HABER MERKEZİ(11.06.2018)- 1960-1970 tarihsel aralıklarında, tüm dünyayı etkisi altına alan ve iktisadi-siyasal düzenleri, toplumsal çelişki ve sınıfsal, ulusal, sosyal havzaları birbirinden farklı olan “modern” çağın toplum türlerinin tamamında, “toplumsal dönüşüm”, “var olan toplumsal sistemlere köklü itiraz” talepleri ve sloganlarıyla yükselen bir toplumsal hareketler süreci yaşandı. İşçi sınıfı ve gençliğin, tarihsel hafızalara “68 Başkaldırısı” olarak geçen bu hareketlerin, tüm dünyada emperyalist-kapitalist sistemin insanlık dışı uygulamalarına karşı yeni bir toplum yaratma idealinin canlandırdığı, eksik-hatalı ve doğru yanları ile her coğrafyada siyasal-toplumsal gelişmeler üzerinde derin izler bıraktığı tartışmasızdır. Somut olarak 1966-1970 yılları kesitinde, hem birçok coğrafyada yaygınlığı boyutu ile hem de geniş toplumsal sınıf katmanları, ezilen ulus ve azınlıkları kapsaması boyutu ile, burjuvazi ve her bir coğrafyadaki türevi gerici hâkim sınıflar, çok güçlü-köklü bir toplumsal muhalefet dalgası ile yüz yüze geldiler. Bu hareket, hem dönem itibarıyla somut taleplerin kazanımı ile sistemde yarattığı gedik açısından hem de yeni bir dünya arayışının politik öznelerini yaratma dinamiği taşıması açısından, emperyalist-kapitalist sistem için ciddi bir tehlike unsuruydu. Bundan dolayı, burjuvazi ve onun türevi gerici dünya, ‘68 Hareketlerinin niteliğini, sonraki kuşakların zihninde bilince dönüşmemesi için, “bireysel özgürlükler için başkaldırı”, “terör yılları” gibi manipülasyonlarla işlevsiz kılmaya çalıştı-çalışmaktadır. Tarihsel dönemdeki muhalif kimliklerini, daha sonra gerici burjuva dünyanın kendisine açtığı bireysel “kariyer” kulvarında kapitalist dünyanın kölesi konumuna taşıyan kimi dönek “aydınların”, “gençlik yıllarının tatlı heyecanı” olarak kaleme aldıkları anıların, dönemin temel niteliği olan işçi grevleri-işgaller- öğrenci gençlik eylemleri ve bunların meşru talepleri yerine, avare faaliyetlerle-içi boşaltılmış içerikle TV dizilerinde sunulan biçim, tam da bu yanılsamanın perçinlemesi için, gerici burjuva dünyanın yaptığı düzenbazlıklardır. Ki bu avare biçimde gösterilen şeylerin özü tüm çarpıtmalara rağmen, gelenek-kültür ahlak değerlere karşı komünist köklü bir meydan okuyuştu. Bu anlamıyla, dünyada ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, ‘68 Hareketi’nin önemi ve niteliğini, burjuva sistemin bu yanılsamalı yaklaşımının etkisinden kurtarmak ve ezilen kitlelerle doğru bir zeminde buluşturmak, güncel görevimizin bir yanı iken, ‘68 Hareketi’nin niteliğini, siyasal-ideolojik olarak sınıf mücadelesinde yarattığı sonuçlarını doğru kavramak, hareketin eksik-zaaflı yanlarını tecrübe etmekte güncel görevimizin bir diğer yanıdır.
‘68 Hareketi denilince ilk akla gelen emperyalist-kapitalist sisteme karşı yükselen gençlik (öğrenci gençlik ana aktör) hareketi olsa da, bunun tek yanlı bir yaklaşım olduğunu net olarak ifade etmek gerekir. Çünkü ‘68 gençlik hareketinin yükselişinin yanında ya da bu hareketle iç içe ve birbirini besleyen bir zeminde, işçi hareketinde, köylü hareketinde ve ulusal kurtuluş hareketlerinde, ezilen cins olarak kadın hareketinde bir yükselişin olduğu yıllardır. Avrupa, Latin Amerika, Türkiye-Kuzey Kürdistan başta olmak üzere, dünyanın pek çok yerinde baş gösteren bu hareket, sadece gençlik isyanlarından, üniversite işgallerinden, sokak çatışmalarından ibaret değildir. Bu dönemlerde, işçi sınıfı başta olmak üzere toplumların birçok ezilen halk katmanları ayağa kalkmış, grevlerle, toprak ve fabrika işgalleriyle, karşı devrim ile aradaki kamplaşma derinleştirilmiştir. Öz itibarı ile gerici sistemlere karşı gelişen bu kitlesel dalga burjuva ideologların manipüle ettiği gibi, gençliğin “cinsel özgürlük”, “bireysel özgürlük” peşinde koşması değildi. Gençlik kapitalist sistemin kuşatmasına karşı yeni bir dünya istiyordu. Arayışları sadece sisteme tepki ekseninde değil, aynı zamanda yeni bir dünya yaratmanın yol ve yöntemlerine ilişkindi. Kapitalist sömürü altında ezilen-sömürülen işçi sınıfı, köylülük ve diğer halk katmanları somut taleplerini eyleme dönüştürme mücadelesiyle kölelik zincirlerinden kurtuluşu sağlayacak bir dünya yaratma peşindeydi. Kuşkusuz sınıf hareketi kendiliğinden sınıf bilincini yaratmaz, kendiliğinden sınıf bilinci ile buluşmaz. Sınıf hareketinin yarattığı o muazzam dalga, aydınlanmaya açık olan gençlik (öğrenci) içinde proletaryanın bilincini daha hızlı bir biçimde sistemli hale getiriyordu ve bu dönemde devrimci-komünist önderliklerin esasının bu kesim içinden çıkmasının nedeni budur. Yoksa bu durum sınıf hareketi ile öğrenci hareketinin ayrı kulvarlarda, ayrı hedeflerde gelişen bir hareket olduğu anlamına gelmemektedir. Önderlik problemlerine karşın dünyayı değiştirmenin mümkün olduğu bilinci ‘68 Hareketi özgülünde her yeri sarıp sarmalarken, bu hareket Türkiye-Kuzey Kürdistan başta olmak üzere birçok coğrafyada, radikalleşen, sistemden kopan bir hat izleyerek, devrimci-komünist hareketlerin doğmasına vesile olmuştur. Tek sonuç bu değildir tabi ki. Ama bu sonucun oluşmasında ‘68 Hareketi çok önemli bir tetikleyici ve ileriye doğru daha güçlü adımların atılmasına zemin olmuştur.
Kuşkusuz ‘68 Hareketi’nde işçi sınıfı, gençlik, köylülük ve diğer ezilen halk katmanlarının, kapitalist sisteme karşı geliştirdiği kitlesel tepki ve arayışlarında, Rusya ve Çin proleter devrimlerinin çok ciddi bir rolü vardır. Sosyalizmin geniş kitlelerle buluşması ve ezilen sınıf- halk katmanlarında yeni bir dünya özlemi olarak kabul görmesi, kitle hareketinin doğal önderlik çizgisi olmuştur. Özellikle Avrupa’da, II. Enternasyonal anlayışındaki partilerin, modernist kalkınmacı, ilerlemeci, tarih biliminin “şaşmaz doğrularından” hareketle, toplumların sosyalizme, kapitalizmin belirli gelişim aşamasında kendiliğinden evrilmesi tezine dayanarak, kapitalizme yedeklenen politikalarına karşı işçi sınıfının kendiliğinden bu karşı duruşu, siyasal önderliği olmasa da politik-pratik Marksizm’in devrimler çizgisini besliyordu. ‘68 Hareketi yaşandığı her coğrafyada devrimci ve komünist hareketlerin dinamik zemini haline gelmese de, ağır yoksulluk koşullarında yaşayan yarı sömürge, sömürge, emperyalizme bağımlı ülkelerin ‘68 “devrimcilerinin”, anti-emperyalist, bağımsızlık, özgürlük talep-yöntem, araç ve siyasal mücadeleleriyle; Avrupa’nın ‘68 Hareketi’nin, kapitalist sömürüye, onun uyuşturucu köleleştirici “refahına”, baskı ve kuşatmasına karşı kitleleri işçi sınıfını sarsarak uyandıran ekonomik-siyasal mücadele perspektifi, yan yana ve aynı hedefe yönelmekteydi. Bunu yaratan Rusya ve Ekim proleter devrimlerinin uluslararası alandaki etkisidir. Artık işçi sınıfı 1700-1800 yıllarındaki gibi, ekonomik-demokratik taleplerinde yaratacağı dünya anlamında perspektifsiz ve silahsız değildi, sosyalizm öğretisine, pratik alanda da sahipti. Sınıf hareketi ekonomist yörüngeden çıkıyor, somut taleplerini yeni bir dünya yaratma perspektifi ile ele alan bir yörüngeye giriyordu. Bu yörünge Ekim ve BPKD idi. Ya da onun dünyayı sarsan etkisi idi. Tam da bu manada işçi ve ezilen diğer kitlelerin kendiliğinden mücadelelerle sosyalist bilince ulaşmaları (ki bu mümkün değildi) değil, bir bilincin çektiği noktaydı.
Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin Dünyayı Sarsan Etkisi
Komintern’in indirgemeci reçetelerinin Çin Devrimi’ne faturası olan Şengay Ayaklanması’nın ağır yenilgisi, bir bakıma Çin’de Mao önderliğinde yeni bir devrimsel programın yükselişinin fitilini ateşlemişti. Şengay yenilgisinden ciddi dersler çıkararak Çin Devrimi özgülüne uygun radikal bir yol belirleyen Mao, uzun süreli halk savaşı stratejisini geliştirerek Çin’de devrimi muzaffer kılan devrimci-komünist sürecin mimarı oluyordu. Çin Devrimi, Mao şahsında sistemli hale gelen Marksizm’i-Leninizm’i doğru ele alışı ve aydınlanmacı çizgiyi mahkûm etmesiyle başarıya ulaşmıştır. Mao’nun “Doğu rüzgârı, Batı rüzgârını alt edecektir” belirlemesi bu gerçeklikten gelmektedir.
Kökleri II. Enternasyonal çizgisinde olan Batı aydınlanmacılığı-modernist Marksist anlayışın, Mao önderliğinde gerçekleşen Çin Devrimi’ni içine sindiremediği açıktır. Ancak muzaffer olan Çin Devrimi karşısında sarsılan aydınlanmacılık, “teoride” bu yeni durumu uygun bazı paradigmalarla savunmaya çalışsa da Marksizm üzerindeki etkisini, kendi ideolojik çizgisine göre kurmaya çalıştı. Aydınlanmacılık-ilerlemecilik ve modernist anlayış ile Marksist devrimcilik arasındaki çatışmada Lenin önderliğindeki 1917 Ekim Devrimi’nin köklü bir bayrak olmasının ardından, bu iki ideolojik kamp arasındaki çatışmanın yeni sahası, devrim süreciyle Çin’di. Ki devrimin hemen sonraki yıllarında tarihteki en şiddetli muharebe burada başlıyordu. Tarihe “Büyük Proleter Kültür Devrimi” olarak geçen ve on yılı aşkın fiili bir zaman dilimini kapsayan BPKD, ÇKP’de parti içine çöreklenmiş yeni tipte burjuvaziyi sorgulamakla sınırlı kalmıyordu, sosyalist toplum gerçekliği açısından alt yapı-üst yapı, üretici güçlerin geliştirilmesi tezi, emek üretkenliğinin arttırılması, sosyalizmde sınıflar ve sınıflar mücadelesi gibi tüm genel sosyalizm sorunlarını sorguluyor ve bu sorgulamada kitlelerin devrimde özne olması, proletarya iktidarı sürecinin “devrimci geçiş süreci” ile ilerlemesi gibi temel konularda yeni bir perspektif ortaya çıkarıyordu. Özel mülkiyetin ortadan kaldırılıp sosyalist toplum sürecine geçmek, sosyalist toplumda sınıfların ortadan kalktığı anlamına gelmez ve bu sınıfların varlığı sadece eski toplumun kültürel kalıntıları ile sınırlı bir mesel değil, bizzat sosyalist toplumun iktisadi gerçekliğidir. Sosyalist toplumda, sınıfların varlığını görmeyip tehlikenin sadece dışardan geleceği tespiti üzerinden, güçlü bir devlet, güçlü bir parti ve ordu siyaseti, kitlelerden kopan bürokratik bir devlet egemenliğinin zemini olmuştur. Kitlelere üretici nesneler rolü, devlet-parti özgülünde yöneticilere “özneler” rolü, dönemin “sosyalist” iktidarlarında doğan derin sancıların nedenlerinden en önemlisidir.
Tarihsel bir kesit olarak dünya nüfusunun ciddi bir kesiminin “sosyalist” devletlerle yönetildiği bir süreçte, egemen olan bu çizgi (SBKP’de 1953 sonrası), sosyalizm pratiğinde çok vahim sonuçlar yaratmaktaydı ve “sosyalist” devletler ve “komünist” partileri, bir bir yeni tipte burjuvazinin denetimine girmekteydi. İşte BPKD bu çizgiye karşı özgün ve evrensel değerler yaratarak tarih sahnesinde yer alıyordu. «Burjuva karargahları bombalayın» sloganı ile ilerleyen BPKD, Parti içine çöreklenen burjuvaziden iktidarı yeniden alma hareketi değil, ama aynı zamanda ilerlemeciler tarafından ekonomik bir model olarak tanımlanan sosyalizm teorisine karşı, «devrimci ve sınıflar mücadelesi» Marksist önermesine göre ilerleyen sosyalizm çizgisinin teori, pratiği, felsefesi ve ideolojisidir.
BPKD’nin sorguladığı, bilimsel sosyalizmin ideolojik, politik, iktisadi temelinde yeniden yerli yerine oturttuğu devrimci-komünist çizgi; ekonomist, ilerlemeci, burjuva cumhuriyetçi anlayışların kendi siyasal çizgilerinde tabu haline getirdiği yaklaşımlara köklü ve cepheden neşter vuruyordu. Bundan dolayı Aydınlanmacı “Marksistler” tarafından sürekli bir karalama ve dezenformasyona tabi tutulmuş ve devrimci kitlelerden gizlenmiştir. Kültür devrimi sürecinde, bugün komünist hareketin de bir tecrübe olarak ele almak için eleştiriye tabi tuttuğu bazı pratik “aşırılıkları” görmek başka bir şeydir, ama BPKD ile Marksizm’in üçüncü nitel aşamasını görmemek, ideolojik-felsefi ve sınıflar mücadelesi anlamında yaptığı nitel katkıları geçersiz saymak başka bir şeydir. Biri, komünistlerin hata ve yanlışlardan sonuç çıkarma siyaseti iken, biri reformist, revizyonist, kapitalist yolcuların, komünist çizgiye var olan ideolojik-siyasal tutumudur.
Burjuva ve burjuvaziye bulaşık tüm anlayışların bu dezenformasyonlarına karşın BPKD dünya ölçeğinde görkemli bir etki yarattı, yeni bir “komünizm heyulası”nın dolaşmasına neden oldu. Bir yanda ekonomi, parti, devlet, ordu vurgusu yapan SSCB ve diğer Avrupalı “sosyalistler”, diğer yandan politik devrim, ideoloji-çizgi ve kitlelerin yaratıcı özne olma vurgusu yapan Mao. Bu iki çizgi arasındaki makas hep büyüdü ve gelinen aşamada 1968 kitle hareketlerini esas etkileyen BPKD çizgisi olmuştur. Bu sürecin sonunda birçok coğrafyada Maoist komünist hareketlerin doğması, kitlelerin sisteme büyüyen toplumsal öfkesinde özne rolü oynaması ve burjuvaziye bulaşık birçok anlayışı kırarak ileriye çıkması, en geri sendikalar, partilerin, kitlelerin bu devrimci baskılanması altında mevcut burjuva sistemlere tavır alma noktasına gelmesi, BPKD’nin uluslararası alanda yarattığı devrimci fırtınanın sonuçlarıyla direk ilişkisi vardır.
Emperyalist-kapitalist sistemin metropollerinde ‘68 Hareketi
II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra kapitalizmin yaratmak istediği büyüme ve istikrar hedefi, kapitalizmin kendisini “yeniden” üretme sürecidir. Bu “yeniden” kuruluşun temel zemini sermayenin daha yoğun merkezileşmesi, yani tekelleşmedir. Tekelleşme sürecindeki bu gelişim, küçük üretimin varlık zemininin ortadan kalkmasına, bu sınıfsal katmanların proletarya safında ya da işsizler ordusunda yer almasına uzandı. Egemenliği ve aşırı kâr hırsı eksenindeki gelişimi için üretimde yaşanan otomasyon, üretimde daha ağır sömürü biçimini getirirken, “elit” emekçiler olarak sisteminde alan açtığı teknik kadrolar üzerindeki sömürüyü arttırdı. Özetle kapitalizmin gelişim çizgisi yapısal krizlerini derinleştirmenin yanında, işçi sınıfı başta olmak üzere, teknik elemanlar, beyaz yakalılar ve aydınların potansiyel rahatsızlıklarını büyüttü. Genel “refah” toplumu yaratma üzerinden topluma manipüle edilen bu süreç, ‘60’lı yılların sonunda derinleştirdiği sınıfsal-sosyal çelişkilerle, kendi sınırlarına dayanmış, kriz ve bunalım süreciyle yüz yüze kalmıştır. Bunun işçi sınıfı ve sömürülen-ezilen diğer toplumsal dinamikler nazarındaki karşılığı, anti-emperyalist, anti-kapitalist eksendeki mücadele çizgisi olmuştur. Kapitalist ülkelerin görece istikrarını sarsan bu gelişmeye dünyanın değişik bölgelerinde gelişen, ulusal kurtuluş ve devrimci-komünist çizgide buluşan sosyal kurtuluş hareketleri eşlik ediyordu.
Vietnam Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ve bunun ABD kamuoyunda yarattığı güçlü tepki, ırkçılığa karşı büyüyen “siyah” hareketlerle toplumsal muhalefete ileri düzeyde bir dinamik olmuştur. ABD’de savaşa ve ırkçılığa karşı yapılan gösteriler, Wall Street (ABD Borsası), üniversite işgalleri, grevler ve fabrika direnişleri, okul boykotları ve sokak eylemleri tüm toplumsal muhalefetin birleşmesi ekseninde gelişmiştir. Talepleri ve direniş çizgisiyle, kapitalist sistemin işleyişini, iç ve dış politikasını köklü darbeleyen bu eylemlerde burjuvazinin korkusunu büyüten bir dalga da Fransa’da gelişmiştir. Mayıs ‘68 Fransa işçi sınıfının en büyük genel grevini not düşüyordu. Yirmi günde on milyona yakın işçinin hayatı durdurduğu bu grevde Fransız burjuvazisi Avrupa burjuvazisinin desteği ile iç savaş alarmına geçmiştir. Sürecin niteliğini belirleyen eylemler anlamında belirli tarihsel kesitleri öne çıkarmamız, işgal, grev ve sokak direnişlerinin bunlarla sınırlı olduğu anlamına gelmemektedir. Küçük üretici, aydın, öğrenci, işsiz, köylü ve işçi sınıfının, Avrupa’nın birçok ülkesinde kitlesel olarak geliştirdiği eylemler, merkezileşen güçlü kitle eylemleriyle güçlü bir anti-kapitalist hattı örmekteydi. Fiili eylemler ve grevlerle kapitalist dünyaya büyük bir tavır alan, Avrupa ve ABD’deki ‘68 Hareketi bu eylemleri sisteme karşı doğru bir önderlik hedefinde programlı bir harekete dönüştüremedi. Aslında ayağa kalkan işçi sınıfı, gençlik, kadın, anarşist, ırkçılık karşıtı, aydın, demokrat güçler neyi yıkmaları gerektiğini biliyorlardı. Niceliği ve bünyesinde barındırdığı toplumsal dinamik özelliğiyle, son derece etkili durumdaydı. Kapitalist sistemin yaşadığı bunalım ve yönetememe krizi bu dinamik duruşu sistem karşısında daha güçlü kılan bir kesitteydi. Sendikalar, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, liberal sol partiler sürecin dinamikleri olmasına karşın ‘68 Hareketi, kapitalizmin metropollerinde, siyasal liberalizme teslim edilerek, sistem içine evrildi.
Avrupa merkezli kapitalist ülkelerde, bu sonucun temel nedeni hareketlenme sürecine komünist partilerinin hâkim olamamasıdır. Hareketi olumlu kanallara akıtacak komünist partilerinin olmaması yanında, ‘68 Hareketi’nin dinamizmi üzerinden KP’lerin kendilerini var edememesi bütünsel bir eksikliği ortaya koymaktadır. 1917 Ekim Devrimi ve etkisi dünyayı sarsan BPKD sonrası Avrupa komünist hareketi açısından iki temel görev, sosyal-sınıfsal gelişmeler akabinde ortaya çıkmıştı. Öncelikle Ekim Devrimi, Çin ve BPKD pratiğinde, politik-pratik Marksist çizgi ile mahkûm edilen II. Enternasyonal geleneğinden kopmak ve tek ülkede de sosyalizmin başarıya ulaşacağı politik-pratik hattında bir çizgi geliştirmek. Net ifade etmek gerekir ki Rosa ve Liebknecht çizgisi dışında Avrupa’da böyle bir çizgi gelişmedi. Bundan kaynaklı hem II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecine bir müdahale geliştiremed, hem de gelişen sınıf hareketi ve toplumsal muhalefete önderlik edemedi. ‘68 Hareketi döneminde kapitalist ülkelerde devrimci durumun düzeyi veya devrim için tarihsel bir an meselesi başka bir tartışma konusudur. Bu öğeler belirlenen olgunlukta olmasa dahi BPKD’nin uluslararası alanda yarattığı fırtına koşullarında, bu güçlü hareket üzerinden güçlü bir komünist çizgi kopuşu yaratılamaması mevcut coğrafya koşullarında komünistlerin tarihsel hatasıdır.
Bunun yerine ‘68 Hareketi sonrası Avrupa’da “yeni sol” olarak kendini ifade eden öz itibarıyla II. Enternasyonal partilerinin anlayışlarını güncelleyen çizgilerin, kendilerini var etmesi Avrupa’daki toplumsal muhalefetin dinamik doğasıyla uyuşmayan bir sonuçtur. Sınıf mücadelesi ve Marksizm’den, bilimsel sosyalizmden kopan bu anlayışlar bugün de dahil olmak üzere Avrupa’da karamsarlık ve kapitalizmin mutlaklığını vaaz etmektedirler. Gelişmiş sanayi toplumlarında işçi sınıfının etkin sosyalist potansiyel olmadığı, çağımız tarihinde sosyalist düşünce ile proletaryanın eylemi arasındaki uçurumun aşılmazlığı teorisi üzerinden, Marksizm’i hedef alan “yeni sol”, kapitalist sistemin topluma kanalize olan gerici damarlarını içermektedir. Sınıf savaşımı yerine kültüre, politikaya hapsedilen bu “muhalefet”, bugün de aşılması ve tasfiye edilmesi güncel olan bir çizgidir.
Türkiye-Kuzey Kürdistan ‘68 Hareketi ve ‘71 Devrimci Kopuşu
Önceki yıllara oranla kapitalist sistemin tarihsel sürecine paralel olarak Türk komprador burjuvazisinin “sanayileşme” içeriği ile ilişkisi, ‘60’lı yıllarda kısmi farklılıklar arz etmiştir. Montaja dayalı tüketim malları sanayi, zamanla çevresinde beslediği yan sanayi kollarıyla birleşerek emperyalist sermayenin denetiminde bir üretim alanına dönüşmüştür. Ancak bu sanayi, montaja ve yan sanayiye dayalı, kapitalist pazarda alan bulamayan, iç pazarda kapitalist güçlerle rekabet gücü olmayan bir “sanayileşme” idi. Ve temel nitelik yarı sömürge yarı feodal olan bu iktisadi yapıda tarihsel bir gelişim sürecinin ürünü olarak, işçi sınıfının toplumsal konumu daha da belirginleşiyordu. Toplu pazarlık-sendikalaşma gibi örgütlenme çalışmaları somut bir ihtiyaç olarak 1952 yılında kurulan Türk-İş’i aşan bir düzeyde ortaya çıkıyordu. Egemenler sisteminin görece “demokratik” anayasa tartışmaları, grev ve sendika hakları bu düzlem üzerinden gündeme gelmiştir. Türk hâkim sınıflarının bu tarihsel gelişmeler karşısında kendisini organize etmesi, burjuva “demokrasisinin” mantıki sonuçlarına göre bazı yasal alanlar açması, tabi ki Türkiye-Kuzey Kürdistan sömürülen sınıfları, ezilen halkları ve ulusları için demokratik kazanımların ufku değildir. Her tarihsel koşulda olduğu gibi bu koşullarda da ezilen ve sömürülenler kazanımlarını mücadele ile elde edeceklerdir. İşte derinleşen toplumsal çelişkiler sonucunda bu süreçte, dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye-Kuzey Kürdistan’da anti-emperyalist, anti-kapitalist bir hatta kitlesel bir mücadele süreci ivme kazanmıştır.
Tarihsel olarak ciddi başkaldırılar süreci yaşayan Türkiye-Kuzey Kürdistan kitle hareketi işçi direnişleri bağlamında çok zengin bir geleneğe sahip değildir. Aynı zamanda devrimci-komünist mücadele mirası anlamında Ermeni Paramazlar ve Mustafa Suphi’nin süreci dışında, elli yıllık reformist-parlamentarist-revizyonist anlayışların karabasanı altında ‘68 sürecine giriliyordu. Yani Türkiye-Kuzey Kürdistan toplumsal muhalefeti 1960’ten ‘71’e uzanan süreçte burjuva ideolojisine bulaşık legalist-modernist anlayışların etkisinde ve bilimsel sosyalizmle geç tanışmasının handikabı içinde, uluslararası sosyalist hareketin biriktirdiği sorunların yumağında giriyordu. ‘60’lı yıllardan ‘71 devrimci-komünist kopuşuna kadar olan bu süreçte, derinleşen toplumsal çelişkilerin koşulladığı toplumsal muhalefete önderlik edecek devrimci-komünist çizgilerin üzerinde şekilleneceği mirasın varlığından öte, bilimsel sosyalizm, Marksizm’in sorduğu sorular ve tartışmalarla ilerleyen bir süreç olmuştur.
Mustafa Suphi TKP’sinden sonra kuramsal reformist-revizyonist-legalist çizginin merkezi olan TKP ve bu anlayışın burjuva parlamento ayağındaki temsili olan TİP’in 1961’de kuruluşu, Marksist çizginin coğrafyamızda referans alınacak bir mirası değildir. TİP’den başka, ‘60 yılların başında Yön dergisi ile başlayan Milli Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim ayrışması tartışmaları ile devam eden politik süreci, kopuşu yaratan sürecin başlangıç momenti olarak almak gerekmektedir. İlgili tarihsel kesitte (1966) YÖN dergisinin çizgisiyle gündeme alınan MDD tezi, politik sahada ilgi ile ele alınmış, anti-emperyalist, anti-feodal ve emperyalizmin yerli işbirlikçileri ile mücadele iddiasıyla bir gelişme ve güçlenme alanı olmuştur. 1968 kitle hareketinde öne çıkan anti-emperyalist damarın bu süreçteki tartışmalarda olgunlaştığını ifade etmek, hiç de hatalı bir yaklaşım olmayacaktır. Kısa ve somut olarak 1968 yılına doğru iki ana yapılanma, tartışmaların, politik tavırların kulvarını oluşturmaktaydı. TİP’te ifadesini bulan Sosyalist Devrim ve MDD anlayışı. TİP parlamento yolu ile mücadeleyi strateji alan duruşuyla politik devrim çizgisinden uzakken, MDD’de hâkim olan D. Avcıoğlu, M. Belli gibi çizgiler de, “sol” cuntacı, ulusalcı, Kemalizm hayrancılığı duruşlarıyla, politik devrim çizgisinden uzaklardı. Kuşkusuz Marksist-Leninist politik devrim çizgisinden uzak olmalarını besleyen temel sorun ideolojik kimlikleriydi ve bu ideolojik kimlik, ulusal sorun ve Kemalizm sorunu başta olmak üzere tüm tahlillere rengini vermekteydi.
Bu ideolojik-politik niteliğinden öte MDD gençlik ile kurduğu ilişki ile SP çizgisinden ayrışıyordu ve aydınlanma arayışındaki gençlik, MDD bünyesinde güçlü bir dinamiğin oluşmasına olanak yaratıyordu. İşçi-köylü ve gençlik kitlelerindeki hareketlenmelerle birleşen bu dinamik, mevcut tasfiyeci-reformist çizgiyi aşma arayışlarını politik zeminde ortaya koyuyordu. Pratikteki kopuşta, işçi ve gençlik hareketinin, kitlesel patlama yılı olan 1968 hareketi ve 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin yarattığı toplumsal dinamik muhalefet üzerinde gerçekleşiyordu. ‘68 Hareketi ve 15-16 Haziran İşçi Direnişi sadece emperyalizm ve yerli işbirlikçisi olan Türk hâkim sınıflarına karşı bir eylem olmakla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda ideolojik-teorik-siyasal ve örgütsel olarak devrimci bir çıkış zemininde yaşanan ayrışmanın taşıyıcısı olmuştur. ‘68 Hareketi’ni dışardan izleyen, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nde tavrını «ordu tarafsız kalmalıdır» çağrılarıyla sınırlayan, tasfiyeci, reformist ve revizyonist anlayışların karşısında; sistemden silahlı politik devrim çizgisi ile kopan, kitleleri devrimci savaşın öznesi olarak gören devrimci çizginin mayalanması ‘68 Hareketi ve 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin canlı kitle pratiğinde gerçekleşmiştir.
Amerikan emperyalizminin zırhlılarının İstanbul limanına yanaşmasının ardından halkın kitlesel bir akınla Yankee’leri denize dökmesi ve bununla sınırlı kalmayıp emperyalizme, komprador kapitalizme, faşizme isyan yıllarını kuşanması, üniversitelerin, amfilerin, sokakların görkemli kitlelerin inisiyatifine alınması, Kozluca, Keban Barajı, Emayetaş, Samsun Tekel Müdürlüğü, Magrius, Kavel gibi iş sektörleri ve üretim birimlerinde işgaller, grevler gibi işçi eylemleriyle toplumsal muhalefetin birleşmesi, toplumsal muhalefetin dinamik rolü ile sisteme karşı sadece ekonomik-demokratik-akademik hak arama eylemleri değil aynı zamanda başka bir dünya yaratma özlemleridir. Bu yenidünya arayışının nasıl yaratılacağı sorusuna cevap özellikle bu sürecin zirvesi olan 15-16 Haziran İşçi Direnişi’yle verilmiş, 1971 devrimci kopuşu bu süreçten her devrimci çizginin kendi ideolojik duruşuna göre çıkardığı sonuçlar ışığında gerçekleşmiştir.
Tarihsel kesitteki ideolojik-politik tartışmalar, teorik çözümlemeler ve görkemli kitle hareketleri ikliminde ‘71 devrimci kopuşu gerçekleşmiştir. Mahir’in THKP-C, Deniz’in THKO ile çıkışı, sistemden kopma, silahlı devrimci zorla politik devrim çizgisi bağlamında tarihsel önemde bir kopuştur. Ama süreci berraklaştıracak, MLM politik-teorik-ideolojik devrim çizgisinde ileriye taşıyacak kopuş için bu nitelik yeterli değildir. Ulus devlet niteliği, Kemalizm, ulusal sorun, uluslararası komünist hareketin içinde bulunduğu durum ve SBKP’nin niteliği gibi temel konularda geçmişin hatalı yanları bu kopuşta taşınıyordu ve bu ideolojik olarak Marksizm ve onun tarihsel ilerlemeler sürecindeki nitel aşamalarıyla buluşamamanın yarattığı bir sonuçtu. Bu anlamıyla bakıldığında evet ‘71 bir kopuştur. Ama bu kopuştan başka bir kopuş vardır. O da Kaypakkaya’nın tarihsel nitel çizgisiyle açtığı çığırdır. Kuşkusuz elli yıllık reformist-revizyonist çizgiden ayrılarak, devrimci yöntemler ve devrimci silahlı şiddetle ayrılarak bir çıkış gerçekleştirmek ‘71 devrimci kopuşunun ortak özelliğidir. Ama Kaypakkaya’nın kopuşu bu ortak devrimci özelliklerden öte bir kopuştur. Resmi ideolojiden, resmi tarihten, burjuva feodal devletin bütün kurumlarından, aydınlanmacı Marksist teoriden, sosyalizm adına hüküm sürmüş modernizmden kesin ve dönüşümsüz kopuş, Kaypakkayanın nitel çizgisindedir. Bu kopuşu gerçekleştirmenin nedeni ne Kaypakkaya’nın zekâsı ile alakalıdır ne de diğerlerinden daha fazla eğitimli olması ile alakalıdır.
Kaypakkaya’yı bu sonuçlara götüren esas zemini görmeden açtığı çığırdan ilerlemek, izlediği yöntemi görmeden sadece ulaştığı sentezler üzerinden açıklamak; onu anlamak ve savunmaktan uzak bir duruştur. Tabi ki Kaypakkaya’nın Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın temel meseleleri ile ilgili değerlendirmeleri, Kürt İsyanları, ‘68 Hareketi, işçi sınıf ve köylülerin işgal ve grevleri, somut olarak 15-16 Haziran İşçi Direnişi’nden çıkardığı dersler tarihsel önemdedir. Ama bu sonuçlara giderken seçtiği yöntemi, üzerinden yükseldiği ideolojik zemini kavramadan Kaypakkaya anlaşılamaz, ‘68 kitle hareketinin mayaladığı devrimci-komünist çizgi doğru kavranamaz. Bu ideolojik zemin, dünyayı kasıp kavuran BPKD ile Marksizm’in üçüncü nitel aşaması olan Maoizm’dir. «Hareketimiz BPKD’nin ürünüdür» ilanı, bu ideolojik zeminin cepheden bayrağıdır. BPKD’nin dünyayı etkileyen fırtınası Kaypakkaya’da, Türkiye-Kuzey Kürdistan koşulları ekseninde sistemli bir çizgidir. Kemalizm ve Kürt ulusal sorununa dair belirlediği keskin çizgiler, Aydınlanmacı-modernist Marksizm’e karşı en ileri müdahale bayrağı olan BPKD’nin yolunda ilerleyerek ulaşmıştır. Parti, devrim, cephe, sınıfların tahlili, ittifaklar siyaseti, stratejik ve taktik meseleler, sosyalizm sorunları ve gelecek toplum tasavvufumuz Kaypakkaya’nın üzerinden yükseldiği bu ideolojik-politik Marksizm’in bilimsel yoluyla ulaştığı sentezlerdir. Dünya devrimleri tarihinde ayağı aydınlanmacı-modernist «Marksizm’e» basmayan devrimler hattı, Rusya-Çin Ekim devrimleri ve BPKD’dir. Bu bayrağın Türkiye-Kuzey Kürdistan temsili Kaypakkaya’dır.
‘68 Hareketi sürecinde mayalanan, 15-16 Haziran İşçi Direnişi dersleriyle kopuşa dönüşen BPKD’nin ürünü Kaypakkaya çizgisi, ilerleyen tarihsel koşullara uygun sentezleriyle, ideolojik olarak keskin, stratejik olarak net, taktik olarak kapsayıcı niteliğiyle bugün gelişen sınıf mücadelesinde sarsılmaz perspektifimizdir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki gelişmeler gerek devrimci savaş zemininde gerekse toplumsal patlamalar ekseninde güçlü dinamik bir süreci mayalamaktadır. Bugün ‘68 kitle hareketinde, 15-16 Haziran işçi direnişlerinde, ezilenlerin sahip olmadıkları devrimci öncüye Kaypakkaya’nın tarihsel hükmüyle sahip olmanın avantajını taşımaktayız. Bu avantajla toplumsal muhalefeti örgütlemek, devrimci savaşı geliştirmek, gelişen her türlü kitle eylemlerinde aktif yer almak, ezilen ulus-inançlar, sömürülen sınıf ve katmanlar için özgür bir dünyaya ulaşmamızı sağlayan araçları güçlendirecektir. Yeter ki dünün deneyimleriyle bugünü doğru ideolojik, politik, teorik zeminde, devrimci savaş çizgisi ile kavrayalım.
Halkın Günlüğü Dergisi 15.sayı