Umutsuzluk kararsızlık ve karamsarlık bugün düşmandan daha düşmandır bize. Bütün olumsuzluklara kötülüklere, hatta ihanet ve teslimiyetlere rağmen göğsümüzde bir ağaçkakanın ortamını yankılatan vuruşları gibi, bir işçinin ağır ve sakin tek düze inip kalkan çekicinden çıkan ses gibi, çalkantılı çalışmasını sürdüren yürek, asla ve asla yılgınlık çukuruna gömülmeyecektir gömülmemelidir. Nasıl ki güzelliği anlamlı kılan çirkinlikse, başarıyı, zaferi, olumluluğu anlamlandıran da yaşanmış olan ve yaşacağımız başarısızlıklar, yenilgiler ve olumsuzluklardır.
Biz her acıyla nasıl kavrulup içleniyorsak, her kavrulup ve içlenmeyi öfke ve kine, coşku ve sevince tabi kılmasını da bilmek zorundayız.
Zorlukların ve zorunlulukların oluşturduğu elektrikli tellerle çevrili kordonda ilerlerken dahi 1-16 Ağustos’un boğazımı tıkayan hıçkırığına rağmen bir sonraki sayıda zafer de bizim olacak diyebiliyorsam bunu kapaktaki kararlı ve öfkeli, onurlu ve asi bakışların beynimde kopardığı fırtınalarda bağımsız olduğunu söyleyebilecek kadar cesur değil. Ancak her bakışın bize bir can daha verdiğini anlayacağınız 12 defa daha ölüp dirilme şansına kavuşmuş olduğumuzu bilincim defalarca tekrarlamaktadır. Çünkü her ölümü, her yenilgi ve başarısızlığı, olumsuzluğu zıddına çeviren bilinç keyfi bir tutum içinde değil tam aksine ayaklarını en şiddetli savaş cephesinin en kanlı ve en yoğun çatışmalarının yaşandığı mevzinin topraklarına öyle bir bastırmıştır ki kuşkulanmayı bile utanç sayar durumdadır.
Eğer bugünleri birileri kalkıp ta unutmaya, unutturmaya çalışacak olursa açlığın kemiğe yapıştırdığı deriyi inkar sofrasına katmaya çalışıp o çalkantı ve coşkuyla çarpan yüreklerini müthiş iradeleriyle ve o iradeyi ortaya çıkarıp etkinleştiren bilinçleriyle halkına mutlu bir geleceği armağan edebilmek için durdurmaktan çekinmediklerinin üstünü ölü toprağıyla örtüştürmeye çalışırsa onları bilimin cenderesinde ezmekten geri durmayalım.
Ölümü küçülterek yenmenin anlamını çözümleyememiş olanların küçük pencerelerinden büyük dünyanın büyük insanlarının gözlerine bakmaya cesaret edememelerinden daha doğal ne olabilir ki. Onlar biliyor ki bu direniş bu feda ruhuyla küçülterek yenilen sadece korku kaynağı olarak dayatılan ölüm değildir. Küçülen aynı zamanda göründüğü gibi olmayanların uğruna erim erim eriyerek tüketilen bireysel ömrün adandığı şanlı kavganın akkor ateşi karşısında yaşadığını sanarken etrafı ölü çürümüşlüğünün kokusunu yayarak iğrenilen kişiliktir. Onlar bu kişilikleriyle gökyüzüne erişmiş başların alınlarından öpmeye dahi layık değilken yine aynı inançla küçültülen midenin yükselttiği gurultu sesine yoldaşlık yapan kızıl kurşun vınlamasının aynı hedefe yöneltildiğini anlayamadıklarından dolayı çürümüş bacaklarının çürümüş gövdeleri mezarlığa doğru götürdüğünü ayırdına dahi varmadan gömüleceklerdir.
İhanetin ve teslimiyetin yargılandığı bir süreçte ihanete ve teslimiyete yanıtımızdır diyerek sözüm ona kendilerin daha özgür ve daha ön saflarda görünenlerin kararsızlık ve muğlâklıklarını haklı olarak ölüm kusmuğuyla bularken inanın ki ben bu kusmuğun bu kişiliğe de fazla olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum.
Bu nedenle de bu muhteremlere neredesiniz niye geniş günlerde olduğu gibi sesiniz yükselmiyor deme gereğini dahi duymuyorum. Çünkü biliyorum ki onlar yine her ne kadar inkar etmeye çalışsalar da direngenliğin ve feda ruhunun zemzemsel akıntısı olan kusmuğun kendilerine fazla geldiğinin farkındalar. Fazla geldiğinden dolayı da bunun altında ezilmekte ve ayağı kalkarak yürüyecek, haykıracak gücü kendilerinde görememekteler.
Durum böyleyken nasıl konuşsunlar ki, nasıl açıktan olmasa bile içten içe okuyup çözmeye çalışsınlar. Ali YAR adlı bir direnişçinin sevgiliye yazdığı direngen şiiri biliyoruz, yine anlamazlıktan gelenler olacaktır. Varsın bir zaman daha böyle davranmaya devam etsinler.
Ama sağ göğsümdeki derin yaram üzerine yemin ederimki
Yemin ederim ki evlat acısıyla kavrulan ananın gözyaşı üzerine
Yemin ederim ki isyankar bakışlar ve göğe varmış başlar üzerine
Yemin ederim ki en son sırtımda taşırken sıcak nefesini hissetmediğimden,
Onunla beraber öldüğüm ve bütün ağırlaşmasına rağmen indirmediğim, öldü diyemediğim
Kurşunla parçalanmış yoldaşım üzerine yemin ederim ki
Nepalm’ın gazın kavurduğu bedenin bütün güzelliklerine düşman,
Eli değmemiş hayata küskün Kürt kızının dirilişi üzerine
Nasıl yargılandıysa ihanet ve teslimiyet,
Nasıl ki boyun eğdirildiyse yılansı başa
Aynı öyle sorgulanacaktır bu umarsızlık
Ya yeter deyip çürümüş yanlarına sen diz çöktüreceksin, ezeceksin içinde ki yılansı başı ve saygıyla eğilecek sin kütüğe yürüyeceksin dara doğru ve yargılayacaksın kendini af dileyeceksin ya da ihaneti ve teslimiyeti bütün biçimleriyle yargılayanların yargısına kalacaksın.
Bugün dün değil ama dünden de bağımsız değil. Dünün hoş gördüğünü bugün zafer adına direniş ve feda ruhu adına büyük çoğunluğu verdiği onay ve haklılıkla yeniden değerlendiriyor. 12 yüreğin alevlendirdiği kıvılcım bugün milyonlarla harlanıyorsa o sessiz çoğunluk diye bilinenler haykırarak yüreğini 12 yüreğe katıyorsa ölümü küçülterek yenme görevini en ön mevzide karşılayanların yanı sıra her an kendi yüreğini söküp avuçlarına alarak düşmanının suratına çarpmak için hazır bekleyenlerinde alınlarında öpmek bir onursa biz o onura ortak olmak için göğsümüzü her türeden düşmana siper etmeyi sürdüreceğiz.
Siz sevgili yoldaşlar, dostlar, arkadaşlar siz düşmanı sarsmanın bin bir duvarı bir yaşamsal çığlıkla çatlatmanın onuruyla yaralarınızı sarmayı da başaracak ve yeni çatışmalara hazırlanacaksınızdır. Biz barut kokusunu sindiği kayalıklarıyla Munzur’ un sertliğini omuz omuza sizinle düşmana hissettirip taşırken yoldaş kanının kuruduğu bir notaya vurmuş yağmur tanesinin bahane olduğu filizin canlılığıyla yürümeye devam edeceğiz zafere doğru, çetin patikalarda daha nice pusuları bozguna uğratacağız nice taburlar bozulacak nice duvarlar çatlayacak faşizmin külleri savruluncaya dek.
Her birinizin şahin bakışıyla evreni gözetleyen, yargılayan, gözlerinden 12 defa öperken ne yazık ki artık gitmeliyim, Birlik yürüyüşe geçti bile bekletmek olmaz.
Şanlı 20 Ekim 2000 Ölüm Orucu direnişinin 17. Yılı dolayısı ile 1996 Ölüm Orucu direnişi ve direnişte ölümsüzleşenler anısına 5 Eylül 1996 tarihinde Komünist Önder Cüneyt Kahraman’ın kaleme aldığı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz