HABER MERKEZİ (22-02-2016)- Gazetemizin 116. sayısında “Siyasi krizin gölgesinde kalan ekonomik kriz” başlığıyla yer alan analiz yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Faşist “TC”nin AKP eliyle Kuzey Kürdistan’da uyguladığı faşist-gerici işgal ve katliamlar, Suriye’ye dönük içerisine girilen karanlık dehlizler ve hemen her gün bir başka pencereden açılan siyasi krizlerin gölgesinde, Türkiye-Kuzey Kürdistan ekonomisine dair çalan alarm zilleri gündemde yer edinememekte. AKP’nin bir yıla yakın bir süredir yaşadığı yönetememe krizi, bu krize paralel geliştirilen açık faşizm süreci, sadece siyasi arenada gelişen olaylara dönük değil, aynı zamanda yakın süreçte yaşanması yüksek ihtimal olan ekonomik kriz ve bu kriz neticesinde gelişecek olan toplumsal kalkışmalara bir önlem olarak da ele alınmaktadır. “TC”nin kurulduğu andan itibaren emperyalizme olan göbekten bağımlılığı, her geçen gün azalmak bir yana katlanarak artmış ve gelinen aşamada, Türkiye-Kuzey Kürdistan, emperyalizmin keyfince at oynattığı bir alana dönüşmüştür. Ülkemizde yaşanan 2001 ekonomik krizi sonrası iş başına getirilen AKP, “Adalet ve Kalkınma” sloganıyla uzun yıllar sürecek sahte bir dünya yaratmış, tamamen düşük faiz eksenli gelen sıcak para akışı neticesinde tüketime dayalı bir “refah” süreci inşa ederek, bu ekonomik dünya üzerine iktidarını bina etmiştir. 2008 yılında ABD merkezli yaşanan ve bütün dünyayı etkisi altına alan kriz sürecini atlatan AKP, emperyalist merkezlerin kriz sürecinden çıkıp, uzun bir duraklama dönemine girdiği şu sıralar ise ciddi bir ekonomik kriz ile karşı karşıya.
Uluslararası kapitalist kuruluşların dahi ardı ardına açıklamalar yaparak uyarılarda bulunduğu Türkiye-Kuzey Kürdistan ekonomisine dair AKP-Erdoğan’ın burun kıvırıp, bize bir şey olmaz yollu söylemleri, aslında süreci tam bir faşist baskı örgütleyerek, krizin faturasını emekçi halkımıza kesme planlarındandır. AKP’nin dümeninde olduğu “TC” ekonomisine dair bazı göstergeleri inceleyerek, neden ve nasıl bir kriz sorularının cevaplarını bulmaya çalışalım.
Patlamaya hazır büyüyen ekonomi
AKP’nin hükümete geldiği 2002 yılından bu yana, ısrarla altını çizdiği ve öne çıkardığı olguların başında kuşkusuz “ekonomik büyüme ve istikrar” geliyor. Bilimsel, Marksist bir gözle meseleyi incelemek yerine, sadece görünen fotoğraf üzerine bir değerlendirme yapıldığında AKP’nin bu söyleminin doğru olduğu sonucuna varılabilinir. Neticede AKP hükümetleri döneminde, ekonomide sürekli büyüme, istikrar ve krizsiz bir 10 yıl geçirdi ülkemiz. Burjuvazi cephesinde her şey tıkırında gidiyor. Özellikle ülkemize akan sıcak para ve sermayenin önündeki engellerin birer birer kaldırılması, burjuvazi için bulunmaz bir fırsat. Sömürü ve talan politikasının sorunsuz bir şekilde devam etmesi ve sermaye kaçışının engellenmesi için gerekli olan siyasal açılımlar ve istikrar içinse AKP bulunmaz kaftandı. Fakat bu şaşalı dünyanın ardında müthiş bir sömürü çarkı ve sermayenin hiçbir kural, sınır tanımadan ülke kaynaklarını hoyratça kullandığı, işçi ve emekçilerin haklarının birer birer budanıp, sendikasız, güvencesiz, sigortasız çalışmanın dayatıldığı, vergi ve zamlarla soygun
üstüne soygunun gerçekleştirildiği bir realite yatıyor. Mantar gibi çoğalan AVM’ler ve gökdelenlerin gölgesinde, yaşamak adı altında ölümü her sabah yeniden karşılayan milyonlarca yoksul yaşıyor. AVM ve gökdelenlerin, sınır tanımayan inşaat yapımlarının, kapitalizmin kuralsız ve hesapsız doğasına uygun bir şekilde hızla büyüdüğü, uygulanan düşük faiz politikalarına denk ülkeye akan sıcak paranın oluştuğu balon ekonomi patlamayla yüz yüze gelmiş durumda. Emperyalist-kapitalist sistemin kopmaz bağlarla iç içe geçtiği bir dönemde, herhangi bir ülke ekonomisini bir başına ele alıp incelemek bizi doğru sonuçlara götürmeyecektir. Hatırlanacağı üzere 2008 krizi sonrası baş gösteren durgunluk sürecini atlatmak için piyasalara düşük faizli sıcak para aktarımı yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor. Bu durum küresel çapta bir balon ekonomisinin oluşmasına vesile oldu. Bu balonun sınırlarına ulaştığı anda ise büyük bir gürültüyle patlayacağı kesin. Bu realite içerisinde önemli bir yer tutan Türkiye-kuzey Kürdistan ise yıllardır havası atılan büyük söylemlerin aksine en sert şekilde patlayacak ekonomilerin başında geliyor. Bilindiği gibi AKP, oldukça düşük faiz oranlarıyla ülkeye hayli sıcak paranın gelmesine vesile oldu. Ülkeye akan bu sıcak para bilhassa özel sektöre borç şeklinde işliyor ve herhangi bir sorgulama, denetleme yapılmadan işletiliyor. Yaşanan bu sıcak para akışı ve yükselen değerler içerisinde ise GSMH’nın kat be katı bir büyüme var karşımızda. AKP’nin ilk hükümet olduğu dönemlerde 140 milyar dolar düzeyinde olan dış borcun 2013 yılı sonunda ise 376 milyar dolar civarında olduğunu göz önüne alınca, ülkemizdeki toplam borçların, Merkez Bankası rezervlerini haylice aştığını rahatlıkla görebiliriz. 2001 yılında ülkemizde yaşanan ekonomik kriz döneminde dahi yüzde 3,7 olan cari açık 2013 sonu itibariyle yüzde 6’ya ulaşmış durumda. AKP döneminde yaşanan ekonomik büyümenin en önemli kaynaklarından birisini iç tüketim oluşturmakta. Adeta alış-veriş çılgınlığı içerisinde kaybolmaktayız. Ödeme durumlarının göz ardı edildiği kredi alımlarında yaşanan devasa artış, bu kartlar üzerinden gerçekleştirilen muazzam miktardaki alışveriş dinamiği büyüme olarak atfedilen gerçekliğin ana damarını oluşturuyor. İç tüketim meselesinde özellikle emlak sektöründe yaşanan gelişmeler ise, 2008 krizi öncesi ABD’yi andırmakta. Oldukça benzer gelişmelerin yaşandığı emlak sektörünün yaşanacak bir ekonomik krizin başat aktörlerinden olacağı kesin. Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın hemen hemen her yerinde mantar gibi bitiveren AVM’ler, plazalar, oteller, havaalanları… Hiçbir kural ve denetim olmadan şişen balona her gün hava pompalıyor. Kırılgan ekonomiler statüsünde değerlendirilen ülkemizin Forbes tarafından yayınlanan milyarderler listesinde ilk ona yükselmesi, emekçiler için cehenneme dönen yaşamın burjuvalar için nasıl bir cennete çevrildiğinin en önemli resimlerinden biridir.
AKP ve ekonomik durgunluk
Gezi, 17-25 Aralık, Suriye politikaları ve son olarak Rusya ile yaşanan sorunlar neticesinde ülke ekonomisinde ciddi bir durgunluk dönemine girildiğinin işaretleri geliyor. Merkez Bankası ile çoğu kamuoyuna da yansıyan faiz artışı tartışmalarında, Erdoğan’ın bütün kabadayı söylem ve çıkışlarına rağmen Merkez Bankası’nın çizdiği çerçevede hareket edilmek zorunda kalındı. Uzun yıllardır düşük faizle ülkeye gelen sıcak para 2015-16 döneminde uygulanan yüksek faiz artışlarıyla beraber düşüşe geçmiş durumda. Sıcak para akışının azalması ve giderek kesilmesi, tüketim alanında yaşanan çılgınlık neticesinde ortaya çıkan devasa miktarlardaki borcun ödenememesi ve bu borcun bir müddet sonra kamu borcu statüsüne alınması durumu krizi tetikleyen başat faktörler. Bu tablo içerisinde TL’nin günden güne değer kaybetmesi ise işin cabası. Yaklaşan bu açık kriz haline rağmen, 2016 yılı Ocak ayında ihracatta yaşanan kısmi artışı örnek gösterenlerin, TKK ekonomisinin yüzde 90’nını tüketim ve inşaat sektörünün oluşturduğundan habersizler galiba. Aynı şekilde özel şirketlere ait borçlar yüzünden devlete bir şey olmayacağını iddia edenlerinde özel sektör çöktüğü zaman ortaya çıkacak olan borcun mecburi bir şekilde devlet tarafından üstlenileceğinden de habersiz olduklarını düşünemiyoruz. AKP’nin 1 Kasım seçim paketinde açıkladığı asgari ücret miktarını dahi ödeme noktasında yaşadıkları çıkmaz, ekonominin gidişine dair önemli bir veri. Son on yıllık dönemde ortalama yüzde 4,7’lik bir büyüme oranı yakalayan TKK ekonomisi 2015 yılında bu oranın altına düştü ve 2016 yılında daha düşük bir oran bekleniyor. Aynı şekilde Uluslararası Para Fonu(IMF) ve Standard&Poor’s(S&P) tarafından yayınlanan 2016 tahminlerinde oldukça karamsar bir hava hâkim. Bu iki kuruluş tarafından 2016 yılı için yapılan büyüme tahmini yüzde 3’ün altında. Tamamen dışa bağımlı bir şekilde şişen ekonomik balonun patlaması an meselesi. Bu balonun patlaması neticesinde yaşanacak olan ekonomik krizin faturası ise daha önceki dönemlerde olduğu gibi, emekçilerin sırtına bindirilecektir. AKP’nin içte ve dışta geliştirdiği gerici-faşist tahakkümün en önemli sebeplerinden birisi de kuşkusuz sorgulamayan, karşı çıkmayan ve efendilerinin iktidarının devamı için her türlü çileye katlanmak durumunda kalan bir halk yaratma gerçekliğidir. Ülkemizde açık bir savaş hali yaşanıyor. Kuzey Kürdistan, her türlü vahşet ve katliamın pervasızca gerçekleştirildiği bir alana dönmüş durumda. Kundaktaki bebekten, yaşlı, hasta insanlara kadar, sözde terörle mücadele adı altında tam bir devlet terörü uygulanıyor. Suriye’de hayata geçirilmek istenen bütün politikalar iflas etmiş durumda ve Rusya’nın Suriye politikası, Rusya ile “TC” arasında yaşanan kriz, faşist Türk devletinin bu alanda elini kolunu bağlamış durumda. “TC”nin mevcut durumu içte ve dışta tam bir tıkanıklık ve iflas şeklindedir. 7 Haziran seçimleri sonrası hayata geçirilen politikalar ve parlamenter maskenin atılıp açık faşist bir yönetim sürecine girilmesi, gelişen her türlü toplumsal muhalefetin zorla bastırılarak, gerici iktidarlarının devamını sağlamaya dönüktür. Böylesine bir siyasi kriz sürecinde yaşanacak bir ekonomik kriz tümden bir yönetememe durumuna yol açacaktır. Elbette devrimci müdahale ve zorun devreye girmediği her kriz süreci o ya da bu şekilde emperyalist-kapitalist sistem içerisinde erimeye mahkûmdur. Komünist-devrimci güçlerin, devrimci platformlar oluşturup, güçlü bir şekilde işçi ve emekçileri örgütleyip, adım adım devrimci mücadeleyi inşa edip geliştirmeleri anın en önemli görevlerindendir. Bir ülke yaşanan bunca sorun ve keskin çelişki-çatışmalara rağmen, faşist güçlerce yönetilmeye devam ediliyorsa, o ülkede devrimci güçler istenilen seviyede bir mücadele içerisinde değildirler demektir. Mevcut durumu bütün yönleriyle analiz ederek, doğru araç ve yöntemlerle sürece müdahale edip, devrimci görevlerimizi yerine getirmeliyiz.