Popülizm Damarıyla Gelen Burjuva-İdeolojik Enfeksiyonun Yol Açtığı Deformasyon

Maoizm adına Maoizm’in eksik ya da yanlış savunulması, Maoist görüşler adına her biri etkili bir silah olan bu görüşlerin cılızlaştırılıp zayıflatılarak propaganda edilmesi, değişim ve ilerlemenin teorik temeli olan doğrular/doğru fikirler adına bu fikirlerin bütünlüğünden koparılarak tek yanlı ya da kısmen sunulup tartışmalı duruma düşürülmesi, siyasi geriliğin objektif tahrifleridir ki, bunlara kayıtsız kalınamaz. Doğru ya da devrimci fikirlerin savunulması erdemli bir davranış, saygın bir çaba, sürdürülmesi gereken gayedir

HABER MERKEZİ(13.06.2018)-Konuyla bağlantısı tartışmalı olsa da kısa bir hatırlatma ya da eleştirel uyarı ile giriş yapmanın faydalı olacağına inanıyoruz. Zira bağımsız görünen şeylerin genellikle ilişkili olduklarını diyalektik yasa bizlere tembihler. Bununla birlikte “çizgi” denen şeyin davranışta da anlayışta da (teoride ve pratikte/düşüncede ve eylemde) tutarlı bir sistematik zincirden ibaret olduğu unutulamaz. Bilginin bilime dönüşmesi süreci de buna benzer. Bölük pörçük, dağınık bilgiler insan yaşamının ilk evrelerinden itibaren vardı, ama bunlar insan toplumunun belirli aşamasında bilim haline geldiler. Siyaset de başka unsurlarla birlikte bilginin bilime dönüşme sürecini takip etti denilebilir benzerlik açısından. Her şeyin bir çizgide geliştiği ve/veya gelişen şeylerin belli şartlarda, zamanla bir çizgiye dönüştüğü doğrudur. Teori veya anlayıştaki tutarlı birlik bütünlük değerlidir. Kararlı bir çizgi, belirli bir dünya görüşünün taşınması ve yansıtılmasında elzem ihtiyaçtır. Kararlı-tutarlı bir çizgi ya da bakış açısı, bütünlüğü de yansıtmak durumundadır. Tutarlı-sistematik bir çizgi, bütünlüklü bir anlayış ve bakış açısını da dâhil alandır. Bunlardan hareketle, bağımsız göründükleri halde bağımlı olduğunu düşündüğümüz, kısa giriş adına ifade ettiğimiz aşağıdaki paragrafın gerekli olduğuna kani olduk.

Bilerek ya da Bilmeyerek Yapılan Yanlış Nitel Farklılıklar Barındırır, Ama Son Tahlilde “Yanlış” İstenmeyen Sonuçtur

Maoizm adına Maoizm’in eksik ya da yanlış savunulması, Maoist görüşler adına her biri etkili bir silah olan bu görüşlerin cılızlaştırılıp zayıflatılarak propaganda edilmesi, değişim ve ilerlemenin teorik temeli olan doğrular/doğru fikirler adına bu fikirlerin bütünlüğünden koparılarak tek yanlı ya da kısmen sunulup tartışmalı duruma düşürülmesi, siyasi geriliğin objektif tahrifleridir ki, bunlara kayıtsız kalınamaz. Doğru ya da devrimci fikirlerin savunulması erdemli bir davranış, saygın bir çaba, sürdürülmesi gereken gayedir. Bu gayede bulunanlar hata ve eksiklikleri nedeniyle aforoz edilemezler, hiç şüphesiz ki suçlu değerlendirilemezler. Ne var ki, devrimci gaye sorumluluklar taşımaktan muaf değildir. Bu sorumluluklar, taşınan gayeye uygun olarak biçimlenen sorumlulukların taşınması bağlamında eksikliklerinden, hatalarından da sorumludur. Bu eksikliklerin eleştirilmesi ve giderilmesi, devrimci gayenin mütevazılıkla kabul edeceği vazgeçilmezlerdir. Hatalar yapmak kaçınılmazdır, hata yapmadan doğru geliştirilemez. Ancak hata yapmamak için gerekli ve mümkün olan çabanın gösterilmesi de red ve inkâr edilemez. Niyetten bağımsız olarak yapılan yanlışlarla, niyetli olarak yapılan yanlışlar arasında kesin ve nitel bir renk ayrımı vardır. İkisine de farklı yaklaşırız. Olayların gelişme sebepleri ve varlık nedenlerinin açıklanması, diyalektik metot olarak istisna tanımayan bir metottur. Yapılan yanlışın neden-niçin/bilerek mi, bilmeyerek mi yapıldığını mutlak suretle önemseriz. Doğrunun ikinci yanı ise, nedenler gibi sonuçların da önemli olduğudur. Sonuçların hiçbir şey olduğunu söyleyemeyiz, sonuçları da sebebin tezahürü olarak önemseriz. Bu, neden sonuç ilişkisi bağlamında, nedenden sonuca gitme ve sonuçtan da nedene inme şeklindeki diyalektik yöntemdir. O halde niyetsiz de yapılsa yapılan yanlış görmezden gelinemez, farklı zeminde de ele alınsa son tahlilde yanlış yanlıştır. Düzeltilmelidir, düzeltilmesi şarttır. Nedenle ilgilenildiği gibi sonuçlarla da ilgilenilmek zorunludur. İyi niyetle yapılan yanlışla, kötü niyetle yapılan yanlış sonucu karşısında sadece metot, yöntem ve ele alış farklılaşır. Amaç, yöntem ve ele alış temelden farklılıklar barındırsa da sonuç olan yanlış ile mücadele bakidir, es geçilemez. Hatalar arasındaki nitel farklılıkların silikleştirilmesi düşünülemez, fakat hatalarla mücadele de ötelenemez. Doğrunun egemenliği buradan da doğar.

Doğruların eksik ya da tek yanlı kavranarak aktarılması, onların çarpıtılmasının bir biçimidir. Doğruların çarpıtılması her zaman bilinçli bir davranışla olmaz. Bazen niyetten bağımsız biçimde, objektif olarak eksik kavrayış ve hatalı yöntemlerin ürünü ya da siyasi gerilikten kaynaklı olarak doğrular çarpıtılır ya da zayıflatılırlar. Bundan sakınmanın temel yolu teoriye tam olarak hâkim olmak ve onu tam yansıtmakla mümkündür. Ki bu da bilginin gelişip ilerlemedeki sınırsızlığını görmeme ve “tam kavramayan konuşmasın” manasını ihtiva eden bir çerçeve olarak rasyonel değildir. Doğrunun aktarılması veya savunulmasında, doğruyu eksiksiz kavrama ve tam aktarma elitist istem olarak rasyonel olmadığına göre, ideolojik-teorik meseleler üzerine yürütülen tartışmalarda teorinin tümüne hükmedecek yargılardan görece sakınmak ve aktarılmak istenenin, somut konu bağlamında sınırlanarak aktarılmasına özen göstermek hataya düşmemek adına fevkalade önemlidir. Yani genelleme ve toptancılıktan sakınmak, ama somut konu özgülünde iddialı söylem ya da köşeli ifadelerde bulunmak daha makuldür. Eğer böyle yapılmaz ise, göreceli olan kavrayışımız oranında doğruyu aktararak, doğruyu genel muhtevasıyla değil kavrayışımızın sınırları çerçevesinde aktarmış olup onu eksik yansıtmış ya da çarpıtmış oluruz. Dolayısıyla somut meselede iddialı ve kesin yargılar belirtilse de teorik meselelerde bu kesinlikten, genellemecilikten kaçınmak en azından göreli şartlarda doğru olanıdır. Aksi halde niyetimizden bağımsız olarak doğruyu tartışmaya muhtaç hale getirip zayıflatmış oluruz. Ve maalesef bu duruma düşüldüğü görülmektedir.

Daha somut konuşacak olursak; komünistlerin hatalarına karşı açık ve samimi yaklaşarak, bunları saklamadan, halka açıklayıp öz-eleştirisini vermekten sakınmaması ilkesel bir yaklaşım ve genel bir doğrudur. Ki bir komünist partisinin ciddiyeti hatalarına karşı tutumunda açığa çıkar. Bu temel ya da ilkesel tutum doğru olmakla birlikte bundan hareketle her konuda tam bir aleniyet ve şeffaflık prensibinin uygulanması kuşkusuz ki doğru olamaz. Halka karşı tamamen açık olacağız; bunda bir sorun yok. Lakin bu gerekçeyle örgütsel sır, işleyiş, hiyerarşi konularında bir deşifrasyonu benimseyemeyiz. Açıklık, şeffaflık ve aleniyet ilkesi gereği örgütsel sır ve gizlilik ilkesini yok sayamaz, ihlal edemeyiz. Özcesi, aleniyet, açıklık ve şeffaflık ilkesini açıklayıp savunurken; sır, gizlilik, güvenlik gibi zorunlu meselelerde izleyeceğimiz doğru yaklaşıma dair ayrım çizgilerini de koymak, meselenin bu yanına da dikkat çekmek durumundayız. Örneğin hata yaparak yanlış bir cezalandırmada bulunduk veyahut hatalı bir eylem gerçekleştirdik ya da yanlış bir karar aldık-yanlış bir siyaset izledik… hiç şüphesiz ki bütün bunlarda yanlışımızı tam bir aleniyet ve dürüstlük içinde açıklayarak öz-eleştirisini vermekten çekinmeyiz, çekinmemeliyiz. Fakat diyelim ki, bir hareket veya eyleme dönük bir planlama yapıyoruz ya da bir atama yapıyoruz veya özel bir planlama ve siyaset uyguluyoruz, bu durumda aleniyet ve halka karşı açık olma gibi absürt bir tartışma yürütebilir miyiz? Kuşkusuz ki hayır. Demek ki düşmanın bilgisine sunamayacağımız ya da çalışmalarımızın güvenliğini ilgilendiren güvenlik, gizlilik ve deşifrasyon gibi meselelerde şeffaf olamayız. Kısacası illegal örgütlenen, illegal faaliyet yürüten veya bu esaslara dayanan örgütsel çalışma zorunlu olarak şeffaflık-aleniyet ilkesini şartlara tabi olarak ele almak durumundadır. Yani, şeffaflık ve açıklık prensiplerini bunların karşıtı olan prensiplerle açıklayıp savunmamız gerekmektedir. Sadece şeffaflıktan söz edip, gizlilikten söz etmemek hatalı-eksik yaklaşımdır, doğruyu eksik aktararak manipüle etmektir. Uzun sözün kısası, bazı temel doğruları hatalı kavrayarak ya da hatalı yorumlayarak, objektif olarak bu anlayışların sulandırılarak deforme edilmesine hizmet ettiğimizi tespit etmek durumundayız. Örnek başlıklarla devam edersek.

“Kitlelerden Kitlelere Siyaseti” Kitle Kuyrukçuluğu Siyaseti Değildir

Doğru kitle siyaseti veya çizgimiz, kitlelerden öğrenme ve onlarla birleşme perspektifinde anlam kazanan “kitlelerden kitlelere” siyasetinden başkası olamaz. “Kitlelerden kitlelere siyaseti” muazzam derecede isabetli, doğru bir siyasettir. Kitleler deryadır. Bu deryadan yararlanmak, öğrenmek elzemdir. Kitlelerin öğretmeni olmadan önce, onların öğrencisi olmayı bilmek fevkalade bir bilinçtir. Onlardan öğrenmek kadar, onlarla birleşmenin de kuvvetli bir argümanıdır doğru kitle çizgisi-siyaseti. Doğru kitle siyasetinden söz etmişken, kitleleri ileri-orta-geri kesimler biçiminde analitik tahlille kategorilere ayırmanın yerindeliğine de işaret etmekte fayda vardır. Zira siyasetimizi hangi kesim-kitleye göre saptayacağımız temel bir meseledir. Doğru kitle siyaseti adına kitlelerin geri kesimini esas alan bir siyaset kuşkusuz ki kitle kuyrukçusu geri bir siyaset olacaktır. Dolayısıyla siyasetimizde ileri kitleleri ölçü almamız en doğrusudur. Dolayısıyla kitle siyasetinden söz ederken monolotik bir kitleden ve tek bir siyasetten söz etmediğimize de dikkat çekmek durumundayız. Yeri gelmişken dikkat çekelim ki, yukarıda işaret ettiğimiz doğru-analitik yaklaşım kitle siyaseti meselesinde de karşımıza çıkarak doğruluğunu ispat etmektedir. Şöyle ki, kitlelerden söz ederken toptancı-genellemeci bir yaklaşımdan sakınıp analitik yaklaşarak bu kitleleri tek bir kategoride ele alamayıp ayrıştırmak durumunda oluyoruz. Genel bir siyaset benimsemekle birlikte bu siyaseti sahada analitik metotla somuta uyarlamak zorunlu-doğru bir yöntemdir. Tam da bu bağlamda genel siyaset olarak “kitlelerden kitlelere” siyasetini benimserken, kitleleri ileri-orta-geri biçiminde kategorize etmekten de haklı ve doğru olarak sakınamamaktayız.

“Kitlelerden kitlelere” siyasetine dönerek, bu doğru siyasetin hatalı kavranması ve yorumlanmasına değinelim. “Kitlelerden Kitlelere Siyaseti”, kitlelerin fikirlerine-görüşlerine başvurarak, alınan bu görüşleri bilimsel teoriye göre biçimlendirip öz kazandırarak kitlelere geri götürmek, sunmaktır. Yani kitlelerden alınan fikirlerin hiç değiştirilmeden, düzeltilmeden ve biçimlendirilmeden, olduğu gibi doğru kabul edilerek uygulanması-benimsenmesi anlamına gelmez doğru kitle siyaseti, veya “kitlelerden kitlelere siyaseti.” Bilakis kitlelerden toplanan-edinilen bilgilerin, görüş ve düşüncelerin bilimsel sosyalizm teorisi ışığında düzeltilip yeniden formüle edilerek kitlelere geri götürülmesi anlamına gelir “kitlelerden kitlelere siyaseti.” Ancak ne yazık ki çoğu kez “kitlelerden kitlelere siyaseti”nde kitlelerin her söylediğinin doğru olduğu, hiçbir eksiklik ve yanlış barındırmadığı, kusursuz fikirler olarak başvurulup benimsenmesi gereken fikirler olduğu yaklaşımlarına tanık olmaktayız. Eğer Maoist Komünist Partisi kitlelerin fikirlerini olduğu gibi alıp benimseyecekse ona ne gerek var; onun rolü, kitleleri aydınlatma, bilinçlendirme, örgütleme, mücadeleye seferber etmedir. Dahası eğer Maoist Parti doğrudan kitlelerin görüşleri temelinde hareket edecekse ve bu fikirleri bilimsel ölçülere tabi tutarak düzeltmeyecek ve formüle etmeyecekse, kitle kuyrukçuluğuna düşmüş olmaz mı? Açık ki, hiçbir rol ve etkide bulunmadan kitlelerin fikirleriyle siyaset yürütecekse, o parti öncü-önder değil kitle kuyrukçusu bir siyaset izliyor demektir. Zerre kadar tereddüde yer yok ki kitlelerin fikirlerine başvurulmalı, değerli olan bu fikirler önemsenmeli ve bunlardan öğrenilmelidir. Ne var ki bu fikirlere başvurmak ve onlardan öğrenmek, onları olduğu gibi doğru kabul etmek anlamına gelmez, onları düzeltip formüle ederek bilimsel siyaset haline getirme işlevini ve görevini yadsımaz. Kitlelerdeki fikirler bölük pörçük, sistemsiz ve dağınıktır. Doğru fikirler kadar, hatalı yanlış fikirler de vardır kitlelerde. Komünistler bu fikirleri alıp bilimsel teorinin süzgecinden geçirerek seçmeli, seçtiği doğru fikirleri sistemli hale getirip bütünlüklü siyasete dönüştürerek yeniden kitlelere götürmelidir. “Kitlelerden Kitlelere Siyaseti” budur, kitlelerin hatalı, yanlış fikirlerini salt kitlelerin fikirleridir diye benimsemek değildir.

Özellikle bilinçleri egemen güçler ve sistemleri tarafından bulandırılıp manipüle edilen ve hatta duygu ve düşünceleri, kimi hassas argümanların demagojik biçimde kullanılmasıyla biçimlendirilip belirlenen toplumsal realite ve bu kitlelerin her türlü baskı ve burjuva ideolojik-kültürel bombardıman altında şekillendikleri düşünüldüğünde, gelişmelerinin bilinçli politikalar temelinde engellenip, gerçeklere ulaşmaları önlenerek tek yanlı burjuva eğitim ve medya vasıtasıyla biçimlendirilmeleri gerçeğiyle bütün bunların toplamında ortaya çıkan toplumsal gerçeklik göz önüne alındığında, kitlelerin büyük bölümünün din sömürüsü üzerinden, milli duyguların istismarı üzerinden burjuva partiler veya iktidar tarafından yedeklendikleri açıktır. Diğer bir kesiminin ise iktidar karşıtlığı zemininde başka burjuva partiler tarafından yedeklendiği durumda, hepsinden önemlisi de komünist ve devrimci alternatifin kitlelerin talebini ve güvenini karşılamaktan uzak durumda olma realitesinde ortaya çıkan bu boşluk dikkate alındığında, kitlelerin mutlak doğru olduğu ve her fikrinin pürüzsüz olduğu, her durumda kitleleri mutlak ölçü almanın ve en önemlisi de kitlelerin fikirlerinin olduğu gibi benimsenmesi gerektiği fikrinin kusurlu bir yaklaşım olduğu kendiliğinden açığa çıkar. Burada altını özellikle çizelim ki bu sözlerimiz kitlelerin hatalı, suçlu, dikkate alınmaması gerektiği, fikirlerine başvurulmaması gerektiği anlamına gelmez. Kastımız, salt kitleci yaklaşımın ya da “kitlelerden kitlelere siyasetini” yanlış yorumlayarak, kitlelerin her düşüncesinin mutlak doğru olduğunu savlayıp, bu görüşlerin tartışmasız biçimde doğru kabul edilerek benimsenmesi ve uygulanması gerektiğini öngören yaklaşımın hatalı olduğuna işaret etmektir. Yoksa kitlelerin bir derya olduğu ve onlardan öğrenilmesinin yaşamsal bir siyaset olduğunu yadsımıyoruz. Evet “kitlelerden kitlelere” siyasetini benimseyip uygulamak elzemdir, fakat bu siyasetin doğru okunması da bir o kadar elzemdir. Hele hele doğru kitle siyasetini, kitlelere karşı açık olma adı altında kitlelerle öncü arasındaki nüansı silikleştiren, gizlilik, illegalite, güvenlik, işleyiş, disiplin gibi fark ayrımlarını dikkate almayan, ucu açık, belirsiz ve eksik yaklaşımla bağdaştırmak ya da doğru kitle siyasetini kitlelerin düşüncelerine dokunmadan, onları muhasebe etmeden, biçimlendirip formüle etmeden, mutlak ve saf doğru olduğu görüşüne indirmek tamamen sakat yaklaşımdır.

Doğru kitle siyasetinde düşülen hata ve yanlış yorumlamanın bir biçimi de parti kitlesinde, parti içi sorun ve parti işleyişinde yankı bulmaktadır. Parti işleyişi ve ilgili siyasetlerin hatalı yorumlanması ya da yaşanan bazı tartışmaların amacını aşan boyutlarda ele alınmasının bir sonucu olarak, parti kitlesinde merkezde alınan kararlara-merkezden gelen kararlara karşı ters orantılı bir reaksiyon olarak yansımakta, aşırı demokrasicilik eğilimini gündeme getirmektedir. Öyle ki neredeyse her kararın kitlelerle tartışılıp alınması gerektiği fikri mutlak bir kural ve biçim olarak savunulmaktadır. Bu soruna, ilgili bölüm ve başlıkta değineceğimiz için ayrıntıya girmeyeceğiz. Ancak bu yaklaşımın komünist parti ciddiyeti, örgüt işleyişi, disiplin, örgüt-parti anlayışı, demokrasi ve merkeziyetçi anlayışı açısından son derece sorunlu olduğunu söylemek ve görmek durumundayız.

“Kitlelerden kitlelere siyasetini” benimsiyoruz gerekçesiyle kitlelerin her söylediğini yapmamız gerekir ya da kitleler yanılmaz kılavuzdur fikrine düşemeyiz. Tersi görüş, “kitlelerden kitlelere siyasetini” kitle kuyrukçuluğuna indirgeyen sağ tasfiyeci görüştür. Merkezi yetkinin yerine geçerek, merkezi kararları altın inisiyatifine indirgeyen somut tutum da bunun başka bir versiyonudur. Tasfiyeciliğin demokrasi adına uygulanmasıdır. Kitle kuyrukçusu siyaset ve anlayışın bir biçimidir.

“Söz Karar Yetki Halka!” Sloganı Komünist Parti ve Yönetim Anlayışına Karşı Değil, Burjuvazi ve Onun Yönetim Biçimlerine Karşı Atılan Bir Slogandır

“Söz karar yetki halka” sloganı partimiz tarafından, burjuva gerici sistem ve iktidar şartlarında kazanılıp ele geçirilerek yöneteceğimiz yerel yönetimlere dönük(evet yerel yönetimlere dönük!) olup, halka hizmet etme yerine, yerel yönetim olanaklarını bireysel menfaatler için kullanma ve buraları birer rant alanı haline getirme gibi, kitlelerden kopuk, onları dışlayan gerici yönetim anlayışına karşı kullanılmış doğru bir slogandır. Bahsini ettiğimiz koşullarda yerel yönetim anlayışımız kitlelerle birlikte karar alma, kitlelerin kendilerini yöneten, yönetimde ve kendisiyle ilgili tüm kararlarda söz sahibi yapma, yerel yönetim üzerinde yetkili kılarak her süreçte yönetime dahil etme biçiminde olacaktır. Olmaktadır da. Aynı şey sosyalist toplum tasavvurumuzda da veya sosyalist iktidar dönemindeki meclisler, sovyetler, komünler şeklindeki örgütlenmeler bağlamında da geçerli olacaktır. Özellikle merkezi meclis altında, mahalle meclislerine kadar biçimlenecek olan tüm örgütlenmelerde, her düzeydeki meclis kendisiyle-yönetim birimiyle ilgili her süreçte her kararda söz sahibi olacak, karar mekanizmalarında yer alacak ve seçilmiş yönetimi denetleyerek görevden alma gibi yetkiler kullanma hakkına sahip olacaktır. Alttan üste doğru meclisler, sovyetler, komünler örgütlülüğü kendi iradesini hiyerarşi içinde, üst meclise göndereceği temsilcileri vasıtasıyla merkezi mecliste söz ve irade sahibi olacaktır. Ne var ki, bütün bu süreçlerde komünist partisinin görev ve yetkileri, önderlik ve yönetimdeki rolü, oynayacağı sorumluluk ve misyonu inkâr edilip yok sayılamaz. Yani sosyalist iktidarın merkezi meclis yönetimi altındaki demokratik-merkeziyetçi ilke temelinde biçimlenen, sosyalist demokrasi ışığındaki işleyiş ve örgütlenme temelinde geniş kitlelere indirilen yönetim örgütlenmesi ve onları yönetim-karar süreçlerine katan, söz ve yetki sahibi kılan proleter devletin merkezi mekanizmasını/merkezi meclis mekanizmasını, onun öncü-önder veya öncülük rolünü, yetki, görev ve sorumluluklarını yok sayamayız. “Söz karar yetki halka” sloganı, önderlikten-devlet örgütlenmesi ya da mekanizmasından bağımsız olarak işletilen, onu yadsıyarak işletilen, onsuz ve kendiliğinden işleyen bir yönetim anlayışı ve slogan değildir. “Söz karar yetki halka” sloganı komünist partisi önderliğini yadsıyan, ona karşı olan bir yönetim anlayışı değil, bilakis bu önderlik altında uygulanacak ve uygulanma olanağı bulan bir slogan ve yönetim anlayışıdır. Özellikle de komünist partisi önderliği veya proleter devlet niteliğindeki yönetime karşı olan-onu yadsıyan değil, onu destekleyerek, burjuva yönetim anlayışına karşı ileri sürülen bir yönetim anlayışı ya da sloganıdır. Böyle olmasına karşın, bu slogan ve yönetim anlayışına sığınılarak, komünist partisinin önderliği, yönetimdeki tayin edici rolü ve buna bağlı biçimlenen proleter devlet ve yönetim anlayışı unutturulmaya, boşa çıkarılmaya çalışılmakta ya da bu hatalı bilinç oluşarak sağ tasfiyeci eğilim gelişmektedir. Tam da bu eğilimdendir ki komünist partinin önderliği, yetki, görev ve inisiyatifi gibi meselelere karşı alerji doğmakta, komünist partinin önderliğini sulandırarak, bilimsel sosyalizm teorisinden çark eden halkçı-popülist anlayışlar hortlamakta ve her şeyi kitlelere devretmeyi salık vermektedir. Partinin merkezden kararlar alıp, alta indirmesine ve uygulatmasına aynı anlayışla karşı çıkılıp, kararların alta danışılarak alınması mutlak bir işleyiş olarak savunulmaktadır.

Evet, sosyalist iktidar şartlarında en geniş demokrasinin uygulanmasını benimseyip uygulamak savunulmalıdır. Zira bizlerin iktidarı, koşulları bizlerin denetiminde, elinde ve lehinedir. Bu şartlarda mümkün olan en geniş demokrasi uygulanmalı, kitlelerin yönetime katılması sağlanmalıdır. Bunda bir sorun yoktur. Ancak içinde bulunduğumuz tarihsel koşullar ve gerici sınıfların egemen olduğu sınıflı toplum aşaması, keskin sınıf çatışması ve faşizm şartlarında bu demokrasiyi en geniş biçimde uygulamanın şartları yoktur. Demokrasinin bu şartlarda sınırlı olup merkeziyetçiliğin esas olduğu unutulmamalıdır. Bu şartlarda “söz karar yetki halka” sloganı veya buna dayanan yönetim anlayışı ancak gerici sınıflar sisteminde kazanıp yöneteceğimiz yerel yönetimlerde uygulayabileceğimiz bir anlayıştır. Ki bunlar tamamen yasal olup, doğrudan halkın kendisinin seçtiği yönetimlerdir. Dolayısıyla yasal olan ve yasadışı bir tarafı olmayan yerel yönetimlerde halkı söz karar yetkiyle donatıp yönetime dâhil etmemiz ve yönetim üzerinde haklı olarak yetkili kılmamız her şeye uygundur, doğru anlayıştır. Lakin, aynı slogan ve anlayışı illegal bir partide uygulamamız mümkün değildir. Bugün için, tarihsel ve toplumsal şartlar buna elverişli değildir, sosyalist iktidar döneminde de proleter devlet niteliği ve proletaryanın önderliği ilkeleri açısından abartıya vardırılarak, bunları yadsıyan biçimde savunulması yanlıştır. Komünist partisinin devrimdeki önderliği, devrim sonrası devletin proletarya önderliğinde proleter devlet niteliğinde olması, bunun sağlanmasında komünist partinin üstleneceği-oynayacağı rol ve görevler konusundaki yaklaşımımız doğrudan “devrim, devlet, demokrasi” anlayışımızı belirleyen unsurlardır. Dolayısıyla gerici sınıflar sistemi koşullarında savunduklarımızla sosyalist sistemde savunacaklarımızı, yerel yönetimler için savunduklarımızla devlet yönetimi bütününde savunduklarımızı birbirine karıştırmamalıyız.

“Söz karar yetki halka” sloganı sanki komünist partisinin yönetim anlayışı ve işleyişine karşı bir şiarmış gibi, bu şiara sığınarak komünist partisinin işleyişini, yönetim ve kararlarını kitlelere devretmemiz, onu iğdiş etmenin ötesinde, devrimci ve komünist örgütü tasfiye ederek sivil toplumcu bir kitle örgütüne dönüştüren sağ tasfiyeci yaklaşım olur. “Söz karar yetki halka” şiarını yanlış yorumlayarak devrimci ve komünist örgüt ve örgütlenmeyi iğdiş edip sağdan tasfiye eden bu yaklaşım, buyursun komünist parti işleyişinde ve yönetiminde, komünist parti-örgütü hariç ederek sözü halka devretsin ki bunu yapmanın mümkün olup olmadığını görsün, görelim.

“Doğrudan Demokrasi”

“Doğrudan demokrasi” tezi keskin sınıf çelişkilerinin sınıflar savaşımı pratiğiyle hüküm sürdüğü toplumsal ve siyasal şartlarda, özellikle de devrimci sınıfların ağır baskı ve faşizm koşulları altında yoğun illegaliteye dayalı örgütlendiği siyasi şartlarda, bir burjuva safsatadan ibarettir; popülist söylem ve burjuva bir aldatmacadır. Çünkü “doğrudan demokrasinin” uygulanması şartları yoktur ve bu şartlar bizlerden bağımsız olarak yoktur, irademiz dışında sınıflı toplumlar realitesinin bir dayatması olarak yoktur. O halde tarihsel ve toplumsal şartları dikkate almadan “doğrudan demokrasiyi” savunmak siyasi sahtekârlıktan başka bir şey değildir. İçinde bulunduğumuz tarihsel şartlarda gerçek bir değer taşımaz. “Doğrudan demokrasi” halkın egemen olarak karar alma ve yönetme süreçlerinde tek erk olduğu, söz, karar, yönetim süreçlerinde dolayımsız temsil iradesi olup doğrudan kendi kendisini yönetme durumunda olduğu bir demokrasi biçiminden ziyade halkın yönetimi olarak özetlenebilir. Her türden yetkilendirme ve görevlendirme temelinde iradeleşme ve merkezileşme ile her türden temsili biçim ve seçim süreçlerinin yadsındığı, bunun yerine halkın(kitlelerin) doğrudan beyanının geçerli ve üstün olup, kararların doğrudan halkın iradesiyle alındığı sınırsız, ileri, yüksek bir demokrasi biçimidir. Bu bağlamda “doğrudan demokrasi”, nihai hedef ve özlenen demokrasi biçimi olarak mükemmel düzeyde bir özgürlük seviyesi, amaçlanması gereken bir idealdir. “Doğrudan demokrasinin” esasta bir komünizm olgusu ya da komünizm dönemine has bir demokrasi olduğu söylenebilir. Dolayısıyla sonal stratejik bir hedef, bir amaç olarak hiç şüphesiz ki karşı çıkılamaz bir doğrudur. Fakat bugünden yakalanabilecek, uygulanabilecek ve somut şiar haline getirilebilecek ya da mümkün olabilecek bir model değildir. Değildir çünkü “doğrudan demokrasinin” uygulanmasının şartları yoktur. Sınıflı toplumlar aşamasında bulunmakla birlikte, sınıf diktatörlükleri altında sınıflar mücadelesinin keskin olarak sürdüğü, egemen sınıf baskılarının en acımasız biçimde sürdüğü koşullarda yaşamakta, mücadele etmekteyiz. Gerici sınıfların en ağır biçimde baskı uygulayarak sınırladıkları bu şartlarda, tercihimiz olmadığı halde zorunlu olarak illegalite esasına göre örgütlenmek, illegal mücadele yürütmek durumundayız. Bu baskı ve illegalite koşulları demokrasiyi de koşullayıp sınırlamaktadır. Örneğin bütün kitleleri toplayıp onlarla tartışıp kararlar almamız güvenlik de dahil hiçbir açıdan olanaklı değildir. Demek ki toplumsal ve tarihsel şartlar istediğimiz gibi davranmaya, istediğimiz iyiyi hemen yapmaya, en mükemmel olanı yapmaya, en doğruyu hemen uygulamaya izin vermemekte, bizleri sınırlayarak planlı ve aşamalı ilerlemeye mecbur etmektedir. Tarihsel ve toplumsal şartlar nasıl ki hemen komünizme geçmemize elvermiyor ve komünizm öncesi aşamaları gerçekleştirmemizi gerektiriyorsa, nasıl ki, komünizm aşamasına göre geri-ci olan demokrasiyi savunmamızı koşulluyor-gerektiriyorsa, nasıl ki devlete son tahlilde karşı olmamıza rağmen bugün proleter devlet ve biçimlerini savunuyor bunlar için mücadele ediyorsak, para, hak-hukuk, paylaşım gibi burjuva olan değerleri burjuva olmalarına karşın bugün benimsiyorsak, burjuvaziden devralınan birçok şeyi tarihsel şartları dikkate alarak sürdürüyorsak ve “herkesten yeteneği kadar herkese ihtiyacı kadar” şiarını içinde bulunduğumuz tarihsel-toplumsal şartlarda uygulayamıyorsak öyle de “doğrudan demokrasiyi” en ideal demokrasi düzeyi olmasına karşın bugünkü tarihsel şartlarda doğru bulmuyor, uygulamıyoruz. Öyle de “doğrudan demokrasi” yerine, demokratik normlara oturmuş temsili demokrasi biçimini kullanmak zorundayız; demokratik usulle merkezileşmek, merkezi yapıya bürünmek ve demokrasiyi bu yapı altında düzenleyip uygulamak durumundayız. İrademizi demokratik biçimde seçtiklerimize vermek durumundayız. Kararları demokratik yolla seçilen bu merkezi iradenin almasını yadsımamak durumundayız. Ortak alınması mümkün olan kararları ortak almalı, ama bunu mutlaklaştırmamalı, hatta genel kaide haline getirmemek durumundayız. Bütün karar ve uygulamalarımızın aleniyet içinde alınıp gerçekleşmesini reddetmek durumundayız. Mücadelemizi sürdürebilmenin koşullarını oluşturmak için yaşamımızdan ödün verdiğimiz gibi haklarımızdan da, demokrasiden de ödün vermek durumundayız. Demokrasiyi mümkün olduğu kadar en geniş biçimde uygulamalıyız ama sadece şartlar el verdiği ölçüde bu demokrasiyi geniş tutmalıyız. Bunun bir zorunluluk, tarihsel şartların dayattığı bir zorunluluk olduğunu bilince çıkarmak durumundayız.

“Doğrudan demokrasi” muazzam bir özgürlük, en üstün bir demokrasi ve komünist mücadelenin gerçekleştireceği bir hedeftir. Ancak onu bugünden somut bir uygulamaya dönüştürmek altı boş, kof bir çaba ve bilinç bulandıran büyük bir çarpıtmadır. Burjuva bir tuzaktır. Çünkü proleter demokrasiyi, demokratik-merkeziyetçiliği, bunun koşulladığı disiplini, örgütü-partiyi, bunların rolünü, gizlilik ve güvenliği rafa kaldıran, proletarya ve halk kitlelerini silahsızlandırarak burjuvaziye teslim eden, popülist ama bilimsel ve gerçekçi olmayan bir savrulmadır. Gerici hâkim sınıfları ve baskılarını aklayan, sınıflı toplumlar ve sınıflar mücadelesini yok sayıp inkâr eden burjuva liberal stratejilerin ürünü bir yönelimdir.

“Doğrudan demokrasi” içinde bulunduğumuz tarihsel şartlarda neden uygulanamaz ya da neden sakıncalıdır? Çünkü burjuvazi toplumu yönetme düzeyinde inisiyatifli, ayrıcalıklı, güçlü ve örgütlüdür; devlet denen zor ve baskı aracını elinde tutarak toplumu baskı altında tutup zorla yönetmektedir. Devlet ve iktidar olmanın tüm olanaklarını baskı ve zor unsuruna paralel olarak kullanmakta, halkı manipüle etmekte, bilincini belirleme ya da çarpıtmada elindeki olanaklar sayesinde etkili olmakta, algı yönetimi ve kimi hassas ya da demagojik söylemlerle halkı istediği rotaya çekmeyi başarmakta, gerçekleri halktan saklayarak halkın gerçekleri bilme ve aydınlanmasının önünde engel olmakta, bu anlamda halkın geri kalmasını sağlamakta, eğitim kurumlarından medyaya kadar her türden araçla kendi çıkarlarına uygun toplumsal bilinç, duygu ve düşünce yaratmakta, muhalif fikir ve aydınlanma unsurlarına zor, baskı ve yasaklar uygulayarak gelişmelerini engellemekte, yargı sistemiyle bu baskıyı etkinleştirmektedir. Kısacası, burjuvazi iktidardadır ve yönetmektedir. Toplumun gerçeklere ulaşmasından doğru bilgilenmesine, bağımsız ve özgür düşünebilmesinden bu zeminde gelişmesine, bilimsel araştırma ve gelişme-ilerleme olanaklarına, demokratik şartlardan demokratik süreçlerin işlemesi-işletilmesine kadar ve hatta üretimden tüketime kadar halkın tüm etkinliği ve hemen her şey burjuvazinin denetimi ve egemenliği altındadır. Bu şartlarda halkın bağımsız ve özgür iradesinden, bu iradenin oluşma olanaklarından, bu iradenin zor ve baskıdan hatta sömürüden bağımsız biçimde tecelli etmesinden, etme imkânından, bağımsız düşünüp özgür davranmasından, bilinçli bir birey olarak düşünüp davranmasından, özgür ve bağımsız davranma olanaklarından bahsetmek mümkün değildir. Halkın büyük kesiminin burjuva siyasi partiler tarafından yedeklenmiş olduğu gerçekliği tam da bu söylediklerimiz zemininde cereyan eden ironik durumdur. Öte taraftan faşist devlet ve hâkim sınıfların içinde bulunduğumuz şartlarda demokrasi süreçlerine, eylem ve düşüncelerine tahammül etmeyip, müsamaha göstermeyecekleri unutulmaması gereken somut siyasi gerçektir. Yani, “doğrudan demokrasinin” uygulanmasına gerici sınıflar devleti ve yönetimlerinin izin ve olanak vermeyecekleri aşikârdır. Uygulasak bile burjuvazi bu sürece müsamaha göstermez, “doğrudan demokrasinin” tecelli etmesi ve işletilmesine olanak tanımaz. Burjuvazinin olanak tanıdığı şartlar ise onun sürecin içinde olup onu manipüle ettiği şartlar olabilir. Baskı ve korku altındaki kitlelerin gelecek kaygısı, tehdit, şantaj ve hapisten katledilmeye kadar somut tehditler altındaki kitlelerin dâhil olduğu bu süreçlerin bağımsız ve özgür iradeyi yansıtmayacağı, bu süreçlerin burjuvazi tarafından her yönüyle manipüle edileceği alenidir. Kitlelere güvensizlik mi? Kesinlikle değil. Ancak kitlelerin sarmalandığı şartlar, zor ve baskı ile sağlanan koşullanmaları, gelişimlerinin engellenerek geri bırakılmışlıkları, iş-ekmek ve gelecek kaygısıyla terbiye çarkına alınmışlıkları, toplumsal bilinç olarak maruz bırakıldıkları burjuva erozyonlarla tüm yaşam şartlarının omuzlarına yüklediği baskı ve kaygılar kitlelerin her zaman doğru düşünüp doğru yapmasını olanaklı kılmamaktır. Dolayısıyla sorun kitlelere güvenmek meselesi değildir. Bilakis kitlelerin sokulduğu şartlardır ve bu şartlardan ve durumdan sorumlu olan burjuvazidir. Sorunlu duruma gelmiş halkın durumundan tek sorumlu ve suçlu olan burjuvazidir. Halka hiçbir şans verilmemiştir burjuvazi tarafından. Halkın en ileri kesimi burjuvazinin sınırlılıklarından mustariptir. Bunlar dâhil hakları uğruna mücadele eden direnişler sergileyen hareket halindeki kitlelerin toplamı sınırlı olmakla birlikte örgütsüzdür. Dahası hâkim sınıfların acımasız baskı ve şiddeti altındadır. Özcesi devleti elinde bulundurup yöneten hâkim sınıflara karşı savaşım, şimdiden karar alma ve yönetme erkini kitlelere devretmeye ve “doğrudan demokrasi” uygulayarak halkın tüm sürecin öznesi haline getirmeye onay vermemektedir. Bu süreçte proletarya ve halk kitlelerinin bilinçli-aydın unsurlardan teşekkül olan siyasi partileri, bunların iradesini, temsiliyetini ve önderliklerini kullanmak gerekli, zorunlu ve doğrudur. Tabi eğer ciddi bir sınıf mücadelesinden, ciddi bir siyasi partiden ve ciddi bir devrim iddiasından bahsediyorsak. Yok eğer bütün bunları bir kenara bırakırsak-bırakıyorsak o zaman “doğrudan demokrasi” aldatmacasını bağırmaktan geri durmayalım, ama bunun bir burjuva süreç ve bağırtı olacağını da unutmamalıyız. Ne halkın tamamını katma anlamında ve ne de halkın özgür ve bağımsız iradesinin ortaya çıkarılması anlamında “doğrudan demokrasi” içinde bulunduğumuz tarihsel şartlar itibarıyla gerçekçi bir savunu değildir.  Burjuvazi demokratik seçimler diyerek halkın iradesini yansıtmaktan uzak olan burjuva seçim oyununu yutturmaya, faşizmi gizlemeye çalışıyor. Bizlerin şimdiden uygulayacağımız “doğrudan demokrasi” de biçim olarak burjuvazinin yaptığı seçimleri demokratik lanse etme sürecine benzer.

Hâkim sınıfların baskısı ve faşizminden mustarip olan içinde bulunduğumuz şartlarda “doğrudan demokrasiyi” uygulamaya kalkışmak, ne karar almayı ne demokrasiyi işletip uygulamayı ne güvenliğimizi sağlamayı -kendimizi korumayı- ne burjuvazinin saldırılarını önlemeyi olanaklı kılmaz. Aynı biçimde merkezi yapı ve iradeyi yadsımak, parti-örgüt gerçekliğini yadsımak, kitlelerin-halkın örgütlenip bilinçlenmesi görevini inkâr etmek, öncü-önder rolünü tarihe gömmek demektir mevcut şartlardaki “doğrudan demokrasi” savunusu. Kendiliğindenciliği, belirsizliği, iradesizliği, keşmekeşliği, örgütsüzlüğü meşrulaştırmak demektir. Komünist toplum ve ona evirilme süreçlerinde fevkalade bir demokrasi biçimi olan “doğrudan demokrasi” günümüz şartlarında demokrasinin ilkel tarzda ele alınmasıdır, modern demokratik biçimlerin tespit edilememiş dönemin ilkel metodudur. “Doğrudan demokrasi” savunusu, parti-örgüt örgütlülükleri gibi, sovyetler örgütlenmesini, komünler örgütlenmesini, konseyler ve meclisler örgütlenmesini boşa çıkarıp anlamsızlaştıran bir savunudur. Hem “doğrudan demokrasi” tezini savunmak ve hem de parti-örgüt, sovyet, komün-konsey örgütlenmelerini savunmak, savunanlar adına eklektizmdir, tutarsızlıktır. Dahası, “doğrudan demokrasi” sadece basit demokratik bir biçim değil, bir sistemdir, yönetim ve iktidar biçimidir. Dolayısıyla da bugünün şartlarına uygun olarak kurgulanmış bilimsel sosyalizm teorisini örgütlenme ayağında, amaç ve hedeflerde, strateji ve biçimlerde “doğrudan demokrasi” tezini somut slogan ve hedef olarak savunmak alt-üst edip devre dışı bırakmaktır. Hem halkın doğrudan iradesinden dem vurmak hem de KP oluşumu ve iradesinden bahsetmek; hem halkın doğrudan iradesinden bahsetmek hem de örgütten-komiteden bahsetmek; hem halkın iradesinden bahsetmek hem de proletarya ve halkın ileri unsurlarının toplamından bahsetmek; hem halkın doğrudan iradesinden bahsetmek, hem de bilinçlendirmekten-aydınlatmaktan ve aydının görev ve sorumluluklarından bahsetmek, hem halkın doğrudan iradesinden-yönetiminden bahsetmek hem de sosyalizmden bahsetmek; hem halkın doğrudan katılım, irade ve yönetiminden bahsetmek, hem de demokratik-merkeziyetçilik ilkesinden bahsetmek; bunların hepsi birbiriyle çelişen, birbirini yadsıyan ve “doğrudan demokrasi” savunuculuğunun dizayn etmesi gereken temel sorun ve tutarsızlıklar yaratarak, karşı karşıya kalacakları ve asla içinden çıkamayacakları siyasi kaoslardır.

Üç kişilik komitelerin bir araya gelerek toplantı yapma olanakları bulamadıkları koşullarda “doğrudan demokrasiden” samimi olarak söz etmek, samimi olsa da siyasi ciddiyetten uzaktır. Halkın egemen olmadığı şartlarda halkın egemenliğinin ifadesi olan “doğrudan demokrasiden” dem vurmak gülünçtür. Halkın egemenliğini hâkim kılma şartlarının varlığı-yokluğu bir yana, halkın toplanıp bu demokrasi veya egemenlik sürecini işletmesi burjuva iktidar koşullarında mümkün değildir. Tersini iddia etmek ya burjuva iktidarlardan bihaber olmaktır ya da “doğrudan demokrasinin” ne olduğundan bihaber olmaktır. “Doğrudan demokrasinin” uygulanması koşulları gerici sınıf iktidarları şartlarında mümkün olmamakla birlikte olduğunu varsaysak bile “doğrudan demokrasinin” sonuçlarının gerçekleşmesi faşizm engeliyle olanaksızdır. Her türden muhalefet ve mücadelenin yasak olup büyük baskılara maruz olduğu mevcut tarihsel şartlarda “doğrudan demokrasinin” uygulanmasını düşünmek siyasi saflıktan ileri gitmez.

“Doğrudan demokrasi” savının en büyük handikabı ise, toplumsal kitlelerin veya halkın örgütsüz olmasıdır. Halkın tamamının işletilecek “doğrudan demokrasi” sürecine katılması olası değildir. En fazla örgütlenmiş veya etki sahasında bulunan halk kesimleri bu sürece iştirak edebilir. Halkın büyük çoğunluğu bu sürecin(işletilecek “doğrudan demokrasi” sürecinin) fiilen dışındadır. Halkın tümünü, en azından büyük çoğunluğunu kapsamayan bir demokrasi süreci de “doğrudan demokrasi” süreci de halkın yönetimi denen “doğrudan demokrasinin” ruhuna ve özüne uygun olmaz. Halkın esas çoğunluğuna rağmen yaşanacak bir “doğrudan demokrasi”, halkın doğrudan iradesi sürecinden söz etmek isabetli olmaz. O halde, teknik olarak da “doğrudan demokrasinin” içinde bulunduğumuz şartlarda uygulanmasının karşılığı yoktur. Eğer belli bir halk kesiminin dâhil olacağı bir süreci “doğrudan demokrasi” olarak tarif edersek, bu son tahlilde halkın iradesi-yönetimi açısından eksik bir süreç olur.

 “Doğrudan demokrasi” uzun evrimli tarihsel, stratejik, ilkesel bir hedef bir amaç olmalıdır. Fakat sınıflı toplumlar ve sınıflar mücadelesinin keskin olarak hüküm sürdüğü şartlarda “doğrudan demokrasi” uygulanacak somut bir slogan olmamalıdır, olamaz da. Çünkü “doğrudan demokrasi” halkın egemenliğini eyleme döktüğü ya da egemen olduğu koşullarda gerçekleşen bir demokrasidir. Bu anlamda bir iktidar ve egemenlik biçimidir, bir sistemdir. Dolayısıyla en iyi ihtimalle halkın iktidar ya da egemen olduğu şartlarda uygulanabilir bir sistemdir. Öte taraftan proletaryanın değil de halkın iktidarı ve egemenliğini savunmak, halkın iktidarını proletaryanın iktidarına tercih etmek köklü bir tartışma olarak münakaşa edilmeye kesinlikle muhtaçtır. Halk kavramı bütün devrimci sınıfları ve bunlar içinde olan küçük-burjuvaziyi de kapsayan bir kavramdır. Halkın iktidarı da bu bileşenin iktidarı olarak, devrimci de olsa burjuva kusurlar barındırandır. Proleter iktidardan daha geri ve proleter iktidar saflığında bir iktidar değildir. Proleter iktidar halkın çıkarlarını temsil eden en ileri sınıf iktidarıdır. Ama o doğrudan bir sınıf iktidarı, sınıf diktatörlüğüdür. Komünistler halkın iktidarını değil, proletaryanın iktidarını-diktatörlüğünü kurma perspektifine sahiptirler. Proletaryanın iktidarını temel bir ilke meselesi olarak ele alırlar. Dolayısıyla devrimci-ilerici olsa da ve toplumsal şartlara bağlı olarak halkın iktidarı için mücadele edip onu kurmayı benimseseler de bunu proletarya iktidarının bir bileşeni, tarihsel şartlardaki zorunlu bir evresi ve son tahlilde onun bir parçası olarak tasavvur eder, ona geçişin zorunlu bir evresi olarak ele alıp nihayetinde proletarya iktidarını kurmak için onu savunurlar. O halde, halkın iktidarı-egemenliği olan “doğrudan demokrasiyi” ancak proletarya ile halk kavramlarının iç içe geçtiği, birleşip silikleştiği, nihayetinde sınıfların ortadan kalktığı toplumsal aşamada savunup uygulayabilirler; daha önce değil.

“Doğrudan Demokrasinin” Aktüel Alt Yansımaları  

Aşırı Demokrasi

Devlet ve yönetim biçimi sürekli faşizm olan ve gerek duyulduğunda açık faşizmi uygulayan egemen sınıfların siyasi sistemi ve iktidarı şartlarında, siyasi iktidar mücadelesi yürüten devrimci sınıf güçlerinin illegal mücadele ve örgütlenme esasına göre konumlandıkları, bundan bağımsız olmamak kaydıyla demokratik-merkeziyetçi örgütlenme ilkesine göre örgütlenme modeli benimsediklerini bilmekteyiz. Faşizmin hüküm sürdüğü şartlarda ve özellikle de mücadelenin silahlı savaş temelinde cereyan ettiği, dolayısıyla ağır baskı koşullarının kol gezdiği siyasi şartlarda demokratik-merkeziyetçi ilkenin merkeziyetçi yönünün daha ağır basacağını ve bastığını da bilmekteyiz. Bütün bunların anlamı şudur; demokrasi faşizmin baskıları nedeniyle sınırlanmıştır ve kısıtlıdır. Demokrasi maharetiyle oluşan merkeziyetçiliğin demokrasinin karşıtı olarak öne geçtiği bir gerçektir. Merkeziyetçilik özü itibarıyla demokrasiye karşıt da olsa, demokrasiyi var eden bir unsurdur da. Yani, demokrasisiz merkeziyetçilik, merkeziyet olmadan demokrasi olmaz, yaşatılamaz. Merkeziyetçilik demokrasi vasıtasıyla oluşur. Demokrasi olmadan veya işletilmeden merkeziyetçilik işletilemez, merkezileşme sağlanamaz. Demokrasi hüneriyle sağlanan merkeziyetçilik dönüp demokrasiyi besler, olanaklı kılar, uygular, geliştirir. Bu bağlamda merkeziyetçilik sağlanmadan demokrasi korunamaz, uygulanıp geliştirilemez. Merkeziyetçilik dışında telakki edilen bir demokrasi kaos ve anarşizme kapı aralayandır.

Demokrasinin aşırısı ya da aşırı demokrasi denilen şey, somutta merkeziyetçiliği zedeleyen, iğdiş eden ya da zayıflatıp dumura uğratan, dolayısıyla da merkeziyetçiliği reddeden bir demokrasi anlayışı ya da biçimidir. Merkeziyetçiliğin olmadığı yerde veya gevşetildiği yerde demokrasinin aşırıya kaçıp, aşırı demokrasiyi gündeme getirmesi kaçınılmazdır. Örneğin, merkezi karar ve siyasetlerin tanınmadığı durumda, aşırı demokrasi, kaos, keşmekeş, başıboşluk, çok başlılık ve anarşizmin egemen olmasından başka bir yere varılmaz. Merkezi birleşik yapı zedelenir ya da ortadan kalkar. Ancak merkezi karar ve siyasetlerin bağlayıcı olduğu şartlarda, bütün bu burjuva-küçük burjuva eğilimler gündeme gelmez; merkeziyetçilik de demokrasi de herkes için eşit biçimde uygulanmış olur. Demokrasi veya demokratik hak merkeziyetçiliği aşan boyutlarda kullanıldığında en iyi ihtimalle aşırı demokrasi gündeme gelir ve merkeziyetçilik ile demokrasinin karşıtı olan liberalizm boy verip gelişir. Son tahlilde merkeziyetçilik disiplini, demokrasi ise özgürlüğü ifade eder. Disiplinin olmadığı ve salt özgürlüğün olduğu koşullarda liberalizmin batağı büyümekle birlikte, merkezi birleşiklikten söz etmek de imkânsızlaşır. Merkezi birleşikliğin zayıflaması veya kaybolması ise, örgüt-parti denen organizasyonun ortadan kalkması ve anlamsızlaşmasını getirir. Sınırsız bir demokrasi gibi, sınırsız bir özgürlük de düşünülemez. Bu sınırlar bizlerin tercihi değil, bizzat hâkim sınıfların siyasi sistemi ve yönetim biçiminin dayatmasıdırlar. Merkeziyetçilik de sınırsız değildir. O da demokrasi tarafından koşullanmış, biçimlendirilmiş ve var edilmiştir. Dolayısıyla demokrasi ve özgürlüğü tanımayan bir merkeziyetçilik de tasavvur edilemez. Tersi durumda aşırı-katı merkeziyetçi, anti-demokratik, ben-merkezci ve otoriter bir şef yapılanması biçiminde burjuva bir yapı ortaya çıkar. O halde, demokrasi ile merkeziyetçiliği uyumlu biçimde taşıyan demokratik-merkeziyetçi bir yapılanma elzemdir. Aşırı demokrasi genellikle tarihsel zorunlulukları ve siyasi şartları dikkate almadan merkezi yapıya karşı bir reaksiyon ve demokrasinin merkeziyetçilik dışında kullanılması olarak zuhur eder. Bazen merkezi karar ve siyasetler karşısındaki bağlayıcılığı reddederek, bazen de merkezi kararları tanımakla birlikte demokrasiyi şartların ilerisinde ve gerekli ölçülerin ilerisinde demokrasiyi kullanma eğilimi, tutumu olarak dışa vurur. Demokratik-merkeziyetçi ilke temelinde oluşmuş ve/veya iradenin onayıyla sağlanmış olan merkezi yapıya karşın, bu merkezi yapının kararları dışında davranma eğilimi olarak yansıyan aşırı demokrasici eğilim, aynı zamanda merkezi yapının karar alma hakkı ve yetkisini fazla-yanlış görerek ya da demokrasiyi yanlış yorumlayarak alınan kararların mutlak suretle alttan tartışılıp alınmasını savunur, merkezden kararlar alınıp alta indirilmesine karşı çıkar. İşte bu, somutta karşılaşılan ve son yıllarda bazı tartışmaların da etkisiyle yoğun biçimde rastlanan aşırı demokrasici eğilimdir. Oysa demokratik-merkeziyetçi ilke ve merkezi birleşik yapı gereği iradenin yetkilendirdiği merkezi yapı aldığı bu yetki gereği kararlar alma, alta talimatlar verme hakkına sahiptir. Haktan da öteye demokratik-merkeziyetçi ilke temelinde örgütlenmiş merkezi örgütlenme biçiminin doğal işleyişi olarak merkezi yapı bu kararları alıp uygulamak ve uygulatmak durumundadır. Dolayısıyla, merkezi yapı karar alıp alta indirirken yanlış yapmamakta, merkezi örgütün işleyişine uygun davranmaktadır. Bu duruma karşı çıkmak ve karşı çıkışını pratik tavra dökmek aşırı demokrasici tutumdur. Kuşkusuz ki, şartlar ve olanaklar elverdiği müddetçe mümkün olan en geniş tartışma süreçlerinden sonra kararlar almak en doğrusudur. Ki, partimizin temel anlayışı da budur. Ancak bu her kararın mutlak suretle alttan tartışılarak alınması veya merkezi yapının altta tartışmadan karar almasının önünde engel değildir, bunu yadsımaz. Kimi kararların doğrudan merkezden alınması, kimi kararların iradeye danışılarak alınması ve kimi kararların da mümkün olan en geniş taban bileşeniyle tartışılarak alınması genel doğrudur. Her kararın alttan tartışılarak alınması istemi, MLM örgüt, örgüt işleyişi, demokrasisi ve merkeziyetçilik açısından sorunlu olup bunları yadsıyan yaklaşımdır. Koşullar uygun olduğu sürece, olanaklar olduğu müddetçe ve gizlilik-güvenlik prensiplerine ters olmadığı takdirde kitlenin katılımını sağlayarak kararların alınması doğru olanıdır. Ancak böyle olmakla birlikte, örgütün hassas ve hayati meseleleri, ideolojik-siyasi çizgi meseleleri, merkezi karar ve politikaları söz konusu olduğunda kitlelerin görüşlerine aykırı kararların alınması gibi, kitleyle tartışılmadan kararların alınması da ötelenemez. Ki kitlelerin tartışmalara katılması düşüncelerin zenginleşmesi gibi, alınan kararların daha sağlıklı alınması ve tartışmış olan kitlelerce benimsenmesi açısından önem taşır. Partinin demokrasi konusundaki yaklaşımı veya demokrasiyi mümkün olduğunca geniş işletme perspektifi-politikası, örgüt kitlesi tarafından hatalı yorumlanarak aşırı demokrasiciliğe basamak edilmiştir. Aşırı demokrasi eğilimi, örgütün demokrasiyi yaygın kullanma ve demokrasi sürecini olanaklar çerçevesinde geniş kullanma anlayışının kitlemiz tarafından aşırı yorumlanarak merkeziyetçiliği yok sayan boyutta bir demokrasi anlayışına taşıması, hatalı demokrasi kültürünün oluşmasına zemin edilmiştir. Bu bizleri demokrasinin olanakları çerçevesinde mümkün olan en geniş biçimde kullanılması anlayışından uzaklaştırmaz. Ancak parti içindeki “doğrudan demokrasi” gibi bir dizi tartışmanın da aşırı demokrasi eğilimlerini beslediğini inkâr edemeyiz. Bu anlamda demokrasinin aşırıya vardırılmasına, hatalı demokrasi anlayışı olan aşırı-demokrasiciliğe karşı bir bilinç yaratma çabasına da sevk eder-etmelidir, etmektedir. Özellikle alt kademelerin merkezi politika ve siyasetlerde merkezi yapının kararları ve politikaları dışında bir eğilime girmesine, siyasetler belirleyip kararlar almasına asla müsamaha gösterilemez. Ki aşırı demokrasinin en sorunlu-ciddi yansıması ve merkezi yapıyı boşa düşüren disiplinsizlik boyutu da burada ortaya çıkmaktadır. Esas sorun budur. Merkezi siyaset ve kararlara karşın herkesin her şeyi uluorta konuşması, kişisel veya farklı fikrini alenen beyan etmesi, merkezi karar ve politikaları disiplinsizce uluorta eleştirmesi, uygulamaktan ziyade karşı çıkıp boşa düşürmesi, merkezi karar ve siyasetlere rağmen bunlara ters karar ve siyasetlerin alınıp uygulanması merkezi-birleşik yapı açısından, irade-eylem birliği bakımından, merkezi disiplin yönünden asla kabul edilemezdir. Aşırı demokrasi merkeziyetçiliği iğdiş ettiği gibi, demokrasiyi de iğdiş eden burjuva bir anlayıştır. Aşırı demokrasi eğilimi Maoist parti anlayışını referans göstererek bu eğilimini beslese de, bu eğilim Maoist parti-örgüt anlayışına taban tabana zıttır. Sınıflı toplumlar aşamasında sınırsız bir demokrasi, sınırsız bir özgürlük anlayışı asla Maoist anlayışta yoktur. Sınırsız demokrasi, sınırsız özgürlük komünizm için tartışılabilir bir gerçekliktir, günümüzün tarihsel şartları için değil. Dolayısıyla günümüz şartlarında sınırsız özgürlük, sınırsız demokrasi sloganı burjuva bir slogandır, burjuva bir istemdir.

Zorunlu Son Başlık: Kendimize Şamar

Doğru siyaset ve anlayış temelinde ileri sürdüğümüz halde, bu doğru anlayış ve siyasetimizi doğru metot, sınır ve mekanizmalar içinde yönetip uygulayamadığımız, tersine aşırıya vardırarak, amacı dışına taşıdığımız ve son tahlilde ideolojik-kültürel bozulma ile kurum bilincinde erozyonun yaşanmasına vardırdığımız kontrolsüz tartışmalarımız, bütün bu sorunlu duruma zemin yaratan önemli bir zemindir. Kolektif kurumsal işleyiş ve demokratiklik prensibini eksik savunup hatalı kavrayışa vesile olarak kurumsal merkeziliği geriye çekip taban inisiyatifinin egemenliği algısını yarattık. “Her şey parti için” diyen anlayışa tepki olarak ‘parti hiçbir şeydir’ manasına gelecek düzeyde “parti araçtır” diyerek onu basitleştirdik. Kutsamaya karşı çıkarak sıradanlaştırmayı yaygınlaştırdık. Birçok değerimizde sıradanlaştırma ve değersizleştirme eğilimlerini aynı sorunlu tartışmalarımızla besledik. Demokrasi üzerine disiplini unutturan yoğun ve tek yanlı vurgularımızla, liberalizme varan abartıyla demokrasi ve özgürlüğü, disiplin, örgüt, örgüt işleyişi, örgüt bilinci karşısında öne çıkarmalarımızla, eleştiri özgürlüğünü bozgunculuk hakkı ve dedikoduculuk serbestîsi düzeyinde ele alan tartışma ve yaklaşımlarımızla merkezi kurum ya da kurumsal anlayış ve kültürü, kurumsal bilinç ve işleyişi deforme eden zemin yarattık. Dolayısıyla yaratığımız bu tahribat karşısında hiçbir bürokratik kaygıyı esas almadan aleni biçimde kendimize sert bir şamar atmanın şart olduğunu benimsemek durumundayız. Kendimize karşı acımasız eleştiri yürütmeden doğru orantılı bir kopuş yaratmamızın zor olacağı aşikârdır.

Yazık ki bir dizi anlayışımızda gedikler açarak onları sulandırmış, kaotik kültür ve kavrayış şartlarına sürerek parti bilinci ve değerlerimizde tahribatlar yaratmış durumdayız. Bunların bir an önce berrak bir bilince kavuşturulup ayakları üzerine oturtulması şarttır. Bugün “sınırsız özgürlüğe” denk gelen tasfiyeci eğilimlerin boy vermesine tanık olmaktayız. Disiplinden eser kalmayan ama her şeyin ve hatta tüzük-disiplin suçunun serbestçe, çekinmeden işlendiğine şahit olmaktayız. Bugün demokrasi adına demokrasicilik oyunlarıyla ve parti gibi stratejik araçların değersizleştirilmesiyle seyreden bohem koşullara maruz kalmaktayız. Bugün bireyin kendisini partiye-kolektife dayatma sersemliğinde bulunduğu, parti ve devrimin çıkarlarını kişisel bencil çıkarlarına feda ve tercih etme hoyratlığını görmekteyiz. “İş yapıyorum, çalışıyorum” diyerek yürüttüğü devrimci çalışmalar karşısında hak iddia edip, devrimci görev ve çalışmayı bir şeyler karşılığında yapan anlayışların doğduğunu izlemekteyiz. “Hak ettiğim yer verilmezse yokum” diyen ve kendisine “mevki” isteyen bencil aymazlığa tanık olmaktayız. Daha da vahimi “erken büyüme” hastalığına rastlamaktayız ki, bu hastalık bir görev yürütme, bir çalışmada bulunma, bir konum elde etmekle birlikte, kendisini merkeze koyup “büyük” emeklerinden dolayı kendisini partiye dayatıp diğerlerinden daha çok hak isteme şeklinde belirmektedir. Tüm yaşamlarını parti ve devrime adamış yoldaşları unutarak, beş-altı yıllık mücadele ve örgütsel faaliyetini büyük bir emek olarak telakki edip yetkiler istemekten geri durulmamaktadır. Mütevazılık ve alçak gönüllülük hafızalardan silinmiş, “benim hakkımdır, ben hak ediyorum” denilebilmekte, dolayısıyla da diğer yoldaşlarına “sen hak etmiyorsun” denilebilmektedir. Dedikodu gibi parti ve devrimci kişiliğe ters kültür peydahlanarak burjuva siyaset erbabı gibi yoldaşlarına karşı siyaset yapılmaktadır. Yoldaşlar arası birlik ve parti çalışmalarının gelişmesi kaygısı silinerek, kişisel hesaplar peşine düşülmekte, bozguncu davranışlardan sakınılmamakta ve kurum çıkarları geri plana itilmektedir. Yapılana veya yaptıkları işe bakılınca esasta büyük bir boşluk görülmektedir. Popülizm ve “büyük adam” olma hevesleri peşinde koşulmaktadır. Kurumsal bilinç, hastalıklı potansiyelde kaybolmaya meyil etmektedir. Bütün çaba ve yeteneğin iç didişmelere yoğunlaştırıldığı şartlarda kurumsal gelişmeden bahsedilemez. Yoldaşlarına karşı mücadele tutumunun, düşmana karşı mücadele pratiğinin önüne geçmesi ve iç mücadelenin pirim yaparak esas hale gelmesi, gelişme çizgisi ve dinamiği değil, köstekleme halidir. Kurumsal disiplin ve tedbirlerle yaşanan kırılgan zemin düzeltilmek durumundadır. Kurumsal kültür, ahlak, bilinç ve çıkara ters her davranış ve yaklaşım müsamaha edilemez bir noktaya gelmiştir ki somut adımların atılması zorunludur.

 Halkın Günlüğü Sayı 15

 

Önceki İçerik“Komünizm Ayaktadır”
Sonraki İçerik“Nereden Gelindiği Bilinmezse Nereye Gidildiği de bilinmez!