“Komünizm Ayaktadır”

Komünistlerin bunca deneyden sonra nasıl bir toplumsal yaşam kuracaklarını öncelikle tartışmaları gerekiyor. Bunun yeterince tartışıldığı kanaatinde değilim. Yürüyüşümüzü, ideolojide ve siyasette ortaya çıkan sorunları tartışarak sürdürmemiz gerekiyor. Komünizm ayaktadır. O hayatiyetini sadece yaratıcı emeğin kol ve akıl ateşinden almaz, dostları ve düşmanları tarafından irdelenmekten, eleştiri çarmıhına gerilmekten de alır

HABER MERKEZİ(13.06.2018)-‘68 Hareketi’nin 50. yılına girmiş bulunmaktayız. ‘68 Hareketi dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da neyi ifade ediyor?

M. Oruçoğlu: ‘68 mevcut sistemlere bir başkaldırıydı. İnsanı ve doğayı yıkan, varlığı insan açısından anlamsız hale getiren bugünün mülk dünyasında çok daha büyük bir anlam ifade ediyor. ‘68, kapitalizme karşıydı. Sömürgelerin uyanıp yeni-sömürgeci ülkelere karşı ayaklanmasından yanaydı. ‘68’in özgürlük ve hayal dünyası genişti. O, bu genişliğin, bu yakıcı gerçekliğin, imkansızı zapt etmesini talep ediyordu. Yeryüzünde ilk kez, meydanlara çıkan bir kitle, insanın sadece mallar, menkuller üzerindeki mülk hakkına saldırmakla kalmıyor, özgürlüğü yaşamın tüm alanlarına yayma arzusuyla tüm dünyaya cinsel devrim talebini dayatarak mülkiyetin temeline, en güçlü mülkiyete, erkeğin kadın, kadının erkek, yani insanın insan üzerindeki mülk ve sahiplik hakkına, dolayısıyla bu hakkın kalesi durumunda olan aileye de saldırmış oluyordu.

Somutta dünyayla bağlantısı içerisinde Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki genel siyasal durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

M. Oruçoğlu: Kim ne derse desin, dünyada son on sekiz yılın dikkate değer en anlamlı olayı, Güney Kürdistan halkının referandumla “BEN BAĞIMSIZ YAŞAMAK İSTİYORUM” demesidir. Köleliğin iki bin yıllık bu kadim arzusu, dünyanın derinliklerinde yankılanıp duruyor; dünya isterse bunun farkında olmasın. Referandumla çok daha berraklaşan bu kadim arzu, Kürdistan’ın en büyük parçası olan Kuzey başta olmak üzere tüm parçaların gizli dünyasındaki kadim arzuyu güçlendirmiştir. Bu, sağlık belirtisidir. Bağımsızlığı doya doya yaşamayan hiçbir ulus doğal entegrasyona geçit vermeyeceği gibi gönüllü birleşmeye de yanaşmaz. Böylesi bir mülk dünyasında, eşit olmayan şartlarda; kökleri asırlara dallanan milli bencillik ve üstünlük, milli önyargı gibi mülk dünyası değerleriyle iğdiş olmuş uluslar dünyasında tam hak eşitliği savunulur ama bunun bu yapıdaki uluslar arasında uygulanabileceği hayaline kapılmak hata olur. Asıl şiar, bugünkü tarihi koşullarda ezilen ulusların bağımsızlıklarına kavuşmaları, bağımsız yaşamaları olmalıdır. Bunun içindir ki parçalanmış Kürdistan, eski efendileriyle tam hak eşitliği zemininde birlikte yaşamayı değil, onlardan koparak bağımsız yaşamayı hedeflemelidir.

Egemenler ve ezilenler cephesinde 24 Haziran seçimlerine dair neler söylemek istersiniz?

M. Oruçoğlu: Tarihte olduğu gibi çağımızda da siyasetçi halka şöyle sesleniyor: “Sen düşünemiyor, konuşamıyor ve yönetemiyorsun. Senin yerine ben düşünebilir, konuşabilir, seni ve ürettiklerini yönetebilirim.” Halk, üretimden başını kaldırıyor: “Evet,” diyor, “Gerçekten ben üretim ve ihtiyaç zilletinden dolayı düşünmeye, konuşmaya ve kendimi yönetmeye vakit bulamıyorum. Bunun için yeterli deneyime ve eğitime de sahip değilim. Sen benim adıma düşünebilir, konuşabilir, beni ve yarattığım tüm zenginliği benim adıma yönetebilirsin.”

Sınıfların ortaya çıkışından bu yana insanlığın, Paris Komünü hariç, şimdiye kadar uyguladığı siyasetinin zemini budur. Temsili yönetim, temsili yönetim araçları, devletler, parlamentolar, hükümetler ve benzerleri. Yaşamı yaratan, temsilcileri aradan çıkararak yaşamı doğrudan yönetebilir. Bu, gerçek yaratıcıların tarih, siyaset, sanat, kültür ve bilim sahnesine doğrudan çıkışı demektir. İnsanlığın kurtarıcılardan, cehalet ve inanç zincirinden kurtuluşu demektir. Ben üretiyor, ben yönetiyorum demektir. Mevcut seçimlere bu perspektifle bakıldığında ortaya, halkın sürülüğüne dayanan, bu sürülüğü meşru ve kaçınılmaz gösteren bir çoban-sürü siyaseti çıkıyor. Bu seçim kampanyasına ancak bu politikayı tüm yönleriyle teşhir etmek, mevcut siyasetçilerin doğrudan demokrasiye düşman olduklarını, düşmanlıklarının ana kaynaklarını halka anlatmak için katılabiliriz ancak; yoksa, seçilirsem ben sizi şöyle yöneteceğim, ekmeğinizi üç kuruş ucuzlatacağım, donunuzun kalitesini yükselteceğim diye değil…

Genel olarak devrimci hareket özel olarak Kaypakkaya geleneğinin bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

M. Oruçoğlu: Genel olarak devrimci hareket, özel olarak da Kaypakkaya geleneğine bağlı güçler, demin anlatmaya çalıştığım siyasetin esaslarından tam kopmuş değiller. Doğrudan demokrasiye, klasik devletin olmadığı komün cumhuriyeti sistemine taraftar değiller. Çoban-sürü siyasetine dayanan bir temsili demokrasiyi savunuyorlar. Tüm toplumsal zenginliği devlet mülkü haline getirecekler, halkı, devleti ve bu muazzam devlet mülkünü kızıl bürokrasi ve kızıl orduyla yönetip savunacaklar. Tabi ki merkezileşmiş bu devasa güce bağlı halk örgütleri, sovyetler, komünler, sendikalar, kadın ve gençlik örgütleri de olacaktır. Bunun özünde bir modern çoban-sürü siyasetine dayandığı açıktır. Komünistlerin bunca deneyden sonra nasıl bir toplumsal yaşam kuracaklarını öncelikle tartışmaları gerekiyor. Bunun yeterince tartışıldığı kanaatinde değilim. Yürüyüşümüzü, ideolojide ve siyasette ortaya çıkan sorunları tartışarak sürdürmemiz gerekiyor. Komünizm ayaktadır. O hayatiyetini sadece yaratıcı emeğin kol ve akıl ateşinden almaz, dostları ve düşmanları tarafından irdelenmekten, eleştiri çarmıhına gerilmekten de alır. 

Halkın Günlüğü Dergisi Sayı 15

 

 

Önceki İçerik“Muhafazakâr Ve Milli Olmak’’ Gerici Sistemin Dayandığı Direklerdir
Sonraki İçerikPopülizm Damarıyla Gelen Burjuva-İdeolojik Enfeksiyonun Yol Açtığı Deformasyon