Suça ortak olmak veya olmamak…

Siyasi  ve  politik  argümanlar, faşizmin  bu  azgın  saldırılarını  geri  püskürtmenin  önünde  hiç  bir  biçimde  engel  değildir. Tarihe  bir  kara  leke  olarak  geçmemek  ve  işlenen  cinayetlere, katliamlara  “ortak”  olmamak  adına  Kürt  halkıyla  omuz  omuza  olup  tarihi  sorumluluklarımızı  devrimin  lehine  çevirmek  kaçınılmaz  acil  bir  görevdir. Mazlum  bir  halk  katliamlara  maruz  kalırken  susmak, işlenen  cinayetlerin  en  büyüğüdür.

HABER MERKEZİ (18.12.2015) – F.  Engels,  yanılmıyorsam  İngiltere  işçi  sınıfının  mevcut  durumunu  anlatırken  şöyle  bir  cümle  kuruyor. “Bir  başka  insana  verilecek  zararın  öldürücü  olduğunun  önceden  bilinmesi  cinayettir.”

Bu  doğru  tespitten  hareketle   Türkiye – Kuzey  Kürdistan  coğrafyasında  gün  olmasın ki  Engels’in  tanımına  denk  düşen, halka  dönük  cinayetler  devlet  eliyle  işlenmemiş  olsun. Öyle ki  yıllardır  bu  cinayetler  bir  bir  değil, on  on,  yüz  yüz  şeklinde  toplu  katliamlara  dönüşmüş  durumdadır. Katliamlara  maruz  kalanlar ide  daha  çok  çocuklar, kadınlar, yaşlılar  kısacası  savunmasız  masum  insanlardır. Savaşın da  bir  hukuku  vardır. Ama  faşist  AKP  iktidarı  her  alanda  olduğu  gibi, bu  alanda da  burjuva  hukukunu  hiçe  saymakta  cinayetlerin  en  barbarcasını  işlemeye  devam  etmektedir.

Öylesine  bir  pervasızlık  hüküm  sürüyor ki  köy  boşaltmaları  ve  kuşatmalarından, kasaba  kuşatmalarına  ve  nerdeyse  kent  kuşatmalarına  kadar  vardırıldı  halka  olan  düşmanlığın  boyutları. Günlerce  süren  sokağa  çıkma  yasakları  süresince  kurşunlanmayan, bombalanmayan  ev, iş  yeri  kalmadı  neredeyse. İnsanlar  on  günlerce  en  doğal  insani  ihtiyaçlarını  karşılayamaz  duruma  sokuldu. Evinin  önündeki  yaşlı  kadınlar, çocuklar  kurşunların  hedefi  oluyor. Cenazelerini  kaldıramayan  insanlar, ölülerini  kokmasın  diye  buz  dolaplarında  bekletiyor. Kısacası  kıyımların, katliamların  işlenen  zulümün  haddi  hesabı  yok. Bütün  bunlar, hatta  daha da  beteri  Kuzey Kürdistan  coğrafyasında  aylardır  geceli  gündüzlü  yaşanıyor. Erdoğan  ve  şürekası  bu  katliamları  daha da  hızlandıracaklarının  açıklamalarını  yapıyorlar.  Kuşkusuz  bütün  bu  yaşananları, emperyalistlerin  Orta  Doğu’da ki  pazar  dalaşlarında  ayrı  olarak  ele  almak  mümkün  değil. Yeni  sınırlar, yeni  devletler  kapıda  bekliyor. Sadece  kim  nereyi, hangi  hisseyi  kapacak  onun  dalaşı  içindeler.

Belki de  denilebilir ki  bu  haksız  savaşlar  devam  ettikçe  ve  buna  karşı  halklar  direndikçe  yaşatılanlar  ve  yaşananlar  bir  anlamıyla  kaçınılmaz  oluyor. Hadi  bunu, emperyalist  savaşların  kuralsızlığı  ve  onların  karakteri  olarak “kabullenelim”. Ama  yürekleri, vicdanları  sızlatan  bir  durum  var ki  işte  onun  kabullenilmesi  hiç mi  hiç  mümkün  değil. Bunca  katliam, bunca  zulüm, bunca  kıyım  karşısında  Batı’da ki  sendikaların, bilim  yuvası  olarak  adlandırılan  üniversitelerin, demokratik  kitle  örgütlerinin  hatta  ve  hatta  halkların  ve  ezilenlerin, ötekileştirilen  ulu milliyet  ve  inançların  biricik  kurtarıcısı  olarak  kendilerini  ifadelendiren  devrimci  “komünist”  yapılanmaların  suskunluğunu, duyarsızlığını  anlayıp  kabullenmek  mümkün  değil. Kendilerini  devrimci  sendika  olarak  lanse  edenler, şimdiye  kadar  onlarca  kez  şartelleri  neden  indirmesindi. Neden  üniversiteler  boykotlarla, işgallerle  bu  katliamları  lanetlemesindi. Demokratik  kitle  örgütleri , meslek  odaları  ve  tüm  devrimci  kurumlar  neden  sokakları  barikatlarla  örmesindi. Dahada  önemlisi  dağlarda  neden  isyan  ateşleri  alev  alev  yanmasındı. İşte  bütün  bunlar  olmadığı  ve  ezilen, yok  sayılan  bir  ulus  yalnız  başına  bırakıldığı  içindir ki  devlet  bu  kadar  pervasızlaşabiliyor.

Peki  bütün  bu  devrimci  direnişleri  hayata  geçirememenin  önündeki  engel  ne?  Tayyip’in  yarattığı “korku”  dağlarımı, yoksa  milliyetçi  duyguların   şahlanışımı. Hangi  durumla  ifade  edilecekse  edilsin  her  durumda da  devrimci  hatta  insani  sorumluluklardan  kaçışın  ifadesidir  bu. Bu  olumsuzluklardan  sıyrılıp, yanı başımızda  katledilen, yerinden  yurdundan  edilenlerin  yanında  olmak, birlikte  saf  tutmak  acil  bir  görev  olarak  herkesin  önünde  durmaktadır. Siyasi  ve  politik  argümanlar, faşizmin  bu  azgın  saldırılarını  geri  püskürtmenin  önünde  hiç  bir  biçimde  engel  değildir. Tarihe  bir  kara  leke  olarak  geçmemek  ve  işlenen  cinayetlere, katliamlara  “ortak”  olmamak  adına  Kürt  halkıyla  omuz  omuza  olup  tarihi  sorumluluklarımızı  devrimin  lehine  çevirmek  kaçınılmaz  acil  bir  görevdir. Mazlum  bir  halk  katliamlara  maruz  kalırken  susmak, işlenen  cinayetlerin  en  büyüğüdür.

Hıdır Uludağ

Önceki İçerikHalkın Günlüğü 113’üncü sayısı çıktı!
Sonraki İçerikIşıltılar-Sanrılar 02-22 Ocak’ta Kadıköy’de