HABER MERKEZİ (02.09.2016)-Bölgemizde yaşanan yoğun siyasal gündem: Suriye’de süre giden emperyalist çıkar ve çatışma durumu; 15 Temmuz’da fiili bir çatışmaya dönüşen Türk hâkim sınıf klikleri arasındaki çelişkiler ve bu süreçte her türlü baskı ve zulme muhatap olan politik tutsaklar. Egemen güçlerin tarihin her kesitinde, kendi gerici iktidarları için tehdit olarak gördükleri toplumsal güçlere karşı geliştirdikleri saldırı politikalarının günümüzdeki en sinsi, tehlikeli araçlarının başında kuşkusuz hapishaneler geliyor. “Demokrasi beşiği” ABD’den, “Modern dünya” AB’ye, Rusya’sından, İran’ına kadar emperyalist-kapitalist sistem, bütün dünyayı tam bir açık cezaevine çevirmişken, fiili tutsaklık altında olan milyonlarca insan ise ağır tecrit ve tredman altında “ıslah edilerek topluma faydalı bireyler haline” getirilmeye çalışılıyor.
Faşist Türk devleti kuruluşundan bu yana bir yandan komünist-devrimci-ilerici güçlere, Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, Kadın ve LGBTİ’lere dönük her türlü soykırım ve katliamı reva görürken, diğer yandan hapishaneleri hedef haline getirmektedir. Ülkemizde hapishaneler, sınıf mücadelesinin en önemli alanlarından birisidir.
Türkiye-Kuzey Kürdistan hapishanelerinde şimdiye değin yüzlerce tutsak yaşamını yitirmiş, birçok katliam yaşanmış ve birçok kez açlık grevleri, ölüm oruçları eylemleriyle politik tutsaklar önemli direniş süreçlerini örgütlemişlerdir. Bu katliam ve direniş gerçekliğinin en son ve aktüel olan, hafızalardaki yerini koruyan 19-20 Aralık hapishaneler katliamı ve F Tipi saldırısıdır.
Faşist Türk devleti hâkim sınıf klikleri arasında her dönem süregelen mücadele, AKP-Gülen Cemaati arasında yaşanan çelişkiyle ayyuka çıkmış ve 15 Temmuz 2016 tarihinde fiili bir çatışmaya dönüşmüştür. Her iki gerici gücün bütün söylem ve propagandalarına karşın, faşist, halk düşmanı nitelikleri aynıdır. Gerici iktidar pastasından pay alma ekseninde gelişen tüm bu çelişki ve çatışmalardan ezilen-emekçi halk kitleleri lehine bir beklenti içine girmek doğru değildir. Diğer bütün meselelerde olduğu gibi yaşanan bu son güncel gelişmede ilk bakmamız gereken yer hapishanelerdir. AKP iktidarı döneminde “demokrasi-özgürlük” yalanı yanında, baskı politikalarının en uç uygulama alanı yine hapishaneler olmuştur. AKP’nin hükümete geldiği ilk yıllarda 60 bin olan toplam tutsak sayısı, 2016 yılı itibariyle 200 bini aşmıştır. Hapishaneler bir yandan politik güçler üzerinde tam bir baskı ve sindirme aracıyken, diğer taraftan on binlerce adli tutuklu gerçekliğiyle, sistem tarafından yaratılan toplumsal çürümenin en önemli verilerindendir. Hırsızlık, soygun, gasp, talan, taciz, tecavüz ve katletme geleneğinin bir devlet politikası olarak ayyuka çıktığı bir coğrafyada farklı bir tablo beklemek mantıklı olmazdı. Ülkemizde özellikle F tipi hapishanelere geçiş süreciyle beraber tutsaklar üzerinde ağır bir tecrit ve teslim alma politikası geliştirilmiştir. Bu gerici-faşist politikalar, 15 Temmuz sonrası ise tam bir işkenceye dönüşmüş ve hapishaneler faşizmin dilediğince at koşturduğu alanlar haline getirilmeye çalışılmaktadır. Özellikle ağır hasta tutsakların durumu, her gün yeni bir ölümün yaşandığı bir sürece evirilmiş durumda. Politik tutsaklar üzerinde geliştirilen bu faşist baskı ve zulüm politikaları elbette tesadüfî ya da dönemsel bir şey değildir. Bilakis faşizmin her dönem kesintisiz devam eden gerici politik hattıdır hapishaneler politikası.
Baskı ve İşkencede Yeni Uygulamalar
15 Temmuz 2016 sonrası ilan edilen OHAL ve çıkartılan KHK’lar kuşkusuz AKP-Erdoğan iktidarının ekonomiden-siyasete, askeriyeden-yargıya değin geniş bir yelpazede devleti kendi gerici çıkarları ekseninde yeniden şekillendirdiği bir sürece dönüştü. Bu sürecin sorunsuz bir şekilde yürütülebilmesi içinse başta komünist-devrimci-ilerici güçler olmak üzere, engel olarak gördüğü bütün kesimleri tasfiye edip, teslim alması gerekiyor. Bu tasfiye operasyonu dışarıda her türlü baskı ve katliamla paralel giderken, diğer yandan ise binlerce kişinin tutuklanıp hapishanelere konulup, etkisizleştirilmesi hedefleniyor. 15 Temmuz sonrası “FETÖ üyesi” iddiasıyla on binlerce kişi gözaltına alınıp, binlercesi tutuklansa da yapılan yasal düzenlemeler ve geliştirilen politikaların stratejik olarak devrimci-ilerici güçleri hedeflediği şüphe götürmez bir gerçekliktir. 15 Temmuz sürecinde gözaltına alınan, tutuklanan kendi asker-polislerine uyguladıkları işkence, taciz ve tecavüz gerçekliği bir kez daha nasıl bir faşist-gerici devlet gerçekliğiyle karşı karşıya olduğumuzun resmini vermektedir. 15 Temmuz bahanesiyle ilan edilen OHAL süreciyle beraber politik tutsaklar üzerinde baskı kat be kat artmış durumdadır. Daha öncesinde tecrit altında birçok baskı politikasıyla muhatap olan politik tutsaklar, 15 Temmuz’un ilk “kurbanları” olarak seçildi. 15 Temmuz’dan sonra bütün hapishanelerde avukat, aile, telefon görüşmeleri kimi yerlerde iki kimi yerlerde ise üç gün boyunca iptal edildi. Hayata geçirilen bu politik saldırı, sonrasında ise farklı yöntemlerle devam ettiriliyor. Sürgün sevklerden, çıplak aramaya, koğuşların keyfi şekillerde basılıp tutsakların eşyalarına el konulmasından, kitap vb. materyalleri bulundurmaya dek geniş bir yelpazede tam bir işkence süreci işletiliyor. 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL ve çıkartılan KHK’ler ile hapishanelerde uygulanan bazı politikalar şunlardır: Tutsakların aileleriyle ayda bir yaptıkları açık görüş hakları iki ayda bir defa yapılmak üzere değiştirildi; haftada bir olan telefonla görüşme hakkı iki haftaya çıkartıldı, mektup hakkında önemli kısıtlamalara gidildi. Zaten büyük sorunlar eşliğinde uygulanan ortak sohbet, spor ve ortak kullanım haklarına dair haklar büyük oranda ortadan kaldırıldı. Herhangi bir zaman sınırı konulmayan avukatla görüşme hakkı, yapılan düzenlemeyle mesai saatleri içerisinde ve kamera-ses kaydı ve gardiyan gözetiminde yapılacak. Temizlik malzemelerine kısıtlama; koğuşlara ani baskınlarla tutsaklara işkence yapılıp, hücre cezaları verilmesi ve en sonu yeniden adım adım tek tip elbise dayatmasının gündemleşmesi. Kuşkusuz yukarıda kısaca özetlediğimiz bu saldırı politikaları münferit ya da belirli hapishanelerde hayata geçirilen politikalar değil, aksine bütün hapishanelerde politik tutsaklara sistematik olarak uygulanan politikalardır. Bu politikalarla hapishanelerdeki bütün politik tutsaklar tümden teslim alınıp, etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Yine çeşitli hapishanelerde bulunan ağır hasta tutsakların durumu ise en acil problem olarak önümüzde duruyor. Birçoğu ölüm sınırında olan ve kesinlikle dışarıda, nitelikli bir sağlık kontrolü altında yaşaması gereken birçok hasta tutsak, hapishane koşullarına ölüme terk edilmiş durumda. Kadın tutsakların ise hapishanelerde yaşadıkları dışarıda kadınların yaşadıkları sorunlara paralel kat be kat daha ağır bir şekilde. Erkek egemen zihniyetin kadın üzerindeki gerici-faşist-tecavüzcü bakış açısı ve pratiği hapishanelerde katmerli şekilde kendisini dayatıyor. Kadın tutsakların yaşadıkları tecrit ve tredman saldırısının işkenceye dönüşen bir diğer yanı ise, taciz-tecavüz olaylarının yoğun bir şekilde önemli bir tehdit unsuru olarak devreye sokulmasıdır. Çıplak arama, hücre cezası, taciz, küfür, hakaret ve en sonu açık tecavüz tehditlerine varan kadın tutsaklar gerçekliği acil olarak çözülmesi gereken sorunların başında geliyor.
Hırsızı, Katili, Tecavüzcüyü Dışarı Çıkart, Politik Olanı İçeri Al
AKP döneminde hapishaneler kapasitesi dolup-taşmış durumda. Yapımına başlanan ve planlanan yeni hapishane projelerine rağmen, mevcut durum tutsak sayısını karşılamakta yetersiz. Yukarıda kısaca belirttiğimiz gibi bir yandan binlerce komünist-devrimci-ilericinin tasfiyesi amacıyla hapishanelere konulması, diğer yandan yaşanan toplumsal çürümeye paralel, hırsızlık, gasp, taciz, tecavüz, öldürme olaylarında yaşanan büyük artışla beraber hapishaneler TC tarihinin en kalabalık dönemini yaşıyor. 15 Temmuz sonrası “FETÖ üyesi” olduğu gerekçesiyle binlerce kişinin tutuklanması sonrası ise bu doluluk oranı iyice artmış durumdaydı. Bu soruna AKP-Erdoğan iktidarı tarafından çözüm ise geciktirilmeden geldi. Politik tutsakları dışarıda tutan yeni düzenlemeyle beraber on binlerce adli tutuklu tahliye edildi. 671 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname(KHK)’yle “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”a eklenen geçici maddeyle yapılan iki yeni düzenleme sonrası 1 Temmuz 2016 tarihine kadar işlenen suçları kapsayan düzenleme kapsamında, denetimli serbestliğin kapsamı bir yıldan iki yıla çıkartıldı. Yine süreli hapis cezası alan hükümlülerin cezalarının “üçte ikisini” çekmeleri halinde salıverilmeleri hükmü yeni düzenlemeyle “yarısını yatanların salıverilmelerini kapsıyor. Yani eskiden 12 yıl hapis cezası alan birisi 8 yıl hapis yatarken yeni düzenlemeyle 6 yıl yatacak. Bu 6 yılında iki yılı denetimli serbestlik ve iyi hal indirimiyle 4 yıla düşecek. Yapılan yeni düzenleme sonrası 17 Ağustos tarihinden itibaren binlerce adli tutuklu tahliye edilmeye başlandı. İlk etapta 38 bin kişinin yararlanacağı düzenleme, kademe kademe binlerce kişiyi etkileyecek. 16 Ağustos 2016 tarihi itibariyle 213 bin 499 olan toplam hükümlü ve tutuklu sayısı yapılan bu yeni düzenlemeyle beraber ilk etapta 175 bin 499’a düşüyor. Bu sayının söz konusu düzenlemenin devamı niteliğinde adım adım düşürülmesi hedefleniyor. Mevcut durumda toplam hapishaneler kapasitesi 187 bin 315. Yapımı devam eden ve planlanan yeni hapishane projeleriyle beraber bu kapasitenin 200 binin üzerine çıkartılması planlanıyor. Söz konusu düzenleme bazı adli suçlular ile politik tutsakları kapsamıyor.
İçerde Dışarıda Hücreleri Parçalamanın Zamanıdır
Türkiye-Kuzey Kürdistan hapishaneler gerçekliği, komünist-devrimci-ilerici güçlerin önünde önemli bir ödev olarak bütün güncelliğiyle duruyor. Faşizmin bütün toplumu teslim alıp, etkisiz kılma amacının ilk hedefi dün olduğu gibi bugünde hapishaneler ve politik tutsaklardır. Politik tutsaklar üzerinde uygulanan işkenceler, ağır tecrit koşulları ve özellikle ağır hasta tutsakların durumu… Zaman kaybetmeden, yüzümüzü hapishanelere çevirip, etkili politik bir kampanya ile bu sorunu gündemleştirip, çözümü için basınç oluşturmak zorundayız. Politik tutsakların sorunları ertelenecek, kendiliğindenciliğe bırakılacak bir sorun değildir. Bu soruna dair politik-pratik bazı adımların zaman kaybedilmeksizin hayat geçirilmesi gerekiyor.
İlk olarak hapishanelerde bütün devrimci güçlerin ortak bir koordinasyon kurup, yaşanan sorunlara karşı bir perspektif ve politika belirlemesi gerekiyor. Bu oluşumun asıl sesi-soluğu ise dışarısı olacaktır elbet. Dışarıda da komünist-devrimci-demokrat-ilerici bütün parti, örgüt, kurum ve kişilerin bir araya gelerek, hapishanelerde oluşturulan koordinasyona paralel bir platform kurmaları gerekiyor. İçerde ve dışarıda oluşturulacak bu koordinasyon, etkili bir kampanya başlatıp, can alıcı sorunları merkeze alan bir çalışma örgütlemelidir. Misal hasta tutsakların acilen, koşulsuz serbest bırakılması kampanyanın merkezine konabilir. Kullanılabilecek her türlü araç en etkin şekilde kullanılarak, bu sorun bütün milyonların gündemine dâhil edilmelidir. İçerde ve dışarıda paralel bir şekilde geliştirilen etkili bir çalışma kuşkusuz önemli sonuçlar getirecektir. Böylesine bir siyasal kampanya bir an önce gerçekleştirilmelidir.
Bu siyasal kampanyanın dışında, komünist-devrimci güçler bir deklarasyon yayınlayarak, politik tutsaklar üzerinde ağır bir şekilde sürdürülen tecrit işkencesine son verilmesi, her türlü baskı ve zulmün durdurulması çağrısı yaparak, mevcut politikaların devam etmesi halinde, özellikle gerçekleştirilen işkencelerle ön plana çıkan bazı hapishane yöneticileri başta olmak üzere, müdüründen gardiyanına bu suça ortak olanların cezasız kalmayacağını açıkça beyan etmeleri gerekiyor. Böylesine ortak bir çağrı sonrası ise bu uyarılara uymayan, mevcut faşist politikaları uygulamaya devam edenlere karşı adımlar atılmalıdır.
Hapishaneler gerçekliği bir kez daha omuzlarımıza tarihsel bir sorumluluk yüklemiş durumda. Bu sorumluluk bilinciyle her bir devrimcinin üzerine düşeni yapması kaçınılmaz bir görevdir. Görev bizi bekliyor. Mücadelemizin onur nişaneleri olan şehitlerimiz ve mücadelenin en zorlu alanlarında kararlı bir mücadele veren tutsaklarımız bizlere sesleniyor. Bu sesi çığlığa dönüştürmek ve bu sese devrimci mücadeleyi yaşamın her alanında yükselterek cevap olmak büyük ve onurlu bir görevdir.