İçinden geçmekte olduğumuz süreçte tarihsel olguların bir kısmı “tekerrür” ederken bir kısmı da yeni perspektifle muhtaç şekilde gelişmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyası tarihsel olarak Kemalist faşist iktidar dönemiyle başlayan ve günümüze kadar uzanan burjuva-faşist diktatörlükle yönetilmektedir. Halkı hangi hakim sınıfın sömüreceği dalaşında tekrar iktidara gelen Erdoğan ve şürekası da dahil faşizmle iktidarda kalmış ve kalmaya devam edecektir.

İçinden geçtiğimiz süreçte AKP-MHP faşist kliğine yönelik söylenen çokça duyduğumuz “bunlar seçimle gitmez” sözleri aslında Erdoğan ve kliği için değil tüm burjuva-faşist iktidarlar için geçerlidir. Çünkü siyasal coğrafyamızda faşizm bir devlet biçimidir. Faşizm devrimci yol ve yöntemlerle gider ve bu devrimci yol-yöntemlerin en radikal mücadele biçimleriyle gider. Yani kitlelerin biriken öfkesini düzenli ve örgütlü bir şekilde düşman sınıfa yöneltmek, Maoist Partinin siyaseti önderliğinde, başta da sokaklarda, fabrikalarda, kırlık alanlarda, amfilerde vb. olmak üzere silahlısı ve silahsızıyla, illegali ve legaliyle her türlü araçla kitlelere devrimci yolu göstermekle gider. Yani faşizm devrimle gider!

 Yine bu süreçte Leninist devlet tahlilini, devrim tahlilini, MLM’nin devrimin taktik ve stratejik araçları gibi temel konularda eski revizyonist ve reformist çizgilerin kitleleri zehirleyen çizgisine de tanıklık ettik. Geçmiş tarihlerdeki gibi revizyonistlerin Kemalizm’e ve onun partisine yaklaşımı aynı şekilde canlanıverdi. Sınıf mücadelesi, burjuva devletin niteliği meselesi, devrimin dostları ve düşmanları, taktik siyaset gibi konular bir kenara bırakılarak Kemalist çizginin bir ürünü olan siyaset ve partiye destekler peş peşe açıklandı. Yıllar önce İbrahim Kaypakkaya çok net tarif etmişti oysa “TİP, D. Avcıoğlı, H. Kıvılcımlı, Şafak ve TKP revizyonistlerinin (geçmişte ve bugün) iddia ettiği gibi, Kemalist iktidar, devrimci ve ilerici bir iktidar değildi. Kemalist iktidarla ittifak yapmayı düşünmek, karşı-devrim safına iltica etmek demekti. Çünkü Kemalist iktidarın kendisi, bizzat karşı-devrimi temsil ediyordu.”

İçinden geçtiğimiz süreçte, yapılan nedir? Kapitalist faşist kliklerin cübbeli – sarıklı ya da fötr şapkalı – takım elbiseli olması arasında tercih yapmaktan başka bir şey değildir. Burjuva klikler arasında ki iktidar değişiminde yaşanabilecek “kısmi rahatlama” olabilirliği üzerinden “zulmü yıkacağız”, “faşizmi birlikte yıkacağız”, “bu sömürü düzeni sandığa gömülecek” gibi ciddiyetsiz ve sorumsuz sloganlarla kitleleri burjuva-faşist kliklerden birisine yedekleme durumu gerçekleşmiştir. Çünkü onlar kitlelere güvenmeyen küçük burjuva mantığıyla kliklerden birisine yedeklenmeyi tercih ettiler. Onlara göre “faşizm yoğunlaştı”, “kitleler sindirildi”, “radikallikten uzak durup legal yollardan kitleye gidilmeli çünkü faşizm AKP ile beraber gidecek”ti.

Oysa bu görüş ve çizgi Mahir, Deniz ve İbrahimlerin döneminde neyi temsil ediyorsa bugünde onu temsil ediyor(du), yani tasfiyeciliği… Kitleleri devrim mücadelesine kanalize etmek için onlarla bütünleşmeden kitleler hareketlendirilemez, faşizme tavizler vererek de devrimci çalışma örülemez, faşizm “yoğunlaştı”ysa kitleler içinde alternatif devrimci yolu yaratmak yine devrimi hedefleyen ve kitlelere güvenen komünist çizgide saklıdır.

Faşizm yine iktidarda ve Türk-İslam senteziyle git gide gericileşmektedir. Kitlelerin üzerinde salladığı kılıç ile tamamen sindirme politikası izlemektedir. Devrimci durum vardır, faşizm tüm baskı yöntemleriyle yönetmeye çalışmaktadır, bunu iyi okumalıyız. Baskılar artıyorsa yönetme krizi vardır, baskılar artıyorsa işçi sınıfı ve emekçilerden, kadın ve LGBTİ+’lardan, gençlerden dolayı gelişen korkuları vardır. 

Elimizde ki en kudretli silah Sosyalist Halk Savaşı Stratejisidir. Bu stratejiye dayalı yapılacak çalışma kitlelerin devrimci dinamiklerini açığa çıkaracaktır. Faşizm çemberini kırmayı hedefleyen, silahlı mücadele alanlarını öncelikli görev ve sorumluluk olarak ele alan, devrimci militan mücadele çizgisini kavrayan ve bu temelden yola çıkarak kitleler ile kaynaşan parti militanları olarak sürecin daha keskinleşeceğini okumak ve konumlanmak zorunludur. Kitleleri seferber etmek ve halkın en dinamik kesimi olan gençliği harekete geçirmek çalışmaların en önemli halkasını oluşturmalıdır. Genç işçiler, öğrenciler, genç kadın ve LGBTİ+’lar bu mücadelenin dinamosudurlar.

Bugün coğrafyamız gençliği faşizmin daha da koyulaşmasıyla, ekonomik sorunun her geçen gün daha da artmasıyla çareyi yurt dışına çıkmakta buluyorlar. Geçmişte faşizmin dayattığı koşullarına karşı, ekonomik krizlere karşı ülke gençliği okulları, sokakları doldururdu… Çok uzağa gitmeye gerek bile yok en yakın tarihsel pratiğimiz Gezi-Haziran ayaklanmasına dahi gençlik damgasını vurmuştur. Ama bugün gençliğin gücünden ve örgütlülüğünden bahsetmemiz gerçekçi olmayacaktır. Belirli çevrelerde çeşitli örgütlenmeler olsa da genele vurduğumuzda yok denecek kadar azdır.

68 gençlik hareketi dünyada ve coğrafyamızda, özelde Türkiye-Kuzey Kürdistan’da 80’lere kadar sürdü, 80 sonrası zayıflayan devrimci hareketten dolayı doğan boşluğa Türk-İslam sentezli gerici bir plan koyuldu. Eğitim sisteminden, giyim kuşama, cinsel kimlik ve yönelim karşıtlığına kadar hayatın her yerine sokulmaya çalışılan bu plan faşist “TC”ye belirli kazanımlarla geri döndü. 80 darbesinde postal sesleri altında direnişe duran gençlik hareketimiz giderek zayıfladı ve radikal çizgiden de uzaklaşma yaşadı. Bugün büyük bir potansiyel taşıyan gençliğe, devrimci çözümün silahlı yol ve yöntemlerini bunların nedenlerini, sokağın, kırlık alanların, fabrikaların, amfilerin önemini ve gücünü tekrardan anlatabilmek, kavratarak devrimci savaş siperlerine taşımak zorunludur. Sistemin gençlik üzerinde birçok gerici plan ve projesinin olması normaldir, çünkü devrimin önder gücü proletarya ise heyecanla atan kalbi de gençliktir.

Gençliğin ihtilalci ruhunu Sosyalist Halk Savaşıyla yükseltelim

Egemenler arası dalaşlar devam ederken burjuva-faşist düzene karşı pratik mücadelemizi daha sert ve çetin günler beklemektedir. Egemenlere karşı savaş siperlerinden birçok alana kadar sürdürdüğümüz devrimci mücadeleye, reformist-revizyonist hareketlere karşı yürütülmesi zorunlu olan ideolojik mücadeleyi de eklemeliyiz. Günümüz de hala reformist-revizyonist çizginin devamcılığını yapan TKP, TİP vb. örgütler, savundukları siyasetleri doğrultusunda başta işçi sınıfımız olmak üzere atılgan ve direngen gençliği sistem sınırlarına hapsetmeye devam ediyor.

 Yakın zamanda parlamento maskeli faşizmin gerçekleştirdiği “seçimler” de burjuva-faşist kliklerden birisini tercih etme-destekleme tavrıyla kitlelere gerçekleri anlatma ve sistemi teşhir etme açısından bakıldığında suyu bulandırma durumu yaşanmıştır. Ülkemiz gençlik hareketinin kökleri olan 68 gençlik hareketi ve sonrası yıllarda “parlamentonun varlığı ile faşizmin uyuşmayacağını” anlatan ve tüm mücadele yol ve yöntemlerini sistem içine hapsederek gericileşen revizyonistlere karşı da devrimci pratiği ve atılganlığı yükselten kişiler devrimin genç önderleri ve gençlik kitleleri olmuştur.

Legal çalışmalarla kendini sınırlayan, demokratik meşru mücadele hattına sarılmak ve sistem sınırlarını zorlamak yerine, “faşizmin saldırılarından korunmak”, “kazanımları kaybetmemek” adına legalizme saplanan tüm reformist çizgilere karşı gençliğin ihtilalci ruhu ayağa kalkmıştır. Aynı şekilde, salt illegale sıkışıp kitle çalışmasını küçümseyen veya dar dergicilikle kitlelere ulaşacağını sananlara karşı da toprak işgallerinden 15-16 Haziran işçi hareketine ve Gezi Ayaklanması’na kadar sokakta halk kitleleriyle kaynaşan yine ihtilalci çizgiye sahip devrimci gençler olmuştur.

Komünistler, “legal olanaklardan sonuna kadar yararlanıyoruz” diyerek sistem sınırlarını zorlamayan, sistemin kabullendiği sularda yüzen reformistlere karşı stratejiye hizmet eden tüm taktik alanlardan yararlanırlar. Yani günümüz açısından Sosyalist Halk Savaşı Stratejisine odaklanmış, sistem sınırlarını zorlayan tüm mücadele biçimlerini benimserler. Bu nokta da tüm alanlarda ki yoldaşlarımız gençliğin dinamik-militan devrimci ruhuyla birleşme ve örgütleme sorumluluğuyla karşı karşıyadır.

Özellikle emekçi gençlik içerisinde büyük bir dinamiğin olduğunu ve sınıf mücadelesinin en sağlam militanlarının bu kesim içerisinden çıkacağını belirtmek gereklidir. Emek güçlerini satarak yaşamlarını sürdüren proleter kitlelerin gençliği, daha küçük yaşlarda ‘çocuk işçi’ statüsünde zor koşullar altında çalışmaktadır. Daha fiziki ve bilinç olarak sistemin gerici yanlarını almadan sisteme karşı tepki duymaya başlamaktadır. Marks “Sermaye, vampir gibi ancak canlı emeği emerek hayatta kalan ve ne kadar fazla canlı emek emerse o kadar uzun yaşayan ölü emektir.” demiştir. Ve neredeyse her gün günlük işçi katliamları arasında gencecik halk çocuklarının kanı dökülmektedir.

Bizler sınıfımızdan uzak kaldığımızda bu sınıfın gençliğinin sorunlarından da uzak kalıyoruz. Eğitim sorunlarından, emek sorunlarından, kültürel sorunlarından uzak kalıyoruz. Ve her uzak kaldığımız gün “canlı emeği emerek hayatta kalan” kapitalizmin zulmü altında gençlerimiz ve işçi sınıfımız, kadınlar, LGBTİ+’lar daha çok ölüyor, daha çok eziliyor, çünkü örgütlü bir güç olma ve bilinç zayıflığı ciddi boyutlara ulaşmıştır. Bu bilinci kitlelere götürmek biz Sosyalist Halk Savaşı militanlarının vaz geçilmez görevidir.

Sosyalist Halk Savaşı’nın genç militanları olalım!

Maoistlerin, devrimin üç silahı olarak değerlendirdiği Parti-Ordu-Cephe’nin ilk ikisi olan Parti ve Ordu savaş içerisinde kurulduğu gibi KP, HKO ve PHG olarak bugün yine silahlı mücadele içerisinde devrimin görevlerini icra ederek ilerlemektedir. Stratejik olarak görülen bu alanların, diğer tüm faaliyet alanlarının çalışmalarıyla güçleneceği inkar edilemez bir gerçektir. Gençlik ve kadın alanından tutalım da sendika çalışmasına kadar ulaştığımız güç ve imkanları buraların güçlenmesi perspektifiyle ele almak gereklidir. Bu nokta da gençliğimize büyük iş düşüyor, gençliğimizin de buna uygun çalışması, buralarda mevzilenmesi önemlidir. Gençlik çalışmalarının stratejik hedefe göre konumlanarak çalışması ve saflarına yeni yoldaşları katarak Parti ile, devrim ile silahlı mücadeleyle buluşturması görev ve sorumluluklarımız arasındadır. Unutmayalım “gençliği kim kazanırsa gelecek onundur”

Biz SHS saflarında birleşmiş gençler olarak şu çağrıyı sürekli olarak yapmalıyız “Kır zincirlerini kazanacağın bir dünya var!”  Elbette, kesinlikle çağrıyla yetinmeyip birebir hedef kitlemize dokunarak, somut politikalar üreterek gençlik ile kol kola yürüyen öncü gençliği yaratmalıyız. Çünkü Sosyalist Halk Savaşı Stratejik yönelimini esas almış ve KP önderliğini kabul etmiş her yoldaş bulunduğu alanın önderi olarak kitlelerle buluşmak zorundadır. Kitlelerden kopuk bir devrimcilik küçük burjuva devrimciliğinin ötesine geçemez, onların sorunlarına çözüm üretemez ve gençliği Sosyalist Halk saflarına taşıyamaz. Aydın Hanbayat yoldaşın ölüm orucu direnişi sırasında belirttiği şu sözleri her zaman ve her yerde kendimize kılavuz edinmeliyiz; “Halka inanıyorsak, halka güveniyorsak, o zaman halka ulaşmanın, halkla birleşmenin, halkla bütünleşmenin, halkla birlikte mücadele etmenin araçlarını, imkanlarını, politikalarını mutlaka yaratmamız gerekiyor.”

Devrimci çalışmanın en büyük hatası kitleleri dışarıdan örgütlemeye çalışmaktır. Sınıfın ve onun gençliğinin içine girmek, kitlelerle bütünleşmek yerine birkaç faaliyete sıkıştırılmış, kitlelerden kopuk aristokratik-küçük burjuva faaliyeti yenilmeye ve yok olmaya mahkumdur.  Aydın yoldaş bu keskin sınıf bilinciyle bizlere yol göstermektedir.

Parti ve devrim görevlerini aksatmadan disiplinli bir çalışmayla ve büyük fedakarlıklarla partiye, devrime, Sosyalist Halk Savaşı’na hizmet edersek zafere ulaşan kazanma çizgisiyle birleşebiliriz. Bu nokta da tarihimizden öğrenmeliyiz, tecrübe ve sınıf bilinci konusunda partimiz günümüze ışık tutan binlerce tecrübeye sahiptir. Kitlelerle kaynaşmış ve onların gönlünü kazanmış onlarca yoldaşımız bulunmaktadır.  “Parti kararı ve görevi geciktirilemez, parti oyalanamaz” diyerek partinin bir faşist hakkında ki ölüm kararını uygulamaya giden ve eylemin ardından faşistlerle girdiği çatışmada ölümsüzleşen İsmail Hanoğlu yoldaşta fabrika ve inşaatlarda çalışarak emekçi kitle ile bağlarını güçlendirmiş halkın ve yoldaşlarının büyük sevgisini kazanmış bir yoldaştır.

Büyük bir halk sevgisi ve parti bilinci olarak tarihimizden öğrenmemiz gereken onlarca ölümsüz yoldaşımız vardır ve mücadele ölçütümüz, devrimcilik ölçütümüz de bu yoldaşların sergiledikleri partili militanlıklarıdır. Gençliğimiz bu sınıf bilinci, parti bağlılığı ile devrimin görevlerine dört kolla sarılmalı mücadeleye atılmalıdır. Bunun yol ve yöntemlerini yaratarak kitleler içerisinde kök salmalıdır.

Özetle;

Sosyalist Halk Savaşı gerçek bir devrimi hedeflemektedir ve bu devrim kitlelerin eseri olacaktır. Devrim zor ilkesine dayanan silahlı mücadelenin bir eseri olacağından dolayı kitleleri silahlı mücadeleye sevk eden devrimci çalışmalar güçlendirilmelidir. Özelde sınıf örgütlenmesi bağı içerisinde gençlik ve kadın örgütlenmesine yoğunlaşılarak büyük bir dinamizm sahibi olan kitlelerle sıkı bağlar kurmalıyız. Sosyalist Halk Savaşı siperleri işçi sınıfımız, gençlik, kadın ve LGBTİ+’ların kahramanca mücadeleleriyle genişleyecektir. Bu bilinçten hareketle geçmiş tarihimize, yaşanan tecrübeleri de kılavuz edinerek her çalışma alanının parçası olduğu Sosyalist Halk Savaşı Stratejisini işçi sınıfı içerisinde, sokaklarda, okullarda, savaş siperlerinde örgütlemeliyiz. Tüm alanlarda, bölgelerden sıyrılıp gelen tecrübeleri ve perspektifleri diyalektik bağı içerisinde ele alarak devrimin kızıl bayrağını yükseklere çekeceğimizden şüphemiz olmamalıdır.

Şunun bilincinde olmalıyız, faşizm hem ülkemizde hem de dünyada belirli bir ilerleme içerisindedir, bu noktada sürekli direniş ve savaş çizgisini benimsemek önemli bir husustur. Başka bir noktada, “TC” devletinin her gün teknik üstünlüğü ile devrimci savaşı bitirdiğini, her gün onlarca devrimci ve yurtseveri katlettiğini propaganda etmektedir. Ancak stratejik açıdan üstün olan, tekniği boşa düşürerek düşmana darbe vuran, düşmanın burnunun dibinde bitiveren gerilla, tekniğin karşısında insanın bilinçli dinamik rolünü ve yaratıcılığını bir kere daha göstermiştir. Her savaşta olduğu gibi günümüzde de faşizm, Kürt Ulusal Hareketi başta olmak üzere devrimci, komünistlerin halk ile olan bağlarını kopartmaya çalışmaktadır. Çünkü egemen sınıf olan burjuvazi kitlelerin örgütlü gücünün her şeye kadir olduğunun bilincindedir. Bizlerde savaş ve kitle bağı diyalektiğini doğru okuyarak sürecin görevlerini yerine getirmek için büyük bir enerji ile çalışmalı Sosyalist Halk Savaşı siperlerini doldurmalıyız.

Önceki İçerikHalkın Günlüğü 31. sayı çıktı!
Sonraki İçerikYSP-HDP Özeleştirisi Üzerinden Burjuva Seçimler Sürecinin Genel Bir Değerlendirilmesi!