HABER MERKEZİ (04.07.2014)-
Sömürgelerde emperyalist siyasetin özü
Çok kutuplu emperyalist dünyanın esasta ABD eksenli emperyalist bloğu, Çin ve Rusya eksenli Şanghay Beşlisi ve AB emperyalist blokları arasında bölüşüldüğünü ve emperyalistler arası çelişki ve savaşların da bölgesel düzeylerde bu şekilde yansıyarak devam ettiğini ifade edebiliriz. Bugün dünyanın değişik coğrafyaları ve bölgelerinde yaşanan çelişki ve savaşların esas olarak doğrudan çok kutuplu emperyalist bloklar arası çelişki ve savaşların ürünü olarak geliştiğini vurgulamak isteriz. Genel olarak bu durum doğruyken tali ya da cılız da olsa ilerici, meşru ve devrimci mücadele ve savaşların hiç olmadığı ya da yaşanmadığını söylemiyoruz. Meselenin bir yanı buyken bir de emperyalist- kapitalist sisteme karşı komünist ve devrimci ilerici güçler önderliğinde dünyanın bazı bölgelerinde farklı nitelik ve çapta karşı isyanlar ve mücadeleler mevcuttur. İlerici Rojava Özerk yönetimini de bu kapsamda değerlendirmekteyiz. Yani haklı ve meşru mücadele ve savaş sonucu Batı Kürdistan’daki Kürt ulusunun PYD önderliğindeki kendi kaderini tayin hakkı anlamında son derece meşru ve demokratik Rojava Özerk yönetiminin gerçekleştiğini söyleyelim.
Uluslararası emperyalist devletlerin kendi aralarındaki rekabet, çelişki ve savaşların bölgesel ve her bir yerel düzeydeki varlığı-yüz, yüz elli yılı aşan- eskiden beri var olan bir durumdur. 1916’da İngiliz ve Fransız emperyalistleri kendi aralarında Osmanlı devletini bölmek için Sykes- Picot Anlaşması imzalamış ve bunu hayata geçirmişlerdir. Daha sonra ABD’nin önderliğindeki emperyalist blok Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve akabinde Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP)’yle Ortadoğu konseptlerini sürekli yeni koşullara göre geliştirmiştir. Ortadoğu’ya yönelik BOP ilişkin dönemin ABD dışişleri bakanı Condolezza Rice “24 ülkenin sınırları ve rejimi değişecek’’ şeklindeki açıklaması da şimdiki gelişmeleri anlamak için belirli veriler sunmaktadır. Rus ve ABD emperyalistlerinin Müslüman ülkelerdeki işbirlikçi Baasçı rejimleri iktidara taşımaları, Müslüman Kerdeşler, İslami Cihad, Taliban, Hizbullah vd örgütlenme ve hareketlerin bizzat desteklenerek rakip emperyalist devletlerin ve her bir coğrafya ve bölgedeki etkinliklerini zayıflatmak ve ortadan kaldırmak için karşılıklı savaşları, El Kaide tehlikesi argümanlarıyla küresel düzeyde güçlendirilerek uluslararası emperyalist devletlerin küresel hegemonyası için manipülasyonlar yaratılarak saldırı ve işgallerin daha fazla ‘meşru’ hale getirilerek bilfiil saldırıların gerçekleştirilmesi vb vd gelişmeler aşikar bir durumdur. Bugün Ortadoğu’da Irak, Suriye, Lübnan, Afganistan gibi ülkelerdeki değişik inançlara ve mezhep farklılıklarını kullanarak çatışmalar ve savaşlar yaratarak çok kutuplu uluslararası emperyalist blokların etkinlik kurma yönelimi tüm yoğunluğuyla sürmektedir. Sünni ile Şii, Türkmen ile Kürt, Alevi ile Sünni, Alevi ile Selefi, Müslüman ile Hristiyan, Müslüman ile Yahudi vd inançlar ve mezhepler arası çelişkilerin körüklenerek emperyalist hegamonyanın icrası için Ortadoğu ve dünya genelinde özgün farklılıklarıyla şiddeti boyutlandırarak kullanılmaktadır.
Ortadoğu’da emperyalistlerin itici güçleri!!!
Bilindiği gibi 11 Eylül 2001’de Amerika’da İkiz Kulelere yönelik saldırıların hemen akabinde başını ABD emperyalizminin çektiği ve diğer emperyalist bloklarında bu yörüngeye dahil olarak ‘terörizme karşı topyekün savaş’ adı altında başlatılan saldırı kampanyası sonucu Afganistan işgalinden tutalım da Irak, Libya vb ülkeler ve diğer birçok coğrafyaya yönelik ekonomik ve politik girişimleri Suriye, Ukrayna, Irak özgüllerinde artarak devam etmektedir. Bura ülke ve coğrafyalarında birden fazla milliyet ve oldukça çeşitli inançlara mensup kesimlerin olması uluslararası emperyalist çok kutuplu bloklar arası rekabet, çelişki ve savaşların gerekçesi olarak kullanılmak için adeta biçilmiş kaftan biçiminde olup, bu saldırganlığa güçlü bir zemin sunmaktadır. Tabii ki bu emperyalistlerin bakış açısı olan bir durum,bunun altını çizelim…Zira Ukrayna’da birden fazla milliyetin varlığı ve eşitsizliklerin devamı, Suriye’de Esad’ın azınlık diktatörlüğü ve yine birden fazla milliyet ve oldukça değişik inançlar arası eşitsizliklerin sürmesi, Irak’ta aynı şekilde birden fazla milliyetin yaşadığı ve farklı inançlar arası çelişki ve savaşların varlığı koşulları tabii ki çok kutuplu emperyalist bloklar arası ekonomik ve politik çıkarları için kullanılan gerekçeler olarak hayata geçirilmiştir. Yoksa Ukrayna’nın doğusundaki farklı milliyetlerin bölgesel özerklik ya da yerel kendi kendini yönetim mekanizmaları, Kırım’ın bağımsızlığı, Güney Kürdistan Özerk Yönetimi, Rojava Özerk Yönetimi vd ezilen ve sömürülenlerin kendi kaderlerini tayin hakkı bağlamında her ne kadar sınırlı ve dar kapsamdaki içeriklerine karşın, son derece haklı ve meşru temeldeki kendi kaderlerini tayin etmeleri gayet anlaşılır bir durumdur. Ancak mevcut süreçteki uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak çok kutuplu dünyanın emperyalist blokları arasında da bu derinleşme ve merkezileşmeye koşut olarak geliştirilen bölgesel düzeylerdeki savaşların gelişme gösterdiği de görülmek durumundadır. Bu düzlemde ABD emperyalist bloğu güdümündeki Barzani önderliğindeki KDP, Talabani önderliğindeki KYB ve Talabani’nin Irak cumhurbaşkanlığına getirilmesi, Maliki önderliğindeki Şiilerin Irak’taki merkezi yönetimin başına getirilmesi, AKP önderliğindeki Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Sünni Türk İslam bayrağı altındaki etkinliğinin arttırılması gayet manidardır. Esad’a ve tabiiki Rusya’ya karşı, muhalefetin bir araya getirilerek Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) vb adlarıyla örgütlendirilerek harekete geçirilmesi, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ve El-Nusra çetelerinin bizzat ABD ve AB emperyalist blokların rızası ve organizesiyle Katar, Suudi Arabistan ve Türk devleti tarafından finanse edilerek insan unsuru başta olmak üzere toplantı, transfer ve ulaşımı, silah ve teknik donanımı vb Rus emperyalist bloğuna ve bunun Suriye’deki Esad azınlık diktatörlüğüne karşı savaştırılması kaçınılmaz olandır. İslami Kardeşlere karşı topyekün harekete geçilerek Mursi’nin devrilerek Sisi’nin iktidara ve cumhurbaşkanlığına getirilmesi, Libya’da bir türlü istikrarın sağlanamaması gerçekliği… Suriye’ de Rus ve Çin emperyalist bloğu güdümündeki Esad önderliğinde Baas rejiminin diktatörlüğü, IŞİD ve El Nüsra’nın Esad karşısında Suriye’de görece askeri başarısızlığı ve özellikle Cenevre Konferansı 1-2’deki Rus emperyalizmin ve Esad’ın etkinliğinin siyasal manevra vb üzerinden artarak devamı mevcut durumun özetidir. Bütün bu gelişmeler karşısında ABD emperyalist bloğunun Ortadoğu’ya yönelik etkinlik kurmak için manevra yaparak Arabistan ziyareti paralelinde El Nusra’yı ‘terörist’ örgütler listesine dahil etmeleri, akabinde Türk devletinin de çaresizlik içerisinde El- Nusra’yı aynı şekilde değerlendirmeye gitmesi ve hatta kısa bir süre önce 1 ay içerisinde bu listeden çıkarıp bir daha listeye dahil etmesi, IŞİD ve El- Nusra’nın Batı Kürdistan’daki Kürt ulusu başta olmak üzere Suriye’de Türkmen vd milliyetler ve çeşitli inanç kesimlerine yönelik saldırıları ve katliamları, IŞİD’in ayan beyan ABD ve kuklaları Arabistan, Katar ve Türk devleti tarafından besiye çekilerek kullanıldıkları ortadayken şimdilerde ‘terörist’ listesine dahil etmeleri, İran ile Arabistan ve Türk devleti arasındaki görüşmeler, karşılıklı jestler ve iltifatların beyanı, IŞİD’in Felluce’den sonra Musul’u ele geçirmesi vb, vd bütün gelişmelerin günümüz objektif koşullarındaki çok kutuplu emperyalist bloklar arasındaki rekabet, çelişki ve savaşların doğrudan bölgesel düzeylerde yansıması olarak kavranmak durumundadır.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı
El- Nusra’nın bütün emperyalist güçler tarafından ‘terörist’ ilan edilmesinin aldatıcı yanı görülmelidir. IŞİD’in de ABD ve AB emperyalist blokları tarafından bizzat kullanılması göz önüne alındığında daha yeni ‘terörist’ listesine dahil etmeleri aslında gayet açık olan gerçek durumlarını gösterir niteliktedir. Özellikle ABD ve AB emperyalist blokları, Rusya ve Çin emperyalist bloğundaki güçlerin ve bu kapsamdaki İran’ın etkinliğinin artması karşısında çeşitli siyasi manevralar geliştirerek etkinliğini arttırmak istemektedir. Buradan hareketle Maliki ile Barzani arasında petrol vb üzerindeki ekonomik çıkarlar eksenli gelişen husumete yönelik ve adeta savaşa ramak kala, eksen kaymasına gitmeden IŞİD’in daha fazla devreye sokularak bu husumeti minimalize etme girişimi olarak da görebiliriz. Zira Rus ve Çin emperyalist güçleri İran üzerinden Ortadoğu’da daha fazla başat bir güç olma yolunda yoğunlaşmışken, Güney Kürdistan’da Barzani önderliğindeki Özerk Yönetimin Türk devletiyle petrol transferi anlaşmalarına girip aktarıma başlamış ve Irak’daki Maliki yönetiminin buna itiraz edip uluslararası mahkemelere başvurmuşken, zaten hali hazırda var olan Irak’taki Sünni örgütlenme ve çetelerin daha fazla harekete geçirilerek karşılıklı husumet içerisinde olan iki uşak kesimin birbirlerine kerhen de olsa yakınlaşmasını sağlamanın koşulları zorlanmaktadır. Nitekim Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinin öngünlerinde Irak resmi yönetimi ve Güney Kürdistan yönetimi arasında yakınlaşma ve bir arada olma yönlü girişimlere başlamış ve Musul gerçekliği de bu durumu hızlandırmıştır. Böylesi bir koşulda Musul’un IŞİD tarafından ele geçirilmesi akabinde, Maliki önderliğindeki Irak ordusunun geri çekilip, Kerkük’ün bir silah dahi patlatılmadan Güney Kürdistan Yönetimine mensup Peşmergelere teslim edilmesi de aynı şekilde emperyalistler arası çelişki ve gelişmelerden bağımsız ele alınamaz. Kısa bir süre önce kanlı bıçaklı bir halden karşılıklı jestler ve ortak çıkarlar eksenli bir arada olunarak sözde IŞİD’e karşı gelme yönelimi, öylesine basit gerekçelerle açıklanacak bir durum değildir. Haıtrlatma babında 2004 yıllarında Barzani ile Irak federe yönetimi arasında bizzat ABD emperyalizmi denetiminde yapılan 10 yıllık anlaşma gereği Güney Kürdistan Özerk yönetimi kabul edilmiş, fakat Kerkük başta olmak üzere bazı bölge ve alanlar ise tartışmalı halde kalmıştı. Ve özellikle bu yıl içerisinde Barzani’nin ayrı bir devlet olarak uluslararası arenada var olma yönelimi Maliki yönetimindeki Irak federe yönetimi tarafından oldukça yoğun bir tepkiyle karşılanmış ve kesinlikle kabul edilemeyeceği beyanlarıyla restleşmeye gidilmişti. Tam da böylesi bir süreçte Güney Kürdistan Özerk yönetimi ile Türk devleti arasındaki petrol anlaşması ve transferi de Maliki yönetimindeki Irak federe yönetimini daha da kızdırmış ve karşılıklı askeri güç kullanma beyanlarıyla ipler iyice gerilmişti. Bu durum fazla sürmemiş ve Musul’un IŞİD tarafından kolayca ele geçirilmesi karşısında husumetin yumuşamaya evrilerek IŞİD’e karşı ortak politika ve birlikte savaşa ve savunmaya kadar gidilmiş ve hatta Kerkük’ün Peşmergelere tepside sunulur gibi servis edilmesi de bizzat emperyalist politikalar ve projelerden bağımsız ele alınmaması gereken gelişmeler olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Batı Kürdistan’daki PYD ve Kuzey Kürdistan’daki PKK güçlerinin de IŞİD’e karşı Güney Kürdistan’a destek beyanlarıyla dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğratılan Kürdistan’ın birleşme ihtimalini de biraz daha fazla güncellemiştir. Zira Rojava Özerk yönetimiyle zaten her bir parçadaki gelişmelerde Kürdistan’ın birleşme ihtimalinin geçmiş süreçlere göre daha fazla güncel bir durum haline geldiğini göstermekteydi. Emperyalist devletlerin ellerinde bir kart olarak dört parçaya bölünen Kürdistan’ın her bir parçasını da kapsayacak toplamda kendine bağımlı bir Kürdistan konsepti de ihtimaller dahilinde görülmelidir. Yalnız bu emperyalist konsept içerisinde bir türlü entegre olma yolunda belirli sakıncalar ve tehlikeleri içeren özellikle PKK’nin emperyalist projeler ekseninde eritilerek uluslararası emperyalist çok kutuplu dünya sistemine ve onun burjuva medeniyetçi paradigmalarına entegre edilmesi süreci dayatılmaktadır. Aynı şekilde Batı Kürdistan’daki PYD’ ye de dayatılan bu konsepttir. Bütün bunların birer nüvesi olarak Sünni Türk İslam bayrağı altında tekçiliğin yeniden üretimi sürecinin parçası olarak ‘demokratikleşme, açılım, Kürt açılımı, demokratik çözüm, barış’ vs gibi aldatmaca ve manipülasyonlarla Kürt Ulusal Hareketi’ne dayatılan politikaları da bu eksende kavramak durumundayız. Hiç kuşku yok ki Barzani ve Talabani önderliklerindeki Kürt ulusal gerçekliği çoktan bu konsepte tav olmuştur. Şimdi sırada PKK ve PYD güçleri söz konusudur. Dolayısıyla tekçiliğin ve bu kapsamdaki tabii ki ezen Türk ulusunun çıkarları ya da imtiyazları korunarak eşitsizliklerin hüküm sürdüğü bir ‘çözüm’, tam da çözümsüzlük ve tasfiye de derinleşme durumu olacaktır. Ayrı bir devlet kurma hakkından vazgeçme durumu açık ki tekçiliğe ve eşitsiz bir konsepte rıza göstererek geri bir statükoya çakılıp kalmadır. Sözde ulus devlet konseptine ve uygarlıkçı paradigmaya karşı gelme adına tam da tekçiliğe boyun eğme ve bizzat emperyalist kapitalizmin esaretine kendini kaptırarak özgür iradeyi yitirerek özgüven ve özgücünü kaybetmiş bir bağımlılık ilişkisine girmek olacaktır. Bu şekilde demokratik komünal ve ekolojik bir toplum yaratma ham hayaldir.
Proleterya ve ulusal kurtuluş hareketi
Son güncel gelişmeler karşısında özellikle ABD emperyalizmi başta olmak üzere Güney Kürdistan Özerk yönetimi, Türk devleti ve PKK ile PYD’nin bazı politikalarında ortak eğilimlerin geliştiğini de görebiliriz. ABD emperyalizmi Maliki dışında da Irak’ta alternatiflerin olabileceğini ve Maliki’siz bir çözümün de gündemlerinde olduğunu dile getirirken, Barzani ise Irak’ta Sünnilerin de kendilerinde olduğu özerk bir yönetimin olabileceğini, Türk devleti de aynı şekilde Irak’taki Şiiler, Sünni ve Kürtlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin hakkı olduğunu dillendirmektedir. Bu noktada PKK ve PYD’nin de bilindiği gibi demokratik özerk yönetim kapsamındaki görüşleri ayan beyan ortadayken sürecin gelişen bu yönü de görülmek durumundadır. ABD emperyalizminin BOP ve GOP projeleri kapsamındaki yönelimi de dikkate alındığında, Ortadoğu’ya ilişkin yeni emperyalist politikaların devreye sokularak geliştirileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Saddam sonrası Irak’ta zaten Sünni, Şii ve Kürt keismlerinin ağırlıkta olduğu bölge ve alanların korunarak- zaten geçmişte de var olan bu yoğunluğun-bugünlere kadar geldiği bilinmelidir. Bugün IŞİD’in güçlü bir Sünni tabana dayanarak gelişmesinin arka planında yatan gerçekleri de görmek durumundayız. Bunun bir tarihsel geçmişi ve kitle temeli olduğu unutulmamalıdır. Bağdat ve Hewler yönetimlerinin bizzat ABD emperyalizmin eliyle yönetim dışına ittiği Sünni Arap toplumuna dayanarak IŞİD etkinlik sağlamıştır. Musul’dan başlattığı saldırılarını Irak’ın tüm Sünni Arap bölgelerine yayarak genişletmiş durumdadır. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’yla birlikte özellikle savaşın galibi İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin güdümünde oluşturulan ve çizilen Ortadoğu siyasal coğrafyası ve tabii ki Irak ve Suriye fiilen eski statükosunu yitirmiş durumdadır. Daha şimdiden Irak üç parçaya bölünmüş durumdadır. Bu durum Suriye’de de aynı şekilde hızla ilerlemektedir.
1.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hemen bitiminde Ortadoğu’ya emperyalist devletler tarafından dışarıdan bir ulus-devlet dayatmasıyla oluşturulan sınırlar, Kürdistan ve Arabistan başta olmak üzere birçok coğrafyanın parçalanarak sınırların oluşturulmasına dayanıyordu. Ve fakat ulus-devletçi paradigmalar eksenli statükoyla sürdürülemez ve istikrarın sağlanamaz bir hal alması karşısında derinleşen ve merkezileşen uluslararası emperyalist sermaye daha rahat ve serbest dolaşacağı ve daha çok kar elde etmek için dünya genelinde olduğu gibi Ortadoğu’ya yönelik de BOP, GOP vs çeşitli projeler öngörmüşlerdir. Şimdi yaşanan gelişmeleri belirli boyutlarıyla bu kapsamda da ele alarak görmek ve değerlendirmek gerekmektedir. Özellikle yakın tarihimizdeki Kürt isyanları ve son yıllardaki yerel diktatörlüklere karşı Arap halklarının isyanı ve mücadelesiyle yaşanan gelişmelerde göstermiştir ki dünya ve Ortadoğu değişmektedir. İçerisinden geçtiğimiz somut ve güncel gelişmelerle nesnel gerçeklikler göstermektedir ki, tarihi haksızlıklara uğrayan Ortadoğu halkları, ezilen uluslar ve azınlıkları, ezilen inanç grupları kendi kaderlerini her ne kadar dar çerçeveli taleplerle de olsa belirli boyutlarıyla kendileri çizmek istemektedir. Bu kapsamda dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğrayan Kürt ulusu ve Kürdistan’ın birleşme ihtimali şimdi daha da güncel olarak diridir. Bu bilinçle Maoist Komünistler olarak bağımsız birleşik Sosyalist Kürdistan bayrağını kaldırıyoruz. Aynı şekilde Sünni Arapların da kendi bölgesel özerklik ve yerel kendi kendini yönetim örgütlenmelerini savunmaktayız. Genel olarak milli meseleye ilişkin temel şiarımız; bütün uluslar için tam hak eşitliği, ulusların kendi kaderini tayin hakkı, bütün ulus ve milliyetlerden işçi ve emekçilerin birliğidir.
Yakın tarihsel süreçlerdeki gelişmelerle özellikle İran’ın, Irak, Suriye ve Lübnan Hizbullah’ına kadar uzanan etkinliği artmıştı. Rusya ve Çin emperyalist bloğun yörüngesindeki İran eksenli oluşan Şii kordonu karşısında başını ABD’nin çektiği emperyalist bloğun yörüngesindeki Suudi Arabistan, Katar ve Türk devleti üzerinden de bir El Kaide, El Nusra, IŞİD vb ile birlikte Sünni- Selefi kordonu oluşturma girişimleri olarak da kavramak gerekmektedir. IŞİD’in son saldırıları ve ilerlemeleri karşısında Türk devleti ile Güney Kürdistan yönetiminin yumuşak tutumları dikkate alınmalıdır. IŞİD’e Musul’un verilerek Kerkük’ün alındığı yönlü bir zımni anlaşmanında olduğu-olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bir kaç güç öncesinde ABD emperyalizminin dışişleri bakanı John Kerry Maliki’nin 1 Temmuz’da Sünni ve Kürtlerle yeni hükümetin kurulması sözü verdiğini kamuoyuna servis ederek “Irak varoluşsal bir tehditle karşı karşıya ve Irak’ın liderleri bu tehdidi gereken aciliyetle yenmeli. Irak’ın istikbali, gelecek gün ve haftalarda yapılacak tercihlere bağlı’’ dedi. Maliki’nin akıbetinin de kendisini destekleyen İran ve onun da arkasında yer alan Rus-Çin emperyalistleri ile ABD arasındaki pazarlıklarının belirleyici olacağını söyleyebiliriz.
İçinde bulunulan aşamada devrimci perspektif
Bütün bu farklılıkların varlığı kuşkusuz her bir renkten, milliyetten ve mezhepten kesimlerin kendi kaderlerini tayin hakkı anlamında bölgesel ve yerel kendi kendini yönetim mekanizmaları son derece meşru, demokratik ve doğru bir durumu ifade etmektedir. Rojava Özerk yönetimi de bu kapsamda ilericidir ve meşrudur. Bizim bu perspektifi dile getirirken, çok kutuplu emperyalist blokların kendi ekonomik politikaları çerçevesinde çıkarlarına uygun olarak bağımlılık ilişkilerini geliştirecek yönelimine, anlayış ve pratik politikalarındaki tehlikelere dikkat çekmemizi de vurgulamak isteriz. Bizzat emperyalist kapitalizmin yarattığı tarihsel ve güncel somut olumsuzlukların farkına vararak emperyalist güçlerden medet umulmadan, kendi bağımsız bayrakları üzerinden özgürlük ve kurtuluş mücadelesi verilerek özgür iradelerini doğru temelde maddileştirmelerini istemekteyiz. Fakat bütün bunlara karşın emperyalistlerle işbirliği yaparak dahi bir irade beyanı ortaya koysalar da ve bunu kendi tercihleri olarak görsek de gerici ilişkileri deşifre edip doğru temelde olması gerekenleri de dile getirerek ideolojik mücadele yürütmemiz gerekliliğini vurgulamakla yükümlüyüz. Ortadoğu’nun hangi bölgesi, coğrafyası ya da ülkesinde olursa olsun ezen ulus şovenizmine asla prim verilmemelidir, ezilen ulus ve milliyetlerin hakları dikkate alınarak bir değerlendirme ve yönelimde bulunulmalıdır.
Irak, Güney Kürdistan, Suriye’de yaşananlar çok kutuplu emperyalist bloklar arasındaki bölgesel savaşların doğrudan yaşandığı gerçekliğini belirtirken başka bir objektif gerçeklik de bizzat buralarda iktidarsız iktidarların olduğudur. Buralardaki işbirlikçi uşak rejimler, göbekten uluslararası emperyalist devletlere ve bloklara bağlıdır. Bu gerçekliktendir ki çözümü emperyalist efendiler arası görüşme ve girişimlerde görmektedirler. İstisnasız olarak hepsinin ağzı açık pür dikkat kulaklarını, emperyalist efendilerinin ağızlarından çıkacak politikalara bakarak hazır ve nazır halde beklediklerini söyleyebiliriz.