Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Güncel-Siyasal Durum ve Görevlerimiz!

Erdoğan/AKP iktidarı bu sıkışmışlık karşısında, ABD emperyalizmine yaslanarak uçağını düşürüp ilişkilerinin kesilmesine yol açan ve bu süreçte ekonomik olarak ciddi biçimde hırpalanmasına yol açan Rusya emperyalizmi ile ilişkilerini düzeltmekte çareyi buldu. Bugün iktidarın tüm dayanağı ve morali Rusya ile ilişkilere dayanmaktadır. Nitekim Rusya ile ciddi anlaşmalar imzalanmakla birlikte, bu ilişki sürecinin derinleşmesi temelinde yaşanan gelişmeler ABD emperyalizmine karşı bir şantaj olarak da kullanılmaktadır. Ki, şantajı da geçip gerçeğe dönülebilir durumdur ki, burada eksen kaymasını olası gelişme olarak görmek mümkündür.  Mümkündür çünkü ABD emperyalizmi ile AKP iktidarı, IŞİD ve Kürt politikalarında temelden çeliştikleri gibi, gerçekleştirilen başarısız darbenin arkasında ABD’nin olduğu da çok iyi bilinmektedir ki bu ilişkilerinin ciddi derecede bozulmasına yeterli gerekçedir. Yani, ABD’nin Erdoğan/AKP iktidarını gözden çıkardığı alenen ortaya çıkmaktadır ki, bu durumda Erdoğan/AKP iktidarının Rusya ile daha derin ilişkilere girmesi ve hatta dış politika ve ilişkilerde(daha doğrusu bağımlılık ilişkisinde) eksen kayması denilen yaklaşıma girmesi mümkündür. Elbette ABD ile kesin biçimde ilişiler bitirilmiş veya eksen kayması yaşanıp netleşmiş denilemez. Erdoğan/AKP iktidarı hala ABD’den beklentiler içinde olup ilişkilerin düzeltilmesi çabasındadırlar. Çünkü ABD emperyalizmiyle tarihsel olarak yaşanan işbirlikçilik ve bağımlılık süreci önemli ekonomik zemin ve ilişkilere dayanmaktadır. Bu realitenin yok sayılması ya da kolayca ortadan kaldırılması elbette basit bir tercih işi değildir. Ancak, Erdoğan/AKP iktidarının içinde bulunduğu durum ve eğilim dış politika bağlamında ya da işbirlikçi bağımlılık ilişkisinde, ABD emperyalizmi aleyhine ve Rusya emperyalizmi lehine bir tercihte bulunmanın güçlü emarelerini ortaya koymaktadır ki, bu eksen kayması esprisini ciddi düzeyde gündeme getirmektedir

Sömürgeci barbar hegemonya iştahı emperyalist zincirin kırılmasıyla sonuçlanacaktır! 

HABER MERKEZİ (21.12.2016)- Sınıf Teorisi dergisi 22.Sayısında yayınlanan ‘’Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da güncel-siyasal durum ve görevlerimiz’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz

Emperyalist dünya sistemi üç blok şahsında temsil edilmekte veya bu emperyalist bloklar toplamında ifade bulmaktadır. Üç blok şeklinde örgütlenmiş olan emperyalist haydutluk, emperyalist dünya gericiliğinin parçası olan diğer gericilikleri de himayesi altına alarak bu bloklarına dâhil etmiş durumdadırlar. Modern dünyanın haydutları olan bu bloklar, hatta bu blokların başını çeken ilgili emperyalist güçler tüm dünyanın kaderini belirleyecek gerici odaklar durumundadırlar. “Şanghay Beşlisi”, “NAFTA” ve “AB” isimli emperyalist bloklar kapitalist-emperyalist dünya sistemini kontrol edip yürütürlerken, aynı sistem içinde veya altında gerici çıkar ve nüfuza dayalı dünya hegemonyası uğruna birbirilerine karşı da örgütlenmiş olup keskin çatışmalar dönemi içindedirler. Bu çelişki ve çatışmalar bir taraftan emperyalist blokların karşılıklı nüfuzlarını büyütme ve aynı zamanda yeni dengelerin kurulmasıyla yüz yüze gelmesini koşullarken, diğer taraftan bu emperyalist örgütlemelerin çözülme veya sorunlar yaşayarak zayıflama eğilimini de bağrında taşımaktadır.

Rusya’nın ABD emperyalizmine meydan okuyup ‘Tek kutuplu dünya dönemi kapanmıştır’ diyerek dünya çapında bir nüfuza sahip olduğunu ortaya koymasıyla emperyalist dünya gericiliğinin iç çelişkileri ve çatışmaları keskinleşerek farklılaşmış veya yeni bir siyasi mecraya girmiştir. Sistematik savaşlar bu süreçle birlikte ezilen ulus ve halkları kan ve acıya boğan doğasıyla daha ağır biçimde hüküm sürer olmuştur. Üçüncü dünya savaşı veya (mevcutta süren paylaşım sürecinden öteye) üçüncü emperyalist paylaşım savaşının dillendirilmesi de, kronik krizler içinde bulunan emperyalist gericiliğin kronikleşmiş gerici savaşlar döneminin bir ürünü ve sonucudur da…

Sistem içinde ve dünya sathında yaşanan gelişme ve çatışmaların baş aktörleri esasta ABD emperyalizmi ile Rusya emperyalizmidir. Almanya, İngiltere gibi emperyalist devletler elbette sistemin önemli aktörleridir. Fakat mevcut siyasi süreç esas itibarıyla ABD ile Rusya düellosuna tanıklık yapmakta ve bunlar önderliğinde seyretmektedir. Hâlihazırda emperyalist paylaşım süreci olarak sürdürülen mevcut durum bir nüfuz ve pazar çatışması olarak bu iki emperyalist gücün damgasını taşımaktadır. Emperyalist sistem ve sistem bloklarının esas düşmanları değişik dil, din ve renkten dünya proletaryası ve halkları ile ezilen bağımlı uluslardır. Aralarındaki çelişki ve çatışmalarda geçici ve şartlara bağlı olarak anlaşmalar yaparlarken, dünya proletaryası ve halklarına karşı uzlaşmaz düşmanlık temelinde katliam ve kıyımları reva görerek uygulamaktan kaçınmazlar. Aralarındaki çatışmalarda da, yerli işbirlikçisi iktidar ve klikler vasıtasıyla halk kitlelerini kullanır, birbirlerine kırdırırlar. Dolayısıyla emperyalist gericiliğin tüm yükünü yoksul dünya çekmektedir…    

Emperyalist sistem ya da emperyalist gericilik, başta dünya proletaryası ve halkları olmak üzere, bağımlı ezilen mazlum uluslara, son tahlilde tüm insanlığa ne getirmektedir, hangi sonuç ve gelişmelere yol açmaktadır? Bir avuç uluslararası tekelci sermayenin kapitalist sömürü, siyasi-ekonomik nüfuz, bencil çıkar ve talan mecrasında olmak üzere, bu tekellerin dünya hegemonyası uğruna yoksul dünya halkları ve mazlum uluslarına en iyimser haliyle acı ve ölümü reva görmekten ve bizzat yaşatmaktan başka bir şey getirmedikleri gün kadar berraktır. Bundandır ki, köhnemiş olan emperyalist dünya sistemi kriz ve buhranlarıyla çöküşü yolunda ilerlemekte, bu sistem ve gericiliğin devrimci yoldan tasfiye edilmesi mutlak bir zorunluluk olarak devrimci sınıflar ve tüm insanlığın önünde bir görev olarak durmaktadır. Tüm demagojik çarpıtma ve ideolojik-teorik tahrifatlara rağmen, emperyalist sistemin içsel-yapısal çelişkisi onun gerçek yüzünü sosyal pratikte gözler önüne sermekte, onun kan emici bir amip olduğunu kanıtlamaktadır. Aynı ideolojik-teorik çarpıtma ve manipülasyonlara rağmen sınıflar arası çelişkiler günden güne keskinleşerek sınıflar mücadelesini aktüel kılmakta, ilah edilen ”tarihin sonu” burjuva tezine karşın geniş halk kitleleri tarih yazma dinamiğiyle her vesilede mücadeleler vermektedirler. Tarih daima geleceğe doğru ilerler. Tarihin bu ilerleyişine iradi müdahaleyle katkıda bulunan devrimci sınıflar emperyalist gericiliği tarihin karanlığına gömerek mutlaka yeni tarihsel gelişmelere adım atacaktır…

***

Özel mülkiyet dünyasının uluslararası tekeller mülkiyeti dünyası biçimine evirildiği çağımız şartlarında sınıf devrimleri çok daha kaçınılmaz ve zorunlu olup, proletarya önderliğinde geniş halk kitlelerinin devrimci eylemiyle sahneye çıkacaktır. Baskının karşıtını büyütmesi kaçınılmazdır. Bu kaçınılmazlıkla birleşen insanın bilinçli dinamik rolü nasıl ki devrimci eylemiyle toplumların bugüne ilerleyişini sağladı, daha ilerisine de taşıyacaktır.  Mazlum ulus ve halkların onurlarını ayaklar altına alan tüm gericilikler, mazlum ulus ve halkların proletarya önderliğindeki onurlu mücadeleleriyle parçalanıp yıkılacaktır. Çelişki yasası bunu emrederken, keskin çelişki ve çatışmalarla seyreden siyasi gelişmeler süreci bugünden bunun emarelerini büyütüp zengin birikimler göstermektedir. Dünyadaki mevcut siyasi gelişmeler sessiz yığınların homurtusunu büyütmekte, dipten gelen dalgayı sosyal patlamalar pratiğine doğru taşıyarak devrim akımını dinamikleştirip sosyalizmin yeni zaferini gündeme getirecektir! Bundan kuşku duymak sağ teslimiyetçi pesimist yoldur. Bugün emperyalist gerici savaşlarla sürdürülen pazar paylaşımları, bu savaşların yarattığı büyük insan kıyımı, süreğenlik kazanan krizler ve emperyalist bloklar arasında keskinleşerek cereyan eden dalaş ve çatışmalar süreci, bu sürecin olgunlaştırdığı anti-emperyalist dalga ve ulusal hareketler ile sınıf hareketleri ekseninde biriken dinamizm dünya ölçeğinde siyasi çalkantıların gündeme gelmesini koşullamaktadır. Sınıf hareketi ve ulusal mücadeleler biçiminde seyreden mevcut hareketler söz konusu ulusal-sosyal-sınıfsal patlamaların unsurları durumundadır. Siyasi çalkantıların merkezi, esasta bu dalaş ve savaşların, dolayısıyla da çelişkilerin odaklandığı Ortadoğu coğrafyası olacaktır.

***

Üç temel blokta örgütlenip bu bloklar güdümünde dünya sistemini yürüterek mazlum dünya halkları ve ezilen bağımlı uluslarını modern köleliğe mahkum eden emperyalist dünya gericiliği altında yaşanan güncel gelişmelerle birlikte, emperyalist gericiliğin yeni stratejik politikalarla geliştirdiği sistematik savaşlar döneminin yol açtığı büyük insani dram ve ekonomik-siyasi kriz-kaos süreciyle yuvalandığı rahmi ve bu vahşi rahmin gebelik ettiği iç faşistleşme ve bunun karşıtını temsil eden doğumları objektif gözle analiz etmek, salt süreci doğru okumak için değil, sınıflar mücadelesinde doğru mevzilenmek başta olmak üzere, doğru tahliller eşliğinde doğru  devrimci siyasetin geliştirilmesi bakımdan da elzemdir.

Emperyalist gericiliğin tartışmasız hegemonya ve nüfuz egemenliği temelinde evrensel ölçekte yarattığı siyasi çalkantılar anaforunda yaşanan güncel strateji ve siyasi gelişmeler ve sonuçlar, tüm dünya coğrafyasını etkilediği gibi, emperyalist dünya gericiliği ve sisteminin bir parçası olan coğrafyamıza da doğrudan yansıdığına göre, analiz konusu durum ve gelişmeler devrimimizi alakadar eden bizzat karşı karşıya olduğu sorunlar durumundadırlar. Her bloğu ve bileşeniyle emperyalist gericilik, çağımızdaki her devrimin temel bir sorunu durumunda olmakla birlikte, coğrafyamız devriminin de doğrudan hedefi ve karşı karşıya olduğu somut ve temel düşmanı durumundadır.

Bugün çok yalın ve somut olarak Ortadoğu’da yaşanan ”baş döndürücü” gelişmeler ve bu gelişmelerin yansıdığı bölge ülkelerindeki devasa siyasi gelişme ve kıyımların esas sorumlusu baş aktörleri şahsında emperyalist gericilik iken, işbirlikçi yerel iktidarlar da ikincil sorumlu ve ağır suç ortakları durumundadırlar. Irak işgali ve dizaynıyla Irak’ın sokulduğu siyasi kaos ve keşmekeşten, Libya’da Kaddafi’nin linç edilmek suretiyle katledilip iktidarının yıkılması ve yeni iktidarın tesis edilmesi dönemleri arasındaki keskin uçurum ve mevcutta yaşanan koşullar, kısacası Kaddafi diktatörlüğü dönemi ve sonrası kurulan diktatörlük altındaki Libya döneminin kıyaslanamaz şartları, ”Arap Baharı” safsatasıyla yaratılan süreç ve bu sürecin Suriye ayağında kilitlendiği durum veya yaşanan durum, emperyalist stratejilerle geliştirilmiş olan bu bitişik koşullarda üreme zemini hasıl olup üretilen IŞİD çetesi gericiliği, Kürdistan topraklarında yaşanan Kürtlere dönük kıyımlar ve elbette bölgede değişik ulus ve azınlıklardan halkların maruz kaldığı kıyım ve katliamlar emperyalist gericiliğin geliştirdiği yeni stratejilerin ürünü olmakla birlikte, emperyalist gericiliğin söz konusu sorumluluğuna ayna tutup, gerçek yüzünü de resmetmektedir.

Emperyalist saldırganlık büyük insani dramların sorumlusu olup bunları yaratmakla birlikte, aralarındaki hegemonya ve nüfuz çatışması da keskinleşerek bağımlı ulus ve ezilen halkların burjuva patentli yapay çelişkiler veya etnik-dinsel kışkırtmalar üzerinden birbirine kırdırılması biçiminde hüküm sürmektedir. Ki, bu gerici kışkırtmalar emperyalist politikaların hayata geçirilmesine hizmet etse de, özünde sınıf hareketleri ve mücadelesinin saptırılarak dinamiklerinden yoksunlaştırılması amacını gütmektedir. Suriye’de nüfuz dalaşı yürüten ABD emperyalizmi ile Rusya emperyalizmi olmasına karşın, kıyımcı savaşın özneleri olarak kullanılan güçler buranın yoksul halklarıdır. Emperyalist hegemonya dalaşının faturası en ağır biçimde bölgedeki bağımlı ulus ve yoksul halklara yıkılmaktadır. En önemlisi de buralarda emperyalist tahakküm ve saldırganlığa karşı biriken anti-emperyalist öfke ve demokratik dinamizmin gerici çatışmalarda heba edilmesi ve buralardaki muhtemel patlama enerjisinin burjuva önderlikler altında etkisizleştirilmesi hedeflenmektedir…

Emperyalist güç ve bloklar keskinleşen hegemonya dalaşı içinde çatışırken, bu çatışmasını bağımlı geri ülkelere aktarıp buralar bağımlı ulus ve halklar eliyle yürütmekte, son tahlilde ezilen emekçi kitleler birbirine kırdırılarak kıyımdan geçirilmektedir. Komünist ve sınıf bilinçli devrimci önderliklerin buralardaki yoksunluğu halk kitlelerinin burjuva çıkarlar uğruna feda edilmesine olanak tanımaktadır.

Emperyalist kıyımcı saldırganlık salt gerici savaşlarla sınırlı olmayıp, iç faşistleşme tespitinde işaret edilen bütünlüklü bir baskı ve hak gaspları temelinde geniş bir yönelim olarak seyretmektedir ki, burjuva demokrasisi en gelişmiş kapitalist emperyalist ülkelerde bile kırpılarak yönetimde de faşist özüne dönmektedir. Artık baskı ve faşizmi hissetme salt toplumların en yoksul kesimleri ve geri bağımlı toplumlarda değil, kapitalist emperyalist ülkeler de dâhil en geniş toplumsal kitlelerce hissedilir olmuştur. Uluslararası tekeller küçük ve orta ölçekli üretim ve sektörleri çok daha hızlı bir şekilde iflasa sürükleyerek kendine katmakta, hatta belli düzeyde tekeller bile ekonomik-siyasi krizler hükmünde iflas ederek uluslararası tekelci merkezileşmeyi hızlandırmaktadır…

Pazar ihtiyacı ve ekonomik krizlerden bağımsız olmayan gerici savaşların sistematik olarak yürütülmesi ve iç faşistleşme dönemi iç içe bir süreç olup, aynı zamanda dünya hegemonyası uğruna sürdürdükleri iç çatışmalarının da bir sonucudur. Nedenlerle sonuçların birleşik zeminde geliştiği söylenebilir. Gerici savaşlar bir kriz olduğuna göre, bu krizlerini aşmak için savaşlara başvurmaktan sakınamamakta, öte taraftan savaşın derinleştirdiği krizler yeni savaşları koşullamaktadır. İç faşistleşme doğrudan bu zeminde gündeme gelmekle birlikte, sistematik savaşlar dönemi aynı çatışma-kriz zemininden beslenmektedir. Silah stoklarının eritilmesinden yeni pazar ihtiyacına kadar tüm krizlerini aşmak için süreklilik kazanmış savaşlar pratiğini sergilemekte ve sergiledikleri bu savaşlar yeni kriz ve çatışmalara yol açarak emperyalist krizleri derinleştirmektedir. Öte taraftan bu iç faşistleşme yöneliminde başvurdukları geniş hak gaspları ve ağır baskılar sosyalist kampın yıkılmış olması gerçekliğinden de güç almaktadır. Sosyalist kamp dönemine alternatif olarak devreye sokulan ”sosyal devlet” projesi, sosyalist kampın ortadan kalkmasıyla birlikte ihtiyaç olmaktan çıkmış ve göçmen dalgası da basamak edinilerek uygulanan burjuva demokrasisi her gün çıkarılan yeni ırkçı faşist yasalarla kuşa çevrilmiş iç faşistleşme yönelimi güçlendirilmiştir. Ne var ki, faşistleşme veya pervasızlaşan hak gaspları sürecini sosyalist kampın çöküşüyle açıklamak yeterli olmaz. Bilakis faşistleşme ve ağır hak gaspı saldırıları esasta emperyalist kriz ve dalaşın doğrudan ürünü durumundadırlar.

Emperyalizmin totaldeki politikası, sistemli savaşlar süreciyle ezilen bağımlı ulus ve halkları ağır kıyımcı fatura altında felakete sürüklerken, Rusya emperyalizminin Putin liderliğinde ABD emperyalizmi güdümündeki ”tek kutuplu dünya” şartlarına son veren emperyalist meydan okuyuşu ve fiilen ABD emperyalizminin esas aktör olarak at oynatma sürecini noktalayıp çok aktörlü/çok bloklu yeni dengelere resmen adım atmasıyla birlikte emperyalist süreç yeni stratejiler ışığında çok daha büyük çatışmalara ve çalkantılara boğulmuştur. Sistematik savaşlar dönemi yeni tipte bir paylaşım savaşı süreciyle büyük hegemonya çatışması biçiminde sürmektedir. ”Arap Baharı” safsatasıyla başlayan yeni stratejik dizayn politikaları ve bugün Suriye’de yaşanan büyük dramlar ile birlikte IŞİD gibi çetelerin peydahlanıp emperyalist barbarlığa koşut sergilediği barbarlık tam da bu zeminde gündeme gelmiştir… Milyonlarca insanın yaşamına mal olup devam eden ve milyonlarca insanın sürgün yaşamlara sürülerek kırılması, kadınların tecavüzlerden geçirilmesi, bebek ve çocukların kâh kurşunlanıp bombalanarak kâh denizlere gömülerek katledilmesi doğrudan bu emperyalist gerici savaşların sonuçları ve emperyalist çatışmanın bağımlı ülkelere ihale edilerek yerel iktidarlar üzerinden yürütülmesinin ürünüdürler… Savaşa karar verdikleri gibi anlaşma ve uzlaşmalara da karar veren yerelde savaşan güçler değil, bizzat adı geçen emperyalist güçlerdir. Emperyalizm var oldukça, özellikle de dünya sistemine damgasını vurmaya devam ettikçe, hegemonik nüfuz dalaşları, gerici savaşlar, ekonomik-siyasi krizler ve işgal-ilhak ve sömürgeci vahşi saldırganlık adeta bir kader olarak dünya proletaryası ve halklarını ezip kıyımdan geçirmeye, bağımlı ulusları köleleştirip acılara boğmaya devam edecektir… 

Süreğenlilik kazanarak kronikleşmiş veya sistematik hal almış savaşlar dönemi ile iç faşistleşmenin belirgin olarak gelişme trendi izlediği süreç biçiminde karakter edinen emperyalizmin mevcut genel yöneliminde, yeni strateji ve taktikler gündeme gelerek bağımlı ulus ve halkların yaşamları pahasına sürdürülmekte, çocukların barbarca bir acımasızlık altında katledilmesi kadar ağır bedellere yol açmaktadırlar.

ABD emperyalizminin açık üstünlüğü temelinde ”tek kutuplu dünya” olarak tarif edilen, özünde ise emperyalist blokların geçerli olduğu, fakat ABD emperyalizminin açık ara üstünlükle başat aktör olarak rol oynadığı ve neredeyse dünya üzerinde istediği gibi at oynattığı o günün emperyalist dünya sistemi şartlarında, ABD emperyalizmi başta olmak üzere emperyalist güçler ”demokrasi götürme” yalanı altında işgal ve ilhaklar gerçekleştirip dünya hegemonyası ve pazar nüfuzunu tahkim etmekteydiler. ABD emperyalizminin Irak işgaline gerekçe ettiği kimyasal ve nükleer silah üretimi iddialarının işgal gerçekleştirildikten sonra yalan olduğunun açığa çıkarak boşa çıkması ve Saddam’ı linç ederek yok etmesine karşın Irak’ta başarı değil batağa saplanması, deşifre olmaktan kurtulamayan Guantanamo işkencehaneleriyle teşhir olup bölgede (özellikle de Müslüman dünyada) ciddi bir tepki toplaması ABD emperyalizminin yeni strateji ve taktikler devreye sokmasına yol açtı.  ”Arap Baharı” safsatasıyla geliştirilen dalga her ne kadar yerel diktatörlerin baskı koşullarında nesnel zemin bulsa da, esasta bu yeni strateji ve taktiklerin ürünü olarak gündeme geldiği inkâr edilemez gerçektir. Dünyanın yeniden dizaynı ekseninde “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”nin canlandırılması bağlamında ele alınan ”Arap Baharı” dalgasının Suriye ayağında Rusya emperyalizmine takılarak tökezlemesi, bu yeni dönem strateji ve taktiklerine örnek oluşturan bir süreç olarak devam etmektedir. Dahası ”Büyük” veya “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”nin aynı tarihsel koşullarda çökmesi bu yeni strateji ve taktiklerin gündeme sokularak yeni biçimde canlandırılmasını da amaçlamaktadır. Dünya hegemonyası ve pazarlardaki nüfuzun tahkim edilerek geliştirilmesine dönük yeni strateji ve taktik politikalar ”demokrasi götürme” zırvalığı yerine, yerel iktidarların dizayn edilip kendilerine bağımlı iktidarlar biçiminde tesis edilmesi amacıyla ilgili bölge ve ülkelerde iç muhalefetin kışkırtılarak geliştirilmesi ve bu iç kargaşa veya çatışma koşullarında kurtarıcı olarak buralara müdahale edip yerleşmesini ”meşrulaştırma” yönelimidir. Ki, ”Yeni Dünya Düzeni” politikasının kilit noktası olarak Ortadoğu rol oynamaktadır. Ortadoğu’nun kilit nokta olması veya esas alınması rastlantı değil, ”kadife devrimlerle” atak yapan ve Rusya emperyalizminin daha etkin olarak kuşatılması veya kapı önünün alınmasıyla dengelerin lehte oluşturulması bakımından anlamlıdır. Fakat ‘evdeki hesap çarşıya uymadı’ ve aksine Suriye’de Rusya emperyalizmi irade ortaya koyarak inisiyatif ve nüfuzunu kanıtlayarak ortaya koydu. Suriye’de devam eden savaş ve gelişmeler zemininde durumun Rusya lehine seyrettiği, Rusya’nın önemli bir avantaj elde ettiği söylenebilir. Buna karşın Suriye’de sürecin Rusya lehine sonuçlandığı, dengelerin bu eksende oturduğu söylenemez. Bilakis emperyalist gerici savaş, dalaş, diplomasi ve pazarlıklar geçici ateşkes anlaşmalarıyla devam etmektedir. Zira, emperyalist blokların can simidi gibi sarıldığı, etnik ve dinsel ayrılık ve çatışma tohumları ektiği, bir çok ülkeyi etkileyen girift sorunların yuvalandığı farklı nüfuz alanlarına sahip Ortadoğu gibi karmaşık ilişki ve gelişmeler coğrafyasında kalıcı bir çözüm, anlaşma ve barışın sağlanması son derece zor olup, hiçbir emperyalist gericiliğin elini çekemeyeceği zengin petrol ve yakıt pazarı durumundadır. ABD emperyalizmi ile Rusya emperyalizmi arasındaki dengelerin oluşmasında kilit noktadır. Bundandır ki, burada emperyalist dalaş kolayca sönüp dinmez…

Ortadoğu’daki mevcut tabloda ya da bu tablonun koşullaması temelinde gerici ittifak ve ilişkiler, bunun gibi hasımlık veya karşıtlıklar durumu da son derece değişkenlik, karmaşıklık ve çeşitlilik göstermektedir. Bir konuda ittifak yapabilirlerken, diğer konuda karşı karşıya gelmekten kurtulamamakta, ittifak güçleri soruna göre ittifak karşıtı güçle ittifaka geçebilmekte, dolayısıyla bu oynak-değişken ve karmaşık tablo karşısında işin içinden çıkılması neredeyse olanaksızlaşmaktadır bölgedeki gericilikler açısından. Çünkü ittifak ve ilişkiler veya sorunların çözümü gerici çıkarlar temelinde ele alınmakta ve gerici güçler arasında açık bir üstünlük ya da bir tarafça kabul edilebilir bir inisiyatif dengesi sağlanamamaktadır. Sorunların çözümü ya da ittifaklar gerici çıkarlara endeksli değil de, ulusların eşitliği ve halkların kardeşliği temelinde ele alınıp emperyalist müdahaleler ortadan kalksa kuşkusuz ki sorunlar çözülebilir. Dolayısıyla emperyalizm kendisi kriz olduğu için bölgeyi de krizlere boğmaktan başka bir mahareti olmaz, olamaz. O halde gerici savaş ve çatışmaların sonlandırılarak bölgede kalıcı gerçek bir barışın sağlanması ancak ve ancak emperyalist müdahalelerin ortadan kaldırılarak sosyalist çözümler temelinde sınıf devrimlerinin gerçekleştirilmesinden geçer, geçebilir…

Bölgedeki girift sorun ve karmaşık ilişkilerin bir parçası ”TC” devleti şahsında biçimlenip görülmektedir. Suriye’deki iç çatışma veya savaşta bir hak ve yükümlülüğü olmamasına karşın Suriye’nin iç işlerine karışarak doğrudan oradaki iç muhalefeti destekleyip adeta yönetmesi kuşkusuz ki kabul edilemez bir durumdur. Uluslararası hukuk da buna olanak vermez. Ne ki, ”TC” devleti ABD adına rol ve görev üstlenerek Suriye’de sahnelenen iktidar değişimi sürecine fiilen müdahil oldu. Hatta bu süreçte ABD emperyalizminin çıkarları temelinde Rusya’nın uçağını düşürmeye kadar işi tırmandırdı. Bu saldırganlığının sonucunda Rusya ile ilişkileri ciddi düzeyde gerilerek ağır fatura ödemesine neden oldu. İşin ”enteresan” yanı gelinen aşamada Rusya’dan özür dileyerek (ki, daha önce ”dayılanma” tavrındaydı…) ilişkilerini düzeltti. Bunun da bir faturasının olduğu-olacağı işin ayrı bir yanı, fakat bölgede ittifak ve karşıtlık ilişkilerinin ne kadar hızlı ve değişkenlik gösterdiği açısından tipiktir bu durum. ”TC” devleti veya Erdoğan-AKP iktidar açısından bu durum tam bir komedi niteliğindedir. Esad ile kardeşliğini deklare edip ailece tatiller yapan Erdoğan’ın kısa süre sonda Esad’ı düşman ilan edip fiili düşmanlığın sergilemesi, İsrail Siyonizm’ine en keskin tutumlar alıp şimdi ilişkilerini onarması, Gülen Cemaati ile ortaklık yapıp devleti ellerine verdikten sonra şimdi terör örgütü olarak değerlendirmesi, bu iktidarın gülünç durumunu, kukla olma durumunu ve burjuva pragmatizminden ya da gerici çıkarlardan kaynaklı tutarsızlıklarını iyi resmetmektedir. Bölgedeki bu değişkenlik elbette ”TC” devletinin gösterdiği aksiyonla sınırlı değildir, ABD emperyalizmi ve diğerleri için de aynı şeyler geçerlidir. ABD Rusya, Rusya ABD ile çatışırken IŞİD karşısında belli bir anlaşmaya-ittifaka girebiliyorlar. Ya da ”TC” ile ittifak ederken, Kürt politikasında ”TC” ile çelişebilmektedirler. Hem çatışırken hem de anlaşmalar yapabilmektedirler. Bu, gerici çıkarlar esasına dayalı olan ilişki ve politikaların gereğidir, dolayısıyla bu güçler adına yadırganamaz.

”TC” devleti ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda Suriye sorununda rol oynayıp Rusya’nın uçağını düşürse de, mevcut durumda Rusya ile ilişkileri daha olumlu ve bu ilişkiler ABD aleyhine olup ABD emperyalizmi ile ilişkileri sorunludur. Bunun nedeni elbette ki gerici menfaat ve imtiyazlardan bağımsız değildir. ”TC” ile ABD emperyalizmi bölgedeki Kürt politikasında çeliştikleri için ve hatta Erdoğan/AKP iktidarının IŞİD ile ilişkileri de bu ikilinin ilişkilerini sorunlu hale getirmiştir. Son darbe sürecinde ise bu sorunlu ilişkilere yeni sorunlar eklenmiştir. Darbenin başını çeken Gülen’in CIA ajanı olması, ABD’den iade edilmesi istenmesine karşın iade edilmemesi, en önemlisi de darbenin arkasında CIA’nın olduğunun biliniyor olması ilişkilerin daha da sorunlu olmasına yol açmıştır. Mevcut durumda Suriye’de durum Rusya lehine iken, ”TC”nin ABD ile sorunlu ilişkiler yaşayıp Rusya ile ilişkilerini düzeltmesi, Suriye’de Rusya lehine olan durumu daha da güçlendirmektedir. Ki ”TC”nin Suriye devlet sınırlarına (Cerablus’a) asker sokup işgalci eylemde bulunması esasta Rusya’nın onayı ile mümkün olmuştur. Hatta Rusya ile birlikte ABD’de ”TC”nin belli sınırlarda kalmak kaydıyla Suriye’ye asker sokmasını onaylamaktadır. Çünkü ”TC” bu güçler tarafından IŞİD’e karşı bir maşa olarak kullanılmak istenmektedir. Zaten Kürt ulusuna karşı gerici savaş içinde olan ”TC”nin IŞİD ile savaşa sürülerek daha da zayıflayıp muhtaç duruma düşeceği bir yana, IŞİD ile savaşta askere ihtiyacı olan bu emperyalist güçler kendi askerleri yerine ”TC” askerini kullanmaktadırlar…

Yeri gelmişken ekleyelim ki, ”TC”ye yaptırılan bu işgal hareketi bölgenin ilgili sınırında bir güvenlik bölgesinin oluşturulmasını mümkün kılarken, ”TC” devletinin sınırlarını ”güvenliğe alma” talebi karşılanmış olarak, bunun karşısında IŞİD ile savaştırılması gibi diğer emperyalist politikalar ”TC”ye kabul ettirilmektedir. ”TC” iyi bir pazar olması ve jeo-politik konumu itibarıyla emperyalist güçlerin dikkate almak zorunda kaldığı ve dolayısıyla da bazı taleplerini karşıladığı bir ülkedir. Ki, ABD ile Rusya gibi emperyalist güçler bölgede çatışırken, bölge ülkeleriyle ilişkiler geliştirip kendilerine yedeklemek istemeleri bölgedeki çıkarları gereğidir ve buna uygun olarak ”TC” gibi bir devleti belli ödünler pahasına da olsa ellerinden kaçırmak istememektedirler. Bu zeminde ”TC” askerinin Suriye topraklarına girmesine izin verilmiştir ve IŞİD ile savaşta belli bir işlev gördükten sonra gerisin geri Suriye’den gönderilecektir… 

Ortadoğu’da egemenlik ve nüfuz sağlama sorununda düğümlenen dünya hegemonyası dalaşı Rusya emperyalizmi lehine bir eğilim gösterse de bu süreç tamamlanmamış olup, emperyalist dengelerin oturtulması ekseninde ezilen ulus ve halkların geleceği kaotik şartlarda belirsizliğe itilmiş, kıyımları devam etmektedir. Ortadoğu’da yeni emperyalist dengelerin oluşturulması temelinde sürdürülen hegemonya dalaşı tüm keskinliğiyle sürerken, bölgede yeni sınırların çizilmesi ve yeni statülerin oluşturulması kaçınılmazdır. Klasik emperyalist dünya savaşının eşiğinden dönülmekle birlikte, bölge özgülünde emperyalist paylaşım savaşı-süreci işbirlikçi iktidar veya güçler üzerinden gizlenerek sürdürülmektedir. Bu durum, yıkıcı ve kırımcı gerici savaşların belli bir süre daha devam edeceğine-ettirileceğine işaret etmektedir…

Gerici savaş ve dalaş süreci yeni nüfuz ve pazar alanları temelinde devam etme eğilimi taşıyan çatışmalar eşliğinde orta vadede yeni dengelere doğru ilerlemekle birlikte, aynı süreç bölgede büyük bir anti-emperyalist bilinç ve tepkinin gelişmesine de yol açmaktadır. Emperyalist dalaş ve savaşların etkilediği tüm toplumsal kesimler objektif olarak politikleşip dinamik duruma gelmektedir. Bu süreç, “radikal İslamcı” ağırlıkta olmak kaydıyla fundamantalist hareketleri beslemekle birlikte, demokratik nitelikte anti-emperyalist bilincin gelişmesine de tanıklık yapmaktadır. Bölgedeki gerici savaşlardan doğrudan ve ağır biçimde etkilenen tüm ülkelerin, esasta da Iraklı, Suriyeli, Türkiye-Kuzey Kürdistanlı halk kitleleri ve özellikle de gençlik kesimi yoğun bir şekilde politik münakaşalar yürütüp şu veya bu pencereden siyaset yapıp kesintisiz olarak tartışmalar yürütmektedir. Bu yoğun politik atmosferin büyük bir anti-emperyalist dalga olarak patlaması kaçınılmazdır. Kendilerine savaş ve ölüm dayatılan, yaşamları geleceksizliğe gömülen ezilen halk kitleleri ve mazlum uluslar elbette bu devasa baskılar altında tepki vereceklerdir. Nitekim gerici savaşlarla yaşamları dağıtılıp kana boğulan ulus ve halklar büyük bir sorgulama içine girerek hızlı biçimde politikleşip anti-emperyalist kulvarda bilinçlenmekte, yoğun demokratik bilinç birikimi edinmektedirler. Bu sürecin basit olmayıp geleceğin gelişmelerine damga vuracağı bilinmek durumundadır. Sosyal patlamalar yüzyılı tespiti belki bu zeminde en güçlü karşılık bulmakta, bulacaktır da… Dolayısıyla sosyalist ve devrimci hareket bu gelişme hattını asla gözden kaçırmamalı, büyük patlamalara hazırlıklı olmalıdır. İşaret ettiğimiz zeminde olası ve muhtemel olan bu patlamalar kimlerin önderliğinde gelişeceği veya bu patlamalara hangi sınıf ve önderliklerin rengini vereceği ise meselenin can alıcı sorunudur. Uluslararası komünist hareketin merkezileşmesi ve rol oynaması bu zeminde çok daha büyük anlam kazanmakla birlikte, tek tek komünist partilerin bulundukları coğrafyalarda oynayacağı rol de küçümsenemez önemdedir.

Emperyalist güçler tüm olanaklarıyla büyük manipülasyonlar yaratıp kitlelerin bilincini bulandırmakta, belli biçimde yedeklemeyi başarabilmektedirler. Bunun da ötesinde etnik, dinsel çelişkiler diri tutulup kışkırtılarak yaratılan gerici çatışma ve savaşlarla biriken devrimci enerji rotasından saptırılıp emperyalist gerici çıkarlara manivela edilmekte, burjuva klik ya da iktidarların potasına taşınmaktadır. Ancak emperyalist manipülasyon ve demagojiler, ideolojik-siyasi tasfiye saldırıları, felsefi-teorik bombardıman ve çarpıtmalara karşın, ezilen bağımlı ulus ve halklar büyük baskı, sömürü ve kıyım altında yaşayarak objektif devrimcilikleri veya devrimci potansiyelleri giderek dirilmekte, emperyalist safsataların gerçek yüzünü görmekte, sınıf çelişkilerini her an hissetmekte ve sınıf mücadelesine ihtiyaç duymaktadırlar.  Fakat inkâr edilemez realite şu ki, faşist baskı ve katliamlar kitlelerin baskı altına alınıp sindirilmelerini önemli oranda başarmaktadır. Uygulanan katliam ve kıyımların vahşi boyutu düşünüldüğünde kitlelerin bu vahşi ve barbar baskı koşullarında durağanlaşması veya geçici olarak sinmesi anlaşılır bir durumdur.

Süreç ne kadar gerici ve ağır olursa olsun mutlaka karşıtını büyüterek gündeme getirecektir. Fakat sosyalist ve devrimci güçler sürecin kendiliğinden karşıtına dönüşmesini bekleme durumunda olamazlar, değiller de. Sürece bilinçli devrimci müdahalelerde bulunarak büyük tepki ve dönüşümlerin oluşmasını sağlamak devrimci bilinç ve doğanın gereğidir. Özellikle anti-emperyalist ve anti-faşist nitelikte demokratik hareketin geliştirilerek her ölçekte örgütlülüğe dönüştürülmesi ve gerici savaş karşıtlığı temelinde demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerin ortak mücadelelerinin devreye sokulması dönemin acil ve isabetli görevidir. Enternasyonalist mücadele ve hareketin ivedilikle eğilmesi gereken ve uygun koşullara sahip olan saha, bugün anti-faşist, anti-emperyalist mücadeleyi uluslararası ölçekte pratikleştirmedir.

***

Bilumum emperyalist gerici teorilerle ileri sürülen demagoji, manipülasyon ve çarpıtmalara karşın dünya halkları ve ezilen bağımlı ulusları emperyalist gericilik tarafından kanlı bir serüvene sürüklenmiş, insanlığın sürüklediği felaket aynı biçimde doğanın hoyratça tahribatıyla da devam etmektedir. Emperyalizmin geri bırakılmış bağımlı ulus ve halklara dönük gerçekleştirmiş olduğu işgal ve ilhakların kanlı yüzü tüm çıplaklığıyla ortadayken, yeni strateji ve siyasetlere dayanarak gerçekleştirdikleri gerici dizayn hareketleriyle miras bıraktığı mevcut siyasi iktidarlar, siyasi-ekonomik şartlar ve kaotik dünya koşulları ortadadır…

Bugün tüm dünya, karakteristik özü üzerinde nitel ve nicel gelişmeler göstererek derinleşen emperyalist dünya sistemi altında ve/veya emperyalist gericilik tarafından kelimenin tam anlamıyla kan deryasına dönüştürülmüş durumdadır. Onlarca yıldır dünya coğrafyası emperyalist hegemonya uğruna toplumlara dayatılan gerici savaşlar süreci yaşamakta, bu savaşlarda bebekler de dâhil milyonlarca insanın ölümüne, yaralanmasına ve sürgün yaşama zorlanmasına şahit olunmaktadır.

Süreklileşmiş savaş ya da kronikleşmiş sistematik savaşlar dönemiyle hüküm süren emperyalist gericiliğe hiçbir biçimde ilericilik atfedilemez ya da hiçbir sebeple bir blok öteki blok karşısında ehven görülemez. Aynı emperyalist sisteme has nicel-nitel gelişmeler düzeyinde yapılan tahlil-tespitlerin işaret ettiği gelişmeler asla emperyalizme ilericilik addetme anlamına gelmez, gelemezler. Emperyalizm barbar, köhne ve kokuşmuş karakterini her gün daha da derinleştirmektedir. Ki, günümüzde yaşanan insani dramlar, devasa boyutlardaki kitlesel katliam ve kıyımlar, süren-sürdürülen acımasız savaşlar ve tüm sonuçları emperyalizmin gericiliğini en katıksız biçimde göstermektedir. Emperyalist sistemde yaşanan gelişmeler, bu sistem içinde ve sistemin derinleşerek gelişmesini ifade etmektedir, yoksul dünya lehine gelişmeyi değil! Emperyalist saldırganlığın sistematik savaşlar sürecini geliştirmiş olması da bu zeminde anlamlıdır. Ki bu süreç silah stoklarının eritilmesi, yeni silahların denenmesi, silah pazarını dinamik tutarak hem kara dayalı ticaret yapma ve hem de silah sattıkları ülkeleri çok daha derin bir tahakküm ve bağımlılık altına almayı amaçlamaktadır. Kısacası bu savaşlarla büyük rantların sağlandığı ve siyasi nüfuz alanlarının genişletildiği söylenebilir. Elbette bu savaşlar süreci aynı zamanda ve esasta emperyalist blokların aralarındaki pazar paylaşımı ve sistemlerinin yapısal krizlerinin ürünüdür. Mevcut gerici savaşlar ve bu savaşların süreklilik kazanarak kronik hal alan biçimi, her bakımdan emperyalist bloklara ve güçlere hizmet etmekte, yoksul dünya halkları ve mazlum uluslarına kıyım getirmektedir. Buradan hareketle anti-emperyalist mücadelenin zorunluluğuna yeniden işaret etmek gerekliyken, anti-emperyalist gelişme ve çelişki zemininde büyük kitlelerin buluşması ve bu buluşmanın uluslararası ölçekte gelişmesi olanaklı hale gelmektedir. Yani lokal devrim hareketleri gibi, bölgesel birlikler ve mücadeleler de günbegün daha fazla zemin bulup ihtiyaç haline gelmektedir. Altını çizmekte fayda var ki, emperyalist gericilik ve onun türevleri ya da her türden ağır sonuçlarına karşı gelişen veya geliştirilen her mücadelenin siyasi iktidar perspektifine bağlanması zorunludur. Siyasi iktidarı hedeflemeyen ve salt anti-emperyalist görev ve hedefle sınırlı kalan ya da salt demokrasinin geliştirilmesi veya mevcut iktidarın devrilmesini hedefleyen yaklaşımlar son tahlilde düzen içi hareketler kimliğinde kalıp proleter devrimci kütüğe sahip olamazlar. Bu bakımdan her mücadelenin ilk aşamasından itibaren perspektifin sağlam olması elzemdir. Yani her mücadele mutlak biçimde siyasi iktidar bilinciyle gelişmeli, kitleleri bu temelde eğiterek hazırlamalı, seferber etmelidir. Bu bilincin silikleşmesi ciddi kazanımların yitirilmesine, fırsatların kaçırılmasına ve son tahlilde iktidar hedefinden sapılarak düzenin bağrında kalmaya yol açar. Daha somut olarak; büyük kitlesel hareketler gelişmesine karşın, bu hareketler doğru orantılı bir kazanım ve mevzi elde edemediği gibi, ayaklanan bu kitlelerde iktidar bilinci ve perspektifi olmadığından hareketin belirli gelişme aşamasından sonra hareketin içindeki sosyalist ve devrimci dinamikleri yadırgayarak dışlayan eğilime girmektedirler. Çünkü onlar salt demokratik haklarına sahip çıkıyor ve ötesiyle ilgilenmiyor. Elbette demokratik haklarına sahip çıkmaları olumlu ve şarttır da, fakat bununla sınırlı kalan ve iktidar perspektifi edinmeyen yaklaşımlar son tahlilde devrimci güçlerle arasına mesafe koyup mevcut düzenin devam etmesinden yana eğilim gösterebilmektedirler. Bu tecrübeden anlaşılıyor ki, siyasi iktidar perspektifi zayıflamış ve diri tutulmamaktadır. Devrimciliğin özürlü kavranmasının diğer somut-pratik bir örneği de, devrimciliği salt AKP karşıtlığı olarak anlamaktır. Ya da her AKP karşıtlığını devrimci atfetmektir. Oysa bu yaklaşım temelden çürüktür. Devrimci olabilmek için yalnızca AKP iktidarına değil, tüm gerici sınıf iktidarları ve devletine karşı olmak-mücadele etmek gerekir. AKP’ye karşı mücadele edip CHP’yi desteklemek asla devrimcilikle bağdaşmaz. Siyasi iktidar bilincindeki zayıflık mücadeleyi-devrimciliği AKP karşıtlığıyla yeterli bulmakta, dolayısıyla gerici sınıf iktidarları ve devletine karşı mücadeleyi önemsizleştirmekte veya es geçmektedir. Oysa sağlam devrimci bilinç, her türden gerici sınıf ve iktidarına karşı kesin bir tutum ve mücadele içinde olmayı gerektirir…

Aynı dönemde, emperyalist kapitalist ülkeler hakkında tespit edilen iç faşistleşme tespiti de alelade bir tespit olmayıp, arka plandan yoksun değildir. Bilakis iç faşistleşme tespiti sürecin genel karakterine uygun gelişmeler zemininde gündeme gelen siyasal süreçtir. İç faşistleşme tespiti dayanaksız ve rastlantı olmayıp, emperyalist gericiliğin sosyalist kamp tehdidine karşı geliştirdiği sosyal devlet projesinin, bugün sosyalist kampın ortadan kalkmış olmasının bir sonucu olarak işçi sınıfı ve emekçi halka tanınmış olan demokratik hak kırıntılarının geri alınmasını, dolayısıyla yönetimde burjuva demokrasisini terk ederek faşizme geçmesi olarak gündeme gelmektedir denilebilir. Fakat çıkarılan yeni yasalarla gerçekleştirilen hak gaspları, biçimsel burjuva demokrasisinin özüne dönerek iç faşistleşmenin günbegün derinleşmesi sadece sosyalist kampın ortadan kalkmış olmasıyla açıklanamaz. Tersine emperyalist sistemin yapısal çelişkilerinden kaynaklanan ekonomik-siyasi krizleri iç faşistleşme rotasında esas etken durumundadır. Öte taraftan söz konusu faşistleşme süreci kuşkusuz ki emperyalist dünya gericiliğinin içine girmiş olduğu süreçten bağımsız değil, tersine sistematik savaşlar dönemiyle örtüşen ya da bu sürece koşut gelişen stratejik eğilimdir… Bu gelişmeler veya durum tablosu anti-emperyalist, anti-kapitalist ve anti-faşist mücadelenin objektif neden ve koşullarını yeterli düzeyde gündeme getirirken, sürdürülen mevcut mücadelelerin yeterli olmayıp daha büyük ölçekte pratikleştirilmeleri ihtiyacını ortaya koymaktadır. Açığa çıkan bu koşullar özellikle emperyalist paylaşım tahtasında siyasi boyutta sergilenen gerici savaşlar, gerçekleştirilen vahşi katliam ve kıyımlarla çok daha güçlü bir zemine kavuşmaktadır. Bu şartlarda kimi olumlu çabalar olsa da Uluslararası Komünist Hareket’in büyük bir zaaf içinde olduğu önemle tespit edilmek durumundadır. Somut gelişmeler bağlamında dünya gericiliğine karşı verilecek etkin mücadelenin, yani anti-emperyalist, anti-kapitalist ve anti-faşist mücadelenin parçalarda yürütülen ve parçalı olmasının da katkısıyla cılız yürütülen tek tek mücadelelerle bu sürecin yetkin biçimde göğüslenemeyeceği açıktır. O halde Uluslararası Komünist Hareket iradesinin oluşması veya merkezileşmesi yaşamsal bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Elbette tek tek parçalarda verilen mücadeleler küçümsenemez, ötelenemezler. Fakat her parçadaki mücadelenin emperyalist dünya gericiliğine karşı mücadele zemininde somut karakter edinip biçimlenmesi uluslararası mücadele platformları ve hatta cephesinin büyük öneme sahip olduğunu göstermektedir. Özellikle Suriye’de yaşanan gerici dalaş ve savaş süreci ortaya koymaktadır ki, Suriye’deki sorun sadece Suriye ile sınırlı değil, dünya gericiliğini içine alan (ki, bizzat bunların geliştirdiği süreçtir…), İran, Irak ve diğer bölge ülkelerini ve somutta da “TC” devletini etkileyen, Kürt ulusunu etkileyip ilgilendiren, Arap ülkeleri ve halklarını etkileyip ilgilendiren kapsamlı bir sorundur. Dünyanın “küçük bir köye” dönüşmesi teknolojik gelişmeler ve bilişimdeki gelişmeler bakımından doğruyken, tüm dünyanın mevcut sistemde iç içe geçip birbiriyle bağlantılı ve bağımlı durumda olduğu rahatlıkla söylenebilir… Bu realite, tek ülke devrimlerini yadsıyıp anlamsızlaştıran durumda değildir, öyle anlaşılamaz. Tek ülke devrimleri hiç şüphesiz ki tüm önemi ve geçerliliğiyle esastır, gündemdedir. Ki, bundan sapmak fiilen somut enternasyonal görevden sapmaktır. Tek ülke devrimleri tüm yakıcılığıyla geçerliyken ve bunda bir tartışma yürütülemezken, bölgesel devrimlerin nüveler halinde de olsa belli bir gelişme eğilimi gösterdiği inkâr edilemez gerçektir ki, bu anlamda uluslararası örgütlenmeler, mücadeleler vazgeçilmez olarak önümüzde durmaktadır…

Dünya büyük gelişme ve çalkantılara gebedir. Bu süreçte sınıf hareketi ve sınıf devrimleri cephesinden söz hakkımızı kullanmak tarihsel sorumluluktur. Bu söz hakkını kullanmak sınıf hareketinin sürecin ruhuna uygun politika ve stratejiler geliştirerek pratikleştirilmesiyle mümkündür ve bununla anlam bulur. Belirlenecek olan halkların ve mazlum ulusların kaderi ise tek söz hakkı da onlara aittir. Emperyalist gericiliğin dünya halkları ve mazlum ulusların geleceğini daha fazla karartmasına izin vermemek için siyasi iktidar perspektifiyle Sosyalist Halk Savaşlarını geliştirip Sosyalist Devrimlere taşımak zorunludur.

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da siyasi gelişmeler kapsamında durum ve görevler

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yaşanan siyasi gelişmeler süreci Ortadoğu eksenli gelişmeler ve emperyalist stratejilerden bağımsız değildir. Bizzat uluslararası sürecin ve özellikle de Ortadoğu ve somut olarak Suriye’deki gelişmelerin devamı ve yansıması olarak cereyan etmektedir. Bu, hem emperyalist dünya sisteminin merkezileşme eğilimi doğrultusunda taşıdığı sistemsel bütünlük ilişkilenmesi temelinde gerçekleşen bağımlılığın sonucu olarak böyledir ve hem de ”TC” devletinin ağır bağımlılık şartlarında emperyalist dünya gericiliğinin bir parçası olması nedeniyle böyledir. Coğrafyamızın Ortadoğu ve Suriye’deki somut gelişmelerden doğrudan etkilenmesi, emperyalist çatışma ve stratejilerden ve ”TC” devletinin işbirlikçi maşa göreviyle üstlendiği ve görevlendirildiği pozisyondan bağımsız olmak kaydıyla, sürecin başat konularından olan Kürt politikası ya da Kürtlerle ilgili gelişmelerden beslenmektedir. Özcesi, Suriye somutunda Ortadoğu coğrafyasında emperyalist strateji ve politikalarla kışkırtılıp geliştirilen kaos ve savaş şartları süreci, aynı hızla Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da cereyan etmektedir.

Bu anlamda genel olarak uluslararası ölçekte geçerli olan gerici savaş karşıtı anti-emperyalist mücadele görevi coğrafyamızda da aynılıkla geçerlidir. Buradaki sınıf hareketi ve ulusal kurtuluş hareketi gerici savaşlara karşı mücadele ve anti-emperyalist mücadele göreviyle bizzat karşı karşıyadır. Bunlardan da öteye, mevcut iktidar tarafından sivil darbe şartlarında uygulanan açık faşizme karşı mücadele görevi coğrafyamızda öne çıkan yaşamsal bir sorun olarak aktüel durumdadır.

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da komprador tekelci sınıfların baskı ve egemenlik aracı olarak kurulu olan ”TC” devleti, çeşitli ulus ve azınlıklar, değişik inanç ve kültürlerden geniş halk kitleleri üzerinde kâh parlamenter maske altında kâh açık faşizm biçiminde sürekli faşizm uygulayan faşist bir devlettir. Bu devlet, birden fazla emperyalist güç ve uluslararası tekele bağımlılık realitesine uygun olarak birden fala komprador tekelci kapitalist kliğin söz sahibi olduğu bu sınıf kliklerinin ortak devletidir. Her klik iktidarı dönemi istisnasız olarak faşist iktidar ve yönetim olarak karakterize olmuştur. Bu iktidarların emperyalizme bağımlılığın ürünü olarak ve sınıf karakterlerine uygun olarak biçimlenen ekonomik-siyasi yapısı gereği, faşizm uygulamaktan başka bir şansı yokken, demokrasi uygulama yeteneği de yoktur. Yönetimde de(bilinen kısa dönemler hariç) sürekli faşizm uygulanmıştır. İktidar edip hükümet etme görevine gelen-getirilen klikler, bağımlı oldukları emperyalist gücün ülkedeki nüfuzuna bağlı olarak iktidar olmuş, siyasi iktidarlarını biçimlendirmiştir. Sürekli faşizm uygulayıp katliam ve kıyımlar uygulayan bu iktidarlar süreci, değişik klik iktidarlarına tanık olmakla birlikte, bütün bu iktidarların istisnasız olarak teşhir olmasına yol açmış, bu zeminde büyük kitlesel hareketler boy vermiştir. Sınıf zemininde gelişen harekete paralel olarak, bu iktidarların egemen Türk ulusu ırkçı milliyetçiliğiyle uyguladığı faşist tekçilik ve imha-inkâr, asimilasyon politikaları zemininde gelişen Kürt Ulusal Hareketi’ne de tanık olmuştur. Gelinen aşamada Kürt Ulusal Hareketi büyük askeri bir güç olarak Türk hâkim sınıflarını zorlayarak krizlere iten realiteye kavuşmuştur… İşte bu tablo karşısında süreci değerlendiren emperyalist güçler, teşhir olmamış yeni yüzlerle yeni iktidarlar işbaşına getirmeyi gündeme getirmiştir.

Bu bağlamda, ABD emperyalizminin bölgedeki ileri karakolu durumundaki ”TC” devletinin en uzun iktidar etme anlamında en ”istikrarlı” iktidarı olan AKP iktidarı, doğrudan emperyalist güçler tarafından hazırlanmış ve emperyalist stratejilerin uygulanması temelinde gardiyan olarak iş başına getirilmiştir, bu bir. İki; bu iktidar geleneksel Türk hâkim sınıfları iktidarlarının bir devamı ve türevidir. Aynı sınıfları, aynı siyasi niteliği ve ilkel tekçilik özelliğiyle aynı ırkçı-milliyetçiliği ve bu karakteri taşıyan aynı devlet veya düzeni temsil etmektedir. (Devleti temsil etmesi sözü devlet ile hükümetin aynı görüldüğü biçiminde yorumlanmamalıdır, buradaki kastımız açıkça bellidir.) Üç; bu iktidar geleneksel tüm iktidarlar dönemi ve karakteri gibi emperyalist güçlere ekonomik olarak bağımlı, siyasi olarak göstermelik olan bağımsızlık görüntüsüne karşın ağımlı komprador burjuva, bugün itibarıyla komprador tekelci kapitalist nitelikte bir iktidardır. Ve dört; aşağıda da ayrıntılandıracağımız çerçeve de geleneksel Kemalist iktidarlardan, dolayısıyla devlet politikasından laiklik ile şeriat prensiplerine dayanma konularında ayrılan, laikliği alenen reddederek İslami yaşam kuralları ve İslami motifi öne çıkaran, en önemlisi de bunu gizli ajanda olarak taşıyan, Sünni Selefist cemaatler birliği ya da koalisyonu durumundaki bir iktidardır. Bu iktidar bu son özelliğiyle geleneksel Kemalist güdümlü iktidarlardan farklıdır, ayrışmaktadır. Kemalist kliğe dönük ”Ergenekon, Balyoz, Poyraz Köy, Casusluk” davaları gibi yargılamalarda yürüttüğü tasfiye hareketi ve yaşadıkları keskin dalaş(ki, bu dalaş iktidar dalaşı olarak nitelenmektedir) ve daha fazlası bu iktidarla Kemalist iktidarların kısmi farklılığını veya biçimsel ayrılıklarını göstermektedir. Biçimsel diyoruz çünkü, söz konusu ayrılıklarına rağmen son tahlilde hepsi aynı sınıfları temsil etmekte, aynı devlet ve düzeni koruyup sürdürmektedirler…

CHP başta olmak üzere, esasta MHP de geleneksel statükocu Kemalist iktidar ve devletin temsilcileri ve sürdürücüleri durumundadırlar. Ve bu iktidarlar kitlelerin uyuşturulması ve manipüle edilerek yönetilmesinde dini geleneksel burjuva politika temelinde kullanmışlardır. Dolayısıyla gerçek manada laik olmadıkları bir gerçektir. Bu iktidarlar da Sünnilik esasına dayanıp diğer mezhepler üzerinde baskı ve katliamlar uygulamışlardır… AKP iktidarının bunlardan farklı özeliği, bu iktidarlarda kullanılan laikliğin dahi reddedilmesi, daha da önemlisi dini sistemli ve stratejik bir politika olarak kullanması, dini yaşamı tüm yaşam ve kamu alanında egemen kılma hedefiyle hareket etmesi ve dini esaslara dayalı bir istemi inşa etmeye çalışmasıdır… Bu noktada küçümsenemez adımlar attığı da izleyebilir bir gerçektir ki, ‘Sessiz devrim gerçekleştirdik’ beyanları bundan bağımsız değildir. Bugün başına bela olup darbe yapmaya kadar güçlenerek devlette örgütlenen ve yüzbinlerce tasfiye sınırında kadrolaşmaya ulaşan Cemaat ile koalisyonu da, bu dini kimliği ve hedeflerindeki ortaklaşmanın ürünü olarak gündeme gelmiştir…

Mevcut Erdoğan/AKP iktidarı emperyalist proje olarak hem devletin yeniden yapılandırılması göreviyle, hem de emperyalist stratejilerin uygulanması göreviyle konumlandırılırken, bugün aynı görevler temelinde geniş halk kitleleri, ezilen ulus ve azınlıklar üzerinde büyük bir baskı ve açık faşizmin uygulayıcısı olmaya devam etmektedir. Gerek emperyalist güçlerin karşı karşıya kaldığı kriz ve çatışmalar bağlamında ve gerekse de içte ve dışta yürütmekte olduğu politikalarda karşı karşıya kaldığı sorunlar nedeniyle tekçi, ırkçı-faşist saldırılarını derinleştirmekte, Kürt ulusuna karşı topyekûn savaş saldırganlığıyla soykırımcı katliamlara girişmekte ve uluslararası ilişkilerde savaş kışkırtıcısı rol oynamakta, emperyalist politikalar temelinde bizzat savaş unsuru olarak görev yürütmektedir. Ki, bu iktidar İslami kimliği itibarıyla da emperyalist ihtiyaçlar temelinde önemsenip hazırlanmış bir niteliğe sahiptir. Ilımlı İslam, Yeşil Kuşak, Medeniyetler Buluşması gibi projeler her ne kadar çökmüş olsa da, en azından belli boyutuyla bu iktidar eliyle ve niteliğiyle yürütülmek istenmiş, Ortadoğu veya Müslüman coğrafya ve ülkelerde gelişen anti-ABD’ci eğilimin ABD emperyalizmi lehine törpülenmesi, ”Radikal İslam” niteliği tarifindeki fundamentalist hareketin yumuşatılarak sisteme entegre dilmesi, bu iktidara biçilen ödevlerin başında gelmekteydi. Elbette çok daha stratejik plan olarak, bu iktidarın Rusya’nın coğrafyada belli düzeyde engellenmesi veya kuşatılmasının bir unsuru olarak tasavvur edilmesi de büyük gerçektir. Bugün durum tersine dönmüş olsa da, daha dün Rusya uçağının ”TC” tarafından düşürülmesi ve daha fazlası bahsi geçen görev ve rolün açık göstergesidir. Suriye’nin iç sorunlarına müdahale etme, ora muhalefetini her bakımdan destekleme ve hatta bizzat yürütme pozisyonu da, söz konusu görev bağlamında bölgede ABD emperyalizmi adına ve Rusya emperyalizmi aleyhine sergilenen ciddi pratikler, politikalardır…

ABD emperyalizmi tarafından yeni dönem ihtiyaçları temelinde hazırlanarak iktidara getirilen AKP iktidarına emperyalist stratejiler bağlamında yüklenen görevlerin yanı sıra, emperyalist çıkarlar temelinde ”TC” devletinin yeniden yapılandırılması göreviyle de yükümlendirildi. Bu bağlamda statükocu Kemalist devletin yeniden yapılandırılarak Kemalist kliğin önemli oranda tasfiye edilerek geriletilmesi süreci AKP iktidarı vasıtasıyla yürütüldü. AKP iktidarının güçlenerek büyük kitle tabanı edinmesinde dini argümanı kullanması önemli rol oynasa da, esasta, kanlı tarihi ve tüm iktidar dönemlerinin faşist baskıları neticesinde geniş kitleler nezdinde büyük oranda teşhir olan Kemalist devlet statükoculuğuna karşı geliştirdiği söylemin avantajıyla Kemalist devlet ve iktidarlar altında mağdur olmuş geniş kitlelerden güçlü destek buldu, bu sayede büyük kitle tabanına ulaştı. Devletin yeniden yapılandırılması en geniş kitlelerce benimsenen bir eylem planıydı. Zira söz konusu devletin ne kadar köhne, ne kadar zalim, katliamcı, işkenceci faşist bir devlet olduğunu bizzat yaşayarak görmüş, bu devletten kurtulma veya bu devletin demokratikleşmesi, bu devletten bıkan geniş kitlelerin talebi haline gelmişti. Ki, devletin yapılandırılması “demokratikleşme” gibi manipülatif argümanlarla devreye sokuldu ve geniş kitlelerdeki ilk izlenimi devletin bu kokuşmuş uzuvlarından kurtularak “bağırsaklarını” temizlediği şeklindeydi… ”Demokratikleşme, Çözüm ve Açılım” safsatasıyla Kürt Ulusal Hareketi dâhil, önemli bir burjuva aydın çevreyi, hatta “yetmez ama evet”çiler olarak tarihe geçen aydın, entelektüel ve ”sol” muhalif geçinen belirli kesimleri etkileyerek bir bakıma yedeklemesi göz önüne alındığında, geniş kitlelerin manipüle edilip yedeklenmesi, dolayısıyla AKP’nin sağlam bir kitle tabanı kazanması hiç de şaşırtıcı olmaz, değildir…

Uzun iktidar döneminde uyguladığı faşist baskı, sömürü, katliam politikaları ve dini yaşam şartlarının topluma dayatılması, iktidarın aleni yolsuzlukları, yandaşçı politika ve uygulamaları, gizli ajanda taşıması, mahalle baskısı uygulaması, başkanlık sistemini dayatarak anayasanın açıktan çiğnenmesi ve tanınmamasına dönük söylem ve pratikleri, Kürt ulusuna dönük katliam ve savaş süreci, Kemalist klikle dalaşta toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren politikalar zemininde toplumun önemli bir bölümünde(tabanını tutsa da) teşhir olması, bütün bunların yanında Suriye özgülünde Kürt ve IŞİD politikalarında ABD emperyalizmi başta olmak üzere AB’li emperyalistlerle ters düşmesi çerçevesinde yaşanan süreçle birlikte, ABD emperyalizmi AKP iktidarını zayıflatıp yerine başka bir iktidarı getirme politikasını geliştirdi. CHP, MHP özellikle kitle-taban desteği açısından uygun iktidar alternatifleri ya da iktidara gelme potansiyeli ve yeteneği taşımadığı ve AKP’nin oy desteğinin güçlü olup seçim gibi burjuva meşru yöntemlerle bu iktidar değiştirilemediği için de, Cemaat vasıtasıyla bir iktidar değişimini deneyerek askeri darbeyi devreye soktu. Başarısız darbe girişiminin esasta bu zeminde ve ABD’nin perde arkası erk rolüyle yaşandığı söylenebilir. Cemaatin anti-komünist derneklerden beslenerek geldiği ve CIA bağlantılı faşist bir çete olduğunu da belirtelim. Darbe girişimi “darbeler dönemi kapamıştır” kanaati ve tezini de çürütmüştür. Zira bu tez, özünde komprador nitelik taşıyan burjuva sınıf ve sistemlerini doğru okuyamamaya da dayanmaktadır. Kısacası, değişi emperyalist güce bağımlı yerel kliklerin bulunduğu mevcut hâkim sınıflar ve sistemleri gerçekliğinde, bu sınıfların gerici çıkar çatışması ve özellikle de siyasi iktidar dalaşında belli şartlarda olmak kaydıyla darbe yöntemine başvurulabilir, darbe bir yöntem olarak kullanılabilir.

Darbe girişiminin ABD-CIA destekli Cemaat patentli bir askeri faşist darbe olduğu isabetle iddia edilebilir bir gerçektir. Darbenin başarısız kalması, iktidarın istihbarat ve muhtemelen cemaate sızmalar aracılığıyla ve hatta son anda da olsa Rusya’dan bilgi alması neticesinde dıştan müdahaleyle erken doğuma zorlanması ve elbette önceden öğrenilmesi neticesinde gerekli önlemlerin alınarak hazırlıkların yapılması sonucunda mümkün oldu. Darbe başarısız da olsa, darbeci Cemaatin ”Paralel devlet” denilen nitelikte devlet kurumları ve bürokrasisi içindeki köklü örgütlenmesi nedeniyle, darbe bastırılmasına karşın yaşanan tasfiyeler ve darbeyle dışta kalan güçlerin oranı fiilen AKP iktidarının altını boşaltan ve zayıflatan bir tablo ortaya çıkardı. Özcesi, darbenin bastırılması gibi bir prestij ve moral üstünlük kazanılmış olsa da, gerçekte devlet kurumları keşmekeş içinde olup iktidarın zemini kaotik, gevşek ve kritiktir. Öyle ki, ”TC” tarihi boyunca devlet ve iktidarın en zayıf ve dağınık olduğu bir dönemin yaşandığı söylenebilir. Ki, bu zayıflık dönemi açık faşizmle kotarılmaya çalışılmaktadır, her adımıyla açık faşizm uygulanmaktadır. Sivil faşist bir darbenin yürürlükte olduğu, OHAL süreciyle bu faşizmin hukuksal zemine oturtulduğu, dahası aynı zeminde ülkenin Kanun Hükmünde Kararnameler ile yönetilen ve bu manada anayasanın rafa kaldırılarak keyfiyetçi, despotik, sultacı ve tek adamcı tekçi faşizmle yönetildiği bir dönem hüküm sürmektedir. 

AKP’nin tekçi tek adam-Erdoğan sultası temelinde fırsata dönüştürüp karşı sivil darbeyle değerlendirdiği darbe gerekçesiyle gerçekleştirdiği tasfiye hareketinin Cemaatçi kesimleri aşarak her türden muhalif ve sol kesimlere kadar genişlemesi, bir taraftan AKP iktidarının tek tip toplum ve salt kendinden bir iktidar tesisine gitmesine olanak verirken, diğer taraftan AKP karşı ve mağduru kesimlerin büyüyerek ciddi bir toplumsal hoşnutsuzluğa dönüşmesi söz konusudur. Bu hoşnutsuzluk büyürken, uluslararası alanda sürüklendiği savaş batağında ciddi sorunlarla karşı karşıya olup, belli politikalar temelinde ABD ve AB’li emperyalistlerle sorunlu ilişkiler süreci yaşamaktadır. Bütün bu tablo Erdoğan/AKP iktidarının kritik eşikte olduğuna dalalettir. Bunu gören ve hisseden Erdoğan/AKP iktidarı, ülkeyi savaşa sokma pahasına Suriye ve Irak topraklarına asker sokma-işgal etme gibi hamleler geliştirerek sorunu millileştirip bu duygular üzerinden toplumsal desteği sağlamlaştırma ve muhalefeti etkisizleştirmeyi amaçlamaktadır. Ancak bu savaş batağının kendisini yutacağını hesaplamamaktadır. Erdoğan/AKP iktidarı artık eskisi gibi rahat ve güvende değil, bıçak sırtındadır…

Erdoğan/AKP iktidarı bu sıkışmışlık karşısında, ABD emperyalizmine yaslanarak uçağını düşürüp ilişkilerinin kesilmesine yol açan ve bu süreçte ekonomik olarak ciddi biçimde hırpalanmasına yol açan Rusya emperyalizmi ile ilişkilerini düzeltmekte çareyi buldu. Bugün iktidarın tüm dayanağı ve morali Rusya ile ilişkilere dayanmaktadır. Nitekim Rusya ile ciddi anlaşmalar imzalanmakla birlikte, bu ilişki sürecinin derinleşmesi temelinde yaşanan gelişmeler ABD emperyalizmine karşı bir şantaj olarak da kullanılmaktadır. Ki, şantajı da geçip gerçeğe dönülebilir durumdur ki, burada eksen kaymasını olası gelişme olarak görmek mümkündür.  Mümkündür çünkü ABD emperyalizmi ile AKP iktidarı, IŞİD ve Kürt politikalarında temelden çeliştikleri gibi, gerçekleştirilen başarısız darbenin arkasında ABD’nin olduğu da çok iyi bilinmektedir ki bu ilişkilerinin ciddi derecede bozulmasına yeterli gerekçedir. Yani, ABD’nin Erdoğan/AKP iktidarını gözden çıkardığı alenen ortaya çıkmaktadır ki, bu durumda Erdoğan/AKP iktidarının Rusya ile daha derin ilişkilere girmesi ve hatta dış politika ve ilişkilerde(daha doğrusu bağımlılık ilişkisinde) eksen kayması denilen yaklaşıma girmesi mümkündür. Elbette ABD ile kesin biçimde ilişiler bitirilmiş veya eksen kayması yaşanıp netleşmiş denilemez. Erdoğan/AKP iktidarı hala ABD’den beklentiler içinde olup ilişkilerin düzeltilmesi çabasındadırlar. Çünkü ABD emperyalizmiyle tarihsel olarak yaşanan işbirlikçilik ve bağımlılık süreci önemli ekonomik zemin ve ilişkilere dayanmaktadır. Bu realitenin yok sayılması ya da kolayca ortadan kaldırılması elbette basit bir tercih işi değildir. Ancak, Erdoğan/AKP iktidarının içinde bulunduğu durum ve eğilim dış politika bağlamında ya da işbirlikçi bağımlılık ilişkisinde, ABD emperyalizmi aleyhine ve Rusya emperyalizmi lehine bir tercihte bulunmanın güçlü emarelerini ortaya koymaktadır ki, bu eksen kayması esprisini ciddi düzeyde gündeme getirmektedir.

Erdoğan’ın tek adam sultasında ifade bulan AKP iktidarının, emperyalist güçlere angaje olarak dâhil olduğu veya emperyalist stratejilerle sürüklendiği uluslararası siyasi süreç ve bu zeminden bağımsız olmamak kaydıyla içte yürüttüğü politikalarla geliştirdiği iç siyasi süreç olmak üzere ikili bir siyasal gelişmeler tablosu yaşanmaktadır. Birincisi; Erdoğan/AKP iktidarının emperyalist çatışmanın önemli bir durağı olan Suriye’de aktif rol alarak bu savaşın bir parçası haline gelmesine yol açmakta. Aynı zeminde IŞİD ile çatışmaya sürüklenmiş durumdadır ki, bu sürece kadar IŞİD ile gizli ilişiler içine olduğu, destekler sunduğu bilinen gerçektir… Dahası Batı Kürdistan-Rojava Kürt yönetimi ile bir düşmanlık yürütmekte ve IŞİD politikasında olduğu gibi, Kürt politikasında da hem yerel ve hem de uluslararası güçlerin ilgili kesimleriyle sorunlar yaşamakta, sorunlarla karşı karşıyadır. Aynı zeminde Irak devletiyle de ciddi sorunlar içindedir. Zira Irak’a rağmen Irak topraklarında asker bulundurmakta, işgalci durumdadır. Rakka’ya asker sokup işgalci durumu da ayrı bir sorun olarak aktüeldir… Rusya’nın desteği ve esasta Rusya lehine “normalleşen” ilişkileri dışında, diğer emperyalist gerici dünya ya da güçler ile çelişen ve sorun yaşayan durumdadır, izlediği politikalar nedeniyle… Birinci yelpazedeki siyasi süreç böyle ifade edilebilir.

Yeri gelmişken bir parantez açarak söyleyelim ki, “TC” devletinin tüm düşmanca tutumuna rağmen, bölünmüş Kürdistan’ın emperyalist anlaşmalarla Suriye devlet sınırlarına zorla dâhil edilmiş olan Batı Kürdistan Rojava Kürt yönetim bölgesinin mevcut statüsünün meşruluğunu sürdürerek kalıcı bir statüye dönüşecektir. Bu statünün, Kürtlerin demokratik irade ve tutumu ya da IŞİD’e karşı direniş sergilemesi ve Suriye merkezi devlet otoritesinde yaşanan boşluğu demokratik temelde fırsata çevirerek yetenekli bir siyasi hamle yapmasının ötesinde, esasta emperyalist proje ve stratejiler temelinde olanak bulduğunu da ekleyelim. Bu statü tamamen demokratik, meşru ve haklı pozisyonda olup Kürtler adına desteklenmesi gereken siyasi bir ilerleme iken, tüm olumluluklarına karşın bu gelişmenin klasik bir devrim olarak değerlendirmesi hatalıdır. Ulusal haklar temelinde açık bir ilerleme ve demokratik adım olmasına karşın, Kürtlerin bağımsızlığını, ulusal kurtuluşunu sağlamış, gerici merkezi devletten kopuş sağlamış pürüzsüz bir gelişme ya da süreç değildir, özellikle emperyalist güçlerle ilişkileri ve emperyalist stratejilerle uyumlu hareket seyri nedeniyle eleştirilmeye açıkça muhtaçtır. 

İkincisi; içte geniş halk kitlelerine uyguladığı ağır faşist baskılar ile birlikte Kürt ulusuna dönük son derece kapsamlı bir saldırganlık geliştirerek soykırımcı katliamlar gerçekleştirildi. Bu ırkçı-faşist saldırganlık, Kürt milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak yargılanma kararları ve zorla mahkemeye getirilmeleri kararlarıyla, yine seçilmiş olan Kürt belediye başkanlarının görevden alınması, belediyelere kayyum atanması, dolayısıyla Kürt ulusal iradesinin ağır saldırıya maruz kalarak çiğnenmesi, Cemaat patentli CIA-Amerikancı askeri faşist darbe gerekçe edilerek OHAL kararının alınması, bununla oluşturulan hukuksal zeminde tam bir sivil darbe uygulanarak tüm muhalif güçleri kapsayan büyük bir tasfiyenin gerçekleştirilip muhalif ve demokratik basının(TV, Radyo ve gazetelerin kapatılması biçimine) susturulmasıyla tek adam sultasının oturtulması rotasında toplumu tel tip kalıba sokmaya dönük açık faşist bir süreç işletilmektedir. İkinci siyasi süreci de böyle özetlemek mümkün.

Özcesi, uluslararası alanda emperyalist çıkar ve stratejiler temelinde gerici savaş ve çatışmalara bir maşa olarak sürüklenip ciddi sorunlara gebe olan bir süreç ve iktidar realitesi söz konusudur. İç siyasal süreçte de uluslararası alanda yaşanan tecrit ve sıkışmışlığı kotarabilmek için Türk ırkçı-milliyetçiliğini geliştirme veya ona yaslanarak ayakta kalabilmenin politikaları temelinde Kürt ulusuna karşı acımasız-vahşi bir savaş geliştirilmekte, muhalefet ve alternatif dinamiklerin bastırılıp susturulması için de olağanüstü hal ve sivil faşist darbe altında ağır bir faşist terör estirilmektedir… Burjuva düzen partileri veya kliklerinin muhalefeti ise, askeri faşist darbe girişimi sonrasındaki gelişmeler ve özellikle de “Yenikapı Ruhu” denen ırkçı-milliyetçi ittifakla anlamsızlaştırılarak yere serildi. CHP’de, esasta tabandan gelen tepkinin ürünü olarak sivil darbe sürdüren Erdoğan/AKP iktidarına karşı açık faşist uygulamaları şahsında eleştirinin yeniden yükseltilmesi gelişse de, “atı alanın Üsküdar’ı geçtiği” açıktır. MHP ise, “Yenikapı ruhundan” zerrece taviz vermeden bu ırkçı-milliyetçiliği daha ileri saldırılara sıçratmak için özel bir gayret göstermekte, iç sorunlarında Erdoğan’ın desteğini alarak rahatlama adına da baston olmayı kararlılıkla sürdürmektedir. Başkanlık sistemine açık davetle vize çıkarma adımı ise, MHP kendisini inkâr ve reddin şimdiki son halkası oldu. İktidarı muhalefetiyle burjuva klik ve partilerin ortak sınıf devletleri kaygısında birleştikleri gibi, bu devletin spesifiği olan ırkçı Türk milliyetçiliğinde de aynı uzlaşmayı sağlamaktadırlar. CHP iktidar pastasına dönük hesapları gereği mevcut milliyetçi ittifakla hareket etme konusunda belli bir farklılık sergilerken, AKP, MHP ve Doğru Perinçek/Vatan Partisi gibi ırkçı-şoven kesimler bu ilkel milliyetçiliğin has temsilcileri olarak birleşmektedirler. Mevcut siyasi süreç veya eğilim adeta eski “MC hükümetleri” dönemini çağrıştırmaktadır ki, önümüzdeki sürçte AKP-MHP(belki Vatan Partisi?) koalisyonu temelinde “Milliyetçi Cephe Hükümeti”nin gündeme gelmesi zayıf da olsa beklenebilir bir olasılıktır. Öte taraftan Gülen Cemaati yerine şimdi başka cemaatlerin devlete yerleştiği-yerleştirildiği de dikkate değer bir durumdur. Bu cemaatlerle yeni bir Sünni ittifak temelinde din koalisyonu da “MC” hükümetine alternatif ikinci olasılıktır. Ancak, AKP’nin önümüzdeki dönemde iktidarda kalmasının son derece zor olduğunu söyleyelim. Şayet iktidarda olursa, bunun ancak belirttiğimiz milliyetçi ittifakla mümkün olabileceğini belirtelim. Mevcut cemaatlerin devlette, bürokraside yer alma yeteneklerinde olmayıp Erdoğan/AKP iktidarının yaşadığı iktidar boşluğunu karşılama durumunda olmadıkları kanaatindeyiz. Bunun için de milliyetçi cephe ihtimali, cemaat koalisyonu ihtimalinden daha ağırlıklı olasılıktır ve daha rasyoneldir…

Despotik tek adam sultası doğrultusunda uygulanan sivil faşist darbe süreci, Kürt ulusuna dönük topyekûn savaş saldırganlığına paralel olarak, geniş emekçi halk kitlelerine karşı ağır baskı ve katliamlara, her türlü muhalefetin bastırılıp tasfiye edilmesi biçiminde seyredecektir. Bu süreç karşıtı olan güçlerin direnç göstermesine, büyük toplumsal muhalefetin gündeme gelmesine de tanık olacaktır. Öte taraftan uluslararası politika ve durum alanında da, iç siyasi süreci doğrudan etkileyen gerici savaş ve çatışmalar süreci ve ciddi sorular gündemde olacaktır. Uluslararası Kredi Kuruluşunun ”TC”nin notunu düşürmesi de önemli bir konu olarak iktidarın karşısında ekonomik problemler getirecektir. BODYS’in ”TC”nin notunu düşürmesinin hemen akabinde doların yükseliş oranı bunu alenen kanıtlamaktadır ki, bu etki orta vadede çok daha etkili olacaktır… Erdoğan/AKP iktidarının bu siyasal tabloda büyük sorunlarla yüz yüze kalacağı ve alenen yönetemez duruma geleceği muhtemel seyirdir. Ancak hepsinden de önemlisi, iç ve dış siyasi sürecin esas olarak gerici savaş ve çatışmalarla karakterize olacağı gerçeğidir. Özellikle iktidarın darbe girişimi ve sonrası gelişmelerle birlikte, uluslararası alanda karşı karşıya kaldığı sorunlar ve tecrit durumun tüm ağırlığı, Erdoğan/AKP iktidarının faşist saldırganlığa daha sistematik ve köklü yönelimle sarılmasını gündeme getirecektir, mevcutta getirmiştir de. Darbe sonrası siyasi zeminde ortaya çıkan kritik zeminde iktidar ettiği mevcut süreci atlatması için veya iktidarını koruyup sürdürebilmek için ırkçı-milliyetçiliğin körüklenerek katı ve kapsamlı bir açık faşizm dönemi geliştirilecektir. Devreye sokulmuş olan bu sürecin ağırlaşarak devam edeceği muhtemeldir. Bu, devrimci direniş ve mücadelenin yükseltilmesini gerektirirken, saldırılara karşı önlemlerin alınması ve darbelere açık olan halin tedbirler temelinde düzeltilmesini gerektirmektedir. Sosyalist ve devrimci hareket kapıda duran bu tehdidi es geçmeden dikkate almak durumundadır.

Konuyu dağıtma pahasına da olsa burada yatay konu bağlantısıyla bir paragraf açmak faydalı olacaktır. Mevcut iktidar ile Kürt Ulusal Hareketi arasında, iktidarın topyekûn gerici savaş ve ırkçı-faşist saldırganlığı nedeniyle yaşanan keskin bir çatışma bir gerçekliktir. Kürt Ulusal Hareketi’nin kahramanca direniş sergilediği, barikat ve hendekler biçimindeki meşru savunmasıyla başarılı taktikler sergilediği, özyönetim iradesi temelinde ortaya koyduğu tutumun eksikliklerine karşın esasta olumlu olduğu, devam eden siyasi hat ve yönelimiyle özellikle de komünist ve devrimci güçlerle geliştirdiği ilişkiler bağlamında son derece olumlu zeminde olup gelen çerçevede politik olarak devrimci pozisyonda olduğu teslim edilmesi gereken ve desteklenerek geliştirilmesi gereken durumdur. Fakat bu siyasi pozisyona karşın stratejik yönelimde hâkim sınıflar iktidarıyla uzlaşma yönelimini terk etmiş değildir. Kuşkusuz ki, belli anlaşmaların yapılması reddedilemez. Fakat bu anlaşmalar realitesini stratejik çizgi ve yönelim haline getirmek, yani anlaşılır ve hatta gereklilik olarak ortaya çıkabilecek tek tek anlaşmalar yapma politikası yerine, genel bir anlaşmalar siyasetinin benimsenmesi hatalı olup benimsenemez. Kürt Ulusal Hareketi’nin hatalı politikası burada yatmakta veya buradan beslenmektedir. Dolayısıyla bu stratejik yönelim zemininde Kürt Ulusal Hareketi ile Erdoğan/AKP iktidarı veya muhtemel başka bir hâkim sınıflar iktidarı arasında anlaşa masasının kurulup uzlaşmanın gündeme gelmesi esas eğilimdir ve bu gelişme her şeye rağmen beklenmelidir. Özellikle AKP iktidar politikası bağlamında Suriye’de yeni bir siyasi sürecin gündeme gelmesi (ki Rusya ile ilişkilerin rotası bunu mümkün kılmaktadır), dolayısıyla Rojava Kürdistan yönetimi ile ilgili belli bir uzlaşma zemininin doğması PKK ile iktidar arasında bir uzlaşma sürecini gündeme getirecektir. Kısacası mevcut keskin çatışma ve savaş süreci sonsuz olmayıp değişmez de değildir. Rusya’nın uçağı düşürülerek ilişkilerin kesilmesi gündeme gelmesine rağmen, kısa zaman diliminde Rusya ile kurulan ilişkiler ve bu ilişkilerin stratejik muhtevada ele alınmasının tüm ciddiyeti ortada iken, Kürt Ulusal Hareketi’yle yaşanan keskin çatışmanın yerini ”barış”-uzlaşma sürecine bırakması şaşırtıcı olmaz. İktidarın sıkışma gerçekliği ve Kürt Ulusal Hareketi’nin stratejik siyasette uzlaşmaya hazır olan çizgisi muhtemel bir uzlaşma sürecini genel olarak ve somutta da mümkün kılmaktadır. Ki, Kürt Ulusal Hareketi’yle yürütülen çatışma ve savaşın iktidara ekonomik ve siyasi olarak ağır faturalar yüklediği göz ardı edilemez önemli bir yüktür. İktidarın bu yükten kurtulmak istemesi özelikle bugünkü siyasi konjonktürde çok güçlü zemine sahiptir. Kısa zamanda olmasa da orta vadede barış-uzlaşma masasının kurulması olasıdır, esas olasılıktır. AKP iktidarıyla olmasa da başka bir iktidarla bu süreç gündeme gelecektir. Ki, iktidarın değişmesi olasılığı gelişmelerin ortaya koyduklarıyla birlikte, her bakımdan mümkündür. Her şeye rağmen şimdi sürdürülen savaş ve çatışma bir gerçektir ve bu savaş Rojava anlaşmazlığı gibi temel nedenlerin yanı sıra, muhatabı zayıflatarak masaya oturma-oturtma süreci olarak da okunabilir, okunmalıdır. Lakin mevcut durumda Kürt ulusuna karşı acımasız bir savaşın sürdürüldüğü ve bu saldırganlığın en azından bir müddet daha yürütüleceği kesindir. Gerici olduğu kadar kirli bir savaşın yürürlükte olacağını reddetmemek lazım ve bu, somut gerçek olarak da yaşamaktadır. Önümüzdeki sürecin koyu faşist baskı ve gerici savaş saldırganlığıyla karakterize olacağı her bakımdan anlaşılmaktadır. Halk kitleleri ve Kürt ulusuna dönük muhtemel olan bu azgın baskı süreci, demokratik, devrimci ve sosyalist güçlere dönük de büyük saldırılara tanık olacaktır. Sınıf hareketinin ve sosyalist hareketin buna uygun olarak pozisyon alması, tedbir ve hazırlıklar içine girmesi ihmal edilmemelidir.

Bu siyasi süreç ve gelişmeler toplamı karşısında, emperyalist gerici savaşlara karşı mücadele, anti-emperyalist mücadele ve iktidarın iç siyaset ve politikası bağlamında ırkçı-faşist saldırganlık veya komprador tekelci klik iktidarı şahsında faşizme karşı mücadele yaşamsal bir görev olarak yürütülmek durumundadır. Burada tarihsel görev ve sorumluluk düzeyinde açığa çıkan görevlerin omuzlanmasında kararlı devrimci bir iradenin pratikleştirilmesi elzemken, bu mücadelenin etkili olarak ortaya konulması için, ilgili mücadele biçimlerine uygun olarak ihtiyaç haline gelen ittifakların objektif gerçekliğe uygun olarak gerçekleştirilmesi zorunludur. Gerici savaşlara, emperyalizme ve faşizme karşı mücadelenin bileşenleri ve ittifak güçlerinin oldukça geniş yelpaze serpildiğini unutmadan buna uygun davranmak gerekmektedir. Bu mücadelede mümkün olan en geniş kitlelerin birleştirilmesi ve ortak mücadele platformlarında bileştirilerek büyük bir direniş ve mücadele cephesinin pratikleştirilmesi şarttır. Bileşenleriyle isabetli olarak buluşan bu mücadelenin başarıya ulaşma şansı küçümsenemez düzeyde büyüktür. Zira hâkim sınıflar ve siyasi iktidar tüm moral-motivasyona rağmen gerçekte en zayıf dönemini yaşamaktadır. Yaşadıkları iç çelişkiler hâkim sınıfları ve mevcut iktidarını önemli oranda hırpalamış, zayıflatmıştır. Buna ek olarak uygulanan faşist baskı ve katliamlar geniş toplumsal kitlelerde içten içe bir tepkinin birikmesine yol açmış, büyük bir tepkinin patlamasına hazır hale gelmiştir. Bu anlamda faşist baskılara karşın, devrimci koşullar içten içe birikim oluşturup uygun şartlarda sosyal patlamaya sıçrama temelinde gelişip büyümektedir. Faşist baskı ve terör kitlelerin memnuniyetini değil, hoşnutsuzluğunu büyütür. Biriken bu hoşnutsuzluk en koyu baskılara rağmen patlayarak dışa vurma vesilesini bağrında taşır veya baskılara rağmen uygun şartlara eriştiğinde hiçbir baskı engeli tanımadan patlayarak dışa vurur. Dolayısıyla bu anlamda devrimci durumun faşist baskı koşulları altında gelişmekte olduğunu ifade etmek yanlış değil, doğrudur. Bu nesnel durum her şartta devrimin gelişmesi, gelişeceği anlamına gelmez. Devrim veya devrime doğru devrimci dalganın gelişmesi yalnızca kendiliğinden koşul olan nesnel devrimci durumla mümkün olmaz. Devrimin gelişmesi ya da büyük devrimci gelişmenin yaşanması, sübjektif dinamiklerin de nesnel durumla paralel ölçüde gelişkin, hazır ve yeterli olmasıyla mümkündür. Yani, komünist partinin ve bilinçli örgütlü devrimci hareketin bir devrime önderlik yapacak veya devrimci gelişmeyi sağlayacak güç ve yetenekte olması şarttır. Böyle bir parti olmaksızın devrimci durum kendiliğinden devrime varmaz. O halde böyle bir partinin teşekkülü veya donanımının yeterli hale getirilerek devrimci süreci yönetip devrim doğrultusunda önderlik yapabilecek düzey ve duruma getirilmesi can alıcı sorun olarak olmazsa olmazdır. İşte bugün bütün mesele (ve hatta özgün görev) bu noktada düğümlenmektedir…

Maoist Komünistlerin bu süreçte izlemesi gereken taktik siyaset ve yönelimi

Yukarıda tipik özellikleri açısından özetleyerek açıklamaya çalıştığımız siyasi gelişmeler ve süreç, doğrudan geniş halk kitlelerini etkileyen, onların yaşam koşullarının somut siyasi şartlarda nasıl biçimleneceğini tayin eden, değişik ulus ve azınlıkların geniş halk kitlelerinin maruz kalacağı ağır baskı koşullarını tarif ederek içeren, burjuvazinin iç çelişki ve çatlaklarını konu alan, Kürt ulusal sorununda somut gelişme gerçeği ile muhtemel gelişme eğilimini tahlil eden, kısacası gerici hâkim sınıflar ve iktidarları ile geniş halk kitleleri arasındaki çelişkilerin hangi siyasi süreçten geçtiği, nasıl biçimleneceği ve nasıl bir seyir izleyeceğini, dahası hâkim sınıflar ve iktidarlarının içinde bulunduğu siyasi-ekonomik koşullar ve bu koşulların sınıf mücadelesine lehte ve aleyhte sunduğu şartlar, bütün bunların emperyalist çatışma ve güçlerle ilişkisi ya da uluslararası boyuttan beslenen ya da kaynaklanan boyutunu gösterme bakımından önemli olup, bu önemi itibarıyla Partimizi direk olarak ilgilendiren ve Partimize görev ve sorumluluklar yükleyen bir süreç olarak analiz edilmiştir.

Partimiz, özetle analiz etmeye çalıştığımız Erdoğan/AKP güruhunun belirleyip damgasını vurduğu ve halklarımız açısından faşist baskı ve esaret anlamına gelen siyasi süreç ve durum karşısında, komünist mücadele görevini zorunlu ve mutlak pozisyon olarak üstlenmektedir. Bunu, varlık gerekçesinin tabii davranışı ve bilinçli siyasi tercihi olarak tasavvur edip kavramaktadır. Genel siyasi yönelim ve güncel siyasi süreç karşısındaki görevlerini buna uygun olarak ele alıp planlamaktadır.   

Hiç kuşku yok ki, Partimiz stratejik yönelim ve somut mücadele hattında, saptanmış nihai hedef doğrultusuyla sınıf zemininde geliştirdiği siyasi iktidar hedefli sosyalist toplum mücadelesi uğruna pratikleştirdiği Sosyalist Halk Savaşı perspektifinden şaşmaz. Bunun görevlerini üstlenip yürütmekte zerrece tereddüt taşımaz. Nihai amaç ve bunun tarihsel zorunluluk olarak koşullanan sosyalist toplum aşaması veya inşasına dönük somut siyasi görevini, felsefi-teorik-pratik zemin olan bilimsel sosyalizm teorisinin ilkeleri ışığında ele alır, MLM doğrultu ve ilkelerinden ödün vermez. Partimiz analiz edilen siyasi sürece karşı görev ve yükümlülüklerini siyasi savaş partisi niteliğine uygun olarak ele almakta, siyasi süreç karşısındaki devrimci konumlanışını bu gerçekliğine bağlı formüle etmektedir. Somut siyaset ve stratejik yönelimini proleter devrimci çizgi ve temel ilkeleri ışığında açıklayıp tanımlamaktadır.

Partimiz genel siyasi çizgisi ve buna bağlı biçimlenen stratejik görevleri ile somut siyasi görevlerini uyum içinde ve iki alanda ele alır. Bir, kendi ideolojik-siyasi-örgütsel zemininde içe dönük görev ve çalışmalar ve iki, siyasi sürecin kaçınılmaz görevlerini üstlenerek sorumluluklarına dönük siyasi mücadele pratiğini geliştirme çalışmaları temelinde dışa dönük etkinlikte bulunma olarak tarif eder. Bu çerçevede, sürece karşı mücadele görevlerini siyasi çizgi ve örgütsel planlamaları temelinde ve yine bu grevleri demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerle mücadele birlikleri temelinde ittifaklar politikasıyla düzenler.  Kuşkusuz ki, bütün bu görev, politika ve planlamalarını örgütsel güç ve durumundan bağımsız ele almaz, tersine objektif gerçeğe/gerçekliğine uygun olarak ele alır. Partimiz bir taraftan siyasi iktidar ve uyguladığı faşizme karşı pratik mücadele görevlerini yürütürken, diğer taraftan bu görevlerin etkin olarak yerine getirilmesinin ön şartı olan örgütsel yapının ideolojik-siyasi-askeri donanımla yetkinleştirilmesi görevlerini yürütür.

Bunlara göre; Partimiz siyasi sürecin görevlerini ele alırken, bu görevlerde genel demokratik ve devrimci kulvarda buluşan ve/veya ortak paydaya sahip olan en geniş bileşenlerle mücadele ittifaklarını benimseyip en geniş devrimci mücadele cephesini bir zorunluluk ya da görev olarak öngörür. Ancak reel politikte en geniş demokratik ve devrimci bileşenlerle buluşmasını ilkesiz ve pragmatist zeminde değil, demokratik normlarda ilkeli bir siyaset olarak ele almakta, bu bağlamda yasalcı reformist ve her türden burjuva tasfiyeci akımlarla arasına net çizgiler çekmektedir. Daha da açıkçası, anti-AKP’ciliği veya salt AKP karşıtlığı üzerinden demokratiklik veya ilericilik tanımlaması yapmamakta, ittifak ve mücadele birliklerinde AKP karşıtlığını yeterli ölçü görmemektedir. Ki bu konuda sınıf bakış açısından yoksun olan yaklaşımların CHP ve diğer Kemalist türevler ve diğerleriyle ittifaklara açık olup, bu yaklaşımın son tahlilde sınıf işbirlikçisi siyaset olduğuna dikkat çekmektedir. Yanı sıra, demokratik ve devrimci kuvvetlerle ittifak ve mücadele birliklerini köstekleyerek reddeden sığ siyaset ve yaklaşımları da aynı ölçüde hatalı ve kabul edilmez telakki etmektedir.

Bağımsız siyasi iradenin kayıtsız şartsız tanındığı ya da geçerli olduğu, demokratik norm ve kültürün egemen olduğu, anti-emperyalist, anti-kapitalist ve anti-faşist olup demokratik nitelik taşıyan tüm güçlerle siyasi sürecin dayattığı görevler ve genel devrimci mücadelenin ihtiyaçları temelinde ittifak, güç ve eylem birlikleri gerçekleştirmekte sakınca görmez, bilakis bu birlikleri zorunlu devrimci tutum olarak algılar. “Halkların Birleşik Devrim Hareketi” temelinde sağlanan güç ve eylem birliği kurumsallaşmasını da bu bağlamda ele alır, isabetli devrimci bir gelişme olarak değerlendirir. Bunu yeterli görmez, daha geniş mücadele ittifakları-birlikleriyle bütün demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerin mücadele cephesini geliştirmeyi savunur. Bunu, hem stratejik siyasi yönelimi, hem de güncel siyasi gelişmeler karşısındaki siyaset ve taktik politikası gereği benimser, savunur. Bu mücadele ittifakları ve birliklerini karşı karşıya olduğumuz faşist siyasi süreç ve saldırganlığın püskürtülmesi veya ona karşı etkili bir direniş ve mücadelenin sergilenmesi için hayati önemde görür. Değişik millet ve milliyetlerden geniş halk kitlelerinin koyu bir faşist dalgaya karşı karşıya olduğu, Erdoğan güruhunun bir karabasan gibi halklarımızın yaşamına çöktüğü, baskı ve zulümde sınır tanımadan ilerleyen günümüz şartlarında devrimci sınıf cephesinin dağınıklığına son vererek devrimci ölçülerde birleşerek mücadeleyi geliştirmesi tarihi değerde vazgeçilmez bir sorumluluktur.

Politik olarak devrimci pozisyonda olup, faşist iktidara karşı mücadelede güçlü bir dinamizme sahip olan, milli baskı ve kıyıma karşı haklı ve meşru demokratik mücadele veren demokratik Kürt Ulusal Hareketi’yle ortak paydalarda mücadele ittifaklarına özellikle önem verir. Zira haklılığından da öteye, Türk hâkim sınıflar iktidarı tarafından topyekûn savaş saldırganlığı temelinde büyük bir milli zulüm, ırkçı-faşist soykırımcı katliamlara tabi tutulmakta, Kürt ulusunun iradesi hoyratça çiğnenip yok sayılmakta, en ağır milli baskılarla adeta nefes alması engellenmektedir. Dolayısıyla Kürt ulusuyla dayanışmak, ittifak etmek ve faşist diktatörlüğün saldırılarına karşı kararlı bir mücadele yürütmek ertelenemez devrimci bir görevdir. Bunu reddetmek veya bu pratik birlikteliği yapay gerekçelerle ötelemek, objektif olarak Türk hâkim sınıflarının ekmeğine yağ sürmek ve şoven milliyetçiliğin lekelerini taşımak anlamına gelir. Ancak belirtmekte fayda var ki, Kürt Ulusal Hareketi’yle devrimci ya da demokratik görev ve mücadeledeki pratik birliklerimiz, ideolojik-politik çizgi ve sınıf perspektifli duruşumuzdaki farklılıklarımızı asla bulandırmaz! Kürt Ulusal Hareketi ile, demokratik muhtevası, ulusal demokratik talepleri ve politik olarak oynadığı devrimci rolü temelinde ittifaklar yapıp birleştiğimiz ve bu özellikleriyle birlikte, kendi kaderini tayin etme hakkı zorla gasp edilmiş olması nedeniyle her türden ulusal demokratik kazanım ve ileri statüsü dâhil, esasta da bağımsız devletini kurma hakkını savunma temelinde desteklediğimiz unutulmamalıdır. Bunun dışında onun burjuva milliyetçi imtiyazlar doğrultusundaki eğilim ve yönelimiyle birleşmez, bu yanını desteklemeyiz. Partimiz ezen ulus milliyetçiliği karşısında ezilen ulus milliyetçiliğine ehven dursa, onu anlasa da, son tahlilde her türden milliyetçiliği sınıf siyaseti dışında değerlendirerek reddeder. Kürt Ulusal Hareketi’nin politik duruş, ulusal demokratik haklar ve bu zemindeki mücadelesini ayrı, ideolojik-siyasi çizgisi ve stratejik yönelimini ayrı ele alıp değerlendirir. Birincisini somut duruma bağlı olarak destekler, ikincisiyle birleşmez. Ulusal harekete milliyet orijinli mantalitesinin ilerisinde sınıfsal rol ve misyon yüklemesini doğru bulmaz… Özcesi, en genel yaklaşım olarak, ulusal hareketi bu zeminde değerlendirir.

Partimiz günce siyasi süreç karşısındaki görev ve politikası bağlamında ittifak ve mücadele birlikleri siyasetini yukarıda sınıf hareketleri ve ulusal hareket kapsamında özetlediğimiz demokratik ve devrimci ittifaklar zemininde ele alır. Bu politikasını gerici hâkim sınıflara ve onların uyguladığı faşizme karşı mücadele görevlerine uygun olarak biçimlendirir ve anlamlandırır. Ancak bu, Partimizin faşizme karı mücadele politikası ve pratiğinin bütününü değil, bir bölümünü oluşturur. Partimiz devrimci ittifak ve birlikler politikasını stratejik bir siyaset olarak ele alsa da, kendi gücüne dayanmayı, güvenmeyi esas alır. İttifak ve birlikleri küçümsemez fakat bunu öz gücünün önüne çıkarmaz, görev ve sorumluluklarında kendi rolünü silikleştirmez ya da esas olmaktan çıkarmaz. Faşist saldırı, katliam ve baskı politikaları ile tüm saldırganlığı şahsında hâkim sınıflar iktidarına karşı doğrudan pratik mücadele görevlerini üstlenerek yürütür. Somut durumda gerici savaşlar ve sivil faşist darbe baskılarına karşı tüm olanaklarıyla kararlı bir pratik mücadele ergiler.

Tam da bu zeminde kendi güç ve kuvvetlerini organze ederek hazırlanır, hazır bulunan güçleriyle sürecin görev ve sorumluluklarını omuzlama pratiğine girişir. Süreci doğru tarif etmekle birlikte, bu sürecin görevlerini ve bu görevlerin devrimci açıdan göğüslenmesinin gereklerini yerine getirme şartlarını mütalaa ederek pozisyon alır.

Sürecin ağır ve keskin faşist saldırganlık temelinde cereyan edeceğini öngören Partimiz, devrimci cephenin sürecin ihtiyaçları temelinde örgütlenmesini önemserken, özellikle de kendi örgütlenme ve hazırlıklarını geliştirmeye önem verir. Irkçı-milliyetçi faşizmin pervasız katliam ve baskı saldırılarıyla hüküm süren ağır gericilik şartlarında güçlerinin korunmasını ihmal etmez. Bu süreçte, bir taraftan devrimci mücadele sorumluluklarını pratik savaş sahası ve tüm alanlarda yerine getirirken, örgütsel yapı ve güçlerini koruyarak geçici olan bu süreci en avantajlı biçimde atlatmayı benimser. Partimiz faşist hâkim sınıflara karşı verilen sınıf devrimi mücadelesini kaba bir düello meselesi olarak algılamaz, düşmanın taktik güçlülüğünü dikkate alarak uzun süreli bir mücadele perspektifi içinde bilinçli ve planlı hareket etmeyi benimser. Siyasi iktidar hedefi uğruna mücadelenin ancak bu bilinçle başarıya taşınabileceğine inanır. Düşmanın taktik üstünlüğünü görmeden onu taktik açıdan küçümseyen sol maceracı siyaset ve eğilimi reddederek, kısa-orta ve uzun vadeli planlamalar temelinde bilinçli bir siyasi yönelimi benimser, görev ve sorumluluklarını bu zeminde tanımlar. Kısacası, düşmanın güçlü saldırılar geliştirdiği koşullarda, mücadeleyi tatil etmeden ama düşmanın saldırılarından korunmak için de gerekli önlemleri almaktan sakınmayan ve bu süreci, pratik görevlerin olanaklar ölçüsünde omuzlanmasının yanı sıra, daha etkili mücadele koşulları ve fırsatlarını yaratma amacıyla bir dizi hazırlıkla ve güçlerini koruyarak göğüslemeyi ve atlatmayı benimser, bu yönelimi benimser. Zira güçlerini koruyamayan ve gerekli hazırlıklarını yapıp asgari düzeyde yeterli donanımı sağlayamayanlar asla hedeflerine ulaşamaz, iddialarında ciddi olamazlar. Bizler, beğeni ve puan toplamak ya da alkışlanmak için değil, devrim hedefine ulaşmak için örgütlenmekte, mücadele etmekteyiz. Bu hedeflerimiz için bilinçli ve planlı davranmak, hedefe giden yolda sabır ve dirayetle yürümek zorundayız. Kolayca zafer elde etmek fikrinde olamayız, değiliz de. Özellikle sağlanan tecrübe ve birikimlerin korunarak süreklileştirilmesi, en önemlisi de istikrarlı, kararlı ve yetkin bir mücadelenin ortaya konulabilmesi için, Parti güçlerimizin korunmasını esas alan ve örgütsel durumumuzu geliştirip asgari ölçüde yeterli güç düzeyinde hazırlamak için gerekli olan çalışmaları yürütmeliyiz.

Hiç kuşku yok ki, Partimizin içinde bulunduğu durum kötü değil, esasta iyidir. Siyasi sürecin görevlerini üst düzeyde bir örgütsel yetenekle karşılayıp omuzlama derecesinde güçlü örgütsel durumda olmasak da, önemli bir dinamizm ve pratik gelişme süreci içinde olduğumuz inkâr edilemez. Özellikle Partimizin uzun bir zaman dilimine göre bugün çok daha güçlü, avantajlı ve gelişmişlik düzeyinde olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu iddiamız, soyut bir ajitasyon değil, bizzat Partimizin içinde bulunduğu planlamalarla, pratik güçlerinin niceliğiyle, somut kimi mevzi ve kazanımların elde edilmiş olmasıyla, gerçekleştirilen ittifak ve birlikler pratiği ve ilişkilerle, değişik alanlarda yürütülen politik-askeri kamp ve örgütsel planlamalarla objektif gerçeğe dayanmaktadır. Ancak bu durum henüz yeterli değildir, daha güçlü uruma gelmemiz ihtiyaçtır. İşte yukarıda planlı bilinçli hareket tarzı içinde güçlerin korunması ve örgütsel durumun geliştirilmesine dönük hazırlık çalışmalarının yürütülmesine dönük ifadelerimizle kast ettiğimiz şey tam da bu durum içindir. Elbette ki, sivil darbeci faşist saldırganlığa karşı mücadele ötelenemez biçimde şart ve esastır. Fakat bu, örgütsel durumumuzdan bağımsız olarak yürütülemez, düşünülemez. Dolayısıyla bu gün izlememiz gereken hat veya yönelim, siyasi mücadele görevlerinin yürütülmesine koşut olarak, güçlerimizin korunmasının ihmal edilmemesi ve örgütsel yapıyı planlı eğitim, görev ve çalışmalarla kurumsal yapısının geliştirilerek güçlü bir alt yapı veya zemine oturtulması biçiminde ele alınmalıdır.

Bu yönelim, özellikle siyasi sürecin keskin çatışmalar temelinde seyreden geçici realitesinden etkilenerek, ortaya çıkan sol siyaset eğilimlerinin gündemde olduğu bugünkü koşullarda çok daha gerekli bir ihtiyaç olup, isabetle benimsenmesi gerekendir. Örgütsel çalışmaların somut görevler, somut hedefler ve somut planlamalar temelinde ele alınarak sıkı bir çalışma performansıyla hataya geçirilmesi şarttır. Ne var ki bütün bu çalışma ve yönelim mecrası güncel siyasi gelişmeler bağlamında faşizme karşı mücadele ile gerici savaşlara karşı mücadele görevlerinin ihmal edilmesi ya da yadsınarak arkalanması anlamına gelmediği önemle kavranmak durumundadır.

Sosyalist Halk Savaşı’nın temsil ettiği ideolojik-siyasi-toplumsal hedeflerle geliştirilmesinin görevleri devrimci çalışma ve sorumluluklarımızın en üst niteliği ve düzeyidir. Hiçbir gerekçe bu gerçeği sulandırmaya yetmez, silikleştirilmesine bahane edilemez. Mesele, Parti’nin ve tartışma konusu tüm görevlerinin devrim ciddiyeti ve sorumluluğu içinde bilinçli sınıf tavrı ve siyasetiyle başarı yolunda geliştirilmesinden ibarettir. Tarif ettiğimiz somut görev ve yönelim biçimi, tamamen bu hedef ve amaçlara bağlı olarak ve bu amaçlar hizmetinde tasavvur edilmiş, edilmektedir. Tüm çalışma ve yönelim dâhilinde icra edilmesi belirtilen görevler Sosyalist Halk Savaşı’nın geliştirilmesi doğrultusunda, ona tabi ve onun içindir. Sosyalist Halk Savaşı’nın hakkıyla örgütlenip yürütülmesi partinin sağlam teşekkülü ve güçlü örgütsel yapıya kavuşturulmasıyla mümkündür.

 “Güçlü bir savaşım için güçlü bir Parti” şiarıyla kitlelere nüfuz eden planlı, uzun erimli, sıkı çalışma temposuyla görevlere sarılmak elzemdir. Bunun için her türden geri ve pas tutmuş yanlarımızdan kurtulma perspektifiyle silkinip, komiteleşerek kurumsallaşmış kolektif irade ve örgütlülük bilincini merkezi planlar temelinde biçimlenen çalışmalarımızda pratiğe dökmeliyiz.

   

 

Önceki İçerikSınıf Teorisi 22. Sayısı çıktı!
Sonraki İçerikHBDH: Katliamların hesabını soracağız