HABER MERKEZİ (06.10.2015)-Emperyalist hegemonya, Ortadoğu ve Suriye konusunda “yeni’’ bir “çözüm” formülü arayışına girmiş bulunmaktadır. Çünkü emperyalist güçlerin, genel anlamda dünyada ve özel olarak da Ortadoğu’da ürettiği politikalar, hegemonyası açısından başarısız olmuştur. Ve her başarısız sürecin ardından “yeni” bir politik arayış gündeme gelmiş, gerici güçlerin ittifak siyasetleri bu politik farklılaşmaya göre şekillenmiştir. Kuşkusuz emperyalist hegemonyanın başarısız olmasında, emperyalist bloklar arası güç dengelerinin rolü inkâr edilemez fakat bu başarısızlıktaki ana dinamik, emperyalist talanın sürdüğü coğrafyalarda gelişen sosyal ve ulusal kurtuluş mücadeleleridir. Sübjektif savaş gücü ve örgütlülük bağlamında istenilen düzeyde olup olmaması, halkların bu dinamiğinin taktiksel niteliğidir. Stratejik nitelik, halkların bu dinamiğinin tarihsel haklılığı ve nesnel olarak var olan ilerici rolüdür. Her emperyalist müdahale, bu rolün örgütlenerek devrimler doğurmasına vesile olmaktadır. Bu nesnel durumla beraber, emperyalist talanın yaşandığı coğrafyalarda var olan devrimci ulusal ve sosyal mücadele, emperyalist hegemonyanın önünde barikat olmakta ve emperyalistlerin yönelimini başarısız kılmaktadır. Politikasının özü sömürü ve talan olan emperyalizm, iddia ettiği gibi girdiği coğrafyalarda toplumsal çelişkileri çözme rolü yoktur. Toplumsal çelişkilerin gerici ve eskiyen yanını temsil eden kendisidir, gerici savaşların ve çatışmaların tek sebebidir. Bu gerici özelliği halkların ve ezilen ulusların öfkesini bilemektedir ve bu emperyalistler için büyük bir korkudur. Bu nesnel durum politik, ekonomik, askeri yönelimlerinde emperyalistleri zorlamakta, her politik yöneliminde halkların bu dinamiğinden beslenen itirazlarla karşılaşmaktadır. Tabii ki emperyalistlerin egemenlik politikaları sadece ezilen ulus ve sömürülen halk katmanlarının gücüyle çatışmıyor. Emperyalist klikler arasındaki dalaş ve çatışma, emperyalist kliklerle bölgesel gericilikler arasındaki çatışma ve emperyalist kliklerin kendi çıkarlarına göre ittifak güç olarak şekillendirdikleri bölgesel gericiliklerin kendi aralarındaki sürtüşme ve çatışmalar, emperyalist politikaların çözümsüzlüğünde rol oynamıştır, oynamaktadır. Güncel olarak, başını ABD’nin çektiği Avrupa Birliği emperyalist bloğuyla, başını Rusya’nın çektiği emperyalist blok arasındaki dalaş ve çatışma, emperyalist siyasetin her ayrıntısında yaşanmakta, bu çatışmalarda kurulan hâkimiyet üzerinden bir kliğin egemenliği olarak toplumsal pratiğe uygulanmaktadır.
Emperyalist blokların Suriye deki başarısızlığının esas etkeni toplumsal dinamiklerin mücadelesidir
Ortadoğu’nun Suriye ayağında yaşanan ve son olarak dengelerin yerinden oynadığı, politikaların “yeniden” belirlenmeye çalışıldığı süreç, ABD ve Rusya merkezli emperyalist blokların çatışmasının “yeni” bir boyutudur. Bu çatışmanın bir sonucu olarak Suriye, Birleşmiş Milletler Genel Konseyi’nde, emperyalistlerin pazarlık masasında baş gündemi meşgul etti. Bu güne kadar yaşanan sürecin kısa özeti şudur: “Arap baharı” süreciyle, bölgeyi emperyalist hegemonyaya göre dizayn etmeye çalışan ABD ve onun destekleyicisi olan AB emperyalistleri ile Rusya-Çin ittifakı emperyalist güçler arasındaki çatışma, her alanda yaşandı. Bu çatışma ve dalaşın en merkezi olarak yaşandığı coğrafyalardan biri Suriye idi. Öyle ki Suriye’nin kaderi, bu emperyalist bloklar arasındaki çatışmasının sonucuna göre belirlenir duruma gelinmiştir. Ve emperyalist stratejiler, bu iki emperyalist blok arasındaki çatışma ve dalaş ekseninde, Suriye üzerinde en keskin şekilde karşı karşıya geldi. Suriye iç savaşı, yaşanan katliamlar, bölgede şekillenen güçler dengesi, emperyalist ve Esad gericiliğinin stratejik oyunlarının birer sonucuydu. Ama karşılıklı oynanan gerici oyunlar, yaşanan süreçte bir kesimi hâkim hale getiremedi. En basit bir tabirle sürecin kazananı çıkmadı.
Bütün bu gelişmeler ekseninde son bazı hamleler, ibreyi Rusya ve Esad lehine çeviren nitelikteki hamlelerdir. “Bizim için dünyanın merkezi Ortadoğu değil, Pasifiktir” manipülasyonuyla, Irak’ tan askeri gücünü geri “çeken” ABD, bölgede konumlandırdığı gerici ittifak güçleriyle, bölgeyi kontrol altında tutmayı hesaplamıştı. Bu kontrol siyasetinde esas gücü ve jandarması İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Irak başta olmak üzere, denetimindeki gerici güçlerdi. Rusya’nın Suriye ve İran nazarında çizdiği kırmızı çizgiler, bu ittifak güçleri ve jandarması rolündeki güçler üzerinden sürdürülecek saldırganlık siyasetiyle geriletilecek ve bölge ABD emperyalizminin çıkarlarına göre dizayn edilecekti. Ama süreç ABD ve AB emperyalistlerinin öngördüğü gibi gelişmedi. Rusya, Çin ve İran, Suriye ve Esad gerici rejimi nazarında, bölge siyaseti olarak çizdiği kırmızı çizgilerinde ısrarcı durdu ve her gelişmede siyasetine uygun hamleler gerçekleştirdi. Rojava devrimi ve bölgedeki dinamik gelişmeler, Kürt ulusunun dört parçada birleşmesinin maddi gücü ve moral değeri oldu. Arap-Sünni İslam ideolojisini temel alan DAİŞ gericiliği (DAİŞ’in var olma zemini ve emperyalist güçler başta olmak üzere bölgedeki gericiliklerin desteği ayrı bir yazı konusu olduğu için burada ayrıntılandırmıyoruz) ve bu gericiliğe karşı Kobane’de örülen devrimci barikat, bölgede dikiş tutmayan emperyalist siyaseti de arayışlara sürüklemiştir. Bu arayışın toplumsal zemini dikensiz gül bahçesi değildi. ABD’nin tüm ittifak güçleriyle dönem dönem ayrı politik tercihlere düşmesi dahil, bir yığın çatışma ve sürtüşme, bu arayışların bir başka çıkmazıdır. ABD- Bağdat- “T.C.”- İsrail-KDP (Barzani) arasında sürecin özgünlüklerine göre ortaya çıkan çatışmalar ve farklılaşmalar son tahlilde ABD’nin jandarmalarını hizaya çekmesiyle durulsa da, sürecin politikalarında zaaflar yaratacağı kesindir. Bütün bu çatışmalar ekseninde ABD, Türkiye ve KDP gericiliği arasında gerçekleşen son ittifak konsepti, KDP ile Türk hakim sınıfları arasında yapılan petrol antlaşması ve son tahlilde İncirlik’in ABD savaş uçakları için faal hale getirilmesi, ABD’nin bölge ve Suriye üzerindeki askeri saldırganlığının ön hazırlıklarıydı. Eğit-donat askeri projesi, ÖSO ve Türk hakim sınıfları gericiliği üzerinden kullanılması muhtemel olan DAİŞ, Esad gericiliğinin hakim olduğu Suriye’ye karşı planlanan askeri müdahalenin perde arkasındaki güçleriydi.
Tam da bu gelişmelerin akabinde Rusya, kartını çok açık oynadı. Ukrayna ve Kırım meselesinde aynı net tavrı koyan Rusya, bölgedeki emperyalist hegemonya stratejisinde, bölge siyasetini ve dengelerini değiştirecek bir müdahalede bulundu. Suriye’nin Lazkiye kentinde askeri üssün inşa edilmesi ve Suriye’de açık askeri varlığını ortaya koyması, Bağdat’ta, Suriye-İran-Irak yönetimlerinin katılımıyla DAİŞ’i hedef alan istihbarat merkezinin kurulması, deniz askeri donanmasını bölgede güçlendirmesi ve bütün bunların ardından ilk olarak savaş uçaklarıyla Esad’ın denetiminde olmayan Suriye topraklarını bombalaması, DAİŞ ve ÖSO’nun mevzilerini vurması sürecin değişen dengeleri ve aynı zamanda sürecin dengelerini değiştirecek gelişmelerdir.
Bölgedeki çıkarlarını ve siyasal askeri yönelimini, “bu Rusya’nın amaçlarıyla alakalı değil, dünyanın gidişatına daha fazla müsamaha göstermememizle alakalı bir durum” olarak ifade eden Rusya Devlet Başkanı Putin, ABD ve AB emperyalistlerine karşı duruşunu, emperyalistlerin bölgede yarattığı yıkımı da gündemleştirerek güçlendirmiştir. Bir gerici blokun, başka bir gerici blokun yarattığı toplumsal yıkım ve enkazı ifade etmesi, ilerici rolünden kaynaklı değildir tabi ki. Rus emperyalizminin bölgedeki duruşunu güçlendirmesi için, yarın kendisinin de yaratacağı toplumsal yıkımı, somut olarak emperyalist yıkımı yaratan gerici güçler üzerinden ifade etmesidir. Rusya yanında duracağı güçleri ve karşısına alacağı güçleri net ifade etmiştir. Suriye, Irak, İran açık ittifak güç olarak ilan edilmiştir. Kürtlerin, bölgenin en diri dinamiği olması gerçekliğine Putin’de gözlerini kapatmamış ve bölge siyasetinde özellikle Rojava-Kobane duruşuna göz kırpmıştır. Suriye’deki “muhalifleri’’ ÖSO’yu ‘eğit-donat’ projesini, DAİŞ’i, açık terör faaliyeti olarak tanımlayarak, özünde karşısındaki emperyalist bloğa tavrını beyan etmiştir. Söylemlerini bu denli keskinleştiren Rusya’nın temel gücü, bölgede arttırdığı rolüdür. Çünkü ABD’nin başını çektiği emperyalist blok, sürece ilişkin ürettiği siyasal ve askeri projelerde, ne ihtiyaç duyduğu dinamikleri yaratabilmiş ne de bölgedeki ittifak güçlerini istediği gibi konumlandırabilmiştir.
IŞİD’le mücadele bahanesiyle ‘T.C.’ devletinin askeri komuta kademesinin de yer aldığı ABD Savaş Harp Akademisi’nin eğit-donat projesi, ilk “savaşçılarıyla” duvara toslamıştır. Ki bu projenin esas hedefi IŞİD değil, Esad yönetimi ve siyasetlerine itiraz eden Kürt Ulusal Hareketi güçleridir. Stratejinin bir ayağı bu iken, bir diğer ayağı bu proje ile “ılımlı siyasal İslam’ı” bu çatı altında toplamak, bölgede çekim gücü haline getirmekti. Ama süreç planlandığı gibi gelişmedi.
ABD ve Rusya merkezli emperyalist dalaşın böylesine somut adımlarla cereyan ettiği Ortadoğu ve Suriye coğrafyasında Rusya, Suriye’deki stratejik noktaları “koruma” altına almakla, stratejik bir hamle gerçekleştirmiş durumdadır. Birleşmiş Milletler Genel Konseyi’ndeki diplomatik hamle, bu stratejik planın bir ayağıdır. Esad ‘sız bir “çözüm” olmaz direnci, ABD başta olmak üzere Birleşmiş Milletler Konseyi’nde bulunan tüm emperyalist (Fransa çatlak ses çıkarsa da) devletlerin ortak siyaseti haline geldi. “Suriye’de Esad’la Kontrollü geçiş” projesi, Rusya’nın bölgedeki stratejik hamlesinin sonucudur.
Rusya açısından stratejik hamleler bununla sınırlı değil. Esad yönetiminin askeri kapasitesinin Rusya eliyle arttırılması, Rusya, ABD, İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır’ın temas grubu olarak bir araya getirilmesi, Rusya ve ABD’nin ortak çalışmasının sonucu olarak yansıtılsa da, meselenin perde arkasında Rusya’nın hamle üstünlüğünü ifade etmektedir. Her şeyden önce İran, Mısır ve Türk hakim sınıfları gericiliklerinin aynı masada buluşturulması, yazılacak yeni hikayelerin haberini vermektedir.
ABD emperyalizminin “stratejik dostu” olarak bölgede saldırgan tutum alan Türk hâkim sınıflarının, son gelişmeler karşısında adeta başı dönmüş durumdadır. Öyle ki Moskova’da, Putin’in cemaatinde, bölgede uyguladığı siyasetin “cenaze” namazını kılan “yeni halife” Erdoğan ile ABD’de açıklama yapan Davutoğlu’nun söyledikleri birbirini yadsımaktaydı. Bozuk akortla Erdoğan, “Esad’la sürece ortak gidilebilinir derken, gelişmeleri arkadan takip eden Davutoğlu, tüm heybetiyle “Esad ile olmaz” tarzında celallenmekteydi. Sonradan açıklamalar birbirine yakınlaştırılsa da, Türk hakim gericiliğinin bu süreçte nerde ve nasıl duracağı “net” değildir.
Kuşkusuz Türk hakim gericiliği, ABD ve Rusya’ya rağmen bölgede bir siyaset yürütemeyecektir. Ama özellikle ABD için var olan stratejik önemini pazarlık konusu yaparak, kendi çıkarlarında çıtayı yükseltmek isteyecektir.
Rojava ve Kobane, tekçi faşist zihniyetin mimarı Türk devleti için “çıban” başıdır. Faşist Türk Devleti, inkara dayalı Kürt “statüsünü”, bölge siyaseti haline getirmek istemektedir. Kuzey Kürdistan başta olmak üzere, Rojava ve Kobane’de Kürt ulusunu çağrıştıran her şeyi imha etmek, pusulasının ana yönünü teşkil etmektedir.
Faşist Türk Devleti’nin siyasal pusulasındaki yön kaybı, gelişmelere rağmen çamura saplanmış siyasetin tekrarı olmuştur. Cerablus-Azez arasındaki arazi boşaltılıp yüzer bin kişilik üç şehrin kurulması projesi, savaşın ağır sonuçlarından biri olan evsiz-yurtsuz kalmış Suriyeli insanların yerleştirilmesi projesi değildir. Rojava devrimini tasfiye etmek için, her dönem gündeme getirilen “tampon bölgeyi”, emperyalist efendileriyle sürdürdükleri diplomatik hamlelerle ve askeri güçleriyle gerçekleştiremediler. Siyasi ve askeri hamlelerle gerçekleştiremedikleri bu projelerini, insani bir mesele kullanılarak, tezkere çıkarılan TOKİ ile yapmaya çalışmaktadırlar.
Bu yaklaşım, Türk hâkim sınıflarının bölgedeki açmazına çok açık bir örnektir. Emperyalist hegemonya savaşının jandarma rolünü alması, bölge halklarına düşmanlık gütmesi, Kürt ulusunun en demokratik hakkını kanla bastırmaya çalışması ve son tahlilde, kirli savaşın aktörü olma rolü, Faşist Türk Devleti’nin bölge siyasetinin ana çıkmazıdır. IŞİD’le mücadele ediyorum diyor ama Cerablus’u IŞİD’ten temizleme hamlesi gerçekleştiren PYD güçlerini, Kürt kantonları birleşir diye engelliyor. Suriye’nin toprakları olduğunu hiçe sayarak, TOKİ’ye inşaat ihaleleri bulmaya çalışıyor. Kürt ulusal mücadelesini boğmak ve tekçi zihniyetinde inkâr ve imha etmek için Rojava’ya müdahaleyi iç mesele olarak ele alıyor. Suriye’deki emperyalist dalaşı iç siyaset malzemesi yaparak, buradan Esad yönetimine askeri müdahalenin zemini yaratmaya çalışıyor. Mevcut duruşuyla, bütün bunları bağımsız iradesiyle gerçekleştiremeyeceği açıktır. ABD’nin, “Esad’la kontrollü geçiş süreci” projesinde Rusya ile “ortak” hareket etmesi Türk Devleti’nin statükosu için hayal kırıklığı olmuştur. Ortadoğu’da “model” ülke ve Osmanlıcı Fetihçilik, Erdoğan nazarında Türk hâkim sınıflarının rüyasıdır. Bölgede statükosuz bir Kürt ulusu gerçekliği, pembe hayalleridir. Sünni İslam modelli “İhvan-ı Müslim” projesi, bölge halklarına uygulanacak katliamlar üzerinden yaşam bulması pahasına, temel savunularıdır. Her devletin kartlarını oynadığı dalaş masasında Türk devleti kendini pazarlamaya çalışmaktadır.
Emperyalistlerin “çözüm” projeleri, halklara zulüm ve katliamdır
ABD ve Rusya merkezli emperyalist blok, mevcut durumda “Suriye’de Esad’lı geçiş dönemi” üzerinde mutabakat sağlamışlardır. Bu mutabakatın yaratıcısı ve hâkim çizgisi Rus emperyalizmidir. Emperyalist bloklar ve bölge gericilikleri arasında sıkışan çelişkiler, daha büyük patlamaların haberini vermekteydi. ABD’nin “soğuk savaş yıllarına dönmek istemiyoruz” vurgusu, emperyalistlerinde hesaplayamayacağı savaşların patlamasına neden olacak bu çelişkilerdi. Rusya’nın bölgeye ağırlığını koyarak ara “çözüm” üretmesi, emperyalist bloklar ve bölge gericilikleri arasında var olan derin çelişki ve çatışmaları dönemsel olarak patlamaya dönüşmesini erteleyebilir. Ama bu sürecin bölgede bir çözüm üretemeyeceği açıktır.
Rusya’nın bölgede ağırlığını koyarak avantajlı hale gelmesi, Esad’ın iktidarını koruması, bölge halklarına bir şey kazandırmamaktadır. Emperyalistlerin dalaşından halklar adına faydalanmak devrimci bir siyaset olsa da, bu siyasetin yaratıcı ve uygulayıcısı komünist ve devrimci harekettir. Ulusal ve sosyal, devrimci ve komünist hareketin dışında, gerici güçlerin dalaş ve çatışmasında, ezilen halkların payına düşen sömürü ve katliamdır. Bu anlamıyla “kurtarıcı” rolüyle bölgeye askeri ve politik ağırlığını koyan Rusya, ”demokrasi, hürriyet” adına bölgeyi işgal eden ABD ile yan yanadır. Kendi pazarını ve gerici müttefiklerini korumak için, işgalci güçleriyle bölgeye intikal etmiştir.
Sürecin planlandığı gibi gelişeceğinin garantisi yoktur. Sadece, “Esad’lı mı? Esad’sız mı?” tartışması kapanmıştır. Bir dönem daha Esad ile yürünmesi, tüm süreç boyunca Rusya dahil Esad’la sürecin örgütleneceği anlamına gelmez. Emperyalistler çıkarlarına göre her şeyi belirlemektedirler. Çıkar çatışmasının hâsıl olduğu her zeminde, emperyalistler ittifak ve çatışma güçlerini ona göre belirleyeceklerdir.
Ama somut ve güncel olarak Rusya, Esad nazarında, bölgedeki çıkarlarını koruma altına almakla kalmamış, hamle üstünlüğünü eline almıştır. Bunun somut yansımaları olacaktır. IŞİD’e karşı müdahale daha etkili hale gelecektir. IŞİD’i el altından destekleyen emperyalist bloklar ve bölge gericilikleri, meseleyi istediği gibi manipüle ederek, IŞİD’le mücadele altında gerçekçi olmayan “operasyonlar” yapmaktaydılar. Ama şimdi Rusya’nın müdahil olmasıyla bu “oyun” daha “doğru” oynanmak zorunda.
Süreç çözüm değil, savaş üretmektedir. Çözüm, her alanda emperyalizm başta olmak üzere, tüm gericiliği yıkacak olan devrimci savaştır. Suriye halkları, emperyalist dalaşı avantaj haline getirerek sürdürecekleri devrimci savaşla sorunlarına çözüm olabilirler. Proleter Enternasyonalistlerin sürece siyasetleri açıktır. Her türlü işgal ve sömürüye karşı, Ulusların tam hak eşitliği, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı, gerici emperyalist hegemonya ve dalaşın karşısındaki zafer bayrağımızdır.