HABER MERKEZİ(06.07.2015)-Genel seçim sonuçları AKP’nin tek başına hükümet kurmasına olanak tanımadığı gibi, hiçbirine de bu şansı vermedi. Koalisyon hükümetini işaret eden seçim sonuçları, koalisyon zorunluluğuyla burjuva düzen partilerini adeta handikapla yüz yüze bıraktı. Amiyane deyimle burjuva partilerin her biri “tükürdüğünü yaladı”. Görünürde son derece keskin çatışma ve çelişkiler içinde olduklarını yansıtan bu partiler, siyasi iktidar pastasından faydalanma şansı önlerine geldiğinde tüm söylemlerini yutup açık gizli mesajlar vererek, açık gizli koalisyon pazarlıkları yaparak sınıf niteliklerine uygun pozisyon almaktan geri duramadılar. Koalisyon pazarlıklarında başarısız kalanlar, sanki pazarlık yapıp başarısız kalmamış gibi, ilkelerden ve kırmızı çizgilerden bahsederek sözüm ona ilkeli duruş sergiledikleri imajını vermeye çalışmaktadırlar. Oysa yapılan falsolar tıpkı Bülent Arınç’ın U dönüşleri kadar çıplaktır.
Yeni bir seçimi göze alamayan ve sınıf karakterleri temelinde devletlerinin bekası uğruna her türlü uzlaşma ve pragmatizmden sakınmayacak olan burjuva partilerin bir koalisyon hükümetinde uzlaşmaları esas eğilimdir. Elbette pazarlıklar bağlamında anlaşmaya varamamaları ve dolayısıyla koalisyon olasılığı dışında başka seçeneklerin gündeme gelmesi de olasılıktır. Fakat mevcut gelişmeler koalisyon hükümeti kurulacağı yönündedir, esas eğilim budur.
Olası koalisyonun AKP ile CHP koalisyon hükümeti olacağına dair daha önce yaptığımız değerlendirmeler doğruluğunu korumaktadır. Mevcut durumda reel olan ve burjuva gerçeğe uygun olan en uygun koalisyon, bu iki komprador tekelci burjuva parti arasında gerçekleşecek olan koalisyondur. Nitekim gelişmeler de bunu işaret etmektedir. Olağan koşullarda bütün düzen partileri arasında bir koalisyonun kurulması son derece olanaklı ve mümkündür. Zira hepsinin hamuru burjuva gerici mayadandır, hepsi aynı sınıf zeminine sahiptir. Burjuva sınıf zemininde faşist üzenin sürdürülmesi ve halk kitlelerinin baskı ve sömürü çarkı içinde ezilmesiyle karakterize olan halk düşmanlığı bunların ortak paydaları, ortak sınıf dokularıdır. Ancak yapılacak bir koalisyonda hangi klik ve siyasi partisinin menfaatlerini üstün kılacağı, yapılacak pazarlıklarda bunların çıkarlarını hangi düzeyde koruyacağı ve pastadan ne kadar pay alacakları vb. meselesi koalisyonun somut olarak kimler arasında ve nasıl kurulacağını belirler. Yani bu partilerin ortak gerici paydada buluşmalarına rağmen, söz konusu menfaat paylaşımında uzlaşamamaları tamamen mümkündür. Aksi halde hepsinin koalisyon yapmaya aday ve müsait olduğu gerçektir.
Oluşacak her koalisyon halkın çıkarına değil, gerici sınıfların çıkarına hizmet eder
Bugün koalisyonun kurulmasına dönük yürütülen pazarlıkların, tartışmaların ve yapılan açıklamaların bütünü, gerici çıkarların nasıl bölüşüleceği tartışmasından başka bir anlam taşımamaktadır. Hepsi bahsini ettiğimiz zeminde cereyan etmektedir. Tartışılan koalisyon olasılıklarının hiçbiri halk kitleleri açısından olumlu bir anlam taşımamakta, bilakis her koalisyon olasılığı halk kitleleri dışında gerici sınıfların çıkarları temelinde gelişmektedir. Bunun dışında bir beklenti yersiz olup sınıf bakış açısından uzaktır. Kısacası muhtemel her koalisyon ve kurulacak bir hükümet halk kitleleri açısından pozitif bir değer taşımaz. Dolayısıyla koalisyon olasılıkları ve herhangi bir hükümet kurulması sorunu özünde halk kitlelerinin sorunu ve tartışması olamaz. Proleter devrimciler halk kitleleri lehine bir koalisyon veya hükümet kurulacağını tasavvur etmemekle birlikte, muhtemel her hükümetin halk düşmanı gerici sınıf siyasi iktidarı niteliğinde olacağından asla kuşku duymazlar. Bu bakımdan koalisyon ve hükümet tartışmalarında da asla bir taraf olmaları, herhangi bir koalisyonu tercih etme ya da olumlu değerlendirmeleri söz konusu değildir. Hangi partilerin koalisyon yapıp hükümet kuracağı tamamen burjuva düzen partilerinin sorunudur, kitlelerin çıkarına değildir.
AKP iktidarının baskıcı ve despotik faşist diktatörlüğüne karşı halk kitlelerinin belli kesimlerinde özellikle CHP’ye karşı ehven bir bakışın olduğu söylenebilir. Ki bu kesimlerin esasta demokratik kesim veya sol eğilimli kitlelerden oluştuğu bilinmektedir. Çeşitli gerekçelerle CHP’yi olumlayan bu kesimlerin CHP’nin gerçek yüzünü bir kez daha görmesi AKP ile ittifak yapma pratiğinde ve sonrası uygulamalarında daha da olanaklı olacaktır. AKP’ye faşistlikten, diktatörlükten, hırsızlık, yolsuzluk ve yoksulluktan, işçi ve halk düşmanlığına kadar bütün eleştirileri yapan CHP, bütün bu eleştirilerini boşa çıkararak AKP ile ittifak yapmaktadır, yapacaktır. Bu durum CHP’nin AKP’den ne kadar farklı olduğunun ölçütü ve AKP ile aynı sınıf dokusuna, aynı öze sahip olduğunun göstergesi ve ürünüdür. Elbette proleter devrimciler açısından CHP’nin AKP ile yapacağı koalisyon ortaklığında şaşılacak bir durum yoktur. Ne var ki, CHP’ye olumlu atıflarda bulunan sol-devrimci eğilimli kitleler açısından CHP’nin bu çelişkisi önemlidir ve görülmek durumundadır. Devrimci kitleleri kandırıp, aldatarak yedekleyen CHP’nin gerçek niteliği AKP ile yapacağı koalisyon vesilesiyle halk kitlelerine teşhir edilmelidir. Çünkü devrimin tabanı olan kitleler CHP’nin gerçek yüzünü göremediği için bu faşist partinin peşine takılarak objektif olarak devrimci cepheden kopmakta ya da devrimci sınıf hareketiyle birleşmekte sorun yaşamaktadırlar. Bu kesimlerin faşist düzen partisinden koparılarak devrimci saflara daha etkin olarak dahil edilmeleri CHP’nin teşhir edilmesi görevini önümüze koymaktadır. Elbette AKP, MHP gibi tüm faşist partiler de teşhir edilmelidir. Özellikle iktidardaki pozisyonu itibarıyla AKP’nin teşhir edilmesi esas görevlerdendir. CHP ise sahte sol maskesiyle devrimci kitleleri devrimden koparan özelliği itibarıyla özel bir teşhiri hak etmektedir. “CHP iyidir, Kılıçdaroğlu iyidir” diyen çevrelerimiz az değildir… Ancak an itibarıyla, “rövanşist değiliz” diyerek AKP’ye zeytin dalı uzatan ve koalisyon sinyali veren bizzat bu iyi denen Kılıçdaroğlu ve CHP’dir.
Proleter devrimciler burjuvazinin krizlerine can simidi olmaz
Proleter devrimci siyaset burjuva düzenin krizlerini çözme görevini dolaylı dolaysız hiçbir biçimde ve siyaset yapma adına üstlenmez. Bilakis bu krizleri derinleştirme görevlerini temel alır. Tersi tutum varlık gerekçelerine sırt dönüp burjuvazinin dümen suyuna girmek olur. Halk kitleleri neden AKP-CHP koalisyonunu isteyip benimsesin ki? Ya da neden AKP-MHP koalisyonunu destekleyip istesin ki? Bu partilerin her birinin sınıf nitelikleri açıktır. Hangi sınıf partileri olduğu tartışma götürmeyecek kadar nettir. Dahası, her birinin halk düşmanı faşist partiler olduğu, katliamlara, sömürüye, baskıya imza attıkları alenidir. Proletarya ve geniş halk kitleleri lehine bir tek siyaseti, pratiği yoktur, olamaz da. O halde halk kitlelerinin bu faşist düzen partilerinin kuracağı herhangi bir koalisyon hükümetini olumlayıp benimsemeleri düşünülemez. Gerçek bu olmasına karşın, halk kitlelerinin manipüle edilerek düzen partileri tarafından yedeklendikleri de ikinci gerçektir. Tam da burada proleter devrimcilerin önüne büyük görevler çıkmaktadır. Sözü geçen burjuva düzen partilerinin ayrım yapılmadan teşhir edilmesi ve demokratik, devrimci ve sosyalist güçler cephesinin geliştirilerek, genişletilmesi önemsenmelidir. Bu cephenin geliştirilmesi sadece somut ittifak zemininin geliştirilmesiyle sınırlı tutulmamalı, somut olarak Kobanê direnişi gibi savaş cephelerinde pratikleştirilmesi gerektiği gibi, genel olarak silahlı devrimci mücadele alanlarında yaşamsallaştırılmalıdır. Devrimci cephe ve alternatifin geliştirilmesinin, yasal düzlemdeki mücadele ve ittifaklara hapsedilmesi yeterli olmayacağı gibi, gerçek devrimci rotaya da oturmaz. Elbette söz konusu ittifak ve mücadeleler gerekli olup geliştirilmesi gereken biçimlerdir. Ancak bunlar illegal silahlı devrimci mücadele esasına bağlı olarak ele alınmazsa ve özellikle silahlı devrimci sahada geliştirilmezse bu ittifak ve mücadelelerin sonuç vermeyeceği bilinmek durumundadır. Ki, bu devrimci özden bağımsız olarak ele alınıp esaslaştırılan veya amaçlaştırılan yasal alan demokratik mücadele biçimleri kaçınılmaz olarak sağ tasfiyeci reformist eğilim olarak anlam kazanmaktan öteye geçemezler. Devrimci sınıf mevzilerini ilerletip kazanımlarını geliştiren tek tek her çatışma ve her mücadele biçimi gereklilikle kullanılmak durumundadır. Proleter devrimci siyaset ve bakış açısı reformlar uğruna mücadeleyi bu zeminde ve bu bilinçle ele alır, reddetmez. Ancak siyasi iktidar hedefiyle yürüttüğü devrimci mücadeleyi asla reformlar için mücadeleye indirgemez. Tersine reformlar için mücadeleyi stratejik devrimci yönelim ve hedeflerine tabi olarak ele alır, hizmet etme temelinde onunla birleştirir. Dolayısıyla parlamenter yolla siyasi iktidarı ele geçirmeyi tasavvur etmediği halde, parlamentoda kürsü elde etmeyi reddetmez. Bilakis orayı bir kürsü olarak kullanmayı, koşullara bağlı olarak değerlendirir. Bu bağlamda seçimleri çare görmediği halde seçimlere girmeyi ötelemez. Aynı biçimde burjuva seçimlerin ortaya koyduğu sonuçların sınıf iktidarını değiştireceğini düşünmez ama seçimlerde demokratik kazanım ya da olanaklar sağlamayı benimser. Öte yandan burjuva seçim ve parlamentoya bundan daha ileri stratejik misyon yükleyen anlayışlarla arasına kalın sınırlar çeker. Burjuva seçim ve parlamentoyu taktik bir araç olarak sınırlar, mücadelenin merkezine koymaz. Bütün bu mücadele biçim ve araçlarını merkezi halka ekseninde ele alır. İşte reformist yol ile devrimci yol arasındaki ayrım çizgisi de burada belirir. Siyasi iktidarı gasp eden gerici sınıfların proletarya önderliğinde halk kitlelerinin devrimci savaşıyla alaşağı edilmesini ve burjuva devletin paramparça edilmesini öngörmeyen her anlayış ve mücadele biçimi sonuçsuz olup burjuva düzen içi kalmaktan kurtulamaz. Aynı biçimde burjuva devlet ve düzenin içten iyileştirmeler yoluyla değiştirileceğini tasavvur eden bilumum sağ tasfiyeci düzen içi yasalcı eğilimler de burjuva devleti kutsamaktan bir adım ileri gidemezler.