“Biz barış arzusunu, halkın barıştan beklediği yararın bir dizi devrimlere başvurmaksızın elde edilemeyeceğini yığınlara anlatmak için kullanmalıyız.” Lenin
HABER MERKEZİ (20.09.205)- Gazetemizin 109.Sayısında yayınlanan ‘’ Barış siyaseti üzerine’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.
Ankara Barış Mitingi’nde gerçekleştirilen hunharca katliam ve sonrasında bu zeminde dile getirilen barış söylemleri konuyla ilgili tartışmayı ihtiyaç haline getirmiştir. Barış talebi veya söylemi katliam öncesinde dile getirilişi itibarıyla da tartışılmaya muhtaçtır.
Sosyalistlerin proleter devrimci sınıf tavrına uygun olarak, yöneten ile yönetilen, ezen ile ezileni, sömüren ile sömürüleni ve bu nitelikteki ikilem zemininde vücut bulan bütün karşıt formasyonları veya sınıfsal kategoriye dâhil bütün uzlaşmaz karşıtlıklar için bir barış tasavvuru yoktur, olamaz da. Düşman sınıflar arasında barışın savunulması felsefi açıdan ikinin bir edilmesi, ideolojik açıdan reformizm/revizyonizm, siyasi açıdan ise sınıf işbirlikçiliği anlamına gelir. Bilimsel sosyalizm teorisi, bu teorinin felsefi temeli, ideolojik ve siyasi zemindeki temel ilkeleri, bu ilkelerin tayin ettiği sosyal pratik ve davranış çizgisi, ezen-ezilen çelişkisinden başlayıp proletarya-burjuvazi çelişkisine kadar bütün sınıf orijinli çelişkileri, yani uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarını çözme yöntemi devrimci zordur. Bu düşman sınıf veya uzlaşmaz karşıtlıklar arasındaki çelişkileri barış metoduyla çözmek gerçekliğe uymadığı gibi, gerici sınıflar egemenliği veya sisteminde ezen ile ezilen arasındaki çelişkileri barış yoluyla çözmenin objektif olarak ezen sınıflar lehine ezilenlerin köleliğini sürdürme olacağı açıktır. Somut olarak; ülke devrimci sınıf hareketinin gerici sınıf veya mevcut AKP iktidarıyla barışması, AKP iktidarının kutsanması ve devrimci sınıf hareketinin varlık gerekçelerini tüketip kendisini yadsıyarak bu iktidarın stepnesi haline gelmesi demek olacaktır. Ezen egemen ulus burjuvazisi ile ezilen ulus arasındaki çelişki temelinde Kürt ulusal hareketiyle AKP iktidarının barışması Kürt ulusal hareketinin kendisini yadsıması, Türk hâkim sınıfları iktidarı altında köle bir ulus olarak yaşamayı ve elbette ezen egemen ulus burjuvazisinin milli baskı, zulüm ve kıyımını onaylamaz demek olacaktır…
Bu temel yaklaşım ve anlayışımıza karşın, barışın nasıl veya hangi anlayışla ele alındığı son derece önemli bir ayrım çizgisidir. Stratejik bir siyaset veya olağan bir siyaset olarak barışı benimseyip gerçek anlamda barış yapmak-sağlamak için benimsenen barış sloganı hiç kuşkusuz ki temelden çürük olup burjuvadır. İkinci biçim olarak barışın taktik bir manevra unsuru olarak kullanılması devrime ve devrimci güçlerin gelişmesine hizmet ettiği ya da şartlarının olgunlaştığı istisnai durumlarda devreye sokulması, yani gerçekte bir barış hedefi ve istemi olmayan salt taktiksel amaçla kullanılması biçimidir. Bizlerle ulusal hareket veya aynı zeminde gündeme gelen diğer barış söylemleri arasındaki temel fark tam da bu noktalardadır.
Gerçek barışın yegâne yolu sınıf devrimleridir
Proleter devrimcilerin barış anlayışı veya kavrayışı günümüzde aktüel olarak HDP tarafından veya benzer zeminde başka kesimlerce de kullanılan içerikten tamamen farklıdır. Farklılıktan da ziyade hiçbir benzerlik ve alaka taşımayan düzeyde tezattır. Proleter devrimcilerin barış savunusu kalıcı, sürekli, genel ve nihai bir barıştır ki, bu barışın sınıf devrimlerinin zaferiyle sağlanacak olan koşullarda mümkün olabileceği açıktır. Hatta bu koşullar bile genel ve sürekli barış için henüz yeterli değildir. Sınıf mücadeleleri bitmeden yani komünist topluma varmadan sürekli bir barıştan söz edilemez. Ne var ki, komünizm öncesi sosyalizm koşullarında-sosyalizmin zaferiyle de kalıcı bir barışın yaşama şansı vardır. Ancak sosyalizm aşamasının iki sınıf anlamında hala kimin galip geleceğinin karara bağlanmadığı bir süreç olmasından dolayı, sürekli ve genel bir barışın esas zemini Komünizmdir denebilir. Komünistler asla iki düşman sınıfın barış içinde bir arada yaşamalarını öngören sınıf işbirlikçisi anlayışı olamaz. Bu sınıfların barışını savunmak gerici sınıflar düzeni ve sistemlerinin yaşamasını savunarak onu kutsamak anlamına gelir. Dahası söz konusu düşman sınıfların barışını savunmak devrimci sınıf mücadelelerini yadsımak, proletarya ve devrimci halk kitlelerinin gerici iktidarlar altındaki köleliğini benimsemek, bunların kurtuluşlarını yok etmek, demokrasi, özgürlük, sosyalizm ve komünizm hedeflerini rafa kaldırmak demektir…
Barışın burjuvazi tarafından genel olarak haklı savaşları sabote etme, terör yaftasıyla geniş kamuoyunda teşhir ederek tecrit etme veya sıkıştığı anda nefes almak için kullanıldığı sinsi bir taktik olduğu bilinmektedir. Burjuva ideolojik akımların da barışı benzer zeminde kullandığı, yani geniş halk kitlelerinin barış duygularına hitap eden bir demagojik araç olarak kullandıkları, halk kitlelerini aldatmak ve oyalamak için kullandıkları, son tahlilde bu barışın bir sınıf uzlaşması içeriğine sahip olduğu açıktır. Komünistlerin bu barış savunuları karşısında boyun eğmeyeceği ve kitlelere gerçeği anlatmaları gerektiği açıktır. Komünistlerin sınıf uzlaşması-işbirliği manasına gelen iki düşman sınıfın barışını benimsemesi varlık gerekçelerine aykırıdır. Gerici sınıf iktidarları altında veya gerici düzenler altında devam eden sınıf mücadeleleri aşamasında egemen sınıflarla bir barıştan söz etmek gerçekçi olmadığı gibi, devrimci savaşları/mücadeleleri gerici sınıf iktidarları lehine bitirmek demektir. Oysa Komünistler gerici sınıflara karşı yürütülen haklı savaş ve devrimci mücadeleleri bir zorunluluk olarak kavrar, bunları burjuva düzen ve sınıflar lehine bir barışla sonlandırmazlar. Tam tersine dünyaya barışın gelmesi için dünya gericiliğinin devrimci savaşlarla ortadan kaldırılmasını öngörür ve uygularlar. Bu savaşlar verilmeden bir barışa varmanın-sürekli ve genel bir barışın egemen kılınmasının mümkün olmayacağını bilirler…
Taktik bir siyaset olarak barış savunulabilinir
Komünistlerin barış konusunda değişmeyen stratejik zemini budur. Bu ilkesel yaklaşım değişmemekle birlikte taktik amaçlı siyasette barış söylemi kullanılabilir. Komünistlerin barış konusundaki sağlam stratejik fikirlerine karşın, taktik meselede ve özgün koşullarda barışın bir silah olarak kullanılmasını da reddetmezler. Lenin’in tek tek anlaşmaları benimsediği ve anlaşmalar siyasetine karşı çıktığı bilinmektedir. Bu tek tek anlaşmaların bir nevi geçici barışlar olduğu söylenebilir. Mao Japon işgali döneminde Çan kay şek hükümetiyle saldırmazlık anlaşması yaparak belli tavizler pahasına da bir barış süreci gerçekleştirdiği bilinmektedir. Mao 1944 ve 1948 olmak üzere iki kere Goumintang ve Çan kay şek hükümetiyle barış görüşmeleri yürüttü, görüşmelerde anlaşmaya varılamadığı için görüşmeler kesilerek iç savaş devam etti ve süreç Çin devrimiyle tamamlandı… Kısacası bu taktik barış süreçlerinin olabileceği dünya devrim deneyimleriyle de sabittir. Dolayısıyla bizlerin gerici sınıflarla barış sağlama gibi bir stratejimiz olamaz, ancak belli koşullarda taktik bir barıştan söz etmek yanlış değildir. Ya da ÇKP’nin 1948-49 döneminde uyguladığı gibi, devrimin zaferi gündeme geldiğinde gerici egemen sınıflara teslim olma çağrıları yaparak bir şartlı barış siyaseti uygulayabiliriz. Veya ÇKP’nin 1944-45 arasında yaptığı gibi, devrimin gelişip bir güç dengesine geldiğinde konjonktürel gelişmelere bağlı olarak bir koalisyon hükümeti oluşturma temelinde geçici bir barış taktiği-siyaseti uygulanabilir. Ki, kullanılan bu barış taktiği, düşman sınıfların veya ezen ile ezilenin barışını gerçekte savunma anlamına gelmeyip, bu hedefi taşımaz. Bilakis ortaya çıkan özgün durumda barışı taktik bir araç olarak devreye sokup devrimci savaşın veya devrimin avantaj elde etmesi, üstünlük kazanması veya gerici basınç karşısında nefes alıp burjuva siyaseti boşa çıkarmak maksadıyla ele alınır.
Yine devrimin gelişmesi karşısında gerici sınıfların devrimi uluslar arası alanda terör yaftasıyla teşhir tecrit etmek için geliştireceği sahte barış çağrıları karşısında, taktiksel bir hamleyle barış görüşmelerinden yana tavır takınılarak burjuvazinin iki yüzsüzlüğü boşa çıkarılarak, devrim aleyhine kamuoyunu etkilemeleri de önlenebilir. Evet, barışa varız, şartımız iktidarı vermenizdir diyebiliriz gerici iktidara. Verdiğinde sorun yok, yani savaşmaya gerek yok ama iktidarı vermediğinde savaşarak almaktan başka şansımız yoktur ve savaş vasıtasıyla iktidarı alma yoluna koyuluruz.
Kürt Ulusal Hareketi’nin genel barış siyaseti özünde burjuvadır
Ulusal hareketler açısından durum her bakımdan çok daha farklıdır. Hem ulusal hareket olma niteliğine uygun çizgilerindeki burjuva zayıflıklar ve hem de yine bu çizgi ve niteliklerine bağlı olarak barış anlayışları Komünistlerden çok daha farklı özellikler gösterir. Tutarlı bir devrimci çizgi veya komünist yaklaşım bekleyemeyeceğimize göre, ulusal hareketlerin hedef ve taleplerine bağlı olarak barış sloganını son derece yanlış anlayışla kullanmaları mümkündür. Genel olarak Kürt ulusal hareketinin barış siyasetinin burjuva anlayış olduğunu söylemek mümkün. Bu konudaki anlayışları barış-çözüm sürecinde açıkça dışa vurmaktaydı-vurmaktadır. Ne var ki, ulusal hareketin stratejik yönelimine bağlı olarak gündeme getirdiği barış anlayışı sakat olmasına karşın, barışı taktiksel bir yaklaşımla dile getirmeleri durumunda bu yanlış olmayacaktı. Öte taraftan bugün PKK’nin eylemsizlik kararı alması taktik yaklaşım anlamında doğrudur. AKP iktidarının HDP sıkıştırarak ve geniş kitleleri de manipüle ederek PKK üzerinden HDP düşmanlığı geliştirip seçimlerde zafer elde etme politikasına karşı eylemsizlik kararı almaları isabetlidir. Ki bu kararın geçici olduğu da açıktır. Şimdilik geçici olan bu eylemsizliğin genel seçimden sonra neye evirileceği ise esasta seçim sonuçları ve bu sonuçların ortaya koyacağı tabloya bağlıdır. Bu anlamda eylemsizlik kararı genelleşe de bilir, kesilerek tekrar keskin savaşa da dönüşebilir. Ama HDP’nin elini rahatlatıp seçimlerde aleyhine kullanılmaması için geçici ateş kes veya eylemsizliğin ilan edilmesi doğru bir taktiktir.
Bizler açısından barış sloganı ya da söyleminin kullanılması tamamen taktik bir mesele olup özgün-istisnai durumlarda geçerlidir. Öyleyse barış taktiğinin kullanılması veya kullanılmaması esasta somut şartlar tarafından belirlenir diyebiliriz. Daha doğrusu barış sloganı istisnai koşullarda gündeme gelebilir. Somut şartlardan ve istisnai durumlardan bağımsız olarak bizlerin şu veya bu gerekçeyle barış sloganını taktik olarak kullanmayı reddetme veya mutlaka kullanma ve/veya kullanmayı bir çizgi haline getirme gibi bir keyfiyetimiz olamaz. Mücadele biçimleri, temel taktikler ve diğer taktikler şatlara endeksli ihtiyaçlar temelinde biçimlenir, geçerlilik kazanırlar. Bunlar üzerinde iradeci olarak tayin edici unsur olmamız somut şartları öteleyen bir yaklaşım olur. Barış gibi taktik bir söylem somut şartlardan da öteye bu şartların istisnai özgünlüklerine bağlı olarak kullanılabilir.
Büyük kitlesel katliamların yaşamın parçası haline geldiği coğrafyamız şartlarında gerçek anlamda bir barıştan söz etmenin koşulu ve anlamı esasta kalmamıştır. Gerici sınıflar ve faşist iktidarlarıyla gerçek bir barış asla mümkün değildir, olmamıştır da. Kurban ile katili, ezen ile ezileni, iki düşman sınıfı barıştırmak gerici egemen sınıflar lehine bir uğraşken, bu iki kutup arasında bir barış doğanın tabiatına ters olup mümkün değildir. Bunda kuşkuya yer yoktur. Ne ki, gerici-faşist hâkim sınıf iktidarının bugün sarıldığı şey savaş, saldırdığı şey ise barıştır. Yani bilumum gericiliğin özü-karakterinde olduğu gibi, mevcuttaki gericilik AKP/Erdoğan güruhu da bugün barışla savaşmaktadır bir anlamda. Ezilen mazlum Kürt ulusu barış isterken, Erdoğan/AKP faşizmi savaş istemektedir. Yani aktüel olarak barışa karşı savaşan bir gericilikle karşı karşıyayız. Bu durumda, gerici sınıflarla ve düşman sınıflar arasında bir barış tasavvurunun burjuva çürük bir görüş olduğuna dönük stratejik-ilkesel anlayışımızı zerrece esnetmeden, siyaseten ve hatta sadece taktik geçici bir söylem derekesinde olmak kaydıyla ve kitlelerin sokak eylemlerine çekilmesi ile silahlı savaşın esas alınarak yürütülmesine koşut olmak kaydıyla, bugün faşist iktidarın savaş saldırganlığına karşıt taktik bir siyaset, iktidarı sıkıştıran bir manevra taktiği olarak barışın dillendirilmesine karşı çıkamayız, çıkmamalıyız. Çünkü, mevcut durumda barış istemi-sloganı demokratik muhalefet ve mücadele cephesine hizmet edip lehte bir taktik slogan iken, aynı slogan AKP iktidarı aleyhine işlev görüp bunlar şahsında hâkim sınıfları sıkıştırmaktadır. Yani, barış sloganı bugünün özgülünde demokratik mücadeleye güç ve hizmet vermekte, AKP/Erdoğan güruhunun aleyhine işlev görüp zayıflatmaktadır. Ancak eğer geçici bir taktik de olsa barış sloganı kitlelerin devrimci öfke ve tepkisini pasifize ediyor, silahlı eylem ve savaşı baltalıyorsa elbette barış sloganı taktiği isabetli olamaz, kullanılmamalıdır. Fakat silahlı eylem ve mücadele temposu etkilenmeden barış sloganıyla koşut ya da kendi kulvarında sürdürülüyorsa ve kitleler barış sloganına rağmen sokaklara çıkıyor militan direniş ve tepkiler ortaya koyuyor ise, kısacası bu ikisi bir arada yürütülebiliyorsa, o halde barış sloganının taktik olarak kullanılmasında esasta bir sakınca yoktur. Ki, ikisinin alanı farklı olduğu için ikisinin birbirine paralel olarak yürütülmesinin koşulları esasta vardır demek yanlış olmaz.
Bütün gelişmeler ve gerçek silahlı mücadele ve devrimci savaşı şart koşarken, stratejik bir yönelim ya da temel bir taktik olarak barış siyasetini benimsemek ya da barış sloganını esas almak düşünülemez. Tersi durum kuşkusuz ki devrimci siyasette kırılma, sağ tasfiyeciliğe yelken açmaktır. Kısacası proleter devrimci hareketin barış konusundaki görüş ve anlayışı son derece net ve açıktır. Bu anlayışın sağa-sola çekilmesi mümkün değildir. Tamamen somut güncel ve özgüldeki duruma bağlı olarak ve tamamen anın keskin çelişkisi bağlamında ana dair geçici taktik bir söylem olarak, inadına barış demek, yani barış sloganını dillendirmek asla barış konusundaki stratejik fikrimizi zayıflatmaz. Daha da önemli olan, bu barış sloganının altını bir barış istemi ve beklentisiyle doldurmadığımız, barışı böyle ele alanlardan tamamen farklı bir kulvarda olduğumuz her bakımdan açıktır. Böyle bir barışın hayal olmaktan öteye, sınıf tutumu ve devrimci politika açısından özürlü olup son tahlilde sınıf işbirlikçisi bir siyaset olduğu bizler açısından nettir. Ancak önemli bir kitlenin, Kürt Ulusal Hareketi’nin, bu anlamda Kürt ulusunun sitemi ve sloganı haline gelen, faşist hâkim sınıfların da barış istemine karşı savaşta ısrar etmeleri ve çıkarlarının savaştan yana olduğu bugünkü özgün durumda, ciddi bir taktik siyaset ya da barış taktiği siyaseti gütmeden salt ana özgü olarak barış sloganını kullanmak yanlış olmayacaktır.
Burjuva gericiliği yenecek olan Sosyalist Halk Savaşı’dır
Nasıl ki, silahlı eylem ve savaşın geliştirilmesi gereken esas görev olmasına karşın, seçimlere girip diğer demokratik mücadele biçimlerini kullanmaktan imtina etmiyoruz, öyle de bir taraftan savaşırken savaşı destekleme şartıyla barış sloganının yukarıdaki mahiyette kullanmasını ret edemeyiz. Katliamın barış mitingine dönük yapılması da gericiliğin barıştan korktuğu, rahatsız olduğu, barış düşmanı olduğunu gösteriyor. Barışa bu kadar tahammülsüz olan gericiliğin karşısında barış sloganını çıkarmamız bu süreç için anlaşılırdır. Ama elbette bu gericiliğin karşısına çıkarılması gereken ve çıkarmamız gereken devrimci eylem ve silahlı savaştır. Gericiliği yenecek olan barış sloganı değil, silahlı savaştır; Sosyalist Halk Savaşı’dır.
Kısacası mevcut katliama karşı gelişen kitlesel öfkeyi geliştirip devrimci zemine çekmek doğru olandır. Ancak bunun için kitlesel olarak gelişen öfkeyle birleşmemiz, öfkeyle sokağa çıkan kitlelerle birlikte çatışmamız şarttır. Ulusal demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerin geliştireceği eylemlerde birlikte hareket ederek tam bir dayanışma sergilememiz gerekirken, bağımsız eylemimizle de sokaklara taşmalı, sokakları çatışma alanlarına çevirmeliyiz.
“Bizim savaşımız, kutsal ve haklı, ilerici ve amacı barış olan bir savaştır. Amaç, yalnız bir ülkede değil, bütün dünyada barış, geçici değil sürekli barıştır.” Mao