HABER MERKEZİ (14.11.2016)-Kapatılan dernekler, silahlanan Osmanlı Ocakları Dernekleri değil, demokratik derneklerdir. Esasta demokratik medya alanında yer alan TV, Radyo ve Gazetelerdir kapatılan. ‘’Kan banyosu’’ yaptıran faşist çete yuvaları değil… İçeri atılıp yargılananlar demokratik partinin milletvekilleri, belediye başkanlarıdır. Yolsuzluk ve hırsızlık batağına batan bakanlar ve Bilal ile babası değil. IŞİD’e tırlarla silah ve para taşıyanlar hiç değil…
Evet, açık alanda demokratik mücadele yürüten demokratik kurum ve dernekler kapatıldı. Sırada ne var? Fişlemelerle sabitlenen hedefler susturulup kurumlarına pranga vurulduktan sonra provakasyonların devreye sokulması ve kanlı bir senaryo ile ‘’Şefi-Reisi’’ aratan şartların oluşturulup bu zeminde ‘’Reis’’ başkanlığının ilan edilmesine gidileceği görülmektedir…
‘’Reis’in Demokrasisi’’ Eşittir Faşizm!
Camiası içinde’’Reis’’ olarak addedilen Erdoğan’ın kendi sultası olarak komuta ettiği ve şimdi sivil darbe diktası olarak açık faşizmle hüküm süren mevcut iktidar altında gerçekleştirilmemiş bir tek baskı türü, bir tek zulüm ve kıyım kalmadı. Faşist diktatörlüklerin en alasını temsil ederek yasalarını dahi tanımayan bir serbesti ve keyfiyetle uyguladığı açık faşizmle askeri faşist darbelere taş söktüren bu Olağanüstü Hal ve Kanun Hükmünde Kararnameler yönetimi, tüm dönemlerin en barbar, en bağnaz, en gerici ve en faşist iktidarların başında yer alacak kadar kıdemli bir ırkçı-şoven despotizmi ve hukuksuzluğu temsil etmektedir.
Kürt ulusuna uyguladığı milli baskı, zulüm ve imha-inkar politikalarının soykırım katliamlarıyla zirve yapması, Kürt belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyum atanarak belediyeleri halkın iradesine darbe yaparak kendilerince yönetilmesi, Kürt millet vekillerinin tutuklanması ve dolayısıyla Kürt ulusunun iradesine darbe yapılması, Cemaatin tasfiyesi bahanesiyle tüm muhalif ve demokratik güçlerin tasfiyeye tabi tutularak tek adam tekçi sultasının başkanlık rejimi doğrultusunda kadroların atarak tesis edilmesi, sosyalist, devrimci ve demokratik güçler ile geniş halk kitlelerine uyguladığı azgın sömürü, faşist baskı ve katliamlar, aynı nitelikte yer alan basın yelpazesinin kapatılması, yasaklanması ve cezalara boğulup basın çalışanlarının hapsedilmesi, burjuva basın ve gazetecilere karşı uygulanan baskı politikaları, kapatmalar ve gazetecilerin hapse atılması, şirketlere kayyumların atanarak resmen el konulup gasp edilmesi, şimdinin son adımı olarak demokratik derneklerin kapatılması biçiminde özetlediğimiz bu faşist baskı tablosu, yukarıda ifade ettiğimiz iktidarın niteliğini doğrulamaktadır, az değil doğrulamaya yeterlidir.
Bütün uygulamaları ve uyguladığı açık faşizmle hiçbir eleştiri ve farklı sese tahammül etmeyen ve sadece kendi söyledikleri ve yaptıklarını alkışlayan, ‘’yaşasın Reis’’ diye bağırıp başkanlığına mutlak biat eden tek tip bir toplum yaratmaya çalıştığı somut süreçle görülen pratik gerçektir. Tüm toplum sürüleştirilerek hızla Erdoğan sultasının karanlık dehlizlerine çekilmekte, çekilmek istenmektedir. Ancak Gezi-Haziran ayaklanmasının da gösterdiği gibi, hiçbir toplum ve ülkemiz halkları da koyun değildir. Bıçağın kemiğe dayandığı anlardır ki, Erdoğan/AKP labirentinde bulunanlar dahil, tüm toplum er ya da geç bu karanlığı parçalama eyleminde bulunacaktır. Sosyalist ve devrimci–demokratik hareketin bu süreçte yol açıcı rolü hayati önemdedir. Mevcut direniş dinamiği ve diri hareket yetersizlikler taşısa da karanlığa kıvılcım çakmak durumundadır ve bu irade yok değildir…
‘’Reis’’ kılıklı Erdoğan komutasındaki tek adam sultası, bir önce söylediklerinin bir sonra tam tersini söylese de yine ‘’haklı’’, yine ‘’doğrudur’’ ve ‘’ne yapsa, ne söylese o doğrudur’’ realitesini çıplak biçimde ortaya koymakta, toplumun önemli bir kesimine kabul ettirmektedir. (Bu kabul ettirmeyi esasta uyguladığı faşist baskılarla yarattığı korku imparatorluğu sayesinde başardığını, yani dayattığını söylemek yanlış olmaz.) Öyle ki, uyguladığı açık faşizmi gizlemeden alenen itiraf etse de ve bu faşizmi darbe girişimini bahane ederek ‘’bunu yapmak zorundayız’’ gerekçesiyle uyguladığı faşist despotizmi beyan etse de, bütün yaptıklarını ‘’demokrasi’’ olarak atfetmekten geri durmamakta, dahası yaver ve tetikçi takımıyla savunulmasını da sağlayabilmektedirler. Ancak, seçilerek seçmenin iradesini temsil eden milletvekilleri ve belediye başkanlarının tutuklanıp hapsedildiği, burjuva basın dahil demokratik basın ve gazetecilerin susturulup hapsedildiği, demokratik derneklerin kapatılarak yasaklandığı şartlarda burjuva anlamda da olsa demokrasiden değil, olsa olsa azılı bir faşizmden söz edilebilir.
‘’Milli irade’’ safsatasını ağızlarından düşürmeyen, ‘’seçimle gelen seçimle gider’’ propagandasını eksik etmeyen bu zat ve şürekâsı, seçimle gelen milletvekillerini tutuklatıp yargılatmaktan, Kürt ulusunun milli iradesi ve daha fazlasını temsil eden milletvekillerinin temsil ettiği iradeye darbe yapmaktan sakınmamaktadır. Ayı iradeyle seçilen belediye başkanlarını tutuklayıp yargılamaktan ve yerlerine kayyum atayarak o iradeye darbe yapmaktan imtina etmemektedir. O halde açık ki, bu güruh ve ‘’Reis’i’’ milli irade derken kendi iradesini kast etmekte, öyle anlamaktadır. ‘’Seçimle gelen seçimle gider’’ derken bunu sadece kendisi ve şürekâsı için söylemektedir. İşte ‘’şefin demokrasisi’’ yani başkanlık rüyasıyla yeni Osmanlıcılığı amaç edinen ‘’Reis’’ kılıklı Erdoğan zatının ‘’demokrasisi’’ budur; ‘’Benim için demokrasi’’ ve her şartta benden yana olan ve beni doğrulayan ‘’demokrasi’’ yani faşizm olan ‘’Reis’in demokrasisi’’…
‘’Şefin-Reisin Demokrasisi’’nasıl işliyor; demokrasi olarak tercihler sunuyor ama her tercih ‘’şefi-reisi’’ doğruluyor, koruyor… Bu demokrasi, ‘’a) Şef-Reis her durumda haklıdır. b) Şefin-reisin haksız olduğu durumlarda a şıkkı geçeridir.’’ Evet ‘’Reis’’ denilen Erdoğan’ın ‘’demokrasisi’’ veya demokrasiden anladığı budur. Bu da demokrasi değil, faşizmdir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da hüküm süren tek adam sultasının Olağanüstü Hal ve Kanun Hükmünde Kararnameler yönetimiyle yasallaştırdığı ırkçı-şoven koyu faşist diktatörlükten başka bir şey değildir.
‘’Seçimle gelen Reisin demokrasisiyle gider.’’ ‘’Milli irade Reisin iradesidir, daha iyimseriyle Reise biat eden iradedir.’’ Bunun dışında hiçbir eleştiri, hiçbir muhalefet ve ayrık sese tahammül edilemez. ‘’Konuşacaksan parlamentoya gel ama parlamentoda benim dediklerime aykırı konuşursan milletvekili olarak tutuklanman haktır.’’ ‘’Muhalefet olarak beni ve faşizmimi onaylamaz ve desteklemezsen mahkeme kapısı seni bekler…’’ İşte Erdoğan’ın tasavvur ettiği başkanlık sisteminin aslı astarı ve faşizminin niteliği budur, bu kadar Şefçi-Reisçidir.
İktidar hakkında faşizm değerlendirmesinde bulunmanın çıplak gerçeği ifade etmenin ötesinde bir anlam taşımadığını biliyoruz. Yaptığımız tespit değil, yapılmış tespit ve çıplak gerçekliğin ifade edilmesidir. Fakat bu faşist diktatörlüğü deşifre etmek yarattığı ve yaratacağı sonuçları açıklayarak çıkarılacak tecrübeler ışığında yönelim belirlemek açısından önemlidir. Dolayısıyla faşist dalganın hız kesmeden ta ki hayal ettiği toplumsal sistem ve tekçi tek adam sultasını oluşturana dek devam edeceğini bilerek tedbir ve savunma unsurları ihmal etmeden almak ve elbette ki gerekli olan mücadele ve direniş tavrını örerek geliştirmektir. Faşizmin azgınca saldırıları ve bu saldırıların ağırlaşarak devam etmesi, yani bugün milletvekilleri ile belediye bakanlarının tutuklanması basın ve derneklerin kapatılmasına dek uzanmış olan azılı faşizm dalgası, tedbir-savunma adına kaçıp saklanmak değil, karşı mücadelenin geliştirilmesi esasına uygun olarak ele alınmak durumundadır. Elbette gerekli olan tedbirlerin alınması devrimci mücadele ve güçlerin korunması için kaçınılmazdır. Ancak bu, kaçıp saklanmak değil, bilinçli ve planlı politikalarla devrimci mücadele ve hareketin süreklilik kazanması zemininde ele alınmasını gerektirmektedir.
Özellikle bugün milletvekilleri ve belediye başkanlarının tutuklanması, basın ve derneklerin kapatılması biçiminde tanık olduğumuz azgın boyutlara ulaşmış faşist dalganın, sosyalist ve devrimci güçlerin ‘’yer altını’’ esas almasını bir kez daha en çıplak biçimde ortaya koymaktadır. Devrimci çalışmada zaten stratejik ve ilkesel bağlamda esas olan ‘’yer altı’’ çalışması bugün açık alan demokratik mücadele kurumları ve örgütlenmelerinin kapatılmasıyla ok daha vazgeçilmez bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette bu, açık alan demokratik mücadelesini paydos ederek derhal ve toptan yer altına çekilme olarak ele alınmamalı, alınmaz. Bilakis, açık alan demokratik mücadele biçimlerinde gerekli direniş ve mücadeleler sonuna kadar sebatla sürdürülmeli, sonuna kadar mücadele edilmelidir. Çekilme bu tavırdan sonra mümkün olmalıdır.
Faşizm tespiti üzerinde yürütülen tespitler ile ilgili diğer önemli bir mesele de, sosyalist, devrimci güçler dışında, faşizmin mağduru olarak iktidar karşıtı kesimlerin oluşturduğu geniş bir demokratik cephenin birikim ve dinamik sağlaması gereğidir, bunun görülmesi gerekmektedir. Ki, bu süreç ilgili hayallerle faşizmi azgınca sürdürmekte sakınca görmeyen mevcut iktidarın esasta kendi mezarını kazdığı da görülmek durumundadır. İktidar karşıtları ve düşmanları her baskı ve faşist saldırganlıkla günbegün büyüyüp gelişmektedir. Bu baskılar altında oluşan potansiyel ve dinamik bu iktidarın yıkılmasına giden yolu döşemektedir. İktidar kendi eliyle bunu hızlandırmaktadır.
Ne ki, bu iktidar ve mensubu olduğu sınıflar iktidarı ve devletini yıkacak olan mücadelenin, ‘’yer altı’’ esaslı silahlı mücadele ve onun günümüzdeki ileri biçimi olan Sosyalist Halk Savaşı olduğu unutulamaz. Bu bağlamda yönümüzü Sosyalist Hal Savaşı siperlerine çevirmek zorunlu ve en devrimci yoldur. Faşizme karşı mücadelenin her biçim ve alanda geliştirilmesi es geçilemez görevdir. Bunun taşlandırılması devrimci savaştır!