Mevcut Durum ve Devrimci Stratejinin Önemi!

Bu durumda demokratik Kürt hareketi ve tüm devrimci-sosyalist hareketin yaşanan süreçten doğru dersler çıkarası, doğru devrimci strateji ve politikalar benimsemesi elzemdir. Bu iktidardan beklentilerin kesin olarak noktalanıp stratejik-taktik politikada tam devrimci rotaya girmek en azından demokratik Kürt hareketi ve devrimci hareketin belli bileşeni için gereklidir. Kürt ulusal hareketi mevcut durumda olumlu bir eğilimle mevcut iktidardan beklentilere girme yaklaşımını aşmıştır. Fakat stratejik anlamda ve ideolojik-siyasi doğrultu olarak sınıf eksenine oturma sorunu hala aşılması gerekendir. Ulusal sorunun sınıf perspektifiyle çözülmesi stratejisine geçmesi, sınıf hareketi niteliğine geçmesi zorunlu bir ihtiyaçtır. Ulusal sorunun günümüzde ya sınıf perspektifi temelinde sosyalist devrim ve çözümle ya da emperyalizm dışında olması mümkün olmayan burjuva çözümle çözülmesi mümkündür. Burjuva çözüm gerçekte çözüm olmayıp çözümsüzlük olduğuna göre, gerçek çözümün sosyalist perspektifle olacağı açıktır. Dolayısıyla ulusal sorunu birincil sorun olarak tarif edip üstlense de, bunun ancak sosyalist devrim ve sınıf perspektifiyle mümkün olduğu görülmek durumundadır. Ulusal hareketin sınıf perspektifi ve sosyalist çözümü benimsemesi gerekliliği buradan da doğmaktadır. Ulusal hareket ciddi askeri-siyasi güce sahiptir. Bu güçle bahsettiğimiz proleter devrimci perspektifi benimsemiş veya sınıf orijinine sahip bir hareket olmuş olsa idi, süreci daha etkili sabote edebilir, uzun vade de olsa başarıya ulaşırdır. Uzun vadeli bir savaş stratejisiyle erken zafer ve kazanım beklentisinden koparak anlaşma-uzlaşma çizgisini radikal olarak terk etseydi başarısı kaçınılmaz olurdu. Bu strateji değil de, belli kazanımlarla yetinip uzlaşmalar siyasetini benimsediği ve bu zeminde faşist hakim sınıflardan beklentilere girdiği için gerekli sonuca ulaşamamaktadır. Bunlar ulusal hareketin yürüttüğü uzun gerilla savaşı, kahramanca direniş ve ödediği ağır bedellerin inkârı değildir. Kastımız sınıfsal perspektifle doğru devrimci strateji ve politikanın benimsenmemiş olmasına dönük eleştiridir.

HABER MERKEZİ (16.11.2016)-Siyasi iktidarlar varlıklarını koruyup sürdürebilmek için sınıf karakterleri ve sınıf çıkarları temelinde uzun-orta-kısa vadeli olmak üzere bir dizi stratejik plan ve bunlara bağlı taktik politikalar belirleyerek uygularlar. Stratejik ve taktik değerde benimseyerek uyguladıkları bu plan ve politikalar tabii olarak söz konusu iktidarların sınıf karakteri ve niteliğine ağlı olarak biçimlenir ve karakter ya da niteliklerini yansıtır. Bu durum salt gerici sınıflar için değil, ilerici-devrimci sınıflar için de aynılıkla geçerlidir. Gerici sınıflar kendi sınıf çıkarları ve iktidarları uğruna, devrimci sınıflar da kendi sınıf çıkarları ve iktidarları uğruna strateji ve politikalar saptayarak uygularlar. Bunda anlaşılmayacak bir durum yoktur. Bilakis sınıf tutumu ve tavrına uygun davranmak tam da sınıfların varlık gerekçelerine uygun tabii sınıfsal yaklaşımdır. Gerici sınıflar devrimci sınıflar gibi, devrimci sınıflar da gerici sınıflar gibi davranamaz, kendilerini inkâr manasına gelecek şekilde sınıf çıkarlarına ters strateji ve politikalar uygulamazlar. O halde her sınıfın kendi karakterine uygun davranması yadırganacak bir durum değil, beklenmesi gerekendir. Faşizmle yöneten faşist sınıfların baskı, saldırganlık, zulüm, katliam uygulamasına sitem edilemez, ancak faşizme karşı mücadele edilir. Faşist baskı, katliam ve tüm uygulamalar teşhir edilir, protesto edilir, karşı mücadeleyle göğüslenir vb vs… Baskı, sömürü, katliam uygulamak onların sınıf çıkarları ve karakterlerinden aldığı görev, bu sömürü ve baskıya karşı mücadele etmek de bizlerin sınıf karakteri ve çıkarlarından aldığı görevdir. Demek ki tüm sorun, her sınıfın kendi sınıf karakterine uygun davranması ve sınıf görevlerini yerine getirmesi sorunudur.

Sınıflı toplum ve sınıflar mücadelesinin tüm tarihi bu zeminde cereyan etmiştir. Bugünde aynı zeminde sürmektedir. Erdoğan komutasındaki Komprador tekelci burjuva Türk hakim sınıfları mevcut iktidarı, faşist Kemalist statükoculukla süre gelen geleneksel iktidarlar sürecini ya da biçimini aşarak, ‘’sessiz devrim’’ olarak tarif edilen tek adam sultasına dayalı başkanlık sistemiyle ümmetçilikle mayalanmış hamurundan Yeni Osmanlıcılığa geçmeyi hedefliyor. Bunda tekçilik ve ırkçı-Türk milliyetçiliği de başat tutuluyor ki, bu kokuşmuş maya da geliştirilen sürecin harcı durumundadır. Dolayısıyla geliştirilen bu süreçte, ırkçı Türk milliyetçisi olmayan, Sünni-İslamcı ve Selefist olmayan bütün etnisite ve azınlıklar, bütün inanç ve dini azınlıklar sürecin gadrine uğrayacak olanlar olacaktır. Özellikle Kürt ulusu ve Aleviler bu sürecin en büyük gazabına uğrayanlar olacaktır. Dahası, ilerici, aydın, demokrat, devrimci, Sosyalist ve elbette ki geniş emekçi halk kitleleri bu iktidarın koyu faşist baskılarlar yürüttüğü sürecin mağduru ve hedefleri olacaktır. Kadınlar ve horlanarak ötelenen tüm sosyal kimlikler bu sürecin mağduru olacaktır. Hatta iktidar eden kliğin dışındaki klikler de belli düzeyde bu sürecin ağırlığını his ederek tasfiye ile hırpalanacaklardır. Yani, bütün bu kesimler bugün maruz kalarak yaşadıklarını geliştirilen bu süreçte daha derinden(bugün yaşadıklarından daha derini varsa!?) yaşayacak, maruz kalacaklardır.

İktidar hedeflerini bölüp parçalayarak tek tek yutuyor, hasım veya düşmanlarını tek tek ezip etkisiz hale getirme politikası güdüyor. Bu politikaya uygun olarak acil olarak hal edip yenmesi-teslim alarak köleleştirilmesi gereken Kürt ulusudur. Zira örgütsel-askeri güç olarak en diri ve dinamik olan, geliştirdikleri süreci sabote edecek en ciddi güç Kürt ulusal hareketidir. Okun sivri ucunu ciddi tehdit durumundaki ulusal harekete yöneltirken, buna paralel olara yine dinamik güç olarak tehdit oluşturan demokratik, devrimci ve sosyalist güçleri de ihmal etmeden baskı ve faşizmi bu kesimlere de yöneltiyor. Esas düşmanı birincil alıp baskı ve saldırılarını ona yöneltse de, geliştirdiği sürece eleştirel duran burjuva ve liberal kesimleri de hırpalamaktan geri durmuyor.

İşte, Sur, Cizre ve diğer Kürt il-ilçelerinde çocuk ve bebekleri, yaşlı ve sivil insanları katletmeye varan ve evleri, ilçeleri yerle bir edip harabeye çeviren soykırım katliamlarıyla doruğa ulaşan, bu kıyımlarla sonuç alamadığından(hatta siyasi olarak yenilgi almasından) Kürt belediyelere darbe yaparak kayyumlarla yönetmeye, halkın-ulusun oylarıyla seçilmiş belediye başkalarının tutuklanmasına, seçilmiş Kürt milletvekillerinin tutuklanmasına dayanan, demokratik ve hatta burjuva basına kadar TV, Radyo ve Gazetelerin kapatılması, gazetecilerin tutuklanması ve en son olarak demokratik derneklerin kapatılmasına uzanan ağır faşist baskı süreci bu zeminde geliştirilen süreçtir. Bu süreç, eski ortağı cemaatin darbe girişimi sonrasında, olağanüstü hal ve kanun hükmünde kararnameler yönetimiyle resmen açık faşizm ve sivil faşist darbe biçimine geçilmiştir. Mevcut durumda hüküm süren sivil faşist darbedir. Sivil darbe süreci açık faşizm uygulamaları, hukuk ve yasa tanımayan keyfiyetçilikle uygulanan sınırsız faşist baskı yönetimiyle toplumu korku çemberine alarak sindirmeyi başarmış, bunu aşarak burjuva düzen partilerini de belli düzeyde kontrolüne almıştır. Yargı ve diğer kurumların tek adam sultasına endeksli iktidar tetikçisi haline getirildiği de aşikârdır. Güçler ayrılığının safsatadan ibaret olduğu çıplak biçimde gözler önüne serilmiştir. İkiyüzlüce yargının bağımsız olduğu yalanından geri durmayan iktidar, ‘’hesap verecekler’’ diyerek başlattığı adımlarla Kürt belediye başkanları ve milletvekillerinin tutuklanmasını sağlayarak yargıya dikte edip tetikçisi durumuna getirdiğini ortaya sermiştir. Milli irade ve seçimlerin aynı biçimde bir safsata ve aldatmaca olduğu da seçilmişlerin tutuklanıp hapsedilmesiyle kanıtlanmış, bu tutuklamalarla seçimlerin boş aldatmaca olduğu ve genel seçmenler dahil özelde de Kürt ulusunun iradesine darbe yapıldığı sabitlenmiştir. Kısacası, bütün bunlar yukarıda bahsettiğimiz geliştirilen süreç uğruna yapılmış, yapılmakta ve yasalarını tanımayan keyfiyetçi faşist hukuksuzluk da aynı süreç ve sürecin başarısı uğruna göze alınmıştır.

Geliştirilen süreç uğruna yapılanlar veya göze alınanlar ve düşülen durum sadece Türkiye-Kuzey Kürdistan sınırları içindeki durumla sınırlı değildir. Uluslar arası alanda da içte geliştirilen süreç uğruna geliştirilen politika ve stratejilerin yansıması ve yankısı yaşanarak mevcut sivil faşist darbe iktidarının durumunu gözler önüne sermektedir. Uygulanan açık faşist darbe baskılarıyla tüm dünyadan tepki alan iktidar, Avrupa Birliğinden bu Birlikle yürüttüğü birlik müzakerelerinin kesilmesi düzeyinde açık tepkiler almaktadır. Yine uluslar arası zeminde Suriye, Irak ve bura devlet sınırlarına emperyalist paylaşım anlaşmalarıyla zorla dâhil edilmiş Kürdistan parçalarında yaşanan gelişmelerden de dışlanıp etkisizleştirilmektedir. Rusya emperyalizminin destek, olanak ve sunduğu politikalara rağmen bu coğrafyada esasta tecrit olup etkisizleşmiş durumdadır.

Kuşkusuz ki, uluslar arası alanda yaşanan bu durum bizlerin bel bağlayacağı zemin değildir. Bizler için tayin edici olan ve bel bağlamamız gereken zemin ülke içindeki geniş emekçi kitlelerin yaşadığı durum ve hoşnutsuzluk ya da göstereceği tepkidir ki, tayin edici olan budur. Fakat uluslararası durum ve gelişmeler mevcut iktidarın karşı karşıya kaldığı durum ve sorunlar bağlamında önemlidir, iktidarı zora sokan ve aleyhine olması bakımından önemlidir. Dolayısıyla bizlerin esas alacağı, geliştireceği yönelim ve dinamik coğrafyamız halkları ve elbette özgün olarak da Kürt ulusunun mücadelesidir.

Bu durumda demokratik Kürt hareketi ve tüm devrimci-sosyalist hareketin yaşanan süreçten doğru dersler çıkarası, doğru devrimci strateji ve politikalar benimsemesi elzemdir. Bu iktidardan beklentilerin kesin olarak noktalanıp stratejik-taktik politikada tam devrimci rotaya girmek en azından demokratik Kürt hareketi ve devrimci hareketin belli bileşeni için gereklidir. Kürt ulusal hareketi mevcut durumda olumlu bir eğilimle mevcut iktidardan beklentilere girme yaklaşımını aşmıştır. Fakat stratejik anlamda ve ideolojik-siyasi doğrultu olarak sınıf eksenine oturma sorunu hala aşılması gerekendir. Ulusal sorunun sınıf perspektifiyle çözülmesi stratejisine geçmesi, sınıf hareketi niteliğine geçmesi zorunlu bir ihtiyaçtır. Ulusal sorunun günümüzde ya sınıf perspektifi temelinde sosyalist devrim ve çözümle ya da emperyalizm dışında olması mümkün olmayan burjuva çözümle çözülmesi mümkündür. Burjuva çözüm gerçekte çözüm olmayıp çözümsüzlük olduğuna göre, gerçek çözümün sosyalist perspektifle olacağı açıktır. Dolayısıyla ulusal sorunu birincil sorun olarak tarif edip üstlense de, bunun ancak sosyalist devrim ve sınıf perspektifiyle mümkün olduğu görülmek durumundadır. Ulusal hareketin sınıf perspektifi ve sosyalist çözümü benimsemesi gerekliliği buradan da doğmaktadır. Ulusal hareket ciddi askeri-siyasi güce sahiptir. Bu güçle bahsettiğimiz proleter devrimci perspektifi benimsemiş veya sınıf orijinine sahip bir hareket olmuş olsa idi, süreci daha etkili sabote edebilir, uzun vade de olsa başarıya ulaşırdır. Uzun vadeli bir savaş stratejisiyle erken zafer ve kazanım beklentisinden koparak anlaşma-uzlaşma çizgisini radikal olarak terk etseydi başarısı kaçınılmaz olurdu. Bu strateji değil de, belli kazanımlarla yetinip uzlaşmalar siyasetini benimsediği ve bu zeminde faşist hakim sınıflardan beklentilere girdiği için gerekli sonuca ulaşamamaktadır. Bunlar ulusal hareketin yürüttüğü uzun gerilla savaşı, kahramanca direniş ve ödediği ağır bedellerin inkârı değildir. Kastımız sınıfsal perspektifle doğru devrimci strateji ve politikanın benimsenmemiş olmasına dönük eleştiridir.

Her strateji mutlaka başarı veya kazanma hedefiyle oluşturulur veya benimsenir. Ama her strateji ve politikanın başarı veya zafer getirmeyeceği açıktır. Başarıya ya da zafere taşıyacak olanın proleter devrimci strateji ve politika olduğu günümüzde görülmesi ve kavranması gereken bir zorunluluktur. Tam devrimci strateji temelinde sınıfsal politika ve kulvara girilmezse ulusal sorunun çözülemeyeceği tecrübelerle de kanıtlıdır. Elbette bu devrimci strateji ve politika sınıf hareketi içinde aynı derecede ihtiyaçtır. Somutta yaşanan sivil darbeci açık faşist sürecin engellenmesi ve tek adam sultasına doğru gidişatın sabote edilmesi de ancak proleter devrimci strateji ve politika ile mümkündür. Kuşkusuz ki, proleter devrimci strateji ve politika tılsım değildir ama devrimci perspektiftir. Ve bu perspektif tüm muhtevasıyla benimsenir ve yürütülürse başarı-zafer elde edilebilir.

Söz konusu sivil darbe iktidarının durumu şüphesiz ki, güçlü ve pürüzsüz değil, aleyhine olan şartlar barındırmaktadır. Fakat proleter devrimci güçler veya perspektif de maalesef örgütsel-siyasi olarak bu iktidarı yıkacak veya hemen başarı elde edecek kadar bu durumdan yararlanabilecek pozisyonda değildir. Dolayısıyla sivil faşist darbe iktidarı tüm dezavantajlarına rağmen ve uyguladığı azılı baskılara karşın, burjuva anlamda da devrimci anlamda da alternatif bir iktidar kuvvetinin yoksunluğu nedeniyle sultasını sürdürmektedir. Burjuva klikler arasında iktidar değişimi mümkün olsa da en azından yakın tarihte bu olasılık görülmemekte, yedeklenen ve etkisiz olan burjuva muhalefet gerçeği dikkate alındığında Erdoğan’ın belli bir dönem daha iktidarını sürdüreceği kesindir.

Bu bağlamda mevcut iktidarın başkanlık altında ümmetçi Yeni Osmanlıcılık hedefi zemininde geliştirdiği süreç esas olarak başarılacaktır denilebilir. Elbette bu olağan seyir dışında gelişmelerin yaşanması mümkündür ki, olağan dışı gelişmeler bu süreci devre dışı bırakabilir. Ki, bu zor ve zayıf bir olasılıktır esasta. Ancak Gezi-Haziran ayaklanması gibi bir sürecin patlaması bu süreci sabote edebilir. Son tahlilde Sosyalist Halk Savaşını geliştirerek zafere gitmek zorunludur…

 

 

 

 

Önceki İçerikDHF’den HDP’ye Dayanışma Ziyareti!
Sonraki İçerikDHF Dersim: Zalimin zulmü varsa, ezilen halkların tarihsel direnişi vardır!