcılığa yedeklenerek bölgenin tamamında yeni bir emperyalist dizaynın düzlemine çekildi ve boğuldu. Yine bu ters çevirme süreci de tek düze, basit indirgemeler yoluyla açıklanamaz.

Önceki İçerikEdebiyat Sancağı/Muzaffer Oruçoğlu
Sonraki İçerikDersim’de 2 MKP/HKO gerillası ölümsüzleşti