Üç’ler şanlı kavgamızın mihenk taşlarıdır!

Proletarya Partisi tarihine bakıldığında birden fazla yenilgi ve ağır darbe süreci yaşamıştır. Büyük tahribatlarla karşı karşıya kalmıştır. Lakin her süreçten başarılı biçimde çıkma yeteneği de sergilemiştir. Bunu tespit etmek önemlidir. Zira bu, şu anlama gelir; kayıplarımız ağır ve ciddi de olsa, bu kayıplar bizlerin devrim ve savaş ısrarımızı geriletmemiş, bizleri eriyerek tasfiye olmaya götürmemiş, karamsarlıklara sürükleyerek sağa çark etme gibi yönelimlere sokmamış, sokamamıştır. Tersine, daha kararlı, daha bilenmiş ve daha iddialı yaklaşımla sınıf mücadelesi ve devrimin görevlerine sarılarak, partinin yaralarının sarılarak ilerletilmesine tanık olmuştur. Bugün aldığımız önemli kayıp karşısında da proletarya partisinin yönelim ve tavrı budur, bundan başka olamaz. Kuşkusuz her kayıp ve özellikle de ağır kayıplar mücadele veya örgütlenmemizde belli etkiler yaratır, yaratabilir. Ancak bunların geçici süreçler olduğu, sürecin devrimci rotada yeniden biçimlenerek zayıflıklarını aşıp daha ileri mücadelelere evirileceği kesindir, bundan kuşku duyulamaz

HABER MERKEZİ(22.08.2017)-Sınıfsız Toplum İçin Halkın Günlüğü’nün 3.Sayısında yayınlanan ‘’Üç’ler şanlı kavgamızın mihenk taşlarıdır’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

‘’Dersim’in Ovacık ilçesi kırsalında 1 Ağustos 2017 günü Türk ordusu ile MKP/HKO gerillaları arasında yaşanan silahlı çatışma sonunda üç MKP üyesi ölümsüzleşti. Bu kayıp MKP ve Sosyalist Halk Savaşı açısından son derece önemli bir kayıptı. MKP’nin kamuoyuna yaptığı açıklamaya göre, ölümsüzleşen gerillalardan, biri MKP’nin önder kadrolarından ve parti sekretaryası üyelerinden iken, diğer ikisi de Dersim Bölge Karargâh Komutanlığı üyeleriydi. Parti üyesi olan iki komutandan birinin kadın olması ise bu kaybın önemine başka bir anlam katmıştır.

Ölümsüzleşen komünizm savaşçılarının mirasını devralarak mücadelemizde bayrak yaparken, kızıl anıları önünde saygıyla eğiliyoruz. Onlar şahsında tüm parti ve devrim şehitlerini anıyoruz.

Ölümsüzleşen yoldaşların gerek partinin ideolojik-siyasi yöneliminde, gerekse de Sosyalist Halk Savaşı’nın temsil edilerek geliştirilmesine dönük açılımlarda ve pratik görevlerinde önemli rollere sahip olduklarını belirtmek gerek. Bu gerçeklikleri bağlamında kaybımızın ağır olduğunu söylemeliyiz.

Yaşanan bu kayıp ne kadar ağır ve önemli olsa da bu ve benzeri kayıpları savaşın doğası ve kaçınılmaz sonuçları olarak okumak zorunludur. Elbette bununla kayıpları sıradanlaştırıp hepten olağan gösterme durumuna da düşemeyiz. Ders ve tecrübenin edinilmesi, hata ve eksikliklerin açığa çıkarılması, durumun muhasebe edilmesi, kayıpların asgariye indirilmesi ve savaşın daha doğru yürütülmesi için başka bir zorunluluktur. Ancak unutmamak gerekir ki, bizler ne kadar tedbirli ne kadar dikkatli davranırsak davranalım, düşmanın teknik-teknolojik ve insan unsuru gibi nicel ve taktik üstünlükleri temelinde tamamen eşitsiz şartlarda yürütülen ve özellikle de silahlı şartlarda hüküm süren bir mücadelede kayıplar kaçınılmazdır. Her mücadele ve devrimin mutlak biçimde ağır bedeller üzerinden yükseldiği ve bedel ödemenin mücadelenin bir parçası olduğunu, bundan sakınılamayacağı da bilinmek durumundadır. Bu anlamda verilen kayıplardan tecrübe ve derslerin çıkarılması bir geri adım eğilimini güçlendiren değil, savaşın daha doğru zeminde yürütülerek ödenen bedellerin ve kayıpların en aza indirilmesine dönük olmak durumundadır. Soruna bu özde yaklaşmak esasta doğru yaklaşımdır.

Yaşanan kaybın nasıl geliştiğine dair somut bir tartışmaya girmeden, kaybın hangi koşullarda ve hangi koşulların sonucu olarak yaşandığını açıklamaya çalışacağız ki bunu görmek önemlidir.

Hâkim sınıfların, genel olarak siyasi iktidar hedefi taşıyan ve bu zeminde sınıf iktidarlarına dönük ciddi bir tehdit olarak değerlendirdikleri komünist ya da devrimci parti ve örgütlere karşı kadim bir düşmanlık içindedirler. Bu hareketlere karşı yaşadıkları tehdit algısı üzerinden geliştirdikleri köklü düşmanlığın, somutta gerilla savaşı ve silahlı mücadele şahsında odaklandığı, silahlı öze dayalı siyasi parti, örgüt ve sınıf mücadelesi unsurlarına karşı kesin bir tahammülsüzlük içinde olup, bu temelde stratejik yönelim ve saldırılarla bu nitelikteki hareketleri etkisizleştirip ezmeye çalıştıkları her vesileyle açık olduğu gibi, günümüzde de cereyan eden somut saldırı ve yönelimleriyle de sabittir.

Düşman, uzun bir süredir silahlı mücadele ve gerilla güçlerine karşı özel bir yönelim belirleyerek ezme ve tasfiye etmeye dönük stratejik saldırı politikasını devreye sokup acımasız bir saldırı yürüttüğü alenen izlenen ve bilinen durumdur. Bu stratejik yönelimine bağlı olarak en ağır teknolojik savaş araçları ekseninde bir gerici savaş yürüttüğüne tanık olmaktayız. Bu anlamda düşmanın taktik açıdan üstün olduğu eşitsiz bir savaşın sürdüğü tartışma götürmez bir durumdur. Ki, bu şartlarda devrimci ve komünist güçlerin ağır kayıplar vermesi bir bakıma olağandır. Nitekim ulusal hareket, diğer devrimci hareketler ve son olarak MKP’de önemli kayıplar verdi.

Kayıplarımız karamsarlığı değil, daha fazla cüreti ve özneleşmeyi emrediyor!

MKP süreci okuyarak sürece dönük taktik politika veya izlenmesi gereken siyasetlerde önemli öngörülerde bulunarak belli politikalar geliştirdi. Dolayısıyla tespit ettiği sürece veya sürecin tespit edilen niteliğine karşı kayıtsız kalmadı ve yetenekleri oranında bu ağır saldırı sürecine karşı güçlerini koruma temelinde belli adımlar atıp siyasetler belirledi. Buna paralel olarak Sosyalist Halk Savaşı’nın komuta merkezi de önemli tahlil ve tespitler yaparak buna dönük siyasetler uyguladı. Partinin ve gerilla savaşı komutasının geliştirdiği siyaseteler veya sürece ilişkin tahlilleri bağlamında geliştirdiği taktik politikalar zemininde güçlerini koruma noktasında önemli bir seyir izlediği söylenebilir fakat savaş şartları yalnızca bizlerin belirlediği siyaset ve tedbirlerle sınırlı bir alan değildir. Savaşın diğer tarafı olan düşmanın da stratejileri, taktik, siyaset ve planları söz konusudur ki, savaş ve savaş şartları bu tarafların toplamında ifade bulur. Dolayısıyla tüm irade, tespit ve taktiklere rağmen, ya da bu yeteneklerimize rağmen mutlak biçimde değiştiremeyeceğimiz bir düşman varlığı söz konusudur ve bu düşman gerçekliğini hepten devre dışı bırakan bir inisiyatif sahibi olmamız mümkün olamaz. Kısacası, hata yapmasan da doğru taktikler belirleyip uygulasan da son tahlilde silahlı düşmana karşı silahlı savaş içindesin ve bu savaş her şeye rağmen bedellere mal olur, bu bedelleri kaçınılmaz kılar. Daha fazla yoğunlaşıp kayıpları aza indirme çabası ötelenmeden, bu gerçekliği kabul etmek rasyonel olandır. Savaşa girişen savaşın sonuçlarıyla karşılaşır, bunda aykırı bir durum yoktur.

Öte taraftan genel bir değerlendirme yapacak olursak, alınan bu kaybın rastlantı olmadığı, düşmanın stratejik askeri saldırısıyla sınırlı olmayıp, bu stratejik saldırısının somut hedefe dönük, özel çalışmalarının ürünü olduğunu da söyleyebiliriz. Düşmanın belirlediği hedef veya sonuç almaya dönük darbe vurma amacı temelinde söz konusu yoldaşları somut yönelim ve özel çalışmayla katlettiği de söylenebilir. Bu muhtemeldir. Zira düşmanın özellikle kadrolara, komutanlara ya da savaşta belirleyici rol oynayan komuta kademesine yönelik çalışmalar yürüterek, vurduğu darbelerin de bu hedeflerine uygun olması göstermektedir ki, düşman somut hedefler saptayarak bu hedeflerine ulaşmaya çalışıyor. PKK ve MKP’nin kadro ve komutanlarının katledilmesi bunu göstermektedir. Kısacası, düşmanın belirlediği isimlere dönük somut çalışmalar yürüterek sonuç almaya çalıştığı ve bunda belli ölçüde başarılar gösterdiği söylenebilir. Bu kayıpları salt düşmanın teknolojik üstünlükleriyle açıklamak doğru olmaz. Düşmanın özel çalışmasını görerek buna dönük önlemler almak önem kazanmaktadır. Daha açık dille söylersek; düşman tespit ettiği önder veya komutanları ismen de tespit ettiği için, köylük alanda vb. geliştirdiği istihbarat ağı vasıtasıyla bu isimlerin hangi bölge, hangi köy ve alanda bulunduğunu netleştirip sabitlemektedir. Bu bilgiyi istihbarat ağı üzerinden netleştirdikten sonra, tespit ettiği bu bölge, alan veya köye dönük teknolojik araçlarını da devreye koyarak denetim ve kontrolünü büyütmekte ve gerilla gücünün hareketini, hareket tarzını izleyerek hedefine iyice yaklaşmaktadır. Ve maalesef bu zeminde belirlediği hedeflerine ulaşmayı başarmakta, somut olarak hedef aldığı kadro ve komutanları (teknolojik üstünlüğünü de kullanarak) katletmeyi belli oranda başarmaktadır. Dolayısıyla, isimlerin kullanılmasından, kullanılan yer ve alanların, yolların, kamp ve konaklama yerlerinin sıklıkla değiştirilmesi, hareket tarzında rutini takip etmeden sürekli değişken ve hareketli olmayı benimsemek, alınması gereken önlemlerdendir.

Her şeye karşın düşmanın stratejik olarak abartılmaması ama taktik-teknolojik üstünlüğünün ise küçümsenmemesi şarttır. Düşmanın taktik-teknolojik olarak üstünlüğü açıktır. Fakat bu üstünlük geçici olup, düşmanın kesin üstünlüğü biçiminde yorumlanamaz. Abartılan teknolojik üstünlük abartıldığı kadar gerilla savaşının olanaksızlığına varan bir durumda olmuş olsaydı, şimdiye kadar bütün gerilla güçleri imha edilmiş olurdu. Ne ki, düşmanın bu başarısından söz etmek mümkün değil.  Doğrudur, teknolojik açıdan devasa üstünlüğe, avantajlara sahiptir ve bu durum küçümsenemez. Ancak bu üstünlüğün mevcuttan-gerçekten öteye abartılması doru olmayıp karamsarlık yoludur. Eğer gerilla savaşı alınan kayıplara rağmen yürütülüyor ve gerilla hala silahlı eylemlerini gerçekleştirebiliyorsa, bu, düşmanın teknolojik-taktik üstünlüğünün kesin ve savaşı olanaksız kılan bir üstünlük olmadığı, dolayısıyla gereğinden fazla abartıldığı kadar mutlak bir üstünlük olmadığı görülmek durumundadır.

Düşman her dönem taktik, teknik, teknolojik üstünlüğe sahipti. Bu ona avantajlar sağlayan durumdu, sağlıyordu da. Bugün bu teknolojik üstünlük biraz daha gelişmiş durumdadır, hepsi bu. Evet, bu küçümsenmemeli, önemsenmeli ve değerlendirilerek önlemler almamıza konu olmalıdır. Ama karamsarlığa varan abartılara girmemize asla…

MKP, tarihine bakıldığında birden fazla yenilgi ve ağır darbe süreci yaşamıştır. Büyük tahribatlarla karşı karşıya kalmıştır. Lakin her süreçten başarılı biçimde çıkma yeteneği de sergilemiştir. Bunu tespit etmek önemlidir. Zira bu, şu anlama gelir; kayıplarımız ağır ve ciddi de olsa, bu kayıplar bizlerin devrim ve savaş ısrarımızı geriletmemiş, bizleri eriyerek tasfiye olmaya götürmemiş, karamsarlıklara sürükleyerek sağa çark etme gibi yönelimlere sokmamış, sokamamıştır. Tersine, daha kararlı, daha bilenmiş ve daha iddialı yaklaşımla sınıf mücadelesi ve devrimin görevlerine sarılarak, partinin yaralarının sarılarak ilerletilmesine tanık olmuştur. Bugün aldığımız önemli kayıp karşısında da proletarya partisinin yönelim ve tavrı budur, bundan başka olamaz. Kuşkusuz her kayıp ve özellikle de ağır kayıplar mücadele veya örgütlenmemizde belli etkiler yaratır, yaratabilir. Ancak bunların geçici süreçler olduğu, sürecin devrimci rotada yeniden biçimlenerek zayıflıklarını aşıp daha ileri mücadelelere evirileceği kesindir, bundan kuşku duyulamaz.

Belirleyici olan teknik-teknolojik üstünlük veya araç ve olanaklar değil, insan unsuru ve insanın bilinçli rolüdür! Kayıplarımız tereddüdün değil, keskin bilinçle daha fazla devrimcileşmenin gerekçeleridir! Sürecin ihtiyacı; pratik, pratik ve yine pratiktir’’

Önceki İçerikKadını köleleştiren tüm mülkiyet ilişkilerine Sevda’nın cüretiyle saldıralım!
Sonraki İçerikSosyalist Öğrenci Hareketi’nin yönelimi üzerine-III