Tecrit, işkence, keyfi uygulamalar ve hak gasplarıyla gündemden düşmeyen hapishaneler, giderek büyüyen adaletsizlik sarmalı içerisinde en sorunlu alanlarından biri olmaya devam ediyor. Bu sorunların günceldeki en önemlilerinden birini ise infaz yakmalar oluştururken bizde İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri ile bir röportaj gerçekleştirdik.

Röportajın tamamı şöyle:

HG: 19-22 Aralık Katliamı’nın yıl dönümü içerisindeyiz. Bu vesileyle ilk olarak dünden bugüne hapishanelerde yaşanan hak ihlalleri ile ilgili ne söylemek istersiniz…

Gülseren Yoleri: İlkel bir cezalandırma yöntemi olarak kapatılarak cezalandırmanın aracı durumundaki hapishaneler her daim ciddi insan hakları ihlallerinin yaşandığı mekanlar olmuştur. Sadece kapatılma mekanı olması nedeniyle değil tabii ki ceza infaz politikaları bakımından da durum budur. İnsanın yok sayıldığı mekanlardır hapishaneler ve muhalifler bakımından durum daha da ağırdır. Çünkü sadece yok sayılmaz, yok edilmek de istenir muhalif mahpuslar.

Bugüne kadar Devlet baskıcı yüzünü en sert şekliyle hapishanelerde uygulamaya koymuş bir anlamda hapishanelerde test etmiştir baskı politikalarının başarısını. Demokrasi ve insan hakları adına bir değerlendirme yapılacağı zaman hapishanelerdeki durum yol göstericidir, hatta bir çeşit göstergedir hapishaneler. Mesela, Demokrasinin olmazsa olmazlarından biri Kürt meselesinin çözümüdür ve bugün halen çözümden çok uzak olduğumuza dair bir göstergedir hapishanelerde anadilde iletişim ve anadilde okuma yazma imkanlarının baskı altında olması, hatta cezalandırılma nedeni olması. İfade özgürlüğü bakımından da durum farklı değildir. Hapishanelerde mektupların sansürlenmesi, hatta gönderilmesine izin verilmemesi, telefonla iletişimde sakıncalı sayılan sözcükler sarf edildiğinde bağlantının kesilmesi gibi uygulamalar sıklıkla dile getirilmektedir nitekim.

Rejimin giderek otoriter hatta totaliter bir karakter kazandığı bugün de hapishanelerde artan ihlalleri konuşuyoruz. İşkence ve kötü muamele, yine aynı zamanda bir işkence yöntemi olan ve mahpusu toplumdan ve sosyalliğinden tamamen izole eden tecrit, yaşam hakkı ihlallerine de neden olan sağlık ve tedavi hakkı ihlalleri, infazda ayrımcı uygulamalar, yeterli ve kaliteli besin ,temiz su, temizlik maddeleri, havalandırma gibi temel gereksinimlere erişimde yaşanan sorunlar, haksız disiplin cezaları, adalete erişimde yaşanan sorunlar, infaz yakma , şartlı tahliye hakkının gaspı olarak örnekleyebileceğimiz ancak mahpusun yaşamının her anını eziyete çeviren infaz uygulamaları devam ediyor.

19 Aralık Katliamı; F tipi / Hücre Tipi hapishanelere tecrit sistemine geçişi sağlamak amacı ile planlanmış bir katliamdı. Büyük bir direnişle karşılaşan tecrit uygulaması aradan geçen 21 yılda tecrit bütün hapishanelere genişletildi ancak uygulamada amaçlanan hedefe ulaşılamadığından olacak bugün daha ağır tecrit uygulamasına imkan veren S tipi hapishaneler açılmakta. Tecrit uygulaması, mahpusu yalnızlaştırmak, sosyal dayanışmadan mahrum bırakmak, sadece örgütlülüğünü değil kişiliğini de parçalamak yok etmek amacı taşımakta.

Bugüne kadar bu amaca tam olarak ulaşılamadığı gerçeğine paralel, tecrittin mahpuslar üzerinde geri dönüşü olmayan ciddi sorunlara yol açtığı ve bu zararın gün geçtikçe büyüdüğü gerçeği göz ardı edilemez. Amaca ulaşmak için geliştirilen yeni yöntemlere karşı ve tecrittin topyekün kaldırılması için mücadele bu nedenle sadece zorunlu değil aynı zamanda acil.

HG: 15 Temmuz darbe girişimi, pandemi süreci ve son olarak AKP’nin çözülmeye başladığı bu günlerde hapishanelere yönelik hak ihlallerinin arttığını biliyoruz. Kısaca bu süreci özetler misiniz?

Gülseren Yoleri: Yukarıda da söylediğimiz gibi hapishaneler her daim ihlal mekanı olmuştur. Ancak kimi dönemler ki 15 Temmuz ve OHAL dönemi gibi; hak ihlallerinin daha yoğun yaşandığına, iktidarın yasa hukuk tanımaz uygulamalarına tanıklığımız artar. 15 Temmuz ‘un hemen ertesinde işkencenin göstere göstere ve adliyelere, hapishanelere genişletilerek uygulandığını biliyoruz. 18-19 Temmuz tarihlerinde hapishanelere yapılan avukat ziyaretlerinde, işkenceye tanıklık eden mahpusların anlatımları çarpıcı gerçeği gözler önünde sermiş ancak bu durum kamuoyunda o ciddiyette karşılanmamıştı. Yaratılan korku ikliminin bunda önemli bir etkisi vardı malum. Darbe kalkışması ile suçlananlarla aynı kefeye konulmak kaygısı dehşet işkenceler karşısında suskunluğa neden olmuştu.

O tarihte işkenceye karşı ilk ses veren yine hapishanelerdeki politik mahpuslar olmuştu. İşkenceyi ihbar eden politik mahpuslar hem işkenceye karşı oldukları için hem de işkencenin ne şekilde olursa olsun meşrulaştırılmasının yol açacağı tehlikeyi çok iyi sezdikleri için hiç tereddüt etmeden tanıklıklarını kamuoyunun hak örgütlerinin hukukçuların dikkatine sunmuştu. Korktukları gibi oldu mu derseniz evet oldu, haklı çıktılar. Darbe kalkışmasına katılanlar üzerinden meşrulaştırılan işkence, kötü muamele ve hak gaspları özellikle muhalif mahpuslardan başlayarak tüm mahpuslara uygulanır oldu.

H.G: Son süreçte hapishanelerle ilgili gündem infaz yakmalar, çıplak arama ve hasta tutsakların tedaviye erişim engeli vb. Bunlarla ilgili ne söylersiniz. İnfazı yakılan kaç tutsak var…

Gülseren Yoleri: 3 ayda bir yayınladığımız Marmara Bölgesi Hapishaneleri Hak İhlalleri Raporlarımızda sayısal verilerini de paylaştığımız, Hapishanelerden gelen çok sayıda başvuruda şikayet edilen çıplak arama, insan onuruna aykırı, küçük düşürücü, fiziki ve psikolojik şiddeti de içeren bir uygulama bir işkence yöntemi olarak uzun yılladır uygulamada karşımıza çıkarken, 29 mart 2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmeliğin 34. maddesi ile mevzuatta tanımlanmıştı hatırlarsınız.

Kamuoyuna yansıyan bazı örnekler üzerinden de ciddi itirazlara tartışmalara da neden olmuştu. Bakanlık yaptığı açıklamalarla önce çıplak arama uygulamasının olmadığını söylese de büyüyen tepkiler üzerine 12 Kasım tarihinde resmi gazetede yayınlanan bir mevzuat değişikliği ile çıplak aramanın adı detaylı arama olarak değiştirilerek varlığı ve uygulaması devam ettirildi.

İnfaz yakma uygulaması ve bu uygulamaya bağlı şikayetler yine özellikle son yıllarda daha fazla karşımıza çıktı. Kural olarak, koşullu salıverme tarihi ile denetim süresi içinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi halinde hükümlünün infazı yanmaktadır. İnfaz yakma uygulamasının hükümlü serbest bırakılmadan uygulanma imkanı bu nedenle bulunmamaktadır. Ancak raporlarımızda sayısal verilerini sunduğumuz hapishanelerden yapılan çok sayıda başvuruda, mahpusa tutuklu kaldığı süre içinde suç işlediği iddiası ile davalar açılmak suretiyle infazının yakıldığı bildirilmektedir.

Ayrıca; 29 Aralık 2020 tarihli Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirilmesine Dair Yönetmelik ile yetkileri genişletilen İdare ve Gözlem Kurulu’nun Yönetmeliğin 14. maddesi gereğince düzenleyeceği “iyi hal değerlendirme raporu” ile de hükümlünün açık cezaevine nakil, denetimli serbestlik ve şartlı tahliye hakkını engelleme imkanı getirilmiştir. 6 aylık periyodlarla iyi hallilik değerlendirmesi yapılacağı ve iyi halli olmayanların şartlı tahliyelerinin geciktirileceği bu yönetmelik ile hükme bağlanmıştır. Yapılan çok sayıda başvuruda; bu yetkinin kötüye kullanıldığı, özellikle politik mahpuslar bakımından şartlı tahliye hakkının tümden gasp edildiği bildirilmiş olup bu alandan yapılan şikayetler her geçen gün artmaktadır.

HG: Yine aralık ayının 10-17 günlerini kapsayan İnsan Hakları haftasına girerken AKP Türkiye’sinde hak ihlallerini nasıl görüyorsunuz?

Gülseren Yoleri: Özellikle 2015 ten bu yana Hak ihlallerinde ciddi bir yoğunlaşmadan söz edilmektedir. Yaşamın her alanında temel hakların hiçe sayıldığı uygulamalarla karşılaşılmaktadır. Katliamlar, kaçırılmalar, işkence, gözaltında kayıplar, haksız tutuklamalar, kişi özgürlüğü ve güvenliğine yönelik saldırılar, kadına ve çocuğa şiddet, taciz, yaşlı ve engellilere yönelik ihlaller, iş cinayetleri, işsizlik, yoksulluk, çevre katliamları diye sayarken bile moral bozan bir tabloyla karşı karşıyayız.

Sağlıktan eğitime, seyahat hakkından ifade özgürlüğüne ve yaşam hakkına kadar ciddi ihlaller yaşanmaktadır. Özellikle pandemi sürecinde ekonomik ve sosyal haklarda ise ciddi ihlaller dikkat çekmiştir. Pandemi aynı zamanda toplantı ve gösteri hakkının ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması için fırsat olarak kullanımıştır. Bu konuda Şubemiz tarafından hazırlanıp kamuoyu ile paylaşılan 2020 yılı Marmara Bölgesi Hak İhlalleri Raporu incelendiğinde durum daha açıklıkla görülecektir.

 Bugün ayrıca, bu hak ihlallerinin keyfiyet sınırlarını aşarak yasal dayanaklarla desteklendiğini görmekteyiz. Çıplak arama ve Ceza infazı bakımından yukarıda değindiğimiz mevzuat değişiklikleri buna örnek verilebilir. Yine son dönemde çok tartışılan kaçırılma- ajanlaştırma vakalarında dikkat çeken MİT yasası ve Üniversitelere rektör ataması konusunda YÖK yasası değişiklikleri, yürürlükteki anayasa ile kısmen koruma altında bulunan temel hakların gaspına imkan veren 7145 sayılı yasa ve devamı yasalar örnek olarak incelenmesi gereken düzenlemelerdir.

Savaşın devamına ve savaş giderlerinin artması ile yoksulluğun daha da derinleşmesine imkan yaratan politikaların devamı ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Üstte belirttiğimiz 438 sayfalık raporumuzda 13 ana başlık ve onlarca alt başlıkta tanımlamaya çalıştığımız ihlallerin önlenebilmesi için otoriterleşmenin, savaş politikalarının, demokrasi karşıtı politikaların önlenmesi gerekmektedir. Bu noktada demokrasi ve insan haklarının olmazsa olmazı barış hakkına bir kere daha vurgu yapmak isterim.

HG: Hapishanelerdeki önemli sorun ve hak gasplarından biri de basın/yayın/kitap ve iletişim yasakları ve keyfi uygulamalar oluşturmaktadır. Bu duruma dair gözlem-rapor ve değerlendirmeleriniz nelerdir?

Gülseren Yoleri: Raporlarımızda en önemli başlıklardan birini oluşturan İletişim yasakları; düşünce ve ifade özgürlüğünün, bilgi edinme, hakikati bilme, kendini geliştirme hakkının ihlali yanında, hapishanelerde yaygınlaştırılan ağır tecrit uygulamasının en önemli araçlarından birini oluşturmaktadır.

Derneğimize yapılan çok sayıda başvuru, pandemi bahanesi ile keyfi olarak daha da yoğunlaştırılan iletişim engelleri ve iletişim yasakları ile mahpusun dışarıyla her türlü bağının kesildiğini göstermektedir. Hapishaneye alınacak gazeteler bakımından getirilen Basın İlan Kurumu ölçütü, kitap kısıtlamaları, mektuplarda sansür uygulaması, disiplin cezası adı altında Aile ziyaretlerine, mektuplaşmaya, telefon hakkına, sohbet spor hakkına getirilen yasaklar, uzun süreli ve tekrar eden hücre cezaları, tek başına tutulma gibi uygulamalar mahpusun kendi dışındaki dünya ile iletişimini kesmekte ve bir işkence yöntemi olarak tanımlanan ağır tecritti işaret etmektedir.

Önceki İçerikHBDH: Zindanları Yıkacak Zaferi Biz Kazanacağız!
Sonraki İçerik19-22 Aralık 2000 Hapishaneler Katliamı Vesilesiyle Faşist Diktatörlüğün Tüm Katliamlarını Lanetliyoruz