Karanlığa sırt çeviren gençliğin yönü devrim olmalı

İktidar olan her egemen sınıfın gençliğe ilişkin bir politikası var. AKP-Erdoğan iktidarının politikası da “dindar bir nesil” yaratmaktır. Ve bunun için gerekli olan ne ise onu yapmaktadır. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Şaşılması gereken, karanlığı daha derinden örmeye çalışan bu yönelime karşı 300’ü aşan lisenin gösterdiği reflekse, faşizmin ayak seslerinin daha bir gürleştiği bir süreçte gereken ilginin devrimci-komünist gençlik tarafından yeterince gösterilememesidir. Liseli gençliğin “karanlığa” sırt dönmesi anlamlıdır, devrimcidir. Sırtını yalnızca AKP-Erdoğan’ın yaratmak istediği karanlığa dönmemelidir. Karanlığı yaratan sisteme ve onu meşrulaştırıp koruyan devlete de dönmelidir

HABER MERKEZİ (07.07.2016) – Gazetemizin 125.Sayısında yayınlanan “Karanlığa sırt çeviren gençliğin yönü devrim olmalı” başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

Bazen hiç de önemsenmeyen küçük bir tepki, tahmin edilemeyen sonuçlara varabiliyor. Aynı o kocaman, devasa, yüzbinlerle ortaya konan tepkinin hiçbir sonuç vermeyebildiği gibi.

Bunun sosyolojik, toplumsal, siyasal nedenleri tartışılabilir. Farklı nedenler sıralanabilir. Sıralanabilmekte de. Ama her birisinin ortak bir sonuca vardıkları da kuşku götürmez bir gerçektir. Bu gerçek, devrimci bir önderliktir. Gezi-Haziran başkaldırısı buna iyi ve öğretici bir örnektir.

79 ilde ayağa kalkan toplumun her kesiminden kitlelerin, nedenleri ne olursa olsun tepkilerini dile getirdikleri, haftalarca sokakları mesken edindikleri o unutulmaz Haziran günleri, haklı ve meşru temelde yükselen devrimci-demokratik bir yönelimi olan bir başkaldırıydı. Normal koşullara yan yana gelmeleri, getirilmeleri, ortak paydalarda buluşturulmaları ve hareket etmeleri hayli zahmet gerektiren, sosyal yaşam koşullarına, fikirlerine, dünya tasavvurlarına rağmen, ortak gerekçenin kıvılcımı “ağaç” olsa da, bu gerekçenin ötesine varan bir gerekçeler zinciri bu toplumsal kesimleri yan yana getirdi.

Şöyle iddialı bir söz yerinde olur. Bu toplumsal kesimleri yan yana getiren gerekçeler zincirinin üzerinde vücut bulduğu asıl gerçek ve maddi olgu, AKP-Erdoğan iktidarının hayata geçirdiği sosyal-siyasal-ekonomik-politikalar nezdinde devletin niteliğiydi. Bu gerçek, ayağa kalkan halk kitlelerince ne kadar biliniyor, ne kadar görülmektedir bu ayrı bir tartışma konusudur. Ancak, sokağa taşan tepkilerin gerekçesi olan her bir politikanın-uygulamanın “bir baskı aracı olan” devletten ve bu devletin niteliğinden bağımsız ele alınması, AKP-Erdoğan iktidarını hedefe oturturken, onun varlık gerekçesi olan, onu ve onun gibileri var eden burjuva egemen devleti de kutsamaya götürür.

AKP-Erdoğan iktidarına yönelen her bir eleştiri, tepki, aynı zamanda egemen devlete yönelik de bir eleştiri ve tepkidir. İster reform düzeyinde olsun, isterse devrimci temelde olsun, ileri sürülen her bir eleştiri, tepki, devlete, devletin niteliğinedir.

Taksim-Gezi Parkı’nda yapılması planlanan Topçu Kışlası’yla hedeflenenle, özelleştirmelerle hedeflenenden, kentsel dönüşümle hedeflenenden, HES’lerle hedeflenenden hiçbir farkı yoktur. Ya da, Terörle Mücadele Yasası’yla hedeflenenle, yargıdaki yeni düzenlemelerden, polisin ve askerin uygulamalarını meşrulaştıran, sorgulanamaz kılan düzenlemelerden hiçbir farkı yoktur. İlki, özel mülk edinimini-gaspını egemen sermaye için kolaylaştırırken ve bunu hedeflerken, bir diğeri de, bu edinimin-gaspın karşısına çıkacak irili-ufaklı engelleri bertaraf etmek, bu engelleri bertaraf ederken izlenecek her türlü yol-yöntemleri meşrulaştırmak içindir. Özü; özel mülkiyeti ve özel mülk edinimini -gaspını korumak- meşrulaştırmaktır. Devlet de bunu sistemleştiren ve sistemleştirdiğini koruyan araçlar toplamıdır.

İşte, Gezi-Haziran başkaldırısının görülemeyen hedefi buydu. AKP-Erdoğan iktidarı özgülünde cisimleşse de, özü devlete ve devletin niteliğine ilişkindi. Polisiyle, ordusuyla, yargısıyla, bürokrasisiyle teyakkuza geçen devletti.

Karanlığa sırtını dönenler Gezi-Haziran derslerinden öğrenmelidir

Sorgulamayan, tartışmadan biat eden, “şükreden”, “fıtratı”nda ne varsa onu kabul eden dindar bir nesil yaratmak için eğitim sistemini “yap-boz” tahtasına çeviren, bilimsel-parasız-ana dilde eğitimden fersah fersah uzak olmasına rağmen seküler yaşamın sürdürülmesinde önemli bir yeri olan eğitim kurumlarında yetişen gençliğin, hedeflediği toplum projesine uygun “beyinler” yetiştirmemesi uzun süreden beridir AKP-Erdoğan iktidarını rahatsız eden bir konuydu. Sürekli değiştirilen eğitim sistemi, okullarda gündeme gelen yönetmelikler, okulların haremlik-selamlık kabilinden ayrıştırılmaya çalışılması, imam hatip okullarına verilen hız, seçmeli-zorunlu din dersleri, okullara yapılan “ilahiyatçı” müdür-öğretmen atamalarıyla öğrenci yaşamına müdahaleler, okulların sosyal-kültürel aktivitelerin yasaklanması-engellenmesi gibi son dönemde liseli gençliğin kamuoyuna yayınladıkları bildirilerle ifade ettikleri uygulamalar göstermektedir ki, toplumun en dinamik-enerjik kesimi olan gençlik de gidişattan memnun değildir.

Egemenlerin horladığı, ‘Bunlar ne anlar’, ‘Bunların arkasında marjinal gruplar var’ dediği, ‘Kışkırtıyorlar’ diyerek “çocuk” yerine koyduğu liseli gençliğe egemenlerin yaklaşımı, AKP-Erdoğan iktidarı nezdinde bir kez daha görülmektedir.

“Ağaç yaş iken eğilir”miş. Geleceğin sahipleri olan bugünün gençliği nasıl eğitilirse, gelecek yaşamın sürdürülmesi de buna göre olur. Sistemin yaşatılması ve yeniden yeniden üretilerek sürdürülmesi için önemli bir yerde duran eğitim, egemen sınıflar açısından stratejik önemdedir. Bu eğitimlerden geçen gençlik yarının siyasetçileri, bürokratları, askeri, polisi olacaktır. Devletin temel kurumlarının başında olacaklardır. Egemen sınıflar bu yüzden eğitime kayıtsız kalamazlar. Her egemen iktidar siyasetin kendi ideolojik yönelimine göre bir eğitim sistemini gündeme getirmesi, buna göre yasalar çıkarması, müfredatlar hazırlaması hedefledikleri yarınlara ilişkindir. AKP-Erdoğan iktidarının da bu doğrultuda seküler yaşama “ağaç yaş” iken müdahale etmesi anlamsız değildir. Burjuva anlamda da olsa aydınlanmaya daha açık olan seküler yaşam şekillenmesinin (sistem sınırlarını aşmasa da) “sorgulayan-itiraz” eden yanını törpülemek istemektedir. Bunun en iyi yolu da dindar gençlik yetiştirmektir. Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki bunu net ifade ediyor: “Allah’a hamdolsun imam hatip gençliği gayet güzel okuyor, önüne bakıyor, milletini seviyor, hizmet etmek istiyor, devletiyle de asla bir problemi yok” derken öncesinde de “devlete hainlik edenlerin çoğuna bakın üniversite mezunu” demektedir.

İktidar olan her egemen sınıfın gençliğe ilişkin bir politikası var. AKP-Erdoğan iktidarının politikası da “dindar bir nesil” yaratmaktır. Ve bunun için gerekli olan ne ise onu yapmaktadır. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Şaşılması gereken, karanlığı daha derinden örmeye çalışan bu yönelime karşı 300’ü aşan lisenin gösterdiği reflekse, faşizmin ayak seslerinin daha bir gürleştiği bir süreçte gereken ilginin devrimci-komünist gençlik tarafından yeterince gösterilememesidir. Liseli gençliğin “karanlığa” sırt dönmesi anlamlıdır, devrimcidir. Sırtını yalnızca AKP-Erdoğan’ın yaratmak istediği karanlığa dönmemelidir. Karanlığı yaratan sisteme ve onu meşrulaştırıp koruyan devlete de dönmelidir.

Karanlığa sırtını dönen gençlikle aydınlığa bakabilmek, karanlığa karşı aydınlığı örmeye çalışmak, faşizme karşı mücadele de önemli bir yerdedir.

Dindar gençlik hedefi, yalnızca seküler yaşamın şekillendirdiği toplumun burjuva demokratik refleksine önlem olarak anlaşılmamalıdır. Uysal, sessiz, “ahiret”le meşgul bir toplum elbette ki hedeflenmektedir, ancak aynı zamanda dozu giderek artan ve yeniden daha güçlü bir şekilde tahkim edilmek istenen faşizme yönelik gelişecek tepkilerin de önünü almayı hedeflemektedir.

Maoist gençlik, karanlığa sırtını dönen gençliğin yanında onlarla aydınlığa birlikte yürümelidir, aydınlığa olan özlemine Gezi-Haziran başkaldırısından çıkardığı derslerle kılavuz olmalıdır.

Önceki İçerikFaşizme karşı gençliğin birleşik mücadelesini örelim
Sonraki İçerikVolkan Yaraşır: Dünyanın en zengin/ Dünyanın en fakir ülkesi: ABD