ABD Seçimleri ve TRUMP!

Şimdi insanlık, yeni bir dünya savaşı çılgınlığına çok daha yakındır. Türkiye, Orta-Doğu’da yürütülen savaşın doğrudan bir parçasıdır. Savaş sirenleri, patlatılan en modern bombalar, işgaller ve karşı işgaller, tehditler ve görüşmeler, eski üsler ve yenilerin kurulması gibi vuku bulan her olay yeni bir emperyalist dünya savaş tehlikesinin bir biçimde dışa vurumu değil de nedir? Bütün bunlar göz önüne alındığında Trump veya Clinton’un iş başına gelmesi durumun normalleştirilmesinde veya daha da sertleştirilmesinde esaslı bir değişiklik yaratmayacağı kesindir. Başta ezilen dünya halkları olmak üzere insanlık yeni ve tehlikeli bir sürece girmiştir ve egemenlerin etkisi altındaki halk kitlelerine onaylattırılarak işbaşına getirilmiş liderler bu politikanın uygulayıcı figüranlarıdır. Birinin yerine diğerinin başkan seçilmesi durumunda sürece katkı payları sınırlı düzeyde kalacaktır. Başkan seçilmesinden hemen sonrasında Trump’un balkon konuşmaları dikkatlice incelendiğinde durum az da olsa anlaşılıyor. “Bütün herkesin başkanıyım” çağrısı, devlet politikasında belirleyici olan kurumlara verilmiş önemli bir mesajdır. Bunu elbette ileriki dönemlerde daha net göreceğiz

HABER MERKEZİ (15.11.20169-Anketlerin aksine Donald Trump ABD Başkanlık yarışını kazandı. Ortaya çıkan sonuç yoğun olarak tartışılmaktadır. Yapılan yorumlar ve yüklemelerin nedeni, dünyamızın içinde bulunduğu zorlukların ve sorunların yeni seçilen başkanla beraber nereye gideceği üzerine sürmektedir. Bu gibi tartışmaların ve olacaklara dair yorumlar elbette doğal ve kaçınılmaz. Zira ABD, dünya jandarma güçleri içinde en gayretli saldırganlardan biri olduğu ve dünyanın gidişatına yön verme, mevcuttakini bozma, dağıtma ve yeniden yapılandırma da tayin edici bir rol oynayan bir güç olmasından kaynaklıdır. Böylesi rol sahibi bir ülkedeki her değişim, kaçınılmaz olarak diğer ülkelerde de tartışma konusu olur. Bu durumda rakip güçler, yeni önlemlere; politik, askeri taktik ve stratejilerini gözden geçirmeye yöneltir.

Donald Trump’ın seçimlerde göçmenleri aşağılaması; ırkçı konuşmaları ve kadın karşıtı fütursuz saldırı dili bile, ne yazık ki Amerikan halkının bir kesimi arasında önemli bir yer bulabildi. Dış politikada sermayenin en saldırgan kesimini temsil ettiğine dair yazılanlar akıllardadır. İçerde ekonomik kriz nedeniyle maaşları ve gelirleri gerileyen kesimlere seslenen Trump, bu kesimin bir bölümünün desteğini kazanmayı başardığı da gözükmektedir. Aynı Trump, dışarıda ABD’nin zayıflayan üstünlüğünü pekiştirmek sözü üzerinde belli vaatlerle şovenizm ve ırkçılığın etkisi altındaki kitlelerin de desteğini aldığı da anlaşılıyor. Esasında Trump’ın aldığı oy oranı Hillary Clinton’a göre daha az olmasına rağmen, seçim sisteminde kaynaklı olarak başkanlığa o seçilmiş oldu. Küreselleşme yolunda büyük gelişme kaydeden bir dünya gerçekliğinde sermayelerine sermaye katan dar-elit tekelci kapitalist tabakanın tersine, gelişmiş kapitalist ülkelerde bile geniş kitleler yoksullaşmayı hisseder derecede yaşamaktadır. Yaşam standartları bakımında gerilere itilmiş bu yığınsal güçleri sahte vaatlerle oylarını alarak iktidara oturabiliyorlar. Sadece ABD’de değil, yakın zaman öncesinde İngiltere başbakanı Theresa May ve daha başkaları da iktidar koltuklarını böyle kazandılar. İşin tezat yanı, yoksullara düşman bu kişilikler, seçim dönemlerinde kendi ülkelerinde ezilenler lehine sahte vaatler ileri sürerken, aynı ülkede yaşamak zorunda bırakılan göçmen emekçilere karşı yürütülen ağır ırkçı söylemler karşısında yerli emekçilerin ses çıkarmamış olmasıdır. Yine başka ülke halklarına karşı yürütülen gerici-emperyalist saldırganlık savaşlarına ses çıkarmıyor olmalarıdır. Ses çıkarmamak bir yana, ezilen kitlelerin esasının bu savaşı destekliyor olması da ayrı gerçek. Ve bu tezat gerçeklik değişmediği sürece dünya mazlumlarının acıları dinmeyecektir. İngiltere’de, Avrupa’dan çıkış referandumu sırasında yapılan propagandanın esasının yabancı düşmanlığı üzerine oturtulduğu hala akıllardadır. ABD’de olan şey bundan farklı değil.

Gerçek şudur ki, dünya kapitalist-emperyalist ekonomisi ciddi bir durgunluk içinde debelenmektedir. Her ülkeyi eşitsiz düzeyde etkilese de durum budur. Resesyonun ilk hedef durumuna getirdiği kesim emekçiler olmaktadır. Emekçiler ise, bu durumu kapitalizmin kendisinden ve uyguladığı ekonomik politikalardan değil de, bir nedenle göçmek zorunda bırakılan emekçilerin ya da kötü yöneticilerin bir eseri olduğu şeklindeki yalan ve kara propagandalara inanır durumda olmalarıdır. Durum böyle olunca, yerli emekçiler, seçim v b dönemlerinde tepkilerini kardeş göçmen emekçiler ve tüm yabancılar aleyhine ve kötü yöneticilerin kovulması üzerine kurarak diğer bir gericinin lehine bir tutum almaktadırlar.

Dünyanın mevcut gidişatı hızla kötüye doğru gitmektedir. Dünya bir emperyalist kurtlar sofrası durumuna daha çok gelmiştir. Daralan yaşam kaynaklarını ele geçirmek için hummalı bir yarış ve kapışma sürmektedir. Militarizm ve savaş kışkırtıcılığı azıya almış haldedir. Silahlanma ve savaş kışkırtıcılığının sürdürüldüğü bir politikanın vardığı doğal bir sonuç bu oluyor. Bu sonuç, İngiltere’de

Therase May, ABD’de Donald Trump, Rusya’da Putin vb.lerini iş başına oturtmaktadır. Trump’ın “Therase May ile her bakımdan sıkı ilişkilerimiz olacak. Tıpkı başkan Reagan ve Margaret Thatcher gibi” açıklaması bazı ipuçları vermektedir. Thatcher ve Reagan’ın eski İki kafadarın ülkelerinde ki ve dünya halkları için neler yaptıklarını biliyoruz. Ve Trump ile May’in ezilenler için neler yapacaklarını da böylelikle anlaşılmış olacaktır tabi. Emperyalizm lehine dünya haklarının emeklerini sömürmenin ve zenginlik kaynaklarını ele geçirmenin dışında kapitalizmin açlığını/acılarını “dindirmenin” başkaca bir yolu yoktur. Bu sebepledir ki, hâkimiyet sağlamak ve kaynakları kullanmak için kontrol etmek için emperyalist –gerici saldırganlık savaşının kışkırtılması ve halkların birbirlerine düşman edilmesi ve kıldırtılması kaçınılmaz olarak yeni dolar milyarderi ve demir yumruklu liderlere ihtiyaç duyulmaktadır. Dünya zebanilerinin körüklediği ve yönlendirdiği gerici savaş içinde, bazen doğrudan birbirleriyle yüz yüze gelirlerken çoğunlukla da bölgedeki yerli uşaklar üzerinden hesaplaşmalarını sürdürmektedirler.

Şu gerçekliği de vurgulamakta yarar görüyoruz. Trump’ın başkanlığa seçilmesini en kötü senaryo olarak görmek, görüşümüzce gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Hillary Clinton’un seçim programı ve söylemleri veya tezleri Trump’tan daha yumuşak olduğu söylenemez. Gerek iç ve gerekse de dış politikada birbirlerini aratacak derecede olumsuz projeler ileri sürdüler. Pek göze çarpmasa da dış politika konusunda Clinton diğerinden daha saldırgan bir tutum sergilemiştir. İkisi arasındaki fark, nicel olduğu açıktır. Burjuva yorumcuların ikisi arasında ileri sürdükleri argümanlar, kendileri açısında bir anlam ifade etse de, Amerikalı yoksullar ve tüm dünya ezilenleri için “şu daha iyidir” diye tercih edebileceği bir alternatif yoktur. Ezilen ulus hareketlerinin bazı önde gelenleri umut etse de, başkanlığa seçilen Trump, içte veya dış da izleyeceği politika halkların lehinde küçük bile bir zerrecik yoktur ama aleyhinde çok şeyler vardır. “ Saddam ve Kaddafi’ye duyduğu “sevgi” Esad’ın kalmasına gerektiğine dair sözleri garip çelişkiler taşısa da, Amerikan egemen kliklerinden bir bölümünün görüşlerini yansıttığı söylenebilir. “Kürtlere hayranım”ın yanına “Türkiye ile stratejik dostuz ve iyi ilişkiler geliştireceğimi koyarsanız, buradan dostluğun değil çıkarların konuşturulacağı bir kez daha doğrulanmış olur. Bunun bir manası da “Tavşana Kaç Tazıya Tut” politikasıdır. Trump’a işbirliği çağrısında bulunan PYD eş başkanı Salih Müslüm’e duyurulur. Türkiye’ye önem vereceğine ve Fetullah Gülen aleyhine ettiği birkaç laf neticesinde, başkanlık sistemine geçiş için her türlü kirli ilişkiyi çeviren, kendi anayasasına, yasalarına ve yazılı-yazısız kurallarına uymayı dahi ret eden Tayip ve çevresinin Trump lehine yapılan konuşmalar yerini kısa zaman sonra ekşiyen yüzlere ve ağır sözlere bırakacağı büyük  olasılık dâhilindedir. Atası Osmanlıya sevdalanarak kendisini Orta-Doğu ve çevresinde güç olmaya adayan sultan Tayip, çok geçmeden dostu Trump’ın acılı kazıklarını tadacaktır. Sorunlar yumağı için debelenen bir Türkiye gerçekliğinde bu sorunların “çözümü için” dünyada ki dostlarından yardım ve destek görmesi pek mümkün görünmemektedir. Zira o güvenmek istedikleri uluslararası kapitalist dostları, sorunları çözdüklerine tarih asla şahit olmadı. Dahası, sorunları çözmek bir yana sorun üstüne sorun koymada bu dostların üstüne kimse yoktur. Yönetmek için kargaşa yaratmak asli işleridir. Elbette bunu dostluk ve stratejik ilişkiler örtüsü altında sürdürmektedirler. Trump’ın hem Türk hükümetine ve hem de Kürtler için ettiği lafların anlamı bundan başka bir şey değildir. Kaldı ki sistemlerin-devletlerin izleyeceği askeri, ekonomik, kültürel ya da sosyal yaşam konuları üzerindeki politikalar öyle bireylerin iki dudağı ya da şahsi keyiflerine terk edilemeyecek kadar ciddi işlerdir. Bireyin/liderin hiçbir rolü yoktur diyemeyiz ancak sert virajlı yollarda alınacak her yeni karar sadece bireylere bırakılmaz. Hele hele bu ülkeler ileri kapitalist-emperyalist ise. Sert dönemeçler de izlenecek yeni politikalar enine boyuna ölçülerek karara varılır. Dışarıda ya da ülke içinde izlenecek yeni ve esaslı politik değişimler, bu konularda yetkili tüm kurumlar tarafından tartışılır. Ki, bunlar çoğu kere

gizli olarak yapılır. Obama başkan seçildiğinde, diğer kesimler bir yana siyahi halkın beklentileri ve sevinçleri hatırlardadır. Peki, ne oldu? Siyah halkın yaşamında ne gibi düzelmeler oldu? Siyahlara uygulanan ırkçılık durumu nedir? Polis kurşunlarıyla kaç siyah genç yaşamından oldu? Hangi haklara kavuştular? Ya Obama’nın dış politikada izlediği yol neydi? Onun başkanlığı dönemi boyunca Amerikan emperyalizminin halklara getirisi-götürüsü ne oldu? Cevap açıktır. Eğip-bükmeye gerek yok. Her şey aslı gibidir. Anlatmak istediğimiz; aslında hepimizin bildiği gerçek anlatılanına tersine, başkan seçilenlerin rolü sınırlı olduğudur. Dolayısıyla şunu aklımızdan hiç çıkarmayalım. İç ve dış temel dönüşüm politikalarını belirleyen sadece başkan değil, hatta esas olarak başkan değil, Kongre, Pentagon, Büyük basın, Yargı, CİA, Düşünce Kuruluşları olarak geçen kurumlar tarafından tartışılarak şekillendirilmektedir. Başkanların bazen sağa-sola vuran söylem ve gevezelikleri bu gerçeği değiştirmemektedir. Adı geçen kurumların hizaya getirme basıncı son karar verici olandır.

Şimdi insanlık, yeni bir dünya savaşı çılgınlığına çok daha yakındır. Türkiye, Orta-Doğu’da yürütülen savaşın doğrudan bir parçasıdır. Savaş sirenleri, patlatılan en modern bombalar, işgaller ve karşı işgaller, tehditler ve görüşmeler, eski üsler ve yenilerin kurulması gibi vuku bulan her olay yeni bir emperyalist dünya savaş tehlikesinin bir biçimde dışa vurumu değil de nedir? Bütün bunlar göz önüne alındığında Trump veya Clinton’un iş başına gelmesi durumun normalleştirilmesinde veya daha da sertleştirilmesinde esaslı bir değişiklik yaratmayacağı kesindir. Başta ezilen dünya halkları olmak üzere insanlık yeni ve tehlikeli bir sürece girmiştir ve egemenlerin etkisi altındaki halk kitlelerine onaylattırılarak işbaşına getirilmiş liderler bu politikanın uygulayıcı figüranlarıdır. Birinin yerine diğerinin başkan seçilmesi durumunda sürece katkı payları sınırlı düzeyde kalacaktır. Başkan seçilmesinden hemen sonrasında Trump’un balkon konuşmaları dikkatlice incelendiğinde durum az da olsa anlaşılıyor. “Bütün herkesin başkanıyım” çağrısı, devlet politikasında belirleyici olan kurumlara verilmiş önemli bir mesajdır. Bunu elbette ileriki dönemlerde daha net göreceğiz.

Şimdi bazı ABD’de bazı eyaletlerde Trump aleyhine gösterilerin yapıldığı anlaşılıyor. Trump protesto ediliyor. Hatta Kaliforniya eyaleti ABD’den ayrılma yönünde eğilime girdiği dair söylentiler var. Bu elbette ilginç bir gelişmedir. Seçimler sırasında bile dünyanın bir ülkesinde ırkçı-seksist söylemler nedeniyle Trump karşıtı tepkiler biliniyor. Ve elbette ırkçılığa, kadın ve LGBTİ düşmanı sözlere karşı gelişen haklı tepkiler desteklenmelidir. Ama bu işin bir yanıdır. Bir diğer yanı ise, yürütülen işgal ve halkları kırımdan geçiren savaşa, göçmen ve yabancı düşmanlığı politikalara, hak gasplarına, terör yasaları adı altında ezilen halk hareketlerini bastırma girişimine karşı bütünlüklü bir tutum alınmadan mücadele sağlıklı bir temele oturmaz ve kazanımlar elde edilemez.

Biz komünistler biliyoruz ki devlet, mülkiyeti korumanın en önemli araçlarından biridir. Sadece mülkiyeti korumakla kalmaz, onu geliştirmeyi, genişletmeyi ve merkezileştirerek yaymayı hedefler. Bunu hangi metot ve politikalarla yapacağı tamamen o dönemin ihtiyacı tarafından belirlenir. Başkan ya da başbakan fark etmez, izlenecek politikalar liderlerini ortaya çıkarır ve liderlerde o politikaları temsil ederler. Dolayısıyla bilinçli bir önderlik, planlı bir mücadele olmadan yeni bir dünya kazanılamaz. Kitlelerin bu bilince erişmesi için, halkın içinde kök salmış ve halk inisiyatifini doğru temelde harekete geçirecek komünist bir öncünün yaratılması büyük bir ihtiyaç olarak durmaktadır. Böyle bir öncü olmadan dünyamızı kana beleyen zebanilerden kurtarmak mümkün görünmemektedir.

 

Önceki İçerikFaşizmin kapsamlı saldırılarına karşı tek meşru duruş direnmektir!
Sonraki İçerikPerspektif/ Kurum ve Çalışma Bilinci Üzerine…