Kadını köleleştiren tüm mülkiyet ilişkilerine Sevda’nın cüretiyle saldıralım!

Özel mülkiyet ve aile, sömürüye dayalı sınıflı toplumların varlık sebepleridir. Nikah daha çok kadının erkekle ilişkisinde miras ve mülkiyet haklarını koruyan bir ekonomik sözleşmedir. Kadının erkekle olan özel-cinsel-duygusal ilişkisinin böyle bir sözleşmeye ihtiyacı olmamalıdır. Tam burada Engels’in bir sözünü hatırlatmakta fayda vardır: “Yaşamı boyunca hiçbir zaman para karşılığı ya da mevki gücü için kendini bir erkeğe vermemiş, ya da ekonomik sonuçlarını düşünerek sevdiği erkeği geri çevirmemiş bir kadınlar kuşağı ile para ya da mevki gücüyle bir kadını yüzüstü bırakmamış ya da geçimini düşünerek sırf çıkarı için sevmediği kadına bağlanmamış bir erkekler kuşağı yetiştiği zaman, işte o zaman kadın ve erkek ilişkileri ve insan ilişkileri ahlaki yüceliğe ulaşacaktır. İşte proleter ahlak anlayışı budur.” der. Engels burada proleter ahlak anlayışının ve her türlü insan ilişkisinin merkezinde mülksüzlük olması gerektiğine dikkat çeker. Nikah ve aile tamamen mülkiyete dayalı, erkek ve kadının özel-cinsel-duygusal ilişkisini de özel mülkiyet esaslarına göre düzenleyen uygulama ve kurumlardır. İki insanın gönüllü birlikteliğinin devletin kurumsal onayına ihtiyacı olmamalıdır

HABER MERKEZİ(22.08.2017)-Sınıfsız Toplum İçin Halkın Günlüğü’nün 3.Sayısında yer alan ‘’ Kadını köleleştiren tüm mülkiyet ilişkilerine Sevda’nın cüretiyle saldıralım’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

‘’Faşist iktidar kendini esasta sömürü, baskı, emek hırsızlığı üzerinden, temsil ettiği gerici sınıfların ve hizmet ettikleri emperyalist gericiliğin desteğiyle gerçekleştirir. Ancak halkın farklılıkları üzerinden yarattığı çatışmalı zeminden de beslenmeyi ihmal etmez. Halkın etnik, dinsel, mezhepsel, kültürel vb. tüm farklılıklarını halkı bölüp parçalayıp çatıştırma siyaseti üzerinden körükler; güç ve iktidarının devamını sağlarken bu zeminden güç alır.

Kadın; toplumsal üretimde, sosyal yaşamda, evde, kısaca yaşamın her alanında erkek karşısındaki eşitsiz ve ikincil cins olarak konumlanışıyla bu saldırılardan nasibini almaya devam ediyor. İslami referanslarla kadın üzerindeki bu kuşatma ve saldırılar yasal düzenlemelerle adım adım derinleştiriliyor; ataerkil ön kabullerle, toplumda var olan cins ayrımcılığı ve toplumsal cinsiyetçilik kurumsallaştırılıyor.

Son günlerde nikâh kıyma yetkisinin müftülere ve muhtarlara da verilmek istenmesi üzerine yapılan tartışmalar bu gerçeği yeniden gözler önüne serdi. Bu düzenlemenin kadının aleyhine getirilerini tartışmadan önce halkın inançsal farklılıklarının da kurumsallaşmasına neden olacağına ve çatışmanın derinleşeceğine de dikkat çekmek gerekir. Zira bundan sonra laik-seküler kesimler nikâh için belediyeye giderken, İslamcı muhafazakâr kesimler ise müftülüğe gideceklerdir. Yani Erdoğan/AKP iktidarı halkı farklılıkları üzerinden bir kez daha bölüp karşı karşıya getirmeyi başarmıştır.

Bu tartışmaları başlatan konuşmayı Başbakan Binali Yıldırım AKP grup toplantısında yaptı. Yıldırım AKP grup toplantısında yaptığı konuşmasında; İçişleri’nde vatandaşlık hizmetlerinde yeniliklerin olduğunu, resmi nikah kıyma yetkisinin muhtarlara ve müftülere de verildiğini, mahkeme kararına ihtiyaç duymadan ad ve soyadı değişikliği yapılabileceği, ehliyet ve pasaport işlemlerinin artık nüfuz idarelerinde yapılabileceği, emniyetteki beş bin polisin ise trafik ve “güvenlikteki” görevlerine döneceklerini söyledi. Binali Yıldırım’ın konuşmasında, en fazla tartışma yaratan düzenleme Büyükşehir yasasıyla mahalleye dönüştürülen köylerin muhtarlarına, ayrıca il ve ilçe müftülerine resmi nikah kıyma yetkisi verilmesi oldu.

Devletin faşist Kemalist ideolojik kodlarına dokundurtmak istemeyen CHP de dahil birçok çevrenin tepkiyle karşıladığı bu düzenlemeye dönük haklı olarak duyulan en büyük endişe çocuk istismarının ve çokeşliliğin önünü açabilecek olmasıydı. Bu düzenlemenin her ne kadar yürürlükteki resmi nikah kıyma kriterlerine uyularak hayata geçirileceği taahhüt edilse de açıklamanın ardından müftülere verilen nikah kıyma yetkisinin imam ve vaizlerinde kullanabilmesinin önünü açmak için vakit geçirmeden çalışmalara başlanması ifade edilen endişelerin hiç de yersiz olmadığını göstermektedir.

Bu düzenlemeye işaret eden bazı gelişmeleri hatırlamak bundan sonra olacaklara ilişkin daha isabetli öngörülerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Recep Tayyip Erdoğan’ın 1994’te İstanbul Belediye başkanı iken kıydığı bir nikâhta eşlere birbirlerini kabul edip etmediklerini üç kere sormasının şu an bazı gazeteciler tarafından hatırlatılması isabetsiz değildir. Zira bu düzenlemenin Erdoğan ve AKP projesi olduğu o zaman söylediği şu sözlerden anlaşılmaktadır: “Türkiye, nüfusunun yüzde 99’u Müslüman bir ülke olmasına rağmen iki kez nikâh kıyılması anlamsız. Resmi nikâh kıydıran vatandaşların işi bitmiyor, bir de dini nikâh kıydırmak için uğraşıyorlar. Bu eksiklik müftünün nikâh kıyması ile giderilebilir. Diyanet ve merkezi yönetim bir araya gelerek, nikâh kıyma işlemini müftülere verebilir. Böylece yasal ve dini nikâh iki kez yerine bir defada kıyılabilir.”

Bu yıllarda ifade edilen bu sözler 2014 yılında AKP il ve ilçe örgütleri tarafından başlatılan bir kampanya ile hayata geçirilmeye çalışıldı. AKP Kadın Kolları, Diyanet İşleri’ne sundukları bir proje ile yeni doğan bebeklerin isimlerinin kulaklarına ezanla fısıldanması dini seremonisinin camide yapılmasını istemişlerdi. Yine evlenecek çiftlerin nikâhlarının da camide yapılması isteniyordu. 2015’in Mayıs’ında Anayasa Mahkemesi resmi nikah kıyılmadan dini nikah kıyılması karşısında uygulanan cezai yaptırımın kaldırılmasına hükmetti.

Gelinen aşamada yukarıda da belirttiğimiz gibi laik ve seküler olan evlenme anlaşması müftü ya da imamın inisiyatifinde, dini esaslar da dikkate alınarak ve dini ritüellere göre gerçekleştirilecektir. Bu düzenleme gerici iktidar sözcülerinin iddia ettiği gibi basit bir evlenme kolaylığı içermemektedir. Bu uygulamayla hiç kuşkusuz çocuk gelinlerin sayısı artacak, pedofili meşrulaşacak, çokeşliliğin önü açılacak, kadının kendi iradesiyle evlenme, boşanma, miras hakları adım adım gasp edilecektir. Müftülerin ve yetkilendirecekleri imamların kıyacağı nikâhın hâlihazırdaki resmi nikâh kriterlerine uygun olup olmadığının denetlenmesi çok zor gözükmektedir. Bu bir kötü niyet yorumu değildir. Görünen o ki adım adım, özendikleri Suudilere benzeyen bir toplumsal siyasal yaşamın örgütlenmeye çalışılması, ilerde belki de Suudilerden ödünç alınan İslam’ın vahabi-selefi yorumunun yaşamın her alanına nüksettirilmeye çalışılması hamlesidir. “Yeni devlet kuruldu, başkanı da Erdoğan’dır.” söylemleri her ne kadar AKP sözcülerince reddedilse de faşist Türk devletinin faşist Kemalist ideolojik kodlarıyla da oynanmaya başlandığı değerlendirmesi artık çok yersiz olmayacaktır. Müftülere de nikah kıyabilme yetkisi verilmesini biraz da bu noktadan okumak gerekir.

Mevcut yönelim ve tartışmalar kadının hayatını İslam esaslarına göre dizayn etme provalarıdır!

Kadının; kadın-insan kimliğinin çok uzağında kendini gerçekleştirdiği, araba kullanamadığı, yanında bir erkek yakını olmadan bir yere gidemediği ve benzeri mağduriyetler silsilesinde boğulduğu Suudi Arabistan’a hayran olan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP güruhu bu düzenlemeyle kadının doğuracağı çocuk sayısını belirlemek, tecavüzcüsüyle evlendirip “aklamak”, “edepli” gülmesini sağlamak, hamileyken dışarı çıkmamasını öğütlemek, örtünüp kapanmaya özendirerek üzerindeki toplumsal tecridi arttırmaya çalışmak yetmemiş olmalı ki çıkardıkları gerici İslamcı yasalarla kadını İslam’ın tarif ettiği yere koyma kararlılıklarını sürdürmektedirler. Kuşkusuz bugünün sorunlarını yeni Osmanlıcılıkla yüzyıllar öncesinin yöntemleriyle çözmeye çalışanlar hüsrana uğramaktan, tarih karşısında halka hesap vermekten kurtulamayacaklardır. Bu süreci hızlandırmak, İslam’ı politize edip kitleleri etkileyerek, manipüle ederek ülkeyi soyan, ülkenin tüm kaynaklarını tüketen, halkı ekmeğinin yanında katık bulamaz bir yoksulluğa mahkûm eden bu gerici faşist erki tarihin çöplüğüne yollamak bizim kararlı mücadelemizle gerçekleşecektir.

Özel mülkiyet ve aile, sömürüye dayalı sınıflı toplumların varlık sebepleridir. Nikah daha çok kadının erkekle ilişkisinde miras ve mülkiyet haklarını koruyan bir ekonomik sözleşmedir. Kadının erkekle olan özel-cinsel-duygusal ilişkisinin böyle bir sözleşmeye ihtiyacı olmamalıdır. Tam burada Engels’in bir sözünü hatırlatmakta fayda vardır: “Yaşamı boyunca hiçbir zaman para karşılığı ya da mevki gücü için kendini bir erkeğe vermemiş, ya da ekonomik sonuçlarını düşünerek sevdiği erkeği geri çevirmemiş bir kadınlar kuşağı ile para ya da mevki gücüyle bir kadını yüzüstü bırakmamış ya da geçimini düşünerek sırf çıkarı için sevmediği kadına bağlanmamış bir erkekler kuşağı yetiştiği zaman, işte o zaman kadın ve erkek ilişkileri ve insan ilişkileri ahlaki yüceliğe ulaşacaktır. İşte proleter ahlak anlayışı budur.” der. Engels burada proleter ahlak anlayışının ve her türlü insan ilişkisinin merkezinde mülksüzlük olması gerektiğine dikkat çeker. Nikah ve aile tamamen mülkiyete dayalı, erkek ve kadının özel-cinsel-duygusal ilişkisini de özel mülkiyet esaslarına göre düzenleyen uygulama ve kurumlardır. İki insanın gönüllü birlikteliğinin devletin kurumsal onayına ihtiyacı olmamalıdır.

Kadının hayatını gerici İslam esaslarına göre düzenlemenin provalarını yapan faşist gerici iktidarla mücadele ederken, geçmişte burjuva demokratik kadın hareketlerinin kadın lehine kazandığı burjuva demokratik hakları gasp ettirmeme mücadelesini kuşkusuz yükseltmeliyiz, desteklemeliyiz. Ancak bu, kadının proleter devrimci bakışını zayıflatmamalıdır. İki insanın birlikteliği gönüllü iradeye, duygusal bütünlüğe, ortak doğrulara, birlikte üretimin oluşturduğu değerlere dayalı olmalıdır ve bu gönüllü birlikteliğin teyide ihtiyacı yoktur. Kadının kendini kadın-insan olarak gerçekleştirmesi, gerçek anlamda özgürleşmesi toplumu değiştirme, insanı değiştirme olan devrimci mücadelenin öznesi olmasıyla gerçekleşecektir. Meral Yakar’dan Berna Ünsal’a, Yıldız Çiçek yoldaştan Dersim’de ölümsüzleşen Sevda Serinyel’e bu özgürlük mücadelesi kesintisiz sürdü; sürecektir. Kadının, tüm özel mülkiyet dünyasının ahlaki, hukuksal, sınıfsal baskılardan kurtarıp özgürleştirecek devrimdeki rolünü, gerilla alanlarındaki mücadelesiyle en berrak bir şekilde sürdürürken, Dersim dağlarında savaşarak ölümsüzleşen Sevda Serinyel yoldaşı saygıyla anıyor bıraktıkları yerden mücadeleye devam etmenin tarihsel bir görev ve zorunluluk olduğu gerçeğinin altını bir kez daha çiziyoruz’’

 

Önceki İçerikTek Tip Elbise saldırısına karşı son sözü direnenler söyleyecek!
Sonraki İçerikÜç’ler şanlı kavgamızın mihenk taşlarıdır!